Kuzey Irak bölgesinde Mesut Barzani yönetimi tarafından yapılan referandum sadece bölgenin değil tüm İslam dünyasının bütünlüğünü sarsacak bir krizi tetikledi.

Referanduma bölge ülkelerinden Türkiye, İran ve Irak şiddetle karşı çıkarken, Batılı ülkeler referandumun kendisine değil ama zamanlamasına karşı bir tutum sergiledi. En dikkat çeken ise İsrail’in başından itibaren destek görüntüsüydü.

İslam dünyasının kendi sorunlarını çözme konusundaki eksikliği sonucunda Saddam Hüseyin döneminde çekmiş oldukları sıkıntılardan dolayı kuzey Irak Kürtleri, hep Batılı ülkelerden bir beklenti ve ittifak ilişkisi içinde yaşadı. Bu nedenle, bugün yaşananların aslında bir sonuç olduğunu görüp, bunu hazırlayan koşulları ortadan kaldırmadıkça bitmeyeceğini anlamak gerekiyor.

Kuzey Irak’taki gelişmelerin, öncelikle 1991 yılından sonraki “uçuşa yasak bölge” uygulaması sonrası başlatılan bir dizi kurgu ile yürütüldüğü hatırlanacaktır. On yıl boyunca binlerce Kürt genci Batılı ülkelere götürülüp eğitilirken, kuzey Irak’ta yeni bir aydın sınıfı ve bürokratik kadro oluşturuldu. Ardından, 2003 yılındaki Amerikan işgali, yeni federal anayasa ve Kürt özerk bölgesi gibi ardı ardına uygulamalar yerel örgütlenmeyi güçlendirdi.

Aynı dönemde gündeme gelen Büyük Ortadoğu Projesi ve hemen ardından yayınlanan haritalar, Kürt halkının sorunlarıyla ilgileniyormuş görünen Batılı ülkelerin aslında oluşturmak istedikleri yeni Ortadoğu’yu açıkça ortaya koyuyordu. Sorun Kürtlere bir devlet kazandırmak değil, Ortadoğu’da etnik ve mezhepçi ülkelerin sayısını artırmaktı. Güçlü ve baskıcı rejimlere sahip Ortadoğu ülkelerini sarsmak kolay olmayacağı için, onları içeriden zayıflatacak bir takım taktikler gerektiğini tartışan Batılı uzmanlar o dönem söz konusu planların ancak bölgede üç tip çatışma üreterek uygulanabileceğinde hemfikir idi.

- Şii-Sünni karşıtlığını tırmandırmak

- Etnik gerilimler kaşımak

- Ilımlı-radikal ayrımı ile medeniyet içi çatışmayı teşvik etmek

Böylece, Arap Baharının başından itibaren Batılı güçlerin bölge politikaları, toplumsal hoşnutsuzluk ve sokak hareketlerini kendi bölgesel dizayn çalışmalarında bir fırsat olarak kullanmak oldu. Bu süreçte kuzey Irak’taki Kürt bölgesi dikkatlerden kısmen uzak bir şekilde ama Batı’nın bilinçli kontrolü altında siyasi ve askeri olarak yeni dönem için gerekli tüm alt yapıyı oluşturmaya çalıştı.

Son adımıyla Barzani aslında Batılıların himayesinde öteden beri yaşanan bu yeni yapılanmanın farklı bir aşamasına geçmiş oldu. Kendisinin bölgenin geleceğinde ortaya çıkabilecek yeni kaosla fazla ilgilenmediği ortadadır. Ancak Türkiye, bu yeni krizden en fazla etkilenecek ülke olarak çok yönlü stratejik adımlarını akıllı bir şekilde kurgulama sorumluluğu ile karşı karşıyadır. Bu adımlar en hafiften şiddetliye doğru bir sıra izlerken en son atılacak adımın en baştan atılması Barzani için mağduriyet ortamını oluşturup Batılı ülkelerin Türkiye’ye karşı mevzi almasına sebep olacaktır.

Tıpkı PYD taktiğinde olduğu gibi, bölgedeki ayrılıkçı hareketler kendi güçlerini halktan yada diğer meşru unsurlardan almadığından, Batının stratejik piyonu olma rolü ile hareket ederek mevzi kazanmaya çalışmaktadır.

Türkiye’nin bugüne kadar Barzani ile ilişkisi, büyük ölçüde PKK’nın önünün kesilmesi taktiğine göre belirlendi. Barzani, PKK konusunda vaatlerde bulunarak Türkiye desteğini arkasına almayı amaçlarken Ankara ise bir yandan bölücü örgüte diğer yandan İran yayılmacılığına karşı Barzani yönetimini bir tampon bölge olarak gördü. Barzani ile yakın ilişki içinde kalarak onun kontrolünü elinde tutmaya çalışan Türkiye, böylece kuzey Irak’ta ve bölgenin petrolü üzerinde daha fazla söz sahibi olmuştu.

Ancak gelinen aşamada Barzani’nin bu şekilde kontrol edilemeyeceği açıkça belirmiş ve Türkiye strateji değişikliğe gitmeye başlamıştır. Bununla beraber, şu aşamada atılacak bazı adımlar, referandumun bizzat yapılmasından daha büyük riskler taşıdığından çok dikkatli hareket edilmesi hayati önemdedir. Burada en önemli kaygılardan biri, yıllardır bölgedeki savaşlardan kendini korumaya çalışan Türkiye’nin sıcak çatışmalara hızla dahil olması ihtimalidir. Ülkede savaş seslerinin yükseldiği ve ulusal duyguların köpürtüldüğü böylesi bir dönemde farklı sesler dillendirilmesi zorlaşmaktadır.

Türkiye bizzat kendisi geniş kapsamlı ve yıpratıcı bir savaş yerine sorunu Irak içinde halledilebilecek bir forma getirmenin yolunu bulmalı ve Bağdat rejimi ile Barzani arasında üçüncü bir seçenek oluşturmalıdır. Şu ana kadar yapılanlar, Barzani’ye karşı daha ileri gitmesi halinde sonucun ne kadar kötü olacağı konusunda yeterli mesajı vermiş olmalıdır. Referanduma rağmen yakın gelecekte bölgenin bağımsızlığı gibi bir seçenek görünmemektedir.

Şimdi, yeni bölünmeleri tetikleyip yeni çatışmalara, yeni düşmanlıklara yol açmaya çalışan güçlerin oyunları çok iyi analiz edilmelidir. Batılı güçlerin bölgeyi daha fazla parçalara ayırıp bölünmüş her bir küçük parçanın da birbiriyle savaş halinde olması stratejisi görülüp, bunun için karşı hamleler geliştirilmelidir. Türkiye, kimi çevrelerin pompalamaya çalıştığı gibi henüz hayat-memat aşamasına gelmiş değildir. Bu nedenle gelinen aşamada Barzani ile daha ileri adımlar atılmaması konusunda gizli yada açık görüşmeler dahi yapılabilir.

Burada sadece Türkiye’nin siyasi mesajlarıyla değil, Kuzey Irak’taki yöneticiler farklı kanallarla uyarılmalı ve Türkiye’nin kaygılarını ciddiye almaları konusunda daha hassas olmaları sağlanmalı. Bu yapılırken, Türkiye’deki alim, kanaat önderi, akademisyen ve dini liderler bölgedeki muadilleri ile toplumsal baskı oluşturmanın yollarını arayabilir. Yani Türkiye’nin bölgeye ilişkin kaygıları sadece hükümetin sorunu olarak görülmemeli, halkların birbirinden koparılması projesine karşı bizzat bu halkların da olumlu yönde çaba sarf etmeleri sağlanmalı. Kuzey Irak bölgesinin, bazı adımlar atarken çevre ülkelerle ve özellikle de Türkiye ile danışıklı olarak yol yürümesi temin edilmelidir.

Unutulmamalıdır ki, Türkler, Kürtler ve Araplar bir araya geldiğinde Kudüs’ü fethetmişti. Selahattin Eyyubi’nin ordusunda Türkler, Kürtler ve Araplar hep birlikte vardı. Bu bilinci her aktörün aklında tutması elzemdir. Barzani’nin günü birlik siyasi hesapları ve Bağdat rejimi ile yaşadığı iç sıkıntıların tüm bölgede parçalanmaları tetiklemesine izin verilmemeli. Bunun için Türkiye, şu ana kadar almış olduğu önlemlerin sonuçlarını bekleyip, Irak içinde Sünni aşiretler dahil farklı dinamikleri de işin içine katan bir inisiyatif kurmaya başlayabilir. Türkiye bu sorunda Irak içindeki Arap sivil gücünü denge unsuru olarak yönetim pazarlıklarında teşvik etmesi halinde Barzani’nin kontrolü daha kolaylaşacaktır.

Böyle bir aşamada, Barzani karşıtlığının Kürt karşıtlığına dönüşmemesi hayati önem arz etmektedir. Bizim kuzey Irak’ta Kürt, Türk ve Arap akrabalarımız olduğu unutulmadan, tümünün çıkarlarını gözeten bir ağabeyilik rolü Türkiye’nin de çıkarlarına olacaktır.

Türkiye’nin süreci durdurma konusundaki müdahaleleri tüm uluslar arası ve bölgesel konjonktürü gözeten bir yöntemle geliştirilmeli. Atılacak her adımın Türkiye’ye sağlayacağı faydaların yanı sıra, istenmeden hangi güçlerin işine yarayacağı da hesaplanmalı. Bu çerçevede Irak’taki Kürtleri İsrail’in kucağına itmekten ve var olan yakınlığı daha da pekiştirmekten kaçınmak bölge ülkelerinin en dikkat etmeleri gereken unsurlardın biri olarak duruyor.

Öte yanda, Barzani karşıtı gibi görünen İran’ın her an mevcut stratejisinden cayabileceği ve Türkiye’ye karşı PKK dahil güvenlik kozunu yeniden oynamak isteyeceği ihtimali gözden ırak tutulmamalı. İran’ın güdümündeki Bağdat hükümetiyle yapılacak ortaklığın Haşdi Şabi gibi yasa dışı militan örgütlerin Türkiye sınırına kadar nüfuz alanı oluşturmasına izin verilmemeli.

Türkiye, Barzani’yi geri adım attırırken, Batılıların sinsi planlarını iyi analiz etmeli. Bugün Türkiye’nin yanında görünen Amerika ve müttefiklerinin yarın “Kürtleri eziyor” bahanesi altında karşı hamle başlatması uzak bir ihtimal değildir. Türkiye’nin bu sorunu İslam İşbirliği Teşkilatı bünyesine taşıyarak daha geniş spektrumda zamana yayılmış bir çözümü zorlaması halinde sonuçlar elde edebilme ihtimali yüksektir.

Türkiye açısında bir diğer zorluk, kendi sınırları dışındaki bir gelişmeye göstereceği şiddet içeren bir tepkinin kendi sınırları içindeki Kürt vatandaşları yabancılaştırma riskidir. Bu risk, öteden beri özellikle Ak Parti döneminde inşa edilmeye çalışılan kuşatıcı ve kucaklayıcı anlayışın aşınması anlamına gelebilir. Böyle bir yabancılaşma Türkiye’nin belirli bölgelerindeki insanları tamamen bölücü güçlerin kucağına itebilir.

Referanduma ilişkin hararet henüz dinmemişken, Batılı mahfillerde Bağdat yönetimi ile Barzani yönetimi arasında genişletilmiş federasyon tartışmalarının başladığı yönündeki söylentiler, Türkiye’nin daha dikkatli olması gerektiğini gösteren bir diğer gelişmedir. Eline güçlü bir koz geçirmiş olan Barzani ile Bağdat yönetimi arasında varılacak böyle bir formül nedeniyle Türkiye’nin boşa düşürülebileceği unutulmamalı ve diplomatik çevreleme ile sorunun çözümü aranmalıdır.