Bundan tam 70 yıl önce, Amerika Birleşik Devletleri’nin Hiroşima ve Nagazaki’de atom bombası kullanmasıyla dünya ilk defa nükleer vahşetin ne olduğunu bizzat gördü. Bu tarihten itibaren sadece bilim ve sanayi değil aynı zamanda insanların siyasi hırsları da geliştikçe nükleer risk ve tehditler yeryüzüne yayıldı ve bu silahlardan elde etme yarışı başladı. Bir süre sonra gidişatın tüm insanlığın sonunu getirecek bir nükleer yarışa dönüşmesi, başta bu silahlara sahip ülkeler olmak üzere bir kısım Batılı ülkeleri önlem alma mecburiyetinde bıraktı. Bu tehditler günümüzde çeşitli uluslararası platformlarda küresel ve bölgesel düzeyde hâlâ sık sık ele alınmakta, araştırma ve analizler yapılıp ortak problemlerin çözümü için tedbir mekanizmaları işletilmeye çalışılmaktadır. Nükleer risk ve tehditleri dünya için hayati kılan sebepler arasında zararın sadece insanoğlu ile sınırlı kalmayıp doğayı da geri dönüşü olmayan bir şekilde etkilemesi gelmektedir.

Bu genel durumun dışında, yaşadığımız coğrafya özelinde, hemen sınırın öte yanında, yakın tehdit olarak duran pratik nükleer sorunlar bizler için çok daha hayati görünmektedir. Bunlar içinde İsrail nükleer silahları ve İran’ın sahip olmaya çalıştıkları hep üzerine kafa yorulan tehdit alanları olagelmiştir. Ancak dünya gündemine çok fazla gelmeyen başka bir nükleer güç daha sessiz sedasız bölge barışının altını oymaya devam etmektedir: Türkiye’nin doğusunda yer alan Ermenistan’daki eski teknolojiye dayalı nükleer santral ve buna dayalı olarak ellerinde bulundurdukları tahmin edilen nükleer silahlar. Ermenistan merkezli bu risk bölgesi Türkiye, Azerbaycan, Gürcistan, İran (kuzeybatısı) dâhil geniş bir coğrafyayı tehdit etmektedir.

Nisan 2016’da Karabağ’da savaşın yeniden alevlenmesi ve akabinde Ermeni ordusunun uğradığı yenilgi üzerine Ermenistan siyasileri ve ordu mensuplarından Azerbaycan’a yönelik tehdit içerikli açıklamaların ardı arkası kesilmedi. Ermenistan eski başbakanı ve günümüzde halen parlamento üyesi Hrant Bagratyan ve Karabağ işgalinin başkomutanlarından General Arkady Ter-Tadevosyan, ülkelerinin elinde nükleer silahı bulunduğunu ve bu silahın Azeri ordusu ve halkına karşı kullanılabileceğini dahi söylediler.

1991-1995 yıllarında dönemin Savunma Bakanı Norat Ter-Grigoryants, yaptığı açıklamalarda Ermenistan’ın kendi nükleer silahına sahip olması için gerekli araştırma, bütçe harcamaları ve diğer işlemleri yürüttüklerini belirtmişti. O dönmede bilim, sanayi ve ekonomisi zayıf olan bir devletin bu tür iddialarda bulunması, savaş halinde olunan karşı tarafa yönelik bir blöf ve siyasi-askerî baskı aracı olarak değerlendirilmiş olsa bile, bilim insanları Ermenistan’ın bu niyetinin hayata geçme ihtimalinin az olmadığı ve basite alınmaması gerektiği görüşünde.

Bilindiği gibi nükleer silahların güçlü patlama ardından şiddetli tahribat ve radyoaktif etki olmak üzere iki temel yıkıcı özelliği söz konusu. Uzun süreli olan bu tahribat tüm çevreyi (insan, hayvan, bitki, su, toprak, hava) etkileyip yapısını değiştirir; canlılarda bağışıklık sistemini çökerterek korkunç hastalıklara ve mutasyona sebep olur; neslin devamı olumsuz etkiler. Radyoaktif maddeler özel güvenlik tedbirleriyle koruma altına alınmadıklarında tüm araziye yayıldıklarından, söz konusu bölgelerdeki ölümcül etkileri onlarca yıl devam eder. Bu tür nükleer silahlar üretmek için çok da gelişmiş bir sanayi-teknoloji veya know-howlara ihtiyaç yoktur. Uzmanların ‟kirli bomba” adını verdikleri bu silahlar, geleneksel patlayıcı ve radyoaktif malzemeye ulaşıldığında kolaylıkla imal edilebilmektedir. Burada önemli olan sadece gerekli malzemeyi elde edebilmektir. Bu madde nükleer teknolojiye sahip bazı ülkelerde bulunan özel tesislerde üretilmektedir. Radyoloji laboratuvarları bulunan bilim merkezleri, nükleer santraller ve hatta bazı hastaneler bu tür zararlı kimyasalların üretimini gerçekleştirmektedir. Kirli bombanın etkisi radyoaktif maddenin miktarı ve oranına göre değişmektedir. Ancak burada belirtilmesi gereken nokta, söz konusu şiddette ve uzun dönem geniş arazide etki yapabilen miktarın birkaç gramla başladığı gerçeğidir.

Türkiye’nin komşusu Gürcistan, radyoaktif malzeme kaçakçıları ile devamlı ve başarılı bir mücadele vermektedir. Ortalama her iki-üç yılda bir Gürcü istihbaratı Amerikan FBI ve CIA birimlerinin katkıları ve iş birliği ile geniş kapsamlı operasyonlar gerçekleştirmekte; bu operasyonlarda tehlikeli maddeleri ülkeye sokan kişiler tespit edilerek yakalanmaktadır. Örneğin 2006 yılında yakalanan bir Rus vatandaşı üzerinde bulunan 100 gramlık radyoaktif maddenin kaynağının belirlenmesi için alınan numuneler ABD ve Rusya’ya gönderilmiş; yapılan tetkikler sonucu ABD’li uzmanlar maddenin Rusya kökenli olduğunu tespit etmiştir. Rusya ise maddenin menşeinin belli olmadığını açıklayarak suçüstü yakalanmış olan vatandaşının Gürcistan’dan iadesini talep etmiştir. Burada dikkat çekilmesi gereken bir diğer husus da 2003-2014 yılları arasında yakalanan onlarca kişi arasında Gürcülerin yanı sıra çok sayıda Ermenistan vatandaşının olmasıdır. Yakalanan bu kişilerin tespit edilen ortak özelliği ise farklı zamanlarda Ermenistan’da bulunan Metzamor Nükleer Santrali’nde çalışmış olmalarıdır.

Yakalananların üzerinden çıkan ve miktarları birkaç gramla bir kilogramdan fazla olan radyoaktif malzemeler şunlardır: Sr-90 (strontium) ve Cs-137 (caesium) nükleonları, U-235 (uranium) ve U-238 (uranium). Uzmanlar, Sr-90 ve Cs-137 maddeleriyle kirli bomba; U-235 ve U-238 maddeleriyle de atom bombası üretilebileceğini belirtmektedir. Nisan 2016’da Gürcü istihbarat teşkilatı iki grup Ermeni vatandaşını U-238 maddesinin satışını yaparken (3 milyon ve 200 milyon dolarlık) yakalamıştır. Türkiye sınırından 50 kilometre içeride, Batum Limanı yakınlarında yapılan bu operasyon özel bir tim tarafından gerçekleştirilmiştir.

Son yıllarda artan yasa dışı faaliyetler sebebiyle sınır kapılarındaki güvenlik tedbirlerini arttıran Gürcistan, bütün sınır kapılarına ABD’nin sağladığı 50 milyon dolarlık yardımla radyoaktif maddeleri algılayabilen dedektör sistemleri kurmuştur. Fakat alınan tüm tedbirlere rağmen bu tür yasa dışı faaliyetler tamamıyla engellenememektedir. Örneğin 2009 yılında Gürcü-Ermeni sınır kapısından geçen bir Ermeni aracında Cs-137 maddesi kalıntısı tespit edilmiş ancak araçta madde bulunamamıştır. Bu durum radyoaktif maddenin daha önce ülkeye sokulduğu gerçeğini ortaya koymaktadır.

Dünyaya Gürcistan üzerinden açılabilen Ermenistan’dan yapılan bu tür yoğun bir radyoaktif malzeme trafiğinin ana kaynağı ise Metzamor Nükleer Santrali’dir. Iğdır’dan sadece 15 km mesafede, Ermenistan hududunda bulunan bu santral, 1977’de Sovyetler Birliği döneminde faaliyete geçmiştir. 7 Aralık 1988 tarihinde, Ermenistan topraklarının %40’ında hissedilen ve on binlerce can kaybı yanı sıra ülke sanayinin %40’ını etkileyen büyük depremden Metzamor Nükleer Santrali de etkilenmiş, oluşabilecek muhtemel bir radyoaktif sızıntıyı önlemek için dönemin Sovyet yönetimi Moskova’dan özel uzman ekipleri bölgeye göndermiştir. Zira santralin yerel çalışanları ve personeli, böyle bir duruma müdahale etmek için yeterli bilgi ve teknik donanıma sahip değildir. İlerleyen dönemde Sovyet hükümeti deprem bölgesinde olması hasebiyle taşıdığı risklerden dolayı bu santrali kapatmıştır.

1993’te Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Ermenistan Azerbaycan’a savaş açmış, ekonomik olarak zaten ciddi sıkıntı yaşanan ülkede hükümet halkın enerji ihtiyacını karşılayabilmek için çok tehlikeli olmasına rağmen santralin tekrar çalıştırılmasına karar vermiştir. Ancak bölgenin deprem kuşağında yer alması gibi fiziki ve coğrafi şartların getirdiği risklerin yanı sıra santral çevresinde yeterli doğal su kaynağının bulunmaması da ciddi risk oluşturmaktadır. Zira meydana gelebilecek bir kazada reaktörün soğutulması için su kullanılması zarureti vardır.

Aynı teknoloji ile inşa edilen Ukrayna’daki Çernobil Nükleer Santrali’nde 1986 yılında meydana gelen kaza, etkileri halen daha devam eden ağır bilançosu ile hafızalardaki yerini korumaktadır. Bu korkunç kaza 200.000 kilometrekare araziyi (Ukrayna, Rusya, Beyaz Rusya) doğrudan öldürücü radyoaktif etki altına almıştır. Ayrıca rüzgârların yönüne göre hareket eden radyoaktif bulutlar, yağışlarla birlikte Türkiye dâhil birçok Avrupa ülkesini (İsveç, Norveç, Finlandiya, İngiltere) etkilemişti. Bu coğrafyalarda yetişen pek çok gıda maddesi radyoaktif etkiden dolayı zarar görmüş, insan sağlığı ve bölge ekonomileri telafisi mümkün olmayacak şekilde etkilenmiştir. Tonlarca et, balık, meyve, sebze resmî makamlarca imha edilmiş, piyasalarda ekonomik olarak büyük kayıplar yaşanmıştır. O zamanki Sovyet hükümeti ölenlerin sayısını çok sınırlı bir rakamla açıklamış olmasına rağmen Dünya Sağlık Teşkilatı ve diğer bazı uluslararası uzmanlık kuruluşları 2005 yılında yayımlanan raporlarında Çernobil’deki nükleer sızıntı sebebiyle ölenlerin sayısının 10.000 civarında olduğunu belirtmiştir. New York Bilimler Akademisi tarafından 2010 yılında yayımlanan başka bir araştırmada, Rus bilim adamları A. Yablukov ve A. Nesterenko, bu rakamın dolaylı etkilerle birlikte 1.000.000’a yakın insan olması gerektiğini hesaplamıştır.

Avrupa Birliği 2007’den bu yana Ermenistan hükümetinden Metzamor Nükleer Santrali’nin kapatılmasını istemektedir. Hatta 2013 yılında kapatma işlemlerinin başlatılması için Ermenistan’a 200 milyon avroluk bir bağış dahi teklif edilmiştir.

Ermenistan’da ülke enerjisinin nerdeyse %30-40’nı sağlayan Metzamor Santrali’nin kapatılıp yeni bir santral inşa edilmesi için yaklaşık 5 milyar dolarlık bir bütçe gerekmektedir. Ancak ekonomik olarak zaten tamamen Rusya’ya bağımlı durumdaki Ermenistan’ın yeni bir santral için ayırabileceği ödeneği yoktur. 2014 sonunda Rusya’nın devlet şirketi olan ROSATOM’la yap-işlet-devret modeliyle 10 yıllık bir anlaşmaya varan Ermenistan hükümeti, bunun karşılığında 2016 yılında Rusya’dan 270 milyon dolarlık kredi ve 30 milyonluk yardım almıştır.

Sorunun bir diğer boyutu da radyoaktif atıklar meselesidir. Nükleer santral sahibi devletler radyoaktif atıkları yaşam alanlarından uzak bölgelerde, özel konteynerlerle tercihen derin denizlere veya okyanus sularına gömmektedir. Lakin Ermenistan’ın ne denizlere çıkışı vardır ne de toprakları o kadar geniştir. Ermenistan’ın Metzamor Nükleer Santrali’ndeki radyoaktif atık miktarı yıllık yaklaşık 30 tonu bulmaktadır. Bu atıkların nasıl imha edildiği ile ilgili herhangi bir şeffaf uygulama olmadığı için komşu ülkeler Azerbaycan ve İran sık sık Ermenistan’a yönelik eleştirilerini dile getirmektedir. Zira söz konusu atıkların işgal altında bulunan Karabağ topraklarına veya Aras Nehri’ne atılması ihtimaller arasındadır. Bu iddialara karşın Erivan’daki resmî yetkililer radyoaktif atıkların santralin kendi arazisinde gömüldüğü yönünde açıklamalar yapmaktadır. Nisan 2010’da çevreci yerel STK’lardan biri olan EKOLUR, karların eriyip yeraltı sularına karışmasıyla birlikte Ararat Vadisi’ndeki radyoaktivitenin yükseldiğini açıklamış, bunun üzerine bölgede yaşayan halk protestolarda bulunmuş ve Metzamor atıklarının ülke dışına götürülmesi talep edilmiştir. Ermenistan Enerji Bakanlığı’nın bu taleplere yanıtı; ‟Bu atıkların uçaklarla taşınması uluslararası anlaşmalarla yasaklanmış durumda, tren yolları da çalışmıyor. Devletin enerji politikası aynen devam edecek. Sağlık ve çevre güvenliği için endişelenmeyi gerektirecek bir durum yoktur.” şeklinde geçiştirici bir açıklamadan ibaret olmuştur.

Ermeni hükümeti zaman zaman yurt dışından uzmanlar davet ederek santralin güvenliğinin denetlendiğini söylemektedir. Bu denetimlere ait rapor ve değerlendirmeler hep olumlu olmakla birlikte veriler hiçbir zaman açıklanmamaktadır. Ermenistan sadece kendi halkını değil tüm bölge halklarını doğrudan ilgilendiren ve kaygılandıran bu meseleyi komşuları olan Gürcistan, Azerbaycan, İran ve Türkiye ile bir masaya oturup açığa kavuşturmadıkça Metzamor Nükleer Santrali’nin tehdit ve riskleri karanlıkta kalmaya devam edecektir.

Metzamor Nükleer Santrali’nin Türkiye açısından barındırdığı risk ve tehditler şöyle özetlenebilir:

  • Deprem bölgesinde yer alan santralin Türkiye’ye 16 km mesafede olması
  • Geçmişte acı tecrübeler yaşanmasına sebep olan eski bir teknoloji ile çalışan santralde insan kaynaklı kaza oranının yüksek olması
  • Santral arazisinde büyük miktarda nükleer atık depolanması (tahmini 600-800 ton)
  • Türkiye’ye karşı kullanmak üzere kirli bomba üretmek isteyen teröristlere malzeme sağlaması riski bulunması
  • Bölgedeki gerilim konularından olan Karabağ’da kullanılabilecek kirli bomba ihtimalinin bölgenin yanı sıra Türkiye’yi de etkilemesi

31 Mart 2016’da Washington’da düzenlenen Dördüncü Dünya Nükleer Güvenlik Zirvesi’nde  Metzamor Nükleer Santrali’nin oluşturduğu riskler ve tehditler konusunda ayrı bir oturum gerçekleştirilmiştir. Fakat buradan da konuyla ilgili yapılan genel açıklamalar dışında bir sonuç çıkmamış ve yaptırım mekanizmaları işletilememiştir. Oysa Irak ve İran örneğinde olduğu gibi Müslüman ülkeler söz konusu olduğunda ‟nükleer tehdit” bahanesiyle askerî müdahaleler veya yaptırımlar hemen uygulanırken Rusya’nın bölgedeki askerî üssü haline gelen Ermenistan’a hiçbir yaptırım uygulanmaması, Batı’nın uygulamalarındaki çifte standardı ve Haçlı zihniyetini ortaya koymaktadır.

Türkiye bölgede inisiyatif kullanarak bu sorunun çözümü için dünya kamuoyunu ve bilhassa bölge ülkelerini harekete geçirici adımlar atmalıdır.

  • Bölge ülkeleri denetim komisyonu kurularak Uluslararası Atom Enerji Ajansı’nın nükleer materyallerin kaçakçılığı konusunda geliştirdiği mekanizma ile Ermenistan arasında iş birliğine gidilmesi çağrısı yapılmalıdır.
  • Türkiye’nin doğusunda radyoaktif tehdide karşı dedektörler kurularak daha yoğun çevre denetimleri yapılmalıdır.
  • Doğudaki vatandaşlar olası bir radyoaktif kaza durumunda yapılması gerekenler konusunda bilinçlendirilmelidir.