1996 yılında New African dergisi için bir araştırma yazısı hazırlayan Francois Misser, ilk görüldüğü 1976’dan itibaren aradan geçen 20 yıla rağmen bir türlü aydınlatılamayan ebola kaynaklı salgınların ABD ordusuna bağlı biyoloji laboratuvarları ile ilişkisi olup olmadığının izini sürüyordu. Misser haklı olarak şu soruları soruyordu: “Ebola kaynaklı salgınlar neden hep Afrika’da?”, “Birileri kıtada yeni bir virüs mü test ediyor?” Misser’in bu soruları hâlâ gizemini korurken ebola da yeni salgınlarla adını duyurmaya devam ediyor.
2014-2016 arasında Batı Afrika merkezli ortaya çıkan büyük ebola salgınının üzerinden henüz birkaç yıl geçti. Hatırlanacağı gibi o dönemde ebola krizi Batı Afrika’yı ciddi şekilde sarsmış, hatta Batı Afrika ülkelerinin limanlarına gemiler uğramaz olmuştu. Bölgede kısa sürede 10.000’in üzerinde insan hayatını kaybetmiş, her yerde ebola mezarlıkları oluşmuştu.
Kriz bu sefer Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nin kuzeydoğusunda bulunan Kivu ve Ituri eyaletleri üzerinden yayılım gösteriyor. Ülkede bir yıldır düşük seviyeli bir ebola alarmı söz konusu. Son haftalarda Ruanda, Burundi, Uganda ve Güney Sudan büyük çaplı bölgesel bir krize karşı önlemlerini arttırdı.
1976’da Başlayan Salgın
Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) yayımladığı verilere göre, ebola virüsü ilk olarak 1976’nın Haziran-Kasım ayları arasında Güney Sudan’ın Nzara, Maridi, Tembura ve Juba gibi yerleşkelerinde görülmüş. Bu dönemde 284 vaka tespit edilirken bunlardan 151’i kısa sürede hayatını kaybetmiş. DSÖ raporuna göre Nzara’da bir pamuk fabrikasında ortaya çıkan virüs, hızla çok sayıda işçinin hayatını kaybetmesine neden olmuş. O günlerde Nzara’dan Maridi’ye seyahat eden bazı kişiler aracılığıyla taşınan virüs, bu yerleşkede de ölümlere yol açmış.
Güney Sudan’da cereyan eden salgınla eşzamanlı olarak Demokratik Kongo’nun kuzeyinde, Bumba isimli bir bölgede de benzer bir salgın görülmeye başlamış. 44 yaşlarında kilise bünyesinde çalışan Lokela isimli bir adam sıtmaya benzer şikâyetlerle 26 Ağustos 1976’da hastaneye gitmiş. Öncesinde ekvator hattında, beraberindeki altı misyonerle 12 gün seyahat eden bu görevlinin Maboye-Bongo bölgesinde bazı büyük kasabalara uğradığı da edinilen bilgiler arasında. Bu kişiler yolculuk esnasında Yambuku ismindeki bir yerleşkeye 50 km uzaklıkta antilop ve maymun eti satın almışlar. Maymun etini yemeseler de antilop etini yemişler. Takip eden birkaç gün içinde bazı sağlık sorunlarının belirmeye başlaması üzerine Yambuku’daki tek hastaneye gitmeye karar vermişler.
Kısa sürede başka kişiler de benzer şikâyetlerle Belçikalıların 1935’ten beri bu bölgede işlettiği Yambuku Katolik Hastanesi’ne başvurmuş. Ülkenin başkenti Kinşasa ise olayı ancak 20 gün sonra öğrenebilmiş. Hastalığa yakalanan Belçikalı bir hemşire Kinşasa’ya gönderildikten kısa bir süre sonra hayata veda etmiş. Bir ay gibi kısa bir zaman zarfında hastanede çalışan 17 personelden 11’i ebola nedeniyle hayatını kaybetmiş. Bu ilk salgın sonunda 318 vaka kaydedilmiş, bunlardan 280’i ölümle neticelenmiş, 38 hastada ise iyileşme görülmüş. Yapılan incelemelerde hastalığın Sudan’ın güney kesimindeki Nzara kasabasından geldiği tespit edilmiş. Demokratik Kongo’nun kuzeyinde yaşanan bu olaya konuyla ilgili uluslararası kuruluşların müdahil olması ise salgının çıkışından ancak yedi hafta sonra gerçekleşebilmiş. Konuyla ilgili araştırma yapan komisyon, birçok soruya yanıt bulamamış. Olay yerine vardıklarında salgının etkileri zaten yok olmak üzereymiş.
1976 yılından bu yana Demokratik Kongo Cumhuriyeti çeşitli kereler ebola salgınlarına sahne olmuş ancak salgın hiçbir zaman bugün olduğu kadar ölümcül olmamış. Son bir yılda 170.000 kişi aşılanmasına rağmen ülkede ebola kaynaklı ölümlerin sayısı 1.800’ü geçmiş durumda ve son günlerde Goma şehrinde görülen vakalar giderek artıyor. Bu gelişmeler üzerine salgının yayılmasına karşı önlem olarak Demokratik Kongo-Ruanda sınırı kapatıldı.
Ebolanın Uluslararası Boyutu
Ebola krizleri, Afrika’daki kırsal köy kliniklerinden Batı’daki son derece teknolojik laboratuvarlara uzanan ve bu nedenle uluslararası boyutu bulunan bir hadise. 2014-2016 döneminde Batı Afrika’da baş gösteren kriz süresince Batılı ilaç şirketleri durumu avantajlarına çevirmek için âdeta yarıştılar. Farklı laboratuvarlar aşı geliştirebilmek ve DSÖ’ye satabilmek için ciddi çaba sarf etti. Şu an DSÖ’nün elinde bir aşı bulunuyor.
Kriz aynı zamanda Afrika’da nüfuzunu genişletmek isteyen yeni aktörler için de uygun bir ortam sağlıyor. 2014-2016 krizini lehine dönüştüren aktörlerden biri de İsrail’di. Son yıllarda dış politikasında Afrika’ya özel bir yer ayıran İsrail, ebola odaklı yardımlarla Batı Afrika’da adından sıkça bahsettirdi. Batı Afrika ülkelerine ısıya dayanaklı özel karantina çadırları ve infrared kameralar sağlayan İsrail teknoloji firmalarının 8,75 milyon dolar tutarında satış gerçekleştirdiği bildiriliyor.
Ebola sadece Afrika’da zaman zaman ortaya çıkan bir salgın hastalık değil ve artık Afrika’nın 21. yüzyıldaki imajını da yakından ilgilendirmeye başladı. Ölümcül virüsün şu ana kadar Afrikalı bir görünüme sahip olması, kıtanın imajını oldukça olumsuz etkiliyor. 20. yüzyılda adı sık sık AIDS ile anılan kıta, 2014 yılından bu yana daha çok ebola ile anılmaya başladı.
Ebola İçin Kritik Dönemeç
Geçtiğimiz mayıs ayında Güney Sudan’a gittiğimizde havalimanına varır varmaz ebola teşhis takımı tarafından karşılandık ve vücut sıcaklıklarımız ölçülerek çeşitli formlar doldurmamız istendi. Demokratik Kongo Cumhuriyeti’ne komşu ülkeler bir süredir teyakkuz halindeler; Kongo ile sınırlarında kontrolleri sıkılaştırmışlar. Ruanda devleti son olarak sınır kapısına el yıkama ve temizlik üniteleri kurmaya başlamış.
Son bir yılda 3.000’den fazla ebola vakasının kayda geçtiği Demokratik Kongo’da krizi olağan dışı hâle getirebilecek etkenler de söz konusu. Salgının yayılım gösterdiği eyaletler aynı zamanda ülkenin yer altı kaynakları bakımından en zengin bölgesi. Bu bölge, ülkedeki iç savaşa bağlı olarak zaman zaman silahlı çatışmalara da sahne oluyor. Goma ve çevresi yakın zamana kadar M23 isyancılarının yoğun faaliyet gösterdiği yerlerin başındaydı.
Demokratik Kongo’da bir yıl aradan sonra ebola krizinin kritik bir aşamaya gelmesi Kuzey Kivu’nun başkenti 1 milyon nüfuslu Goma’da yeni vakaların görülmeye başlamasıyla oldu. Ülkenin Uganda ve Ruanda sınırlarına çok yakın bir lokasyonda bulunan Goma şehri, 1994 Ruanda soykırımı esnasında ismi duyulan kozmopolit bir yer. Burası Ruanda’daki soykırımdan kaçanların sığındığı bir mülteci şehri. Bir yıldır yayılım gösteren ve DSÖ’nün karantinaya almaya çalıştığı ebolanın Goma’da görülmesi demek, kontrol edilemediğinde krizin hızla Ruanda, Uganda ve Burundi gibi ülkelere sıçrayabileceği anlamına geliyor. Krizin Demokratik Kongo’yu aşıp bölgesel hâle gelme riski artarken krizle mücadele konusunda giderek daha fazla uluslararası koordinasyon gerekiyor.