Siyasal anlamda muhafazakârlığın kökleri, aydınlanma düşüncesi ve Fransız Devrimi’ne karşı 18. yüzyıl sonlarına doğru ortaya çıkmıştır. Mevcut iktisadi, içtimai ve politik sistemin mümkün olduğunca değiştirilmeden korunmasına inanan muhafazakârlığın çerçevesi dinî veya kültürel olabilmektedir. Siyasal anlamda dönemden döneme farklılıklar gösteren muhafazakârlık, 1815 sonrasında François-René de Chateaubriand tarafından sağ kanadı tarif etmek maksadı ile kullanılmıştır. Bu tanımın Avrupa’daki en büyük temsilcisi de Edmund Burke olarak kabul edilmektedir. Liberalizmin alternatifi olarak ortaya çıkan muhafazakârlık dünya sisteminin değiştirilmesine karşı çıkmaktadır.[1]

Muhafazakârlık ekseninde yer alan, diğer bir deyişle aşırı sağ olarak da adlandırılan partiler, uluslararası arenada kimi zaman pasif kimi zaman da aktif bir kimliğe bürünmüştür. Bu anlamda 1930’lu yıllar aşırı sağ partilerin uluslararası sistemde en etkin olduğu zaman dilimidir. Yahudi karşıtlığı ve ekonomik krizler, o dönem revaçta olan aşırı sağ partilerin ortak noktasını teşkil etmektedir. Bu durum 2. Dünya Savaşı’ndan sonra bir nebze olsun değişse de faşist politikaların ana damarını oluşturan Almanya’nın yenilgiye uğramasıyla siyasal sistemin karar vericileri daha hoşgörülü ve esnek politikalar izlemeye başlamışlardır. Değişen dünya düzeniyle birlikte yenilenen ekonomik politikalar ve yaşanan korkunç savaşın izlerinin silinmek istenmesi de aşırı sağ partileri bir süre için geri plana itmiş, ancak 1960’ların sonuna doğru göçmenlerin iş aramak maksadıyla Avrupa’ya gelmeye başlamaları, aşırı sağ partilerin dünya sisteminde yeniden etkin bir rol almasına sebep olmuştur. Soğuk Savaş’ın da en ağır şekilde hissedildiği bu dönemde Avrupa, gelen göçmenlere hiç iyi gözle bak(a)mamıştır. 1970’li yıllarda Avrupa’da baş gösteren ekonomik ve kültürel değişimlerin ve akabinde gelişen sorunların kaynağı olarak görülen göçmenler, toplumdaki memnuniyetsiz ortamı kullanmaktan çekinmeyen ve yeniden etkin olmaya çalışan aşırı sağ partiler için gerekli bahaneyi sağlamıştır. 1980’li yıllardan itibaren de aşırı sağ partiler Avusturya, İsviçre ve İtalya’da koalisyon hükümetlerinin yanında siyasi arenada yerlerini almışlardır. Aşırı sağ partilerin, ülkelerinin sınırları içerisinde yaşanan her problem için yabancıları suçlaması, 2. Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle birlikte tarihe karışmış olması gereken ırkçılığı günden güne daha da körüklemiştir. Avrupa sağının kendisinden farklı gördüğü ve “öteki” olarak adlandırdığı bu yabancı düşmanlığı da 11 Eylül sonrasında İslamofobi’ye dönüşmüştür. Terim olarak ilk kez 1991 yılında Runnymed’in Güven Raporu’nda çerçevesi belirlenen ve kullanılan İslamofobi[2] buradan da anlaşılacağı üzere 11 Eylül olayları öncesinde de ABD ve Avrupa ülkelerinde mevcuttur. Ancak el-Kaide’nin ABD’deki İkiz Kulelere yapmış olduğu saldırı, Batı’da zaten var olan İslam karşıtlığını daha da körüklemiş, Batılı sağ kanadın temsilciliğini yürüten siyasilerin ırkçı söylemleri, Batı toplumları ile Müslüman halkları defalarca karşı karşıya getirmiştir.

Avrupa’da mevcut sağ partiler; neo-faşist kökenli eski partiler ve yeni popülist partiler ya da aşırı sağcı partiler ve sağ popülist partiler biçiminde sınıflandırılmaktadır. Bu sınıflandırma, partilerin ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve İslamofobi’ye ilişkin söylemlerine göre belirlenmektedir. Buna göre, aşırı sağ partiler siyasal söylemlerinde ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve İslamofobi’yle ilgili açık bir şekilde görüşlerini beyan ederken, sağ popülist partiler özellikle ırkçılık bağlamında, bu tür seçim propagandalarına parti programlarında açıktan açığa yer vermekten kaçınmaktadırlar. Kendilerini üçüncü halk partileri olarak tanımlayan bu partiler, Hollanda, Fransa ve İsviçre’de oldukça güçlüdür. Her daim ulusal açıdan içe dönme vurgusu yapan bu partiler, daha çok kültürel ve toplumsal sorunlarla ön plana çıkmaktadırlar.[3]

Tarihsel serencam içerisinde dönem dönem etkinliklerini arttırdıklarını ifade ettiğimiz sağ partilerin 21. yüzyılda yine Avrupa kıtasında, özellikle Avrupa Birliği üyesi ülkelerde, yeniden yükselişe geçen bir eğilim izlediği görülmektedir. İlk olarak Avusturya ve Fransa’da başlayan bu yükseliş, daha sonra bütün Avrupa’yı sarmıştır. 2008 yılında ABD’de başlayan, daha sonra da tüm dünyayı etkileyen ekonomik krizin[4] yanı sıra, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki iç savaşlardan etkilenen halkların rotalarını Avrupa’ya çevirmesiyle yaşanan göçün Avrupa üzerinde oluşturduğu ekstrem baskının mevzubahis bu aşırı sağcı partilerin yeniden yükselişe geçmesine sebebiyet verdiği düşünülmektedir.[5]

Dünyanın içerisinde bulunduğu çatışma halinin bir sonucu olarak değişen ve gelişen bu konjonktür, Avrupa’da ulusal tepkilerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Yunanistan’da yaşanan ekonomik krizin çözümü konusunda yapılacaklara Almanya’nın uzun süre destek vermemek için ayak diremesi ve çatışma bölgelerinden kaçan mültecilerin Avrupa’ya akın etmesi üzerine, Batılı ülkeler sınırlarını koruma içgüdüsüyle hareket etmeye başlamıştır. Bu durum, küreselleştikçe sınırların azaldığı bir dünyadaki birlik ruhuna duyulan inancı zedelemiş ayrıca Avrupa’da milliyetçi siyasi dalganın hızla yükselmesine de neden olmuştur. Toplum siyaseti yerine topluluk siyaseti izleyen Avrupa’da bugün Müslüman ve göçmen karşıtlığı da ayyuka çıkmış vaziyettedir.[6]

Savaşların ve çatışmaların yaşandığı coğrafyalarda ortaya çıkan ve radikal İslamcı olarak adlandırılan grupların Avrupa’da gerçekleştirdikleri terör eylemleri de İslamofobi’yi körükleyen etmenlerdendir. 2004 yılında Madrid’de meydana gelen tren bombalamaları,[7] 2005 yılında Londra’da yaşanan 7 Temmuz Saldırıları,[8] yine 2009 yılında Noel Günü Saldırısı olarak da bilinen ve bir el-Kaide militanının Hollanda’dan ABD’nin Detroit şehrine doğru uçan North West hava yollarına ait bir yolcu uçağını patlama girişimi,[9] 2010 yılında Yemen’den ABD’ye hava yolu kargosuyla gönderilen bombalı paketler gibi radikal İslamcı oldukları iddia edilen terör gruplarınca yapılan girişimler sonrası, sağ kanattan gelen düşmanca söylemler de Müslümanlara karşı ön yargısı bulunmayan insanlarda bile bir ön yargının doğmasına sebep olmuştur. Bu durum kendisini, 2005 yılında Danimarka’da yaşanan Hz. Muhammed’in karikatürlerinin çizilmesi olayıyla başlayan karikatür krizi ile iyiden iyiye hissettirmiştir. İsveç, Norveç, Belçika, Fransa, Almanya, İtalya, İspanya ve Hollanda gazetelerinde de yayımlanan bu karikatürlere karşı İslam âleminden çığ gibi yükselen tepkiye karşılık olarak Avrupalı karar vericiler yatıştırıcı bir üslup kullanmak yerine olayı içinden çıkılmaz boyutlara sürükleyen bir tavır takınmışlardır. Benzer bir düşmanca tavır da 2009 yılında İsviçre’de minare krizi bağlamında yaşanmıştır. Buna göre ülkede mevcut minareler haricinde yeni bir minare yapmak %50’nin üzerindeki halk desteği ile yasaklanmıştır.[10] Tüm bu olup bitenleri 2010 senesinde Fransa’da Müslüman kadınların kamuya açık alanlarda burka giymelerini engelleyen kanun tasarısının kabul edilmesi izlemiştir. Bugün ise dünya, Fransa’da yaşayan Müslüman kadınların sahil kesimlerinde haşema giyip giyemeyeceğine ilişkin yasağı konuşmaktadır.[11] Fransa’da başlayan bu ayrımcılık politikası hızla diğer Avrupa ülkelerinde de etkili olmaya başlamıştır.

Mevzubahis bu ayrımcılık ve dışlayıcılık politikaları kendisini Avrupa’da yapılan seçim sonuçlarında da göstermiştir. 2014 yılında gerçekleştirilen Avrupa Parlamentosu seçimleri ile daha önceki seçimler kıyaslandığında sağ partilerin oy oranlarını arttırdığı gözlenmektedir. Bu artışın en bariz örneği Almanya ve Yunanistan’da görülmektedir. Almanya’da Milliyetçi Demokratik Partisi, Yunanistan’da ise Altın Şafak Partisi ilk defa parlamentoya milletvekili göndermeyi başarmıştır.[12]

Avrupa Parlamentosu 2009 ve Avrupa Parlamentosu 2014 karşılaştırmalı seçim sonuçları[13]

Siyasal ve toplumsal düzeyde başlayan bu dışlayıcı ve ayrımcı yasaklar, Müslümanlara karşı şiddete dönük eylemlerin de ortaya çıkmasına neden olmuştur. Sınırları içerisinde 10 milyon göçmeni barındıran Almanya’da 2013 yılında neredeyse hiçbir ırkçı saldırı olmazken bu durum 2015 yılında Müslümanlara yönelik 155 saldırının gerçekleşmesiyle tam tersi bir sürece dönüşmüştür. Hollanda’da camilere koku bombaları ve domuz kafaları ile 27 saldırı düzenlenmiştir. Fransa’da da benzer bir durum yaşanmış, camilere yönelik saldırılar sonucunda 10 cami kapatılmıştır.[14]

Özü itibarıyla nefrete dayanan bu ayrımcılık ve dışlayıcılık uygulamaları Avrupa ülkelerinin birçoğunda suç olarak kabul edilmemektedir.[15] 2014 yılında, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (OSCE) üyesi 57 ülkeden sadece 5’i, Müslümanlara karşı işlenen nefret suçlarını resmî olarak bildirirken, sivil toplum kuruluşları 21 ülkede bu tür suçlar işlendiğini rapor etmiştir.[16]

Avrupa’da Sağ Partilerin Yükselişe Geçtiği Ülkeler[17]

AB Temel Haklar Ajansı’nın (FRA) AB ülkelerinde hayatlarını idame ettiren 23.500 kişiyle yaptığı bir araştırmaya göre, bu ülkelerdeki göçmenlere yönelik ırkçılık, ayrımcılık ve İslamofobi korkunç boyutlara ulaşmıştır. Yapılan araştırmaya katılanların %80’i, uğramış oldukları ayrımcılık temelli haksızlıkları hiçbir netice elde edemeyeceklerini düşündükleri için yetkili makamlara bildirmeye gerek bile duymadıklarını ifade etmiştir. Örneğin; 2015 senesinde 142 sözlü ve fiziksel saldırı ihbarının yapıldığı Hollanda’da bu vakalardan sadece 46’sı cezalandırılmıştır.[18] 25 yıldır insan hakları alanında çalışan FRA Başkanı Morten Kjaerum, ortaya çıkan ayrımcılığın boyutuyla ve bunların şikâyet edilememesiyle ilgili şaşkınlığını gizleyememiştir.[19] ECRI (Emergency Care Research Institute) raporuna göreyse Avrupa’da ırkçılık ve zenofobi ekonomi ve siyaset başta olmak üzere her kesimde yaygın olarak görülmektedir.[20] Avrupa’daki ırkçılık ve yabancı düşmanlığını kullanarak etkinliklerini arttıran sağ partilerin son iki senede patlak veren mülteci kriziyle dünyanın dört bir tarafından Avrupa’ya çalışmak için gelen göçmenlerin entegrasyonuna değil de izolasyonuna yönelik politikalar izliyor olmaları[21] da söz konusu durumun en bariz örneklerindendir.

Kültürel, siyasi ve ekonomik sebeplere dayandırılan ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve İslamofobi, ülkeden ülkeye de farklılık arz etmektedir. Irkçılık ve yabancı düşmanlığının çeşitli ve ülkelere göre değişen çok katmanlı boyutu, bu tür gayri etik tavırlara yönelik bir mücadele stratejisi belirlenmesini zorlaştırmaktadır. Ayrıca Avrupalı liderlerin yaşanan her sorunun ardından göçmenleri yahut Müslümanları suçlayarak dünya genelinde mevcut toplumsal ve insani sorunları görmezden gelmeleri de ırkçılık ve yabancı düşmanlığına karşı verilmesi elzem olan mücadeleyi zorlaştırmaktadır. Yine Avrupalı liderlerin iktidar hırsı, oy kavgası ve siyasi mücadeleler ve politik çıkarlar uğruna İslamofobi ve zenofobiyi istismar ediyor olmaları da dünya toplumlarının içerisinde bulunduğu bu kırılgan dengeyi tarumar etmektedir. Kitleleri, kendi elleriyle oluşturdukları hayali bir “öteki” ile korkutarak yeryüzünde olan biten siyasi olayları yabancıların üzerinden ve onları suçlayıcı bir tavırla okuyan politikacılar, bu ayrımcılık ve dışlayıcılığın son bulmasına ilişkin ihtiyaç duyulan sağduyuya da gölge düşürmektedir.[22]

Soğuk Savaş döneminin sona ermesiyle birlikte ulusal kaygıların ön plana çıktığı Avrupa’da bu tür düşmanca pratikler, evrensellik, açıklık ve insani değerler gibi unsurlara zarar vermektedir. İstenmeyen bir ötekinin oluşturulduğu toplumlarda homojen bir yaşama biçimi çok da mümkün görünmemekle birlikte, bu durum toplumsal fay hatlarında derin kırılmalara yol açmaktadır. Avrupa’nın mülteci krizi ve küreselleşmenin de etkisiyle bugün gelmiş olduğu nokta endişe verici boyuttadır. Politika yapıcılarının kendi elleriyle oluşturdukları “öteki”leri, sürekli güvenlik problemi haline getirerek güvenliği özgürlüğe tercih etmeleri de uluslararası arenada insani zaafların ortaya çıkmasına neden olmaktadır.

Irkçılık ve yabancı düşmanlığı küreselleşmeyle birlikte toplumlar arasında oluşmaya başlayan çok kültürlü yapıyı da tehdit etmektedir. Sosyolojik manada derin yapısal kırılmalara sebebiyet veren Avrupalı sağ kanat bu tutumunu bir an evvel değiştirmelidir. Göç olgusu, işsizlik gibi konuların tabiatı gereği birtakım sıkıntılara yol açabileceğinin farkında olunması ve ortaya çıkan sorunların kaynağında yabancıların ya da göçmenlerin olmadığının anlaşılması, çok kültürlü toplumlara da bu durumun oldukça açık bir şekilde izah edilmesi gerekmektedir. Politika yapıcıların toplumları kendi elleriyle yarattıkları bir “öteki” ile korkutmaktan vazgeçmeleri de içerisinde bulundukları toplumların sağlıklı bir sosyolojik yapıya sahip olması açısından büyük önem arz etmektedir.

 


[1] Ayça Pak, “Avrupa’da Yükselen Aşırı Sağ”, TUİÇ Akademi, http://www.tuicakademi.org/avrupa-da-yukselen-asiri-sag/ (10.10.2016).

[2]Center for Race&Gender, “Defining “İslamophobia”, Univresity of California, Berkeley, http://crg.berkeley.edu/content/islamophobia/defining-islamophobia (11.10.2016).

[3] M. Nail Alkan, “Avrupa’da Yükselen Irkçılık: Pegida Örneği/The Rising Racism in Europe: Example Of Pegida”, Akademik Bakış Dergisi, 8, (2015): 278.

[4] Alkan, “Avrupa’da Yükselen Irkçılık: Pegida Örneği... ” s. 275.

[5] Selcen, Öner; “Avrupa’da Yükselen Aşırı Sağ, Yeni ‘Öteki’ler ve Türkiye’nin AB Üyeliği”, Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi, Cilt: 13, No. 1, 2014, s. 164.

[6] Öner, “Avrupa’da Yükselen Aşırı Sağ...”

[7] “2004/Madrid Tren Bombalamaları”, https://terortakvimi.wordpress.com/2004/03/11/2004madrid-tren-bombalamalari/ (11.10.2016).

[8] “2005/Londra 7 Temmuz Saldırıları”, https://terortakvimi.wordpress.com/2005/07/07/200/ (11.10.2016).

[9] “2009/Noel Günü Saldırısı”, https://terortakvimi.wordpress.com/2009/12/25/2009noel-gunu-saldirisi/ (11.10.2016).

[10]“İsviçre minare yasağına ‘evet’ dedi”, CNN TURK, http://www.cnnturk.com/2009/dunya/11/29/isvicre.minare.yasagina.evet.dedi/553509.0/index.html (11.10.2016).

[11] “Fransa’da plaj ve havuzlarda haşema yasağı”, NTV, http://www.ntv.com.tr/dunya/fransada-plaj-ve-havuzlarda-hasema-yasagi,hAeuuKU_-EmIgjem91Ze-g (11.10.2016).

[12] Alkan, “Avrupa’da Yükselen Irkçılık: Pegida Örneği...”, s. 281.

[13] Alkan, “Avrupa’da Yükselen Irkçılık: Pegida Örneği... ”, s. 281.

[14] “Avrupa’da İslamofobi Artıyor”, SETAV, http://setav.org/tr/avrupada-islamofobi-artiyor/haber/38323 (11.10.2016).

[15] “İslamofobi suç sayılmalı”, AA, http://aa.com.tr/tr/analiz-haber/islamofobi-suc-sayilmali/558177 (11.10.2016).

[16] “İslamofobi suç sayılmalı”.

[17] Hazel Çağan Elbir, “Avrupa’nın Aşırı Sağ Haritası: Zenofobi, İslamofobi ve Türkofobi”, http://avim.org.tr/tr/Yorum/AVRUPA-NIN-ASIRI-SAG-HARITASI-ZENOFOBI-ISLAMOFOBI-VE-TURKOFOBI (11.10.2016).

[18] “Avrupa’da İslamofobi Artıyor”.

[19] Zeynep Songülen İnanç, Selvet Çetin, “Avrupa’nın Kendine Dönen Silahı: Dışlayıcılık ve Ayrımcılık”, SDE Analiz, Aralık 2011, s. 17.

[20] İnanç, Çetin, “Avrupa’nın Kendine...”, s. 17.

[21] İnanç, Çetin, “Avrupa’nın Kendine...”, s. 16-17.

[22] İnanç, Çetin, “Avrupa’nın Kendine...”, s. 19.