ÖNSÖZ
“Bayılmadan önce duyduğum son söz
Uygur olmamın bir suç olduğuydu.”
Mihrigül Tursun[1]
2017 Nisan’ından itibaren Doğu Türkistan genelinde yoğun bir şekilde kurulmaya başlayan ve sayılarının 1.200’ü geçtiği belirtilen toplama kampları ve bu kamplarda tutulduğu tahmin edilen 3 milyon insan ve en az bir o kadar da acı hikâye var. Bunların hepsini bir kitapta toplayabilmiş olsaydık bu, şüphesiz dünya tarihinin en dokunaklı kitaplarından biri olurdu.
Evlerinden, çocuk ve eşlerinden, anne-babalarından, akraba ve arkadaşlarından, işlerinden, okullarından hasılı en sevdiklerinden kopartılan ve dört duvar arasına sıkıştırılan, dünyanın en ağır işkence ve mahrumiyetlerini yaşayan 3 milyon Doğu Türkistanlı...
Dayak yiyen, tecavüze ve cinsel şiddete uğrayan…
Aç, susuz ve uykusuz bırakılan…
Çöl ortasındaki kamplarda yazın sıcağında, bazen de kışın soğuğunda çırılçıplak hâlde bekletilen…
İnanç ve değerlerini inkâra zorlanan, domuz eti yedirilip içki içirilen, psikolojik ve moral değerleri yerle bir edilen…
Umutları, yarınları ellerinden alınan…
Geride bıraktığı aile ve yakınlarıyla bağları kopartılan…
Çocukları kreş ve yatılı okullara kapatıldığı için aklı hep onlarda kalan…
İnanmadıkları Çin Komünist Partisi (ÇKP) ideolojisinin söylevlerini, marş ve şiirlerini ezberlemek zorunda bırakılan, bir dinmişçesine partinin liderlerine tazime zorlanan…
Kısacası, sırf insan olması hasebiyle doğal olarak sahip olduğu tüm hakları gasp edilen ve bütün bu muamelelere hiçbir suçu olmadan ve çoğunlukla da hiçbir mahkemede yargılanmadan maruz kalan, dahası bu işkencehanelerden ne zaman çıkacağını dahi bilmeyen yüz binlerce insan…
Bu insanlarla aynı gökyüzünün altında bulunmak ve onların acı ve ıstıraplarına, yürek yangınlarına, kalp kırıklıklarına uzaktan da olsa şahitlik etmek ise bizleri yaşadığımız çağın adaletten uzak düzeninde insanlığımızdan utandırıyor.
Kızgınlığımızın en önemli sebebi ise bütün dünyanın gözleri önünde bu kadar zulüm, hak-hukuk ihlali yapılırken devletlerin, resmî-sivil bütün kurum ve kuruluşların kör, sağır, dilsiz ve yüreksiz oluşları! Hotenli Adil Awut’un şu sözleri Çin kamplarında yaşananları özetliyor âdeta: “Luopu’da bir toplama kampına girerseniz asla dışarı çıkamazsınız.”[2] Adil’e ve Adil gibi yüz binlercesine bunları yaşatan bir dünya ne kadar mutluluk verebilir ki insana?
Peygamber Efendimiz (sav), “Kim bir kötülük görürse eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse kalbiyle düzeltme cihetine gitsin ki, bu imanın en zayıf derecesidir.” buyurmaktadır.[3] Bu çerçevede, elinizdeki çalışma akademik kaygılarla değil, bilakis Doğu Türkistan’ın dört bir yanında keyfekeder açılan toplama kamplarının masum insanlar nezdindeki tezahürünü olabildiğince göstermek amacıyla hazırlanmıştır; dolayısıyla bir empati ortamı oluşturma ve harekete geçme enerji ve gayreti olarak okunmalıdır.
Amacımız; Uygur’u, Kazak’ı, Kırgız’ı ve Hui’siyle İslam inancına mensup insanları, görünüşte ideolojik ve inanış olarak yok etmeyi ve fakat uygulanan yol ve yöntemlere bakıldığında bunun da ötesinde ırkçı bir yaklaşımla topyekûn ortadan kaldırmayı hedefleyen Çin’in insan hakları ihlalleri ve soykırım içeren uygulamalarından vazgeçmesi adına bir kanaat oluşturabilmektir.
Ülkesi Bosna’da nice soykırımlara şahitlik eden rahmetli Aliya İzzetbegoviç “Unutulan soykırım tekrarlanır.” diyor. Hiçbir soykırım elbette unutulmasın ve insanlık ailesi bir daha asla soykırımlarla yüz yüze kalmasın duasıyla bu çalışmanın hazırlanmasında yönlendirme ve teşvikleri olan kıymetli İHH Başkanımız Bülent Yıldırım’a, metni okuyarak fikirlerini paylaşan İHH Mütevelli Heyet üyelerine ve İNSAMER Başkanı Ahmet Emin Dağ’a, bazı bölümlerin hazırlanmasındaki katkılarından dolayı Hacer Ahmedoğlu’na, önerileriyle destek veren Amine Tuna Ertürk’e ve çalışmanın hazırlanmasında bana yardımcı olan kıymetli aileme teşekkürü bir borç bilirim.
GİRİŞ
Uygur bölgesinde neler oluyor?
2000’li yıllardan itibaren siyasi, ekonomik ve askerî atılımlarla gündeme gelen Çin,[4] sınırlarının doğu ve batısında iki farklı yüzle ortaya çıkmaktadır. Özellikle uzun yıllardır asimilasyon ve yıldırma politikaları yürüttüğü Doğu Türkistan’ı[5] tüm dünya gündeminden saklamakta, yüzyıllardır bu topraklarda yaşayan Müslüman Uygurları her türlü hak ihlaline maruz bırakmaktadır. Öyle ki bugün dünya üzerinde hak ve hürriyetler açısından Doğu Türkistan’ın Müslüman halkından daha zor durumda bulunan bir topluluk yoktur dense abartılmış olmaz.
2016 yılı Ağustos ayından bu yana Sincan (Xinjiang) Uygur Özerk Bölgesi Komünist Parti Sekreteri olan Chen Quanguo’nun[6] Çin Devlet Başkanı Xi Jinping’in[7] emriyle 2017 Nisan ayından itibaren[8] Doğu Türkistan’daki Uygurları toplama kamplarına veya Çin’in resmî söylemiyle zorunlu “Mesleki Eğitim ve Öğretim Merkezleri”ne göndermesi, Çin için yüz kızartıcı yeni bir fiil anlamına gelmektedir.[9]
Dünya kamuoyunun toplama kamplarının varlığından haberdar olması ise, Uygurların yanı sıra Kazak Türklerinin de kamplara alınmalarıyla olmuştur. Doğu Türkistan’da yaşayan Kazakların Kazakistan’daki akrabalarının sürekli olarak Kazakistan Dışişleri Bakanlığı’na giderek haber alamadıkları Doğu Türkistan’daki akrabaları hakkında soruşturma dilekçesi vermesi, Kazakistan’ı harekete geçirmiştir. Kazakistan ile Çin arasında diplomatik bir krize dönüşen bu süreçle birlikte, tüm dünya kampların varlığından inkâr edilemez bir şekilde haberdar olmuştur. Kamplardan kurtulmayı başararak Kazakistan’a gelen şahitlerle yapılan röportajlar da toplama kampları gerçeğini tüm açıklığıyla ortaya koymuştur.[10] Bu gelişmeler üzerine Çin, daha önceleri ısrarla inkâr ettiği kampların varlığını 2018 yılı Ekim ayında kabul ederek, Sincan Uygur Özerk Bölgesi Hükümeti Başkanı Shohrat Zakir’in Xinhua Haber Ajansı’na verdiği röportajla bölgede uzun süredir “mesleki eğitim ve öğretim programının” uygulandığını açıklamak zorunda kalmıştır. Kampların “terörizm, ayrımcılık, aşırıcılık ve dinî faaliyetleri durdurma” amacıyla kurulduğunu söyleyen Zakir, sözüm ona bu “eğitim merkezlerinin” bölge halkına radikalleşme eğiliminden sıyrılmak, ülkenin ortak dilini öğrenmek ve mesleki becerilerini arttırmak için imkân verdiğini iddia etmiştir.[11] Çin, toplama kamplarını bölgede o kadar geniş bir biçimde kurmuştur ki, belgeler 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana ilk defa bir etnik-dinî azınlığın bu kadar yoğun bir şekilde kitlesel olarak hapsedildiğini teyit etmektedir.[12]
Doğu Türkistan’daki toplama kamplarında tutulanların sayısı ile ilgili olarak farklı rakamlar telaffuz edilmekle birlikte, mevcut veriler, kamplarda 3 milyon civarında insanın tutulduğu yönündeki tahminleri güçlendirmektedir.[13] Çoğunlukla herhangi bir mahkemede yargılanmayan[14] ve çoğuna bir suç dahi isnat edilmeyen masum insanlar[15] için inşa edilen ve her geçen gün genişletilen bu hapishaneler, Nazi toplama kampları ya da Sovyet Gulagları[16] uygulamalarını hatırlatmaktadır. Evlerinden, yurtlarından, eş ve çocuklarından zorla koparılan insanların sayısı her geçen gün artarken uygulanan işkence ve zulümler neticesinde de binlerce insanın hayatını kaybettiği tahmin edilmektedir. Birçok aileye akrabalarının naaşı teslim edilmiş, ancak ölüm nedenleri hakkında herhangi bir açıklama yapılmamıştır. Kamplardaki yaşam koşullarının oldukça ağır olması yanı sıra, aralarında çocukların da bulunduğu tutukluların sayısının kamplar için kuruluşlarında belirlenmiş kapasitesinin çok üzerinde olduğu belirtilmektedir. Öyle ki, 10.000’den fazla insanın tutulduğu kampların olduğundan bahsedilmektedir.[17] Kimi şahitlerin beyanlarına göre, insanlar daracık koğuşlarda sırt üstü yatma imkânına bile sahip olamadıkları için ancak yan dönerek yatmakta, bazı kamplarda bu bile mümkün olamamakta, insanlar ancak sırayla uyuyabilmektedir.
Kamplardan çıkmayı başaranların ifadelerine göre, toplama kamplarında uygulanan metotlar, Çin yönetiminin yaş ve cinsiyet ayrımı yapmaksızın bütün Uygurları “suçlu” kabul ettiğini, özellikle de din ve geleneklerine bağlı olanlara “terörist” muamelesi yaptığını göstermektedir.
Batılı kaynaklara göre Doğu Türkistan’da 1.200 civarı toplama kampı bulunmaktadır.[18] Bu, neredeyse her Uygur ailesinden en az bir kişinin söz konusu kamplarda tutulduğu anlamına gelmektedir. Tutuklu olanların genellikle 20-40 yaş arası Uygur erkekleri olduğu belirtilmektedir. Kamplardaki Uygurlar inançlarını değiştirmeye ve Komünist Parti ideolojisine boyun eğmeye zorlanmaktadır. Bölgedeki durumun böylesi vahim bir hâl aldığı mevcut koşullarda akıllara Çin’in insan haklarına tamamen aykırı olan bu kampları neden açtığı, kampların adet ve yerleri, buralarda ne kadar kişinin tutulduğu, insanların tutuklanma gerekçeleri, kampların yaşam koşulları, insanların hangi muamelelere maruz kaldığı, kamplarda tutuklu bulunanların covid-19 salgını sonrası sağlık durumları, kamplara alınanların çalışma kampları ve fabrikalara zorunlu işçi olarak gönderilmeleri, kamplarda tutulanların çocuk, eş ve yakınlarının akıbetleri ile kamplar gerçeği karşısında uluslararası tepkilerin nasıl olduğu gibi sorular gelmektedir. Çalışma boyunca bu ve benzeri soruların cevapları aranacaktır.
YENİ NESİL GULAGLAR
Aziz şöyle söyledi: “Yapabilseydim,
Uygur olarak doğmamayı, Sincan’da doğmamayı
tercih ederdim. Biz dünyanın en talihsiz etnik grubuyuz.”[19]
Nazi Almanya’sı toplama kampları, Sovyet Gulagları, Pol Pot’un ölüm tarlaları ve Bosna soykırımı… Bunlar 20. yüzyılda dünyada toplama kamplarının en uç örneklerinin sergilendiği birbirinden vahşi olaylar olarak tarihe geçen insanlık suçları.[20] Buralarda tutulup katledilen insanlar, devletlerin düşman kabul ettiği sivillerdi ve bu suçsuz insanların çoğu zorla çalıştırılmanın yanı sıra bilinçli bir şekilde asimilasyona ve soykırıma uğradılar. Şüphesiz, kitlesel toplama kampları Nazilerle başlamadı veya bitmedi. Günümüzde bu tür kampları Çin’den Avrupa’ya ve ABD’ye kadar her yerde görmek mümkün. Peki bu tür kampların kurulmasını veya yayılmasını nasıl durdurabiliriz?
Bir toplama kampının tanımı bazen belirsizdir, ancak bu tür kamplar temelde fiziksel ve yasal gücün bir kombinasyonunu temsil ederler. Toplama kampları; herhangi bir suçtan hüküm giymemiş, ceza yasasına göre suçlu olmayan insanların ırk, din ve sosyal sınıflarına göre “önleyici tedbir olarak” toplu tecridine dayanan kurumlardır. Modern devletlerin, sivillerden oluşan grupları, ülkenin anayasası ve ceza sisteminden farklı olarak özel kurallar altında kapalı veya ayrı bir yere yerleştirerek ayırmaları için bir yoldur. Toplama kampı, karşı durulması gereken her şeyin simgesidir: keyfî güç kullanımı, özgürlüğün sistematik olarak kaldırılması, kültür ve inançların tahkiri, ideolojik baskılama, insanlıktan çıkarma, taciz, işkence, cinayet ve soykırım… Kısaca bu kamplar, tüm insan haklarının ihlal edildiği yerlerdir.
Çin’in uzun bir kamp geçmişi bulunmaktadır. 1950’li yıllarda Mao tarafından başlatılan politik “yeniden eğitim” programı dünyanın en kapsamlı gulag ağlarından biridir ve milyonlarca insanın açlık ve yoksulluktan ölümüyle neticelenmiştir.[21] Ancak yeni açılan Çin kampları biraz daha farklıdır. Birincisi, Doğu Türkistan kampları, küresel endüstrinin lider firmaları tarafından sağlanan son teknoloji dijital gözetleme yöntemleri ile desteklenmektedir. Devlet tarafından işletilen bir savunma sanayii üreticisi firma tarafından geliştirilen ve askerî siber sistemleri uygulamak için tasarlanmış CCTV kamera ağı, Çin’de sivil kamu güvenliğine entegre edilmiş durumdadır. Bu sistem, insanları takip etmek ve “olası suçluları” tahmin etmek için davranışları analiz etmektedir.
Çin’in sadece toplama kampları hususunda değil hayatın hemen her alanında Uygur Müslümanlara yönelik hak ihlallerindeki temel neden, Doğu Türkistan ile olan tarihî ilişkisine ve bölgenin stratejik önemine dayanmaktadır. Geçmişe bakıldığında Uygurların en az 2.000 yıldır Çin (Han) ile komşu olduğu görülmektedir. Sarı Nehir’in küçük bir ovasında kurulan Çin, tarih boyunca kendine komşu olan etnik grupları asimle ederek büyümüştür. Çinliler, savunageldikleri Konfüçyüs felsefesinin kurmak istediği anlayışın tersine, sınıflı bir toplum oluşturmuş ve 260 seneyi aşkın bir süredir Doğu Türkistan’da da açıkça görüldüğü üzere, Han milleti dışındaki diğer etnik, kültürel ve inanç gruplarını kendilerinden aşağı görmüşlerdir. Müstemlekeci bir medeniyet algısına sahip Han hâkimiyetinin büyümesindeki temel unsur her zaman asimilasyon olmuştur.[22] Bu anlayışın bir tezahürü olarak Mao Zedung, Doğu Türkistan için “Çin’in 2.000 yıllık toprağıdır.” diyebilmiştir!
Çin ilk defa Mançu Hanedanlığı döneminde -1758 yılında- Doğu Türkistan’ı işgal etmiş, bu süreçten itibaren bölgeye Han Çinli göçü başlamış ve 1831’den sonra bu göçler daha da hız kazanmıştır. Bugün de senede 250.000 civarında Han Çinlinin bölgeye göç ettiği belirtilmektedir.[23] Doğu Türkistanlı Uygur Müslümanlar ise tersine göçlerle Çin içine zorunlu eğitim ve çalışma için gönderilmekte ve bu yolla Uygur yurdu demografik olarak Han Çinlileştirilmeye çalışılmaktadır. Bu çerçevede toplama kampları, demografik eritmenin en etkili yöntemlerinden biri olarak dikkat çekmektedir. Dolayısıyla 260 yıldır Çin’in yapmaya çalıştığı şey; zorunlu göçler, katliamlar, doğum kontrol politikaları, Han Çinlilerle zorunlu evlilikler vb. baskılarla bölgedeki Uygur nüfusu azaltmaktır. Bugün toplama kampları ile şahit olduğumuz uygulama da aslında bu temel anlayışın güncel bir yansımasından başka bir şey değildir.
Doğu Türkistan’ın neredeyse topyekûn toplama kampına çevrilmesinin arkasındaki en önemli nedenlerden bir diğeri, Uygur Müslümanların din, kültür ve geleneklerine bağlı, direnç gösteren bir millet olmasıdır. Tarihte 842 (Karahanlı Devleti), 845 (Koçu Uygur Kağanlığı), 1514 (Seidiye Hanlığı), 1865 (Yakuphan Devleti), 1933 (Şarki Türkistan İslam Cumhuriyeti) ve 1944 (Şarki Türkistan Cumhuriyeti) yıllarında devletler kuran Uygurlar; Büyük Hocalar İsyanı (1757-1759), Uçturfan İğde İsyanı (1765), Ziyauddin Hoca İsyanı (1847), Veli Han Töre İsyanı (1857), Kuça İsyanı (1862) gibi çok sayıda bağımsızlık girişiminde bulunmuştur. Bu tarihî gelenekten gelen Uygurlar, ÇKP nezdinde yine başkaldırma potansiyeli bulunan bir millet olarak görülmektedir. Bundan dolayı her meslek grubundan etkili olabilecek ve topluma önderlik yapabilecek ne kadar Uygur varsa toplama kamplarına konulmuş, böylece Uygur toplumunun hayat damarları kesilmek istenmiştir.
Bu anlayışın bir uzantısı olarak Uygur Müslümanlar, Çinli yöneticiler tarafından tüm Doğu Türkistan’da uygulanan anlamsız bir puanlama sistemine tabi tutulmaktadır. Bu uygulamaya göre; din, kültür ve geleneğin gerekleri olan her hareket, oluşturulan “Veri Toplama Formları”yla puanlanmakta ve kişinin kültürel ve dinî yapısı anlaşılmaya çalışılmaktadır. Bu sistemde; kişinin içki içmemesi, bir pasaporta sahip olması, yurt dışında akrabası olması ve hatta bir çadıra sahip olması bile onu terörist ya da aşırılıkçı potansiyele sahip bir kişi olarak yaftalamak için yetmekte ve bunlar belgelere dökülerek kişinin toplama kampına alınması için delil kabul edilmektedir.[24]
Uygurlara reva görülen muamelenin ardındaki sebeplerden biri de Doğu Türkistan’ın ekonomik yönden taşıdığı müthiş potansiyeldir. Doğu Türkistan doğal kaynaklar açısından çok zengin bir bölgedir. Özellikle petrol ve doğal gaz rezervleri Suudi Arabistan ve İran ile yarışmaktadır, ABD’deki rezervlerin ise üç katı kadardır. 2012 verilerine göre 1,4 milyar nüfuslu Çin’in petrol ve doğal gaz ihtiyacının %30’u bu bölgeden karşılanmaktadır. Çin’deki çıkarılabilir petrol rezervlerinin %35’i yine Doğu Türkistan’dadır;[25] bölge ayrıca uranyum, altın ve kömür yatakları açısından da oldukça zengindir. Üstelik Çin’in Rusya, Türkmenistan ve Özbekistan gibi ülkelerden satın aldığı doğal gaz, boru hatlarıyla Çin’in doğusundaki gelişmiş bölgelere Doğu Türkistan üzerinden ulaştırılmaktadır. Bu kadar zengin kaynaklara ve böylesi bir coğrafi öneme sahip olan Doğu Türkistan, küresel bir ekonomi hâline gelmiş olan Çin için giderek daha hayati bir yer olmaktadır.[26] Ancak bu toprakların asıl sahibi olan Uygur Müslümanlar, Çin’in ırkçı ve dışlayıcı politikaları dolayısıyla bu zenginlikten yararlanamamaktadır. Hatta Uygurlar genel itibarıyla ortalama bir Çinliye göre fakirlik seviyesinin de altında bir yaşam standardına sahiptir. Çin, bölgenin kaynakları üzerindeki varlığını pekiştirmek adına 1954 yılında, çalışanlarının tamamına yakını Han Çinli ve yarı askerî personelden oluşan Bingtuan (Sincan Üretim ve İnşa Kuvvetleri) işletmelerini kurmuştur. Hâlihazırda Doğu Türkistan’ın verimli topraklarında tarımsal üretim yapan bu yapı, ayrıca petrol ve diğer doğal zenginliklerin çıkarılmasında da özel imtiyaz sahibidir. 1966 senesinde bu işletmeye bağlı nüfus 1.480.000’e ulaşırken, 2010 yılında 2.600.000’i aşmıştır.[27] Yerli halklar ise hep tehlike olarak görülmeye devam etmiştir.[28]
Çin için önemli ekonomik hareketlerden biri de 2013 yılında Devlet Başkanı Xi Jinping’in ilan ettiği “Bir Kuşak Bir Yol” projesidir. Çin’in 1-8 trilyon dolar[29] arasında yatırım yapmayı planladığı proje, ekseriyetle Doğu Türkistan’dan dünyaya açılacak olan enerji ve mal ulaşım ağları projesidir. Bu şekilde Çin, hem ticarette nakil süresini kısaltmayı hem de Güney Çin Denizi’ndeki olası bir çatışma ve tıkanmaya karşı alternatif ticaret yolları oluşturmayı amaçlamaktadır.[30] İşte bu noktada Doğu Türkistan Çin için daha da hayati bir önem arz etmektedir. Çin’in Doğu Türkistan’da canhıraş bir şekilde devam ettirdiği toplama kampları eziyeti, şehirlerin tarihî ve kültürel dokusunun yerle bir edilmesi ve bölgede bulunan tüm Uygur aileler üzerinde uyguladığı asimilasyon ve yok etme politikasının en önemli nedenlerinden biri de bu projedir. Zira Çin, yaşadığımız asra adını kazıyacağını düşündüğü, dünyayı ekonomik ve siyasi anlamdaki sarmalama sürecinde, Uygurları bir tehdit olarak görmektedir ve bu engeli(!) aşmak için de terör ve aşırıcılıkla mücadele gibi mesnetsiz bahaneleri kullanıp demir yumruk siyaseti uygulamaktadır.
Çin’in bu küresel ekonomik proje çerçevesinde yapacağı devasa yatırımlarla İslam ülkelerini de baskılayıp, Doğu Türkistan konusunda susturmayı hedeflediği savunulmaktadır. Nitekim toplama kamplarının açılmasının üzerinden üç yılı aşkın bir süre geçmesine rağmen İslam dünyasından bu konuda ciddi manada bir ses çıkmaması, bu tezi doğrular niteliktedir. İşin çok daha ironik olan tarafı ise; 8 Temmuz 2019 tarihinde, tamamı Batılı 22 ülke[31] Çin’in Doğu Türkistan’daki politikalarını eleştiren bir bildiri kaleme alırken, dört gün sonra çoğunluğu İslam âleminden 37 ülkenin[32] Çin’in Doğu Türkistan’daki politikalarını destekleyen bir başka mektup göndermesi olmuştur. Kasım ayına kadar 54’e çıkan destekçi ülke sayısı[33] birçok İslam ülkesinin Çin tarafından çoktan ipotek altına alınmış olduğunu açıkça ortaya koymuştur.
Doğu Türkistan bölgesinin önemli rol oynayacağı Bir Kuşak Bir Yol projesi ile tarihî İpek Yolu’nu canlandırma çabalarını agresif bir şekilde sürdüren Çin, ayrıca bu tarihî Uygur bölgesinin birçok yerleşim yerini yıkmak ve buralara çok katlı binalar yapmak için coğrafyanın asıl sakinlerini bölgeden sürmeye kararlı görünmektedir. Bölge insanlarının iradelerini yok ederek yürütmeye çalıştığı bu süreci “kalkınma” adına meşrulaştırmaya çalışan Çin, örneğin kadim Kaşgar kentindeki tarih ve kültür mirasını yok eden politikalarını bölge sakinlerini yoksulluktan kurtarma hamlesi olarak lanse etmektedir.[34]
Hasılı, Yeni İpek Yolu olarak tanımlanan söz konusu proje, modern manada bir sömürgecilik projesine dönüşme potansiyeline sahip görünmektedir. Hâlihazırda onlarca ülkenin toprakları, limanları, boğazları şimdiden Çin inisiyatifine bırakılmış durumdadır. Dünya nüfusunun %60’ını oluşturan 65 ülkenin[35] dâhil olduğu proje, Asya’nın en doğusu ile Batı Avrupa’yı birbirine bağlayan ve ciddi Çinli nüfus transferi ve ekonomik bağımlılık oluşturacak bir projedir.[36] Komünist Çin rejimi için ekonominin istikrarlı bir şekilde büyümesini sağlamak bir varlık mücadelesidir; çünkü demokrasi ve insan hakları açısından oldukça alt seviyelerde bulunan Çin, halkının -özellikle daha elit durumdaki şehirli kesimin- bu konulardaki memnuniyetsizliğini ekonomik kalkınma ve refahla örtmeye çalışmaktadır. Nüfusun yarıya yakınını fakirlik seviyesinde yaşamaya mahkûm eden ÇKP’nin %0,4’lük elit kesimi ise millî gelirin %70’ini elinde bulundurmaktadır.[37]
Tüm bu nedenlerden dolayı Çin, Nisan 2017’den itibaren Doğu Türkistan’da bulunan Uygur, Kazak, Kırgız azınlığı “radikal dinî görüşler” ve “siyasi bakımdan doğru olmayan fikirler” besledikleri gerekçesiyle “mesleki eğitim kampı”, “aşırılıktan etkilenenleri topluma entegre kampı” ya da “yeniden eğitim kampı” olarak tanıttığı toplama kamplarına almaya başlamıştır.[38] Fakat ne gariptir ki ısrarla “gönüllü” katılımın olduğu belirtilen bu kampların oluşturulmasına zemin sağlayan resmî belgelerde, insanlara uygulanan program ve muameleler bir ceza olarak tanımlanmaktadır.[39]
Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, 2014’te düzenlenen İkinci Sincan İş Forumu’nda dinî aşırılığın Sincan etnik ayrımcılığının temeli olduğunu, bu nedenle Çin’in güvenliğine yönelik büyük bir tehlike oluşturduğunu söylemiş ve aşırılığın yok edilmesi çalışmalarının başlatılması gerektiğini belirtmiştir. Bu tarih (Mayıs 2014) aynı zamanda Doğu Türkistan’da 3 milyon masum insanın toplama kampları sürecinin başlangıcı olan “Teröre Karşı Sert Darbe Kampanyası”nın (Strike Hard Campaign Against Violent Terrorism)[40] da işaret fişeği olmuştur.[41] Tıpkı Arakan’daki Müslüman Rohingya azınlığa karşı Myanmar’ın yaptığı gibi Çin, Sincan’da barışı korumak ve terörizmi önlemek bahanesiyle tüm bölgeyi kasıp kavuran sert önlemlere başvurmaktadır.[42] Bugün Doğu Türkistan dünyanın en sıkı asayiş önlemlerinin alındığı yer olarak bilinmektedir.[43] Münih merkezli Dünya Uygur Kongresi sözcüsü Dilxat Raxit, Çin hükümetinin “aşırılığı” insanları toplama kamplarına alabilmek için bir bahane olarak kullandığını söylemektedir.[44]
“Terör” kavramı, uzunca bir süredir Uygurları ve diğer Müslümanları Çin ulusuna karşı varoluşsal bir tehdit olarak göstermek için kullanılmaktadır. Böylece Uygur halkı, insanlığın temel haklarının uygulanmadığı bir istisna olarak görülmekte ve Çin’de terörist kelimesi genellikle Müslümanlarla ilişkilendirilmektedir. Bu durum, Çin halkının terörü sınır bölgesindeki farklı insanlarla ilişkili bir tehdit olarak algılamasına neden olmaktadır. Uygur toplumunu bu şekilde etiketlemek, Çin devletine, Birleşmiş Milletler (BM) gibi uluslararası kurumların tepkilerine karşı, insanlık karşıtı suçlarla ilgili bir kılıf sağlamaktadır.[45]
1 Ocak 2016’da kabul edilen Ulusal Terörle Mücadele Yasası, ilgili hükümet birimlerine sadece silahlı operasyonlarını değil, eğitim ve propaganda çalışmaları konusundaki faaliyetlerini de arttırma direktifi vermiştir. Böylelikle Doğu Türkistan’daki her olay terörle irtibatlandırılarak cezalandırılabilir, olaylara müdahale sırasında polisler serbestçe ateş edebilir, gece baskınlarıyla tutuklama yapabilir, mahkeme kararı olmadan hapsedebilir hâle gelmiştir. Bu yasa ile Doğu Türkistanlılar açık hedef yapılırken Uygur halk da topyekûn terörist muamelesi görmeye başlamıştır.
2017 yılında ise, “Sincan’daki Aşırılığı Yok Etme Yönetmelikleri” yürürlüğe girmiş; bu sayede yeni tarz “aşırılığı yok etme” uygulamalarına bağlı olarak “yeniden eğitim kampı” adı altında toplama kampları faaliyete geçirilmiştir.[46] Çin aslında bahsedilen kampların varlığını uyguladığı karartmalarla uzun süre reddetmiş; fakat uydu görüntüleri, eski mahkûmların ve mahkûm yakınlarının beyanatları, yapılan yoğun inşaat ihaleleri ve güvenlik görevlisi alımlarıyla bu konudaki gerçekler ortaya çıkmış ve Çin yönetimi kampların varlığını kabul etmek zorunda kalmıştır.[47] 2018 senesinde yayımlanan bir raporda, bu gelişmelerden sonra Doğu Türkistan genelinde 2.805.000 kişinin göç ettirildiği belirtilmektedir.[48]
Özetlemek gerekirse Doğu Türkistan’ın kimliğinden gelen tarihî mücadele, bölgenin doğal kaynaklar açısından oldukça zengin olması ve konum olarak Yeni İpek Yolu’nun kavşağında bulunması, Çin’in bölgeye yönelik politikalarında temel motivasyonu oluşturmaktadır. Bu tür siyasi ve ekonomik kaygıların yanında, Uygur ve Kazak gibi bölge halklarının yüzlerce yıllık hak ve özgürlük talepleri, Çin için önemli bir bariyer durumundadır. Yıllardır sürdürdüğü işgal ve asimilasyon politikasının Doğu Türkistan’da başarısızlığa uğraması ihtimali, Çin’i toplama kampları kurmaya ve her türlü insan hakkı ihlalini gerçekleştirmeye itmiştir.
KAMPLARIN KURULUŞ GEREKÇELERİ
Öyle görünüyor ki, 25 yaşındaki Doğu Türkistanlı Ali’nin ve diğer yüz binlerin başına geldiği gibi, cep telefonunuzda başörtülü bir yakınınızın fotoğrafını bulundurmak ya da WhatsApp gibi yasak ilan edilen bir uygulamayı indirmiş olmak, Çin’de toplama kampına gönderilmeniz için yeterli olmaktadır.[49]
Bunun gibi, Çin’in Uygur Müslümanlara yönelik gerçekleştirdiği tutuklamaların çoğu keyfî gerekçelere dayanmaktadır. Çin, tutuklamaları suçu önceden önleme prensibi(!) çerçevesinde gerçekleştirdiğini söylerken, yapılan incelemeler bunu doğrulamakta ve toplama kamplarına alınan Uygurların tamamına yakınının aslında hiçbir suç işlemediği anlaşılmaktadır.[50] Ayrıca Sincan Özerk Bölgesi Dış İlişkiler Sorumlusu Zhang Zhisheng de “Bazı insanlar, cinayet işlemeden dahi katil olabilme potansiyeli gösterirler. Sizce suç işlemelerini beklemeli miyiz? Yoksa bu olmadan engellemeli miyiz?” diyerek dolaylı yoldan bu durumu itiraf etmektedir. Benzer şekilde Sincan Propaganda Bürosu yetkilisi Şu Guişiang da şöyle bir argüman kullanmaktadır: “Bizim buradaki amacımız, suç işleme sınırına gelmiş birini alarak, onu yasalara uyan biri olarak topluma geri kazandırmaktır!”[51] Oysa bu şekilde uluslararası hukukun en temel kurallarından biri olan “masumiyet karinesi” ilkesi, yani kişinin suç işlediği ispatlanana kadar suçsuz kabul edilmesi ilkesi tamamen yok sayılmaktadır.
Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, 2014 yılındaki Doğu Türkistan ziyaretinde, “aşırı dincilik zehri” ile ilgili uyarıda bulunup radikal İslamcılığın(!) ortadan kaldırılması için bu baskı siyasetinin uygulanması gerektiğini savunarak keyfî tutuklamalara zemin hazırlamıştır. Yayımlanan raporlarda, bölgede yapılan tutuklamaların Uygur halkının yararı için olduğu ifade edilerek 75 farklı aşırıcılık belirtisi[52] sıralanmış ve insanlardan bu belirtilerden birini dahi sergileyen kişileri ihbar etmeleri istenmiştir. 2015’te yapılan çalışma toplantısında dönemin ÇKP Sekreteri Zhang Chunxian’ın, “vuran elin ve eğitim elinin sert olması gerektiği” şeklindeki sözleri, âdeta kurulacak toplama kamplarının temel mantığını ele vermiştir.
Keyfî tutuklamalar, 2016 yılında bölgeye atanan Sincan ÇKP Sekreteri Chen Quanguo’la birlikte artış göstermiştir. Quanguo, Doğu Türkistan’da güvenlik önlemlerini arttırarak bölge yetkililerine “toplanması gereken herkesi toplayın” talimatı vermiştir.[53] Devlet Başkanı Xi Jinping’in toplama kampları ile ilgili yayınladığı 403 sayfalık yönergenin ana fikri de “asla merhamet etmeyin”dir.[54] Bu amaçla bir dizi hazırlık yapılmıştır. Chen’in atanmasından önceki dönemin yöneticisi olan selefleri; 5 Temmuz 2009 olaylarına yanıt olarak polis ve diğer güvenlik görevlilerinin işe alımını büyük ölçüde artırmıştır. 2003-2008 yılları arasında yaklaşık 5.800 polis alınırken bu rakam 2009 ile Temmuz 2016 arasında önemli bir artışla yaklaşık 40.000’e yükselmiştir. 2016 yılı Ağustos ayında Chen Quanguo’nun bölgeye atanmasıyla birlikte Temmuz 2017’ye kadar, bir yıldan kısa bir sürede, 90.866 polis alımı yapılmıştır.[55] Bu yoğun güvenlik personeli alımları, yeni kurulan 7.500 civarı polis karakolu için gerekli olan polis yardımcılarının istihdamı sebebiyledir.[56]
Araştırmacı yazar Tanner Greer’in 2018 yılında Foreign Policy dergisinde yayımlanan “Radikal Eğilimin 48 Şüpheli İşareti” (Forty-Eight Suspicious Signs of Extremist Tendencies) başlıklı çalışması, Doğu Türkistan’daki toplama kamplarına gönderilmek üzere yapılan tutuklamaların boyutunu ve özellikle sebeplerini açık bir şekilde ortaya koymaktadır.[57]
Greer’in bu çalışması, İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch-HRW) araştırmacılarının Çin dışına kaçmayı başaran Uygur ve Kazak Türkleri ile yaptığı röportajlara dayanmaktadır. Avustralya’daki Adelaide Üniversitesi Çin Araştırmaları Bölümü’nde öğretim üyesi ve Avustralya Ulusal Üniversitesi 2018 Çin Yıllığı’nın ortak yazarlarından olan Gerry Groot ise, bu 48 işaretin Çin’de aşırı dincileri tanımlama ve ayırmada bir rehber olduğunu teyit etmektedir.[58]
Bu işaretler tek başlarına bir anlam ifade etmeseler bile Çinli yetkiler bunların her birini Uygur kültürü ve dinî inanışları ile birlikte ele alarak, bir dindarlık ve militanlık potansiyeli analiz etmeye çalışmıştır. Uygurların toplama kamplarına gönderilmeleri için yeterli görülen 48 işaret aşağıda sıralanmıştır:
- Bir çadıra sahip olmak
- Başkalarına “yemin etme” demek
- Yurt dışına çıkmış olmak
- Yurt dışına çıkan birisiyle konuşmak
- Kaynak makinasına sahip olmak
- Başkalarına günah işlememesini söylemek
- Fazladan yiyeceğe sahip olmak
- Kahvaltıyı güneş doğmadan önce yapmak
- Yurt dışına çıkan birini tanımak
- Pusulaya sahip olmak
- Devlet görevlisiyle tartışmak
- Halk içinde Çin’in bazı ülkelerden daha zayıf olduğunu söylemek
- Birden fazla bıçağa sahip olmak
- Bölgedeki resmî görevliler hakkında şikâyet dilekçesi göndermek
- Çok çocuklu olmak
- Alkol kullanmaktan kaçınmak
- Resmî görevlilerin yatağında yatmasına, yemeğini yemesine ve evinde yaşamasına izin vermemek
- VPN’e (sanal özel ağ) sahip olmak
- Sigara kullanmaktan kaçınmak
- Kimliğini taşımamak
- WhatsApp uygulamasına sahip olmak
- Ebeveyni öldüğünde ağıt yakmak, halk içinde üzülmek veya üzüntülü davranmak
- Resmî görevlilerin DNA örneği almalarına izin vermemek
- Yurt dışında çekilmiş olan herhangi bir video izlemek
- Çin bayrağının bulunduğu yerde başörtüsü takmak
- 45 yaşının altındaki kadınların başörtü takması
- Camiye gitmek
- Namaz kılmak
- Oruç tutmak
- Dinî ders dinlemek
- Resmî görevlilerin retina taraması yapmalarına izin vermemek
- Resmî görevlilerin telefonundaki her şeyi yüklemesine izin vermemek
- Resmî görevlilere ses kaydı vermemek
- Okulda ana dilini kullanmak
- Ana dilini resmî dairelerde kullanmak
- Skype, WeChat gibi uygulamalarla yurt dışından birisi ile konuşmak
- Üzerinde Arapça harf bulunan giysi giymek
- Tam sakala sahip olmak
- Dinî semboller taşıyan kıyafet giymek
- Zorunlu propaganda sınıflarına katılmamak
- Zorunlu bayrak çekme törenine katılmamak
- Halk mücadelesi oturumlarına (siyasi rakiplerin halk tarafından küçük düşürülmesi) katılmamak
- Aile üyelerini ve kendisini halk mücadelesi oturumlarında kınamayı reddetmek
- Polis tarafından tutuklandığında intihar etmeye çalışmak
- Kamptayken intihar etmeye çalışmak
- Geleneksel cenaze töreni yapmak
- Karakolda kayıt yaptırmadan birçok aile üyesini evine davet etmek
- Yukarıda geçenlerin herhangi birisini yapmış bir aile üyesine sahip olmak
Yukarıda belirtilen 48 madde, Çin yönetiminin İslam dini ve Uygur kültürünün her pratiğini ya da bunları hatırlatan her hareketi “aşırılık” olarak nitelendirdiğini göstermekte ve Uygurlulara yönelik baskı ve asimilasyon politikalarının boyutunu açıkça gözler önüne sermektedir.
Araştırmacı Mehmet Volkan Kaşıkçı, toplama kamplarına alınan kişilerin özelliklerini şöyle sıralamaktadır:
“Çin’in propagandası ekstremizm (aşırılık) üzerine odaklanıyor. Mesela bir Kazak genci Çin polisi oluyor. Çok seviniyor, üniformasını giyip fotoğraf çektiriyor, fotoğrafını Kazakistan’daki akrabalarına gönderiyor ve Çin dışına bilgi sızdırdın diye toplama kampına alınıyor. En yaygın kategori bu. İkinci grup dinî sebeplerden alınanlar. Camiye giden, namaz kılan hemen herkes tutuklamış durumunda. Caminin bir işine yardım eden yahut sadece telefonunda cami resmî çıktığı için, birbirine cuma mesajı attığı için alınanlar var. Kamplar ve hapishanelerde dinle ilgili sebeplerle alınanlar bildiğimiz kadarıyla en ağır koşullarda tutulanlar. Çok önemli bir başka grup da toplumun önde gelenleri: gazeteci, yazar, akademisyenler. Sincan Devlet Üniversitesi rektörü idama mahkûm edildi. Zengin iş adamlarının çoğu alındı. Küçük bir şehirde öne çıkan birisiysen seni de alıyorlar. Toplumun en eğitimli kesiminin çok sert bir şekilde hedef alınmış olması, Çin’in kendini meşrulaştırmaya çalıştığı iddialarının hepsinin saçmalığını ortaya koyuyor.”[59]
“İstikrarın korunması” için alınması gereken tedbirler arasında asla akla gelmeyecek şeyler sıralanmaktadır. Mesela evinizde bulunan ekmek bıçağı üzerine kimlik numaranızın silinmeyecek biçimde kazınmış olması ve yine aynı bıçağın mutfakta demirden bir zincirle sabitlenmiş olması gerekmektedir. Bıçakla ilgili kurallar bununla da sınırlı değil. Zira birden fazla bıçağınızın olması sizi “potansiyel terörist” kategorisine sokabilir ve bu da asla ne zaman oradan çıkabileceğinizi bilmeksizin toplama kampında bir ömür kalmanız ya da ömrünüzün baharında toplama kampının zorlu şartlarında aklınızı yitirmeniz yahut ölmeniz anlamına gelebilir.
Toplama kampına gönderilme sebeplerinden bir diğeri, listenin üçüncü maddesinde yer alan “yurt dışına çıkmış olmak”tır. Çin otoritelerinin bu madde üzerinde yoğun çalıştığı anlaşılmaktadır; zira dünyadaki 200 civarı ülke ile ilgili bir çalışma daha yapılmış ve içlerinden 26 tanesine gitmek Uygurlar için daha kritik bir seviyeye yükseltilmiştir. Bu ülkeler şunlardır: Afganistan, Libya, Tayland, Cezayir, Malezya, Türkiye, Azerbaycan, Nijerya, Türkmenistan, Mısır, Pakistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Endonezya, Rusya, Özbekistan, İran, Suudi Arabistan, Yemen, Irak, Somali, Kazakistan, Güney Sudan, Kenya, Suriye, Kırgızistan, Tacikistan.[60]
Görüldüğü üzere Türkiye dışında Çin’in Şangay İşbirliği Örgütü’nden ortaklığı bulunan Özbekistan, Türkmenistan, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Pakistan ve Rusya gibi ülkeler de bu listede yer almaktadır. Çin bu şekilde zaten kendisine karşı doğabilecek hareketler için oluşturduğu bu örgüt sayesinde yaptığı anlaşmalarla bu ülkelerden istediği kişinin iade edilmesini sağlayabildiği hâlde, kendince yeni önlemler almaya devam etmektedir.
Eğitim amacıyla yurt dışına gitmek de yine Çin için bir “cadı avı” meselesine dönüşmüş durumdadır. Üniversite eğitimleri için tüm yasal prosedürleri yerine getirerek ve üstelik Çin’in resmî izniyle başta Türkiye olmak üzere farklı ülkelere giden öğrenciler, Çin tarafından güvenlik zaafı olarak görülmektedir. Bu öğrencilerin büyük bölümü baskılarla Çin’e geri döndürülmeye çalışılmaktadır. 2017 yılı bahar ayları başında, yurt dışında öğrenim gören Uygur öğrencilere bulundukları ülkelerdeki Çin yetkilileriyle temasa geçerek 20 Mayıs 2017’ye kadar “siyasi değerlendirme” için geri dönmeleri çağrısında bulunulmuştur. Çin yönetiminin başlattığı bu süreç, aynı yılın sonbahar aylarından itibaren de sözde yeniden eğitim kamplarında binlerce Uygur’un gözaltına alınmasıyla sonuçlanmıştır.[61] Sadece Mısır’da, geri dönme konusunda yavaş davranan Uygur öğrencilere karşı Sisi cuntası ile ortak operasyon yapılmış ve çok sayıda öğrenci suçlu gibi Çin’e iade edilmiştir. Operasyondan önce Mısır’da eğitim amacıyla 5.000 kadar Doğu Türkistanlı ikamet ederken operasyon sonrası sadece 50 aile kalmıştır.[62]
Tehlikeyi sezerek ülkelerine dönmeyen öğrencilerin pasaport yenileme dâhil bütün resmî işlemleri, bulundukları ülkelerdeki Çin konsoloslukları tarafından askıya alınmıştır.[63] Ayrıca bu öğrenciler sık sık konsolosluktan ya da kim olduklarını bilmedikleri kişilerden Çin’e geri dönmeleri ile ilgili taciz ve tehdit telefonları, sosyal medya uygulamaları olan WeChat üzerinden de aynı şekilde tehdit ve taciz mesajları aldıklarını anlatmıştır. Uluslararası Af Örgütü (Amnesty International) Mısır, ABD, Kanada, Fransa, Almanya ve İran’da yaşayan Uygurlarla yaptığı görüşmelerde, bu kişiler Çin polisinin kendileriyle WeChat üzerinden iletişim kurduğunu ve kimlik numaralarını, adreslerini, pasaport fotoğraflarını ve hatta eşlerinin kimlik bilgilerini istediğini anlatmışlardır.[64]
Yukarıdaki listede bulunan yurt dışı bağlantılarıyla ilgili üç maddeye göre (4, 6 ve 9. maddeler); bu öğrencilerin Doğu Türkistan’da yaşayan aileleri de “aşırıcılık” gerekçesiyle toplama kamplarına alınmıştır. Eğitim için Türkiye, Mısır veya başka bir ülkede bulunup da üç yılı aşkın süredir anne ve babasıyla, kardeş ve akrabalarıyla görüşemeyen öğrencilerin sayısı hiç de az değildir.[65]
2019 yılında Doğu Türkistan genelinde çıkarılan bir yasak ise, uygulamaların hangi boyutlara vardırıldığını göstermesi bakımından oldukça ibret vericidir. Buna göre evde tatlı yapacaksınız ya da çayınızı biraz tatlandırmak istediniz, hemen bakkala gidiyorsunuz ama şeker almak öyle kolay değil, çünkü toz şeker de Doğu Türkistan’da kontrol edilmesi gereken “terör unsuru” maddeler arasında ve satışı için bir dizi prosedür takip edilmesi gerekiyor. Örneğin Shihezi’de oturan bir kişi, 2019’un Kasım ayı başlarında toz şeker satın alırken kimliğini kaydettirmesi gerektiğini, şayet satış görevlisi kimlik numarasını kaydetmezse ve Kamu Güvenlik Bürosu bunu bir şekilde öğrenirse tutuklanacağını ve toplama kampına alınacağını anlatmıştır. Ayrıca kimlik kartını getirmeyen bir müşteriye toz şeker sattığı için o esnafın da 4.000 yuan (510 doların üzerinde) para cezasına çarptırılacağını ve “çalışma kampına” gönderileceğini söylemiştir. Yeni düzenlemelere göre, bir kimlik kartı ile sadece 1 kg toz şeker satın alınabilmektedir.[66] Çin’in bu uygulaması, patlayıcı yapımında kullanılan malzemelerin satışını düzenleyen kanuna dayandırılmaktadır.
Bir diğer uygulama da cep telefonları ile ilgilidir. Örneğin Urumçi sokaklarında yürürken bir anda bir polis barikatıyla yolunuz kesilerek cep telefonunuz istenebilir. Elbette tüm mahrem bilgileriniz didik didik edildikten, uygulamalar, varsa video ve fotoğraflar incelendikten sonra telefonunuzu geri alabileceğinizi düşündüğünüz bir anda, bir bomba düzeneği olup olmadığına bakılmak üzere telefonunuzu teslim etmeniz gerektiği söylenebilir! Kısacası, karşınızdaki görevlinin duyacağı en ufak bir şüphe sonucunda yaşayabileceklerinizin boyutunu kestiremezsiniz.
Sokakta yürürken her an denetlenebileceğiniz gibi, yerleşim alanlarına veya bir pazara girerken de kimlik kartınızı cihaza okutmanız gerekmektedir. Doğu Türkistan’daki akrabalarını ziyarete gelen Han Çinliler dahi uygulanan önlemlerin çok katı olduğunu düşündüklerinden bölgede kalmak istemediklerini söylemektedir. Baskı politikaları herkesi bıktırdığı için insanlar bölgeyi terk etmeye başlamıştır. Örneğin bir tüccar, bölgedeki bir alışveriş merkezinde önceden 46 olan mağaza sayısının bu uygulamalardan sonra 11’e düştüğünü söylemiştir.[67]
Bölgede, her 300 metrede bir kontrol noktası, asker ve polislerin beklediği beton bir kabin, dikenli teller ve Uygurların oluşturduğu uzun kuyruklar görmenin son derece sıradan bir durum hâline geldiği anlatılmaktadır. Her kontrol noktasında, yapay zekâ bilgisayarlar tarafından 3D fotoğraflar çekilip kimlikler ve eşyalar taranmakta ve tüm birleşik verilere bakılarak kişinin geçişine ya izin verilmekte ya da verilmemektedir. Buralarda polis, yapay zekâ tarafından belirtilen talimatlara göre hareket etmektedir: sorgulama, daha fazla soruşturma için gözaltı veya hemen tutuklama! Masumiyet karinesi yoktur. 2017’den itibaren 12 ila 65 yaş arası neredeyse bütün Müslümanlar, yüzlerinden ve vücutlarından çeşitli açılardan çekilen fotoğrafların yanı sıra kan testleri, parmak izleri, retina taramaları, saç örnekleri ve ses kayıtları da dâhil olmak üzere kapsamlı biyometrik görüntüleme ve DNA testlerinden geçirilmiştir.[68]
Çin, Doğu Türkistan’daki baskı siyasetini uygularken; QR kodlarından, biyometrik verilerden, yapay zekâdan, casus telefon yazılımlarından ve büyük veri tabanlarından yararlanan, yüksek teknoloji ürünü takip ve gözetim sistemleri kullanmaktadır. 2009 yılında Doğu Türkistan’da geniş çaplı protestolar, ayaklanmalar ve devlet şiddeti yaşanmasından sonra, bölgede faaliyet yürüten özel güvenlik şirketlerinin sayısı 1.400’ü aşmıştır ve bu şirketlerin çoğu Devlet Başkanı Xi Jinping’in yapay zekâ konusunda ABD ile yarışının bir tezahürüdür.[69] Hollandalı bir siber uzman tarafından tespit edilen bir veri sızıntısına göre, Çin yönetiminin Uygurları ve diğer Türk kökenli Müslümanları yoğun gözetim altında tuttuğu ve bölgede 2,5 milyondan fazla insanı izlediği tahmin edilmektedir. Yüz tanıma yazılımı geliştiren Shenzhen merkezli bir teknoloji şirketi olan Sense Nets Technology, kamera sistemi aracılığıyla 24 saat içinde yaklaşık 6,7 milyon GPS (Global Konumlandırma Sistemi) koordinatı toplayabilmekte ve her türlü takibi anlık gerçekleştirebilmektedir.[70]
Doğu Türkistan’da dışarda olmak, kişinin gittiği her yerde daima bir kamera sistemi tarafından izlendiği anlamına gelmektedir. Bu kameraların çoğu yüksek çözünürlüklü yüz tanıma özelliklerine sahiptir. Yapay zekâ destekli teknolojiyi kullanan bu sistemler, insanların farklı zaman ve mekânlarda izlenebilmesini otomatik hâle getirmektedir. Videolarda arama yapılarak kişinin günlük aktiviteleri sistem tarafından değerlendirilebilmektedir.[71] Bu açıdan bakıldığında bölgedeki otoritelerin, sosyal mühendislik alanında kitlesel bir deney yaptıklarını söylemek abartı olmayacaktır.
İnsan hakları savunucuları bu sistemlerin özellikle Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nde Uygur Türklerine yönelik toplumsal baskı aracına dönüştüğüne dikkat çekmektedir. Uygurlar, Kazaklar ve Kırgızlar hastane, banka, park veya alışveriş merkezleri gibi kamusal alanlara girmek yahut arabalarına yakıt almak için de IJOP adı verilen yapay zekâ tarafından işletilen bir dedektörü ve iki kontrol noktasını geçmek zorundadır.
İnsanları sürekli olarak takip ve gözetim altında tutmakla yetinmeyen yerel yetkililer, komşuları birbiri hakkında muhbirlik yapmaya teşvik ederek toplumsal güveni de dinamitlemektedir. Üstelik bölgede 1 milyonun üzerindeki memur ve polis, insanları takip etmek üzere âdeta seferber edilmişken, sivillerin de birbirini kontrolünün teşvik edilmesi, akıl sınırlarını zorlayan bir uygulama olarak dikkat çekmektedir. Bu kontrol paranoyasının bir uzantısı olarak “Aile Olmak” adı verilen bir proje ile Uygur ailelerin yanına sürekli onlarla birlikte yaşayan denetim memurları atamak gibi özel yaşama müdahalenin en kaba şekli de uygulanmaktadır.[72]
HRW, 2017’de yayımladığı raporda, yerel Çinli yetkililerin “Bütünleşik Ortak Operasyonlar Platformu (BOOP)” adlı izleme programı aracılığıyla bireylere ait kişisel bilgileri ve gündelik hareketlerine dair kayıtları rızaları dışında toplayarak, potansiyel tehdit olarak gördükleri kişileri “önleyici polisiye tedbir” adı altında fişlediğini yazmıştır. Ayrıca merkezi Washington’da bulunan Uluslararası Araştırmacı Gazeteciler Konsorsiyumu da bölgedeki izleme operasyonlarına ilişkin Haziran 2017 tarihli bir belge yayımlayarak, BOOP’un bir haftada 24.000 “şüpheli şahıs” tespit ettiğini ve bunlardan 15.500’ünü toplama kamplarına gönderdiğini bildirmiştir.[73]
Uzmanlara göre Çin’deki mevcut toplu gözaltı sisteminin Çin kanunlarına göre dahi bir dayanağı bulunmamaktadır. Çin ceza hukuku uzmanı Jeremy Daum’un ifade ettiği üzere, terör karşıtı kanun, bir suç seviyesine ulaşmayan faaliyetler için en fazla 15 günlük gözaltına izin vermekte ve hukukun “eğitim” hükümleriyle alakalı olarak hafif suçlar için düzeltici mentörlük hususunda gözaltından bahsetmemektedir. 30 Mart 2017 tarihli “Aşırılıktan Uzaklaştırma Kanunu”nda[74] da eğitim hükümlerinde gözaltı ifadesi yer almamaktadır. Daum’a göre terör karşıtı kanunun süresiz gözaltına izin verdiği görülen bir “eğitim-yerleştirme” hükmü bulunurken, bunun sadece bir terör suçuyla hüküm giymiş olanlara uygulandığı görülmektedir. “Gözaltı kampı” uygulaması, bir suçtan hüküm giymemiş kişileri gözaltında tuttuğu için de mevcut kanıtlar bu kampların tamamen hukuk dışı olduğunu ortaya koymaktadır.[75]
YER GÖK TOPLAMA KAMPI: KAMPLARIN MAHİYETİ VE FİZİKSEL ŞARTLARI
Çin insan hakları savunucuları ve STK’ların tahminlerine göre, 2014 yılından bu yana Doğu Türkistan’da resmî olarak tutuklanan kişi sayısı bir önceki beş yıllık döneme kıyasla üç kat artmıştır. Hükümet; gözaltı merkezleri, cezaevleri ve “yeniden eğitim kamplarında” insanları tutarken, haklarında herhangi bir suçlama olmayanların dahi itirazları reddedilmekte, tutuklanan insanlar işkence ve kötü muameleye maruz kalmaktadır.[76] Çin, tutuklama ve göz altıları belli bir suça dayandırmadığından, alıkoyduğu kişileri de yasal bir mahkeme süreciyle yargılamamaktadır. İnsanların tutuldukları yerler de benzer bir sürecin devamı niteliğinde, keyfî koşullarda oluşturulmuş yerlerdir. Toplama kampı şahitlerinin aktardığına göre, bazı insanlar kampa alınmalarının ardından sıkı bir sorgu ve işkenceden geçirilip, kendilerine isnat edilen suçların yazıldığı bir itirafnameye zorla imza attırılmalarından sonra, hiçbir mahkeme kararı olmaksızın bu zoraki itiraflarına göre doğrudan hapse atılmıştır. Hatta bazılarına uzun bir suç listesi verilerek, kendilerine suç “beğenmeleri” istenmiştir.[77]
Bir dizi rapor, 2017 yılı Mart ayı sonlarında bölgede geniş çaplı tutuklamaların başladığını ortaya koymaktadır. Bu durum 29 Mart 2017 tarihinde ilan edilen “Aşırılıktan Arındırma Yönetmelikleri” sürecine denk gelmektedir. Bu yönetmeliğin üçüncü bölümünde yer alan 14 sayılı yönergede, “aşırılıktan arınma ve dönüşüm için bireysel ve merkezî eğitimin birlikte uygulanması gerektiği” belirtilmektedir. Buna göre üç tür yeniden eğitim tesisi bulunmaktadır:
- Eğitim merkezleri aracılığıyla merkezî dönüşüm
- Hukuk sistemi okulları ile dönüşüm
- Rehabilitasyon ile düzeltme merkezleri
İhale teklifleri bu uygulamayı doğrulamakta ve adı geçen tesislerin bazen gözaltı merkezlerine, polis karakollarına, hatta hastane ve süpermarketlere de ev sahipliği yapan büyük bir tesisin parçaları olduğu anlaşılmaktadır.[78] Özgür Asya Radyosu (Radio Free Asia-RFA) muhabirinin 2018 yılı Aralık ayında kamp görevlilerini telefonla arayarak edindiği bilgilere göre, bir kamp toplamda 1.000-1.200 civarında koğuşun olduğu 60’tan fazla binadan oluşmakta ve her koğuşa 10 ile 20 arasında insan sığdırılmaktadır.[79]
Çin yönetimi her ne kadar toplama kamplarının varlığını saklamaya[80] ve delilleri karartmaya çalışsa da[81] araştırmacıların kampların bulunduğu bölgelerle ilgili uydu görüntülerini hızla yayması, toplama kampından kurtulmayı başaran kişilerle ve kamplarda tutuklu bulunanların yakınlarıyla yapılan röportajlar, toplama kampı uygulamasını açığa çıkarmıştır. Bu gibi temel delillerin yanı sıra ikincil delil olarak toplanan ve kampların alan ölçüsünü ve güvenlik özelliklerini belgeleyen kamu inşaat ve hizmet ihaleleri, kamu istihdam bildirimleri, hükümet bütçe raporları, hükümet çalışma raporları, yerel ve sosyal medyada yayımlanan şirket sözleşmeleri gibi belgeler de kampların varlığını ortaya koymuştur. Nitekim sonraki haftalarda Çin yönetimi de inkâr söylemini bırakarak kampların Uygurların makul olmayan radikal dinci düşüncelerden kurtarılması ve meslek edindirilmesi için oluşturulan eğitim kampları olduğunu ve Uygurların buralara “gönüllü” olarak katıldıklarını söylemeye başlamıştır.[82]
Çin, Doğu Türkistan’ın tamamına yayılan (Kaşgar, Hoten, Kızılsu, Aksu, Bayangolin, İli, Bortala, Urumçi, Turfan, Tarbagatay, Karamay, Altay, Sanci Hui, Kumul)[83] bu kampları her ne kadar gönüllü eğitim kampı olarak adlandırsa da[84] veriler bunun tam aksini göstermektedir. Dikenli tellerle çevrili, kat kat güvenlik sistemleriyle güçlendirilmiş duvarlarla örülü; izleme kuleleri ve on binlerce polis ve askerin bulunduğu kampların cezai nitelikli yerler olduğunu açıkça ortadadır.[85] Zaten insanların istekleri dışında getirildikleri ve asla ne zaman çıkacaklarını bilmedikleri kampların bir eğitim merkezi olduğuna Çinliler dâhil kimse inanmamaktadır. İnsanlar ilkokul, ortaokul, lise ve üniversite gibi eğitim merkezlerinde, hastanelerde, depo, hangar ve fabrikalarda, yer altı zindanlarında ve bazen çöllerde bazen de mahallelerde kurulan toplama kamplarında tutulmaktadır. Bu gizli tesislerde tutulanlara işkence ve asimilasyon programları uygulanmakta, bu kişilerin haklarının yakınları tarafından takibine dahi izin verilmemekte, nerede tutuldukları bildirilmemekte, hatta çoğu zaman yaşayıp yaşamadıkları bilgisi bile verilmemektedir.
75’ten fazla gazeteci ve 14 ülkeden 17 basın kurumunun oluşturduğu Uluslararası Araştırmacı Gazeteciler Konsorsiyumu tarafından basına gösterilen ve içinde kampların nasıl işletildiğine dair talimatların bulunduğu gizli belgeler de bu kampların her yönüyle tam bir toplama kampı olduğunu ispatlamaktadır.[86]
Yerel görgü şahitlerinin ifadeleri de bu bilgileri teyit etmektedir. Örneğin Nisan 2018’de bir Uygur iş adamı, Gulca yakınlarında bir okul ve eskiden polis eğitim merkezi olarak kullanılan bir fabrika dâhil yeniden tasarlanmış beş tesis olduğunu ve çok sayıda insanın buralarda tutulduğunu söylemiştir. Ocak 2018’de Kaşgar’da bir emniyet yetkilisi, yaklaşık 120.000 Uygur’un bölgede bulunan dört gözaltı kampında tutulduğunu belirtmiştir.[87]
Doğu Türkistan’da toplama kampı inşaatlarının giderek arttığı, uydu görüntüleriyle de kanıtlanmaktadır. Doğu Türkistan Millî Uyanış Hareketi ile birlikte çalışan gönüllü araştırmacılar ve gazeteciler, Uygur Müslümanların tutulduğu yaklaşık 500 toplama kampı ve hapishane olduğunu belgeleriyle ortaya koymaktadır.[88] Yine aynı araştırma grubu tarafından 2019 yılında Doğu Türkistan’da 182 toplama kampı, 209 hapishane ve 74 Bingtuan işçi kampı olduğu, coğrafi koordinatlarıyla belirlenmiştir.[89]
Doğu Türkistan’daki toplama kamplarını araştıran HRW ve Alman akademisyen Adrian Zenz, bölgede 1.200 kamp bulunduğunu belirtmektedir.[90] Zenz bu iddiasını şöyle desteklemektedir: “Deliller üzerinde artan incelemelerim gösteriyor ki, Doğu Türkistan’da kasaba ve bölge düzeyi arasında olan her idari birime en az bir toplama kampı düşüyor ve bunların toplamı da 1.200 yapıyor.”[91]
Doğu Türkistan’daki inşaat yoğunluğunu çimento ve çelik üretimindeki astronomik hareketlilik de açıkça ortaya koymaktadır. Ayrıca çimento üretim rakamlarının Sincan’da inşa edilen hapishane ve yeniden eğitim kamplarının oluşumunu desteklediğine inanılmaktadır. Çin Ulusal İstatistik Bürosu’na göre, Çin çimento üretimi 2017 yılında bir önceki yıla oranla %0,2 gerilemiş, fakat Sincan’daki çimento üretimi aynı yıl yaklaşık %13 oranında artmıştır. Aralık 2017’de Çin’in tamamı için yıllık çimento üretimi %2,2 düşerken, Sincan’ın üretimi yaklaşık %65 artmıştır. Çelik üretimi de benzer bir seyir izlemiştir. Devlet Başkanı Xi Jinping’in 2012 yılında yönetime gelmesinden sonra Sincan’daki çelik üretimi genellikle düşmüş, ancak 2017 yılında yaklaşık %28’lik bir artmış yaşanmış ve bu oran aynı yılın aralık ayında %43’e ulaşmıştır.[92]
Nitekim Hoten’de ele geçirilen belgeler, yetkililerin gözaltı kamplarını genişlettiğini açıkça göstermektedir. Örneğin Luopu ilçesindeki 1 No.lu Mesleki Beceri Eğitim Merkezi, tarım arazileri üzerinde yükselen kampüs görünümünde ve çevresi dikenli tel ve gözetleme kameraları ile kaplı devası bir yapıdır. Bir otoyolun üzerinde bulunan merkez, yaklaşık 170.000 metrekarelik alanı ile çevresindeki köylerin çoğundan daha büyüktür. 2018 yılındaki uydu görüntülerine göre 1 No.lu Mesleki Beceri Eğitim Merkezi’ne en az 10 bina daha eklenmiş görünmektedir. Kanada British Columbia Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencisi Shawn Zhang tarafından tespit edilen kamptaki inşaat çalışmalarının The Guardian gazetesi muhabirlerinin 2018 yılı Aralık ayı ortasında bölgeyi ziyaretleri sırasında hâlâ devam ettiği belirtilmiştir. Neredeyse tamamı Uygur olan yaklaşık 280.000 nüfuslu kırsal bir bölge olan Luopu’nun resmiyette mesleki eğitim merkezleri olarak görünen sekiz toplama kampına ev sahipliği yaptığı tahmin edilmektedir.[93]
Genişletilen toplama kamplarıyla ilgili olarak önemli bir araştırma da Finlandiya’da yaşayan Çinli muhalif Li Fang tarafından yapılmıştır. Fang, araştırmaları sonucu Kaşgar’da 15 toplama kampı ve 19 hapishaneyi bulmakla kalmamış, aynı zamanda Google Earth’ün veri geçmişi özelliği yardımıyla bazı toplama kampı ve hapishanelerin genişletilme sürecini de ortaya çıkarmıştır.[94] Örneğin Yarkent ilçesinin 5,28 mil batısında (K: 38 ° 24’47 “. D: 77 ° 08’54”), 2007’den önce inşa edilmiş ve yaklaşık dört dönümlük bir alanı kaplayan bir hapishane, 2014 yılında 4,14 dönüm daha genişletilmiştir. Eklenen alanlardaki yeni binalar 3,48 dönümlük bir alanı kaplamaktadır.
21 Ekim 2017 tarihli bir Google Earth görüntüsünde ise 9,28 dönümlük bir ek ve bu alana yayılmış 5,89 dönümlük bir alanı kaplayan binalar görülmektedir. 8 Mayıs 2018’deki görüntüde ise, bölgeye bir bina ile birlikte 3,63 dönümlük yeni bir alanın eklendiği anlaşılmaktadır. Bu alandaki kapalı kısım ise 2,67 dönümlük bir kapasiteye sahiptir. Mayıs 2018 itibarıyla bu hapishanenin toplam alanı, kapalı kısmı yaklaşık 14,32 dönüm olmak üzere 21,07 dönüme ulaşmıştır. Google Earth görüntüleri, tesisin hâlihazırda genişletilmeye devam ettiğini göstermektedir.
Google Earth’ün veri geçmişi özelliğini kullanan Li Fang, ilk olarak Şule ve Kargalık’taki (Yecheng) birkaç hapishanenin 2017’den bu yana önemli ölçüde genişletildiğini tespit ettikten sonra Kaşgar’daki tüm ilçeleri taramaya karar vermiş ve bölgede 19 kadar hapishane daha bulmuştur. İki büyük tesise ait alt cezaevleri de sayılırsa rakam 27’yi bulmaktadır. Fang, sadece bir birimde yapılmış olan bu araştırmanın bölgenin tamamındaki durumu anlama açısından bir fikir verebileceğini belirtmektedir.
Kaşgar eyaleti Şule şehrinin 2,45 mil doğusunda, Google Earth tarafından 8 Eylül 2018’de çekilen bir fotoğrafla (Coğrafi koordinat: N: 39 ° 24 ′ 27 ″. E: 76 ° 05 ‘38 “) bölgede olası bir yeniden eğitim kampı bulunduğu tespit edilmiştir. Şubat 2016’da alınan uydu görüntüsünde, bölgenin yaklaşık 8,66 dönümlük bir alanı kaplayan bir okula benzediği ve tahmini 3,01 dönümlük bir inşaat kapasitesine sahip olduğu anlaşılmaktadır. Bu alanda Ağustos 2016’dan başlayarak bir genişleme görülmekte, Temmuz 2017’den itibaren ise mavi çatılı bazı binalar tespit edilmektedir. Kasım 2017’de, çevre alanındaki genişleme ile birçok evin yıkıldığı görülmektedir. Genişleme 2018 Eylül’ünde tamamlanmış ve bu noktada, toplam 12,91 dönüm inşaat alanı oluşturulmuştur.[95]
Li Fang, araştırmaları neticesinde şu sonuçlara ulaşmıştır:
- 19 hapishanedeki binaların toplam tahmini kapasitesi 351 dönümdür ve 2017’den sonra tahmini 262 dönüm inşa edilmiştir. Bu da tüm kapalı alanların toplamının %74,45’ine karşılık gelmektedir.
- Olası 15 yeniden eğitim kampında tahmini toplam inşaat kapasitesi 269 dönümdür ve bir kamp dışında tamamı Chen’in Sincan’da göreve başlamasından iki ay sonra, Ekim 2016’dan itibaren ortaya çıkmıştır.
- Çiftliklerin içine gizlenmiş ve uzun kapalı duvarları veya gözetleme kuleleri olmayan hapishaneler, yukarıdaki kriterlere uymadığından tespit edilmeleri mümkün olamamıştır. Bu nedenle gerçek hapishane sayısının çok daha yüksek olma ihtimali bulunmaktadır.
- Büyük pazarlar, binaların zemin katları, yer altı tesisleri ve sığınak gibi büyük kapalı binaların içine gizlenmiş olası “yeniden eğitim kampları”, yukarıdaki kriterler çerçevesinde yine dikkate alınmamıştır. Buraların tespiti, kampların sayısını daha da arttıracaktır.
- 19 olası hapishanenin ve 15 olası yeniden eğitim kampının toplam inşaat kapasitesi 620 dönümdür. Hong Kong’daki standartlara göre, her mahkûm için ortalama yaşam alanı 4,66 metrekaredir; Çin standardı bilinmemektedir. Bununla birlikte, kaba hesaplama ile ortalama 5 metrekare veya yaklaşık 54 metrekare alan kullanarak 620 dönümlük binada yarım milyon insanın tutulabileceği tahmin edilmektedir.
- Kaşgar’da yarım milyon insan hapsediliyorsa bu, bölgedeki tüm nüfusun %12’sinin hapishane ve toplama kamplarında olduğu anlamına gelmektedir. Sincan nüfusunun %12’si hapishanelerde veya yeniden eğitim kamplarında bulunuyorsa bu, tutuklu olan 1.360.000 kişiye tekabül etmektedir veya bu rakam BM’nin Ekim 2018’deki 1 milyon Uygur’un gözaltına alındığına ilişkin tahmininden daha fazla olacaktır. [96]
Li Fang’ın araştırması gibi başka araştırmalar da vardır. Onlardan biri de Reuters tarafından yapılmıştır. Bu araştırmada da yine uydu görüntüleriyle bölgenin çeşitli noktalarında daha önce açılmış bulunan 39 kamp tespit edilmiştir. Kamplar Nisan 2017 ve Ağustos 2018 arasında geçen 17 ayda neredeyse üç katına çıkarken, en son görüntüler buralardaki inşaat çalışmalarının çoğunun hâlâ devam ettiğini göstermektedir. Yaklaşık 140 futbol sahası büyüklüğünde bir alanı kaplayan genişleme, eyalette var olduğu tahmin edilen toplam gözaltı tesislerinin sadece bir kısmını temsil etmektedir. Gazeteciler, eyalete erişimin sıkı bir şekilde kontrol edildiğini, bu sebeple de kampların kesin sayısının ve niteliğinin doğrulamasının neredeyse imkânsız olduğunu belirtmektedir.[97]
Doğu Türkistan’daki en üst düzey bir güvenlik görevlisi ile ÇKP Başkan Yardımcısı Zhu Hailun imzalarını taşıyan bir belge, merkezlerin tutukluların zorlu bir asimilasyon sürecine maruz bırakılacak şekilde nasıl tasarlandığını göstermektedir:
- Kamplar, kilit altında bulunan yatakhane, kat ve koridorlar ve tüm binalarda uygulanan sıkı bir fiziksel ve zihinsel kontrol sistemine uymalıdır. Her bina, duvar ve tellerle korunmalıdır. Ön kapıda ve gözetleme kulelerinde güvenlik görevlileri tarafından izleme yapılan özel bir polis karakolu bulunmalıdır.
- Mahkûmlar kamplarda süresiz olarak tutulabilirler, fakat en az bir yıl kalmalıdırlar.
- Kamplar bir puanlama sistemi üzerinden işletilecektir. Mahkûmlar “ideolojik dönüşüm”, “disipline uyum” ve “çalışma ve eğitim” için puan toplayacaklardır.
- “Eğitimde dönüşüm” sağlandıktan sonra mahkûmlar serbest bırakılmazlar. Başka bir kampa gönderilerek burada da üç ila altı aylık bir “emek becerileri eğitimi” stajına katılırlar.
- Haftalık telefon görüşmeleri ve akrabalarla aylık görüntülü görüşme, dış dünyayla tek temaslarıdır ve gerekirse ceza amacıyla askıya alınabilir.
- “Kaçışın önlenmesi” birinci önceliktir.
Emir belgesinde, mahkûmların her anını izlemek için “kör nokta olmadan” gece gündüz video gözetimi yapılması gerektiği belirtilmektedir. Mahkûmların yaşamlarının her yönünün kontrolü o kadar kapsamlıdır ki, sadece koğuşlarda ve sınıflarda değil, yemek kuyruklarında bile takip edilmektedirler.[98]
Doğu Türkistan’daki toplama ve çalışma kampları ile hapishanelerin bulunduğu bölgeleri gösteren harita, Doğu Türkistan Millî Uyanış Hareketi tarafından Google Earth KMZ formatıyla paylaşılmıştır.[99]
Araştırmalar sonucu Doğu Türkistan’daki toplama kamplarının kurulduğu tespit edilen şehir ve bölgeler şunlardır: Kaşgar, Hoten, Kızılsu, Aksu, Bayangolin, İli, Bortala, Urumçi, Turfan, Tarbagatay, Karamay, Altay, Sanci Hui, Kumul. Aşağıdaki haritada her şehir ve bölgeye düşen kamp sayısı gösterilmektedir.[100]
Avustralya Stratejik Politika Enstitüsü (Australian Strategic Policy Institute-ASPI), Alman akademisyen Adrian Zenz’in toplama kampları ile ilgili araştırmalarını ve hukuk fakültesi öğrencisi Shawn Zhang’ın Çin’deki toplama kamplarını gösteren uydu görüntüsü araştırmasını esas alan bir çalışma yapmıştır. Bu çalışmada söz konusu belgelerin yanı sıra Çin hükümetinin kamp alanları ile ilgili kontratları ve açtığı ihaleler çerçevesinde kampların kurulduğu 28 bölge, alan ölçüsü bakımından farklı yıllara göre incelenmiştir. ASPI’nin 2016-2019 arasını kapsayan incelemeleri, bu 28 kamp alanında %465’lik bir büyüme olduğunu ortaya koymuştur. 2018’in Eylül ayında 28 kampın toplam alanın 2,7 milyon metrekare olduğu anlaşılmaktadır. Söz konusu çalışmaya göre, Hoten kentinde aynı tarihte ortaya çıkan bir tesisteki büyüme, tespit edilenlerin en büyüğüdür. 2016 yılının başında 7.000 metrekare olan tesis, Eylül 2018’de 172.000 metrekareye çıkmıştır ki, bu yaklaşık 18 aylık bir sürede %2.469’luk bir genişleme olduğu anlamına gelmektedir.[101]
Aşağıdaki uydu görüntüleri, farklı bölgelerdeki kamp alanlarının 2016-2018 yılları arasındaki genişlemelerini göstermektedir:
Ülkesindeki toplama kamplarının varlığından haberdar olan ve bu kampları sorgulama amaçlı uydu çalışması yapan hukuk öğrencisi Shawn Zhang’ın araştırması, toplama kamplarının varlığını gösteren ve basın kuruluşları tarafından da kaynak olarak kullanılan önemli araştırmalardan biridir. Zhang, 2018 Mayıs’ında Google Earth uydu görüntülerini konuyla ilgili delil bulmak için taramış ve bulduğu dosyalardaki toplama kampı adresleriyle uydu görüntülerini karşılaştırarak kampların inşa edilmeden önceki ve sonraki görüntülerine ulaşmıştır.[102]
Fotoğraflardaki uydu görüntüleri Shawn Zhang’ın yayınladığı ve toplama kamplarının inşasının 2017 yılından sonra ne kadar arttığını gösteren 2017 yılı öncesi ve sonrasına ait uydu görüntüleridir.[103]
Bu görüntüler, toplama kamplarının sayı ve alan bakımından 2017 yılından itibaren hızla arttığını göstermektedir.
Toplama Kamplarına Ait Uydu Görüntüleri
Tapançeng- Urumçi / 2018
Tapançeng- Urumçi / 2015
Yining/Gulca -İli / 2018
Yining/Gulca -İli / 2016
Kargılık- Kaşgar / 2018
Kargılık- Kaşgar / 2015
Karakaş-Hoten / 2018
Karakaş-Hoten / 2014
Yarkant -Kaşgar&Hoten / 2017
Yarkant -Kaşgar&Hoten / 2015
Lop-Hoten / 2017
Lop-Hoten / 2016
Kuytun –İli / 2017
Kuytun –İli / 2012
Makit-Kaşgar / 2017
Makit-Kaşgar / 2013
Hotan-Hoten / 2018
Hotan-Hoten / 2016
Hotan-Hoten / 2018
Hotan-Hoten / 2015
Bay (Bayşeng)-Aksu / 2017
Bay (Bayşeng)-Aksu / 2011
Şanşan-Turpan / 2018
Şanşan-Turpan / 2015
Çapçal - İli / 2017
Çapçal - İli / 2015
Kuka-Aksu / 2018
Kuka-Aksu / 2016
Şayar- Aksu / 2018
Şayar- Aksu / 2014
Korla- Bayangolin / 2018
Korla- Bayangolin / 2014
Aksu / 2018
Aksu / 2015
3 MİLYON CAN GÜNEŞE HASRET
Toplama kamplarında tutulan kişi sayısı ile ilgili olarak farklı bilgiler bulunmaktadır ve bu bilgilerin tamamına yakını kamplardan çıkmayı başarabilenlerin ve bunların yakınlarının beyanları, köy ve kasabalarda bulunan bölge sakinlerinin şahitlikleri, akademisyen ve gazetecilerin araştırmaları neticesinde tahmini olarak verilmektedir.
Çin Halk Cumhuriyeti Ceza Yasası’nın 103. maddesi “açık bir biçimde ayrılıkçılığı kışkırttığı, ülkeyi bölmeye çalıştığı” düşünülen her türlü faaliyetin cezalandırılmasını öngörmektedir.[104] Bundan dolayı bağımsız gazeteciler, aktivistler ve STK görevlileri ile bağımsız heyetlerin kamplara girmesi ve araştırma yapması mümkün değildir. Bu kişiler genellikle bölgelere turist vizeleri ile girmeye çalışmakta ve olabildiğince gizli bir şekilde yaptıkları araştırmaların neticelerini paylaşmaktadırlar.[105]
Çin’in dünya kamuoyunu oyalama amacı taşıyan göstermelik programlarla önceden hazırlanmış merkezlere devlet yetkilileri ve bazı grupları götürdüğü bilinmektedir.[106] Çin buralara götürdüğü diplomat ve gazetecileri çoğunlukla kendi seçmektedir;[107] dolayısıyla bağımsız programlar olmadığı için bu ziyaretlerin objektifliği tartışmalı olduğundan bu ziyaretlerde edinilen veriler de kesinlikle gerçeği yansıtmamaktadır.[108] Bu programlar esnasında kendilerine soru sorulan kişilerin buğulu gözlerle, cevapları önceden ezberletildiği tahmin edilen bilgiler verdiklerini gösteren birçok olay yaşanmıştır.[109] Yine böyle bir gezi programında toplama kampının bir köşesinde yazan ve fark edilmediği için silinmediği anlaşılan “Kalbim lütfen dayanmaya devam et!” yazısı birçok şeyi anlatmaya yetmektedir.[110]
Eski mahkûmlarla yapılan görüşmelerden, kamplarda hemen her iş ve meslek grubundan insanın bulunduğu bilinmektedir: öğrenci, çiftçi, esnaf, iş adamı, âlim, din adamı,[111] akademisyen,[112] yerel yönetim çalışanları, memurlar, işçiler, sanatçı ve sporcular; kadın, erkek, çocuk, genç, yaşlı herkes.[113] Anlaşıldığı kadarıyla Uygur, Kazak ve Kırgız Müslümanlar, olabilecek en geniş şekilde kamplara alınmaktadır. Bölgeye gidebilen araştırmacılar bazı köy, kasaba ve şehirlerde dükkânların daima kapalı olduğunu, sokaklarda insan görmenin bile zor olduğunu belirterek hayalet kasaba ve şehir benzetmeleriyle hapsedilen kişilerin çokluğundan bahsetmektedirler.[114] Hatta köylerdeki genç erkeklerin önemli bir bölümünün toplama kamplarında olmaları sebebiyle birçok yerde tarlalardaki mahsullerin toplanmasının dahi problem olduğu ve halkın yoksulluğunun daha da arttığı belirtilmektedir. Buna karşın nüfusun seyrekleştiği bütün bölgelere, yoğun şekilde Han Çinli nüfusun ciddi maddi desteklerle yerleştirildiği ifade edilmektedir.
Uygur İnsan Hakları Projesi’nin (Uyghur Human Rights Project-UHRP) 2019 Ocak ayında yayımladığı bir raporda, Nisan 2017’den bu yana ÇKP tarafından en az 338 Uygur aydının hapsedildiği veya bu insanların bir şekilde kaybolduğu belirtilmektedir.[115] Bu rakam başka bir kaynakta da teyit edilmektedir.[116] Bu kişilerden biri de 1983-1991 yılları arasında Kaşgar Üniversitesi’nde Türk ve Uygur Edebiyatı Bölümü’nde öğretim üyeliği yapmış ve Uygur toplumunun önde gelen aydınlarından olan Prof. Dr. Mutallip Sidiq Şahiri’dir. Uygur araştırmalarının merkezi sayılan modern Uygur dilinin adlar kümesi ile ilgili 2010 yılında yayımlanan 900 sayfalık çalışmasıyla tanınan Şahiri, 2018 Eylül’ünde Kaşgar’da aniden ortadan kaybolmuştur. Yine toplum nezdinde büyük saygınlığı olan ve 15 yıl boyunca Uygurlara klasik şiir ve halk hikâyeleri öğreten ders kitapları hazırlayan 54 yaşındaki Yalkun Rozi de “devleti yıkmaya teşvik” suçlamasıyla 10 yıldan fazla hapis cezasına çarptırılmıştır.[117] Pekin Minzu Üniversitesi ekonomi profesörü İlham Tohti ise 2014 Ocak ayında annesiyle birlikte tutuklanmış ve ömür boyu hapis cezasına çarptırılmıştır.[118] 2018 Ocak ayında da Kur’an-ı Kerim’i Uygur Türkçesine tercüme eden meşhur din adamı 82 yaşındaki Muhammed Salih, ilerlemiş yaşına rağmen toplama kampına alınmış ve orada şehit edilmiştir. Bütün bunlar Çin’in uyguladığı hak ihlalleri ve katliamların ne kadar ciddi bir noktaya geldiğini gösteren örneklerden sadece birkaçıdır.[119]
UHRP araştırmacısı Henryk Szadziewski, bu politikaların temel amacını şu sözlerle ortaya koymaktadır: “Aydınlar ve liderler bir odak noktası oluşturuyor. Bu nedenle onların hedeflenmesi asimilasyon süreçlerinin hızlandırılması ve aynı zamanda Uygur kimliğini yok etmenin en etkili yolu olarak görülmektedir.”[120] Çin bu uygulamaya son yüzyıl içerisinde müteaddit defalar başvurmuştur. 1949 yılında Doğu Türkistan işgal edildiğinde ilk iş olarak İslami eğitimin temel kurumları durumundaki medreseler kapatılarak halka liderlik yapabilecek din adamları ve aydınlar “halk düşmanı” ilan edilip ortadan kaldırılmış, 1966’da başlayan ve 1976’da Mao’nun ölümüne kadar süren Kültür Devrimi sürecinde de toplumu geleneksel değerlerinden ve bağlarından koparmak, dinî inançlarından vaz geçirmek ve Uygurları zorla Çinlileştirmek için Türk İslam kültürüne ait her şey gericilik ve yobazlık adı altında düşman ilan edilerek yüzlerce aydın ve âlim katledilmiştir.
Japonya’da yayımlanan Newsweek dergisinin 2018 Ağustos sayısına göre, kamplarda tutulanların sayısı 892.329’dur.[121] Alman antropolog Adrian Zenz ise, Mayıs 2018’de yayımlanan raporunda, bölgesel ve idari bölge düzeyinde şehirlerin bu rakama eklenmesiyle kamplarda tutulanların sayısının 1 milyonun üzerinde olabileceğini belirtmektedir.[122] BM’ye göre ise Doğu Türkistan’da yaklaşık 1-3 milyon Uygur, kamplarda zorla tutulmaktadır.[123] UHRP Yönetim Kurulu Başkanı Nuri Türkel de kamp alanlarının genişliği ve sayısı dikkate alındığında buralarda tutulan kişi sayısının 3 milyonu bulabileceğini belirtmektedir.[124] BM Temsil Edilmeyen Milletler ve Halklar Örgütü’ne (UNPA) göre ise toplama kamplarında tutulanların sayısı 2 milyondan fazladır.[125]
İnsanların tutuklanıp kamplara kapatılmaları için yeterli görülen 48 maddeye bakıldığında, bu kapsama girmeyecek herhangi bir Uygur olamayacağı açıkça anlaşılmaktadır! Dolayısıyla tahminlerin de ötesinde yüksek bir tutuklu sayısı olması çok mümkündür. Nitekim Doğu Türkistan Maarif ve Yardımlaşma Derneği Başkanı Hidayet Oğuzhan, toplama kamplarında tutuklu bulananların sayısının 5 milyona yakın olduğunu söylemektedir.[126]
Çin ise toplama kamplarında kaç kişinin tutulduğuyla ilgili bilgi vermeyi reddetmektedir. Çin adına neredeyse tek resmî açıklama, Sincan Uygur Özerk Bölgesi Hükümeti Başkanı Shohrat Zakir tarafından yapılmış, o da tesislerde tam olarak kaç kişinin olduğunu söyleyemeyeceğini belirterek: “1 milyon insan! Bu sayı oldukça korkutucu. Eğitim mekanizmasında 1 milyon kişi! Bu hiç gerçekçi değil. Bütün bunlar sadece bir söylenti.” demekle yetinmiştir.[127]
Kimliğinin gizli kalmasını isteyen bir bölge sakini; eşi, dört erkek kardeşi ve 12 yeğeninin (ailedeki tüm erkekler) 2017’den bu yana toplama kamplarında tutulduğunu söylemektedir.[128] Doğu Türkistan Maarif ve Yardımlaşma Derneği’nin 16 Ağustos 2018 tarihli haberine göre, Hoten’de açılan kamplarda tutulan insanların sayısı 300.000’i geçmektedir.[129] Takribi olarak verilen rakamların ayrıntısı şöyledir:
- Hoten-Karakaş ilçesi 2 No.lu Ortaokul Kampı: 5.000 kişi
- Hoten-Karakaş ilçesi Halk İşleri Müdürlüğü yanındaki Özel Eğitim Merkezi Kampı: 9.000 kişi (kadın tutuklular)
- Hoten-Karakaş ilçesi Merkez Öğretmen Okulu (Sifen) Kampı: 10.000 kişi
- Hoten-Karakaş ilçe tren istasyonu yanında bulunan kamp: 100.000 kişi
- Hoten-Karakaş Urçi kenti kampı: 15.000 kişi (kadın tutuklular)
- Hoten-Karakaş Bostanköy Sanayi Bölgesi Tarım Üniversitesi Kampı: 60.000 kişi
- Hoten-Yörünkaş kenti Meslek Yüksek Okulu Kampı: 60.000 kişi
- Hoten-Gazun ilçesi Öğretmen Okulu (Sifen) Kampı: 15.000 kişi
- Hoten-Kaypaçüy Kampı tutuklu sayısı bilgisine ulaşılamamıştır.
- Hoten-Laskuy kent pazarı kampı: Tutuklu sayısı bilgisine ulaşılamamış olmakla birlikte, burası tutuklu sayısı bakımından en kalabalık kamp olarak bilinmektedir.[130]
Yine Hoten’deki tutuklamaların küçük bir kısmıyla ilgili olarak oluşturulan bir listeye göre, 311 kişinin toplama kamplarına sadece “sakal bıraktıkları, oruç tuttukları veya pasaport almak için başvuru yaptıkları” için gönderildiği anlaşılmaktadır. Bu kişilerin tamamı 2017 ve 2018 yıllarında toplama kamplarına gönderilmiştir. Liste ayrıca bu kişilerin çocuklar dâhil yüzlerce akrabasına ait bilgileri de içermektedir. Örneğin WeChat adlı haberleşme programından bir kişinin altı yıl önce yurt dışındaki bir arkadaşı ile konuşurken indirdiği bir video dahi belgelenmiştir. 137 sayfalık listede, tutuklu bulunan 311 kişiyle irtibatı olan 1.800 kişinin ayrıntılı bilgileri de yer almaktadır.[131]
Çin İnsan Hakları Savunucuları Örgütü (CHRD) ile Eşit Haklar İnisiyatifi’nin (ERI) 2018 Ağustos ayında Kaşgar vilayetinde yaptığı bir araştırmaya göre, bölgede 660.000 kişi “güçlü dinî görüşlere” veya “siyasi açıdan yanlış fikirlere” sahip oldukları gerekçesiyle kamplara alınmıştır. Bunun dışında yaklaşık 1,3 milyon kişi de bulundukları yerlerde “yeniden eğitim” adı altında gündüz-gece sınıflarına ayrılarak zorunlu eğitime tabi tutulmuştur. Araştırmada mevcut bulgulardan hareketle Doğu Türkistan’ın güneyinde, kırsal bölgelerde yaşayan Uygur nüfusun yaklaşık %30’unun herhangi bir yargı kararı olmaksızın yeniden eğitim zorlamasıyla karşılaştığının anlaşıldığı belirtilmiştir. Çin dışında yaşayan çok sayıda Uygur, özellikle Uygurları hedef alan bu kamplarda tutulan akrabalarının ya kamplardayken ya da serbest bırakıldıktan sonra öldüğünü anlatmıştır.[132] Raporda ayrıca 2018 Temmuz ayı sonuna kadar Doğu Türkistan’da 2 milyondan fazla insanın tutuklanarak toplama kamplarına kapatıldığı belirtilmiştir.[133]
28 Aralık 2018 tarihinde The Epoch Times isimli haber sitesinde kamplarda kaç kişi bulunabileceği ile ilgili ilginç bir araştırma yayınlanmıştır. Araştırmaya göre Finlandiya’da yaşayan Çinli bir muhalif olan Li Fang, Doğu Türkistan’daki Uygurların %80’den fazlasının bölgenin güneyinde yaşadığı bilgisinden yola çıkarak, Kaşgar şehrinde yaklaşık yarım milyon Müslüman’ın tutulduğunu tahmin ettiği 19 olası hapishane ve 15 olası yeniden eğitim kampı tespit etmiştir. Bu sonuca Google Earth uydu görüntüleri üzerinden zorlu ve titiz bir çalışma neticesinde ulaşan Fang, bir yapının toplama kampı ya da benzeri bir gözetim merkezi yahut hapishane olabileceği ile ilgili bazı kriterler belirlemiştir. Buna göre toplama kamplarının başlıca özellikleri şöyledir:
- Alanın çevresinde duvarlar ve dikenli teller vardır.
- Kampların içinde, yapı grubunu birkaç bağımsız alana ayıran bölme duvarlar, dikenli teller veya demir çitler vardır.
- Alanlarda bekçi kulübesi benzeri tesisler vardır.
- Alan genellikle çok hareketsizdir. Tesis içerisinde ya araç yoktur ya da çok az araç vardır.
- Yukarıdaki özellikler genellikle 2017’den sonra ve aynı anda ortaya çıkmıştır.
Kaşgar’da yaklaşık 20 tesis tespit eden Fang, bunların 15 tanesinin olası toplama kampı olduğu tahmininde bulunmaktadır. Li Fang’ın hapishanelerle ilgili belirlediği kriterler ise şöyledir:
- Belirlenmiş olan alan dışında kalın, düz ve çevreleyen duvarlar vardır.
- Duvarlardan daha yüksekte bulunan gözetleme kuleleri kapalı alanın iki veya dört köşesinde yer almaktadır.
- Genellikle duvarların içinde ve dışında çok belirgin devriye yolları görülmektedir.
- Binalar çok düzgün bir şekilde yapılmıştır ve etrafında yer alan duvarlardan oldukça uzaktadır.
- Hapishanede genellikle araç yoktur.
Bu kriterlerle Fang, sadece 19 hapishaneyi bulmakla kalmayıp, aynı zamanda Google Earth’ün veri geçmişi yardımıyla bazı hapishanelerin genişletilme sürecini de tespit etmiştir.[134]
TOPLAMA KAMPLARINDA HAK İHLALLERİ
Dinî ve kültürel yaşam tarzını “aşırılık” olarak nitelendiren Çin hükümeti ve medyası; İslam dinini aşağılayan bir dil kullanmakta, Uygurların “sağlıklı olmayan düşüncelerle enfekte olduklarını” ve toplama kamplarının “bu virüsten kurtulmak için” açılmış karantina merkezleri olduğunu savunmaktadır. Çin’in uyguladığı toplama kampı sistemi, tam anlamıyla insan hakları ihlalinin ve insanlık suçunun bir tanımıdır.[135] Çinli yetkililer bu yerlerin gönüllü eğitim kampları olduğunu iddia etseler de kamplardan kurtulabilen eski tutuklularla yapılan röportajlar, bölgeye giden gazetecilerin gözlemleri ve bazı Çinli yetkililerin gizli belgeleri basına sızdırmasıyla ortaya çıkan tablo, kamplarla ilgili gerçeklerin bu resmî söylemin tam aksi olduğunu açıkça göstermektedir. Kamplara dair tanıkların ve belgelerin açığa çıkardığı gerçekler, buraların aslında her türlü insan hakkı ihlalinin ve baskının uygulandığı, ideolojik ve davranışsal eğitim verilerek kültürel ve dinî asimilasyon yapılan merkezler olduğunu kesin bir şekilde ortaya koymaktadır.[136]
“Çin Yazışmaları” adlı belgeler, yüz binlerce kişinin tutulduğu kamplarda uygulanması istenen beyin yıkama yöntemleriyle ilgili talimatları içermektedir. Bu gizli belgeler, Çin polisinin Doğu Türkistan’da yaşayanlar arasında kimlerin söz konusu kamplara konulacağına da yapay zekâ yazılımlarıyla karar verdiğini göstermektedir. Bu belgeler 2017 yılında Doğu Türkistan’ın en üst düzey güvenlik yetkilisi olan ve o dönemde bölgenin ÇKP başkan yardımcılığını yapan Zhu Hailun tarafından imzalanmıştır.
HRW Çin Direktörü Sophie Richardson[137] bu belgelerin Doğu Türkistan’da çok önemli insan hakkı ihlallerinin işlendiğinin açık delilleri olduğunu belirterek savcılar tarafından kullanılması gerektiğini vurgulamıştır.[138] Aralarında BBC ve The Guardian’ın da bulunduğu 17 basın kuruluşunun iş birliği ile incelenen belgeler, Çin hükümetinin Müslüman Uygurlara yönelik sistematik bir beyin yıkama faaliyeti içinde olduğunun ve bölgede yaşanan insan hakkı ihlallerinin en somut kanıtıdır. Söz konusu belgeler arasında en çarpıcı olanı, toplama kamplarının yöneticileri için hazırlanmış olan ve Çin yönetiminin “Telegram” adını verdiği bir talimatnamedir. 2017 yılında hazırlanan bu kitapçıktaki talimatlar şu hususlardan oluşmaktadır:
- Kullanılacak endoktrinasyon (beyin yıkama) yöntemleri
- Kampların varlığının kamuoyundan nasıl gizleneceği
- Kamplardan kaçışların nasıl engelleneceği
- Salgın hastalıkların nasıl kontrol altına alınacağı
- Kamplarda tutulanların yakınlarını hangi koşullarda görebileceği, hatta ne zaman tuvalete gidebileceği[139]
Asimilasyon amaçlı kurulan toplama kamplarında, Uygur ve diğer Müslüman azınlığın yaşam tarzlarından dolayı tutuklanıp alıkonulması başlı başına bir insan hakkı ihlaliyken kamplarda yaşananlar bu ihlallerin ne denli derin olduğunu göstermektedir. Aşağıda bu belgelerdeki talimatlar doğrultusunda uygulanan hak ihlalleri başlıklar hâlinde sıralanmıştır.
- Uygurlar hiçbir suç isnat edilmeden ve yargılanmadan tutuklanıyor.
İnsanlar, siyasi eğitim kamplarında adil yargılanma hakları ihlal edilerek tutuluyorlar, kendilerine ne bir suç isnat ediliyor ne de yargılanıyorlar. Tutuklulardan biri durumu şu şekilde anlatıyor: “Yetkililere avukat tutup tutamayacağımı sordum. Bana, ‘Hayır, çünkü senin hakkında bir mahkûmiyet kararı verilmedi. Kendini herhangi bir şey için savunmak zorunda değilsin. Burada bir siyasi eğitim kampındasın. Tek yapman gereken ders çalışmak.’ dediler.”[140]
- Kamplarda tutulanların akıbeti hakkında ailelere bilgi verilmiyor.
Çin hükümeti dinî ve kültürel faaliyetleri terör suçu olarak kabul edip, gözaltına aldığı birçok kişinin ailesini durumdan çok sonra haberdar ediyor. Hatta tutuklanmalarının üzerinden çok uzun zaman geçmiş olsa da birçok kişi hakkında hiçbir bilgiye ulaşılamıyor, akıbetleri bilinmiyor. Örneğin 2019 yılı Ramazan ayında Hoten’de 137 kişi gözaltına alınmış, ancak aileler durumdan çok sonra haberdar edilmiş, hatta birçokları hâlen yakınlarından bir haber alamamış.[141] Aileler benzer bir durumun kendi başlarına da geleceği endişesiyle yakınlarının akıbetini öğrenmek için seslerini yükseltmekten çekiniyor; zira toplama kamplarında aynı aileden ya da akrabalık bağları bulunan yüz binlerce kişi olduğu biliniyor.[142]
- Siyasi beyin yıkamaya maruz bırakılıyorlar.
Kamplarda öğretilmeye çalışılan müfredattaki ilk madde, tutukluların düşünce tarzını değiştirmeye yönelik olan ideolojik eğitimle ilgili. HRW raporuna göre, toplama kamplarında tutulanlar günlerce, aylarca ve hatta kaldıkları yıllar boyunca Komünizm propagandasına maruz kalıyor ve bu doktrini kabul etmeye zorlanıyor. Bazı ailelerin neredeyse tüm erkek üyelerinin söz konusu siyasi eğitim kamplarında tutulduğu belirtiliyor.[143] Tutuklulara din ve kültürlerini inkâr etmeleri, (haşa) Allah yok, sadece ÇKP var demeleri emrediliyor.[144] Kamplarda zorla Mandarin Çincesi öğretiliyor, mahkûmlar ÇKP’yi öven marşlar söylemeye ve Çin’in ideolojik kurallarını ezberlemeye zorlanıyorlar. Bayrak çekme törenlerine, siyasi toplantılara, toplu ihbar ve inkâr toplantılarına katılmaya mecbur bırakılıyorlar. Direnenler veya “öğrenemediğine” kanaat getirilenler cezalandırılıyor. Çin, dinî vecibeler konusunda getirdiği emsali görülmemiş yasak ve baskılarla İslam dinini fiilen kanun dışı ilan etmiş durumda.[145] Oysa Çin Anayasası’nda “Çin Halk Cumhuriyeti vatandaşları, din ve inanç özgürlüğüne sahiptir.” ve “Hiçbir devlet organı, kamu kuruluşu veya birey, vatandaşları herhangi bir dine inanması veya inanmaması için zorlayamaz yahut herhangi bir dine inanan veya inanmayan vatandaşlar arasında ayrım yapamaz.” denmektedir.[146]
- Kamplarda tutuklu bulunanlar fiziki ve psikolojik işkencelere maruz kalıyor.
Aşağıda yer verilen tanıklıklar, kamplardan kurtulmayı başarmış Uygur ve diğer Müslüman azınlık mensubu kişilerle yapılan röportajlardan elde edilen bilgilere dayanmaktadır. Farklı şahitliklerin konu hakkındaki ifadelerinin uyuşması, bilgilerin doğruluğunu kanıtlamaktadır. Buna göre belirtilen işkence yöntemlerinden bazıları şunlardır:
- Yaz aylarında sadece iç çamaşırıyla sıcak taş üzerinde; kış aylarında da çıplak ayakla buz üzerinde bekletme
- Dayak
- Elektrik şoku verme
- Hastalık durumlarında müdahale etmeme
- Uykusuz bırakma
- Uzun süre hücre hapsinde tutma
- Uzun süre kelepçe ile bırakma
- Uzun süre kafasında siyah çuval olduğu hâlde bekletme
- Tuvalet ihtiyaçlarının giderilmesini kısıtlama
- Aşırı kalabalık odalarda tutma
- Aç ve susuz bırakma ya da yeterli yiyecek vermeme
- Su tanklarına daldırma ya da soğukta üzerine soğuk su dökme
- Kadın tutukluların yüzlerinde ve vücutlarında sigara söndürme
- Bileklerinden asılan tutukluları bu hâldeyken copla dövme, elektrik verme, değişik acı verici nesnelerle dövme ve eziyet etme
- Soğukta bekletme
- Yoğun ve parlak ışıkla körleştirme
- Uzun süre gergin pozisyonda tutma
- Günlerce hareketsiz bir şekilde kaplan koltuğu denen koltuklarda oturtma
- Elleri kelepçeli ve ayakları prangalı olarak dolaştırılma
- Düzenli olarak verilen içeriği belirtilmeyen ilaçlarla güçten düşürme ve itaate zorlama
- Zoraki kürtaj ve doğum kontrol uygulamaları, erkeklerin kısırlaştırılması
- Tecavüze uğrayan birini izlemeye zorlama
- Toplu tecavüz
- Tutukluların ceza ve ödül sistemi ile aileleriyle görüştürülüp görüştürülmeyeceklerine karar veriliyor.
Kamplarda alıkonulan kişilerin aileleriyle görüşebilmeleri ancak verilen eğitimi eksiksiz tamamlamaları, dil ve siyasi doktrin sınavlarını geçmeleri ve tüm kurallara koşulsuz şartsız uymaları şartıyla gerçekleşebiliyor.[147]
- Kamplarda tutulma süreleri bildirilmiyor.
İnsanların kamplarda ne kadar süreyle tutulacaklarını bilmemeleri de psikolojik bir işkence olarak uygulanıyor. Sızdırılan bazı belgelerde tutukluların ancak din, dil ve kültürel bakımından değişim göstermeleri durumunda serbest bırakılacağı belirtiliyor. Bu serbest bırakma işlemi, dört ÇKP komitesi tarafından kişinin tamamen değiştiğine dair delillerin kabul görüp onaylanması akabinde gerçekleşebiliyor.[148]
- Tutuklu Uygurların aile ya da arkadaşlarını rapor etmeleri ya da fişlemeleri isteniyor.[149]
Bu şekilde yeni on binlerce masum insan toplama kamplarına alınıyor. Radikal eğilimli gruplarla bağlantısı olduğu iddiasıyla tutuklanan bir iş adamı, “Beni Türkiye’deki Doğu Türkistanlılar hakkında kendilerine casusluk yapmam şartıyla serbest bıraktılar.” diyor. Bu uygulamayla Uygurların birbirlerini fişlemeleri isteniyor.[150]
- Kamplarda tutuklu olanların çocukları alınarak izleri kaybettiriliyor.
Tutuklamalar ailelerin parçalanmasına neden oluyor. Tutuklu akrabalarının çocuklarına bakmak isteyenlere izin verilmiyor, tutukluların çocukları yetimhanelere ve diğer sosyal kurumlara gönderilerek asimile edilmeye çalışılıyor. Çocuklar ailelerinden zorla uzaklaştırılarak izleri kaybettiriliyor.[151]
- Toplama kamplarındaki Uygur Müslümanların organları çalınıyor.
HRW Avustralya şubesi tarafından desteklenen ve uluslararası organ nakli sisteminin kötü kullanımına son verme amaçlı kurulan, ayrıca uluslararası koalisyon tarafından da desteklen “Çin Mahkemesi” adlı sivil oluşum tarafından hazırlanan rapor bu konuda çarpıcı veriler içeriyor. Raporda, toplama kamplarında tutulan önemli sayıdaki mahkûmun kalp, akciğer, kornea, karaciğer gibi organlarının alındığına dair güçlü kanıtlar bulunduğu ve bu kanıtların BM İnsan Hakları Komisyonu’na sunulduğu belirtiliyor.[152] Çin Mahkemesi raporuna göre Çin, organ ticaretinden yılda 1 milyar dolar gelir sağlıyor.[153] BMC Medical Etics dergisinde yayınlanan bir başka raporda da Çinli yetkililer, Müslüman Uygur tutuklulardan zorla aldıkları organlar için “organ bağışı” olarak kayıt açıyor. Bu şekilde her yıl 90.000’den fazla Uygur’un ve bazı siyasi mahkûmların organları için infaz edildiği iddia ediliyor.
Toplam “yasal” organ nakli sayısının yılda yaklaşık 10.000 olduğu tahmin edilirken, yukarıdaki iddialar dikkate alındığında Çin’deki gerçek rakamın çok daha yüksek olduğu ifade ediliyor. Araştırmacılar -ülkenin en büyük üç hastanesinden elde edilen verileri kullanarak- Çin hükümetinin iddia ettiği gibi ülkede organ nakli operasyonlarını yürütmek için sadece 100 hastane olmadığını, karaciğer ve böbrek nakli yapılan toplam 712 hastane olduğunu belirtiyor. Avrupa Parlamentosu Halk Sağlığı Komitesi ve İnsan Hakları Alt Komitesi, yasa dışı olarak toplanan her bir böbrek ve karaciğerin 150.000 avroya kadar alıcı bulabildiğini bildiriyor.[154]
Kurbanların cesetleri ailelerine verilmediğinden ve genellikle tanıklar, konuşmaları imkânsız olan doktor, polis ve hapishane gardiyanları olduğundan, Çin’deki bu uygulamaları kanıtlamanın bir hayli zor olduğu belirtiliyor.[155] 2013 yılında İngiltere’de bir gazetede çıkan haberde, 1995’te Urumçi’de yaşadıklarını paylaşan Enver Tohti isimli bir cerrah, infazı gerçekleştirilen bir mahkûmun hemen ölmemesi için kasıtlı bir şekilde sağ göğsünden vurulduğunu ve organlarından bazıları alınırken (karaciğer ve iki böbrek) kalbinin hâlâ atmaya devam ettiğini anlatıyor. Bu operasyonu gerçekleştirmek için emir aldığını söyleyen Tohti, “Bu emre karşı koymak imkânsızdı.” diyor.[156] Çin Mahkemesi Başkanı Sir Geoffrey Nice’ın konuyla ilgili şu sözleri durumun vahametini açıkça ortaya koyuyor: “Sonuç, çok fazla insanın sebepsiz yere korkunç bir şekilde öldüğünü gösteriyor. Birçok kişinin böbrek, karaciğer, kalp ve korneaları hâlâ canlıyken alınmış.”[157]
Enver Tohti RFA’ya yaptığı açıklamada, 2012-2014 yılları arasında bu organların Suudi Arabistan’da “Helal organ” adı altında satıldığını da iddia etmiştir.[158] 2014 yılında devlet medyasında çıkan bazı haberlerde, Çin’in idam mahkûmlarından organ alma uygulamasını aşamalı olarak iptal edeceği ve bunun yerine ulusal bir organ bağışı sistemine geçileceği belirtilmesine rağmen veri ve deliller, hâlihazırda Uygur mahkûmların bu organ ticaretinin konusu olduğunu gösteriyor. Toplama kamplarından sağ kurtulan birkaç kişi, Çin Mahkemesi’ne kan testleri, röntgen ve ultrason gibi fiziksel muayenelere nasıl maruz kaldıklarını anlatmıştır. Bu tanıklıklar söz konusu iddiayı doğrular niteliktedir. Zira uzmanlar, bu muayenelerin mağdurların organlarının sağlıklı ve nakil için uygun olup olmadığının anlaşılması amacıyla yapıldığını tahmin etmektedir.[159]
- Kamplarda tutuklu olan Uygur ve diğer Müslüman azınlık mensupları, işçi olarak zorla çalıştırılıyor.
Resmî belgelere, uzmanlarla yapılan görüşmelere ve araştırmacıların bölge ziyaretleri sonucu hazırladıkları raporlara göre, “Çinli idareciler, Müslüman azınlığı işçi olma yönünde zorluyor.”[160] Kamplarda bulunan Uygurların iplik ve tekstil fabrikalarında ve ayrıca pamuk tarlalarında istekleri dışında ücretsiz olarak çalıştırıldığına dair deliller bulunuyor.[161] Dünya pamuk üretiminde ilk sırada yer alan Çin, “dünyada üretilen her beş balya pamuktan bir balyasının üretiminden sorumlu tuttuğu” Uygurları zorunlu olarak tarlalarda çalıştırıyor.[162]
Kamplardaki Yaşam Koşulları
Kamplar bütüncül fiziksel ve zihinsel kontrol sistemi ile kontrol edilmektedir. Kaçışları önlemek için koğuşlar, koridorlar ve binaların geneli, birden fazla kilitle kilitlidir ve etrafları da dikenli tellerle çevrilidir. Kampların gözetimi, gözlem kuleleri ve gardiyanlarla yapılmaktadır.
Mahkûmların kaçışını engellemek birincil öncelik olduğu için kamplardaki her alan 7/24 kameralarla izlenmektedir.[163]
Kamplarda bir günün programı ise genellikle şu şekildedir:
- 06.00-07.00: Kahvaltı
- 07.00-11.00: ÇKP sloganları içeren siyasi beyin yıkama dersleri yapılarak “Ben Çinliyim, Çinli olmaktan övünç duyuyorum, yaşasın Komünist Parti” gibi sözleri olan siyasi marşlar söyletilir.
- 11.00-12.00: Mahkûmlardan “Hayatımı ÇKP için feda ederim” tarzı sloganları tekrar tekrar söylemeleri ve ezberlemeleri istenir.
- 12.00-14.00: Sabah kahvaltısı ile aynı olan öğlen yemeği verilir.
- 14.00-16.00: “Eğer ÇKP olmasaydı yeni Çin olmazdı” gibi vatanseverlik ifadeleri bulunan marşlar söyletilir.
- 16.00-18.00: Suçunu itiraf etme oturumu gerçekleştirilir.
- 18.00-20.00: Kahvaltı ve öğlen yemeği ile aynı yemekten oluşan akşam yemeği verilir.
- 20.00-22.00: Kollar yukarıda, yüz duvara doğru çevirili olarak kabahatlerini düşünme talimatı verilir.
- 22.00-00.00: Tekrar öz değerlendirme yaptırılır.
- 01.00: Ayakta düz bir şekilde bekletilir.
- 06.00 Sağ taraf üzerine uyuma.[164]
Bir başka raporda, odaların her sabah arandığı, aramadan sonra Çin Devlet Başkanı Xi Jinping’in üç saatlik siyasal dogmasının anlatıldığı 19. ÇKP Toplantısı kayıtlarının dinletildiği belirtilmektedir. Ardından Jinping’i öven marşlar söyletilmekte, öğlen vakti askerî eğitim verilmektedir. Kahvaltıdan sonra ÇKP’ye ve Xi Jinping’e yeme, içme ve maişetlerini sağladığı için 10 dakika süren teşekkür etme programı düzenlenmektedir. Mahkûmlar birçok marş öğrenmek ve söylemek zorundadır. Bu marşları söyleyemezlerse yemek yemelerine, uyumalarına ya da oturmalarına izin verilmemektedir.[165]
Kamplarda tutukluların düşünce tarzını değiştirmeye yönelik yoğun ideolojik eğitimler verilmektedir. Çıkabilenlerin verdikleri ifadelere göre, tutuklulara eski yaşam tarzlarının yanlış olduğunu kabul etmeleri ve “pişmanlık ve itiraf” için baskı uygulanmaktadır. Kampta Çinceden başka dil konuşmak kesinlikle yasaktır. İnsanlar günde iki defa sıraya dizilerek rastgele Çince sorular sorulmakta, cevap veremeyenler dövülerek veya aç bırakılarak cezalandırılmaktadır. Tutuklular her hafta Mandarince, ideoloji ve disiplin konularında, ay ve sezon dereceleri gittikçe zorlaşan sınavlara tabi tutulmaktadır. Bu sınavlardan geçebilenler ailelerini ziyaret etme ya da kamplardan çıkarılma şeklinde ödüllendirilmektedir. Sınavları geçemeyenler ise daha uzun süreli ve daha sert muamele görecekleri başka kamplara gönderilmektedir.[166]
Mahkûmlara verilen yemekler hem yetersiz hem de kötü hazırlandığından sık sık zehirlenme vakaları görülmektedir. Ayrıca içki içmeye ve her cuma domuz eti yemeye zorlanan[167] mahkûmların konuşması, gülmesi, ağlaması ve -trajikomik olarak- işkenceden dolayı bağırması yasaktır.[168]
Mahkûmlar kampların farklı fazlarında günde ortalama 17 saat hiç konuşmadan, hareketsiz bir şekilde duvara bakarak oturtulmaktadır.[169] Hiçbir mahkûmun cep telefonu bulundurmasına asla izin verilmemekte, bunu engellemek için de kampların her köşesinde silahlı polisler nöbet tutmakta, üst düzey güvenlik önlemleri alınmaktadır.[170]
Kamplarda tuvaletler dâhil her yer gelişmiş kamera sistemleriyle izlenmektedir. Odalar çok soğuk ve ışık almamaktadır. Ortalama 16 metrekare olan bir odada 20 kişi kalmaktadır.[171]
Banyo ve tuvalet zamanları katı bir şekilde kontrol edilmektedir. Tuvaletler ihtiyaca göre değil, kamp yönetiminin belirlediği zamana göre kullanılabilmektedir. Banyo yapmaya haftada bir kez izin verilmekte ve bazen keyfî olarak bu izinler kaldırılmaktadır. Her odada tuvalet olarak kullanılan plastik bir kova bulunmaktadır ve her tutuklunun tuvaleti kullanmak için sadece iki dakikası vardır. Bu kovanın günde sadece bir defa boşaltılmasına izin verilmektedir.[172]
Kamplardan çıkabilmeyi başaran birçok kişinin ifadesine göre, ayda bir defa tutuklulara ne olduğunu bilmedikleri, idraki zayıflatan, halsizleştiren, kadınların regl görmesini durduran ve erkekleri kısırlaştıran ilaçlar verilmektedir.[173] Ayrıca sağlık problemlerinin tedavi edilmemesinden dolayı gerçekleşen ölüm vakaları da rapor edilmektedir.[174]
Tutuklular hemen hemen her şey için cezalandırılmaktadır. ÇKP’yi öven ve ezberlenmesi istenen bir marşın okunamaması yahut Çinceden başka bir dil kullanılması ceza için yeterli olmaktadır. Cezalar aç bırakmaktan tırnakların sökülmesine ya da uykusuz bırakmaktan zorlu pozisyonlarda tutulmaya kadar farklı işkence türlerini içermektedir. Ayrıca kadınlara yönelik birçok cinsel işkence ve tecavüz vakası da rapor edilmiştir.[175]
HRW’nin raporuna göre; fiziksel ve psikolojik şiddet, kötü koşullar, aşırı kalabalık, belirsizlikler ve türlü endişeler nedeniyle tutukluların bazıları intihar girişiminde bulunmaktadır.[176]
KAMPLARDA İNSANLIK DIŞI MUAMELE, İŞKENCE VE ÖLÜM
Bugüne kadar binlerce ölüm vakasının meydana geldiği kamplarda cesetlere ilişkin iki tür uygulama olmuştur. Birinci uygulamada ya mahkûmların naaşları ailelerine teslim edilmiş ya da mahkûmlar hayatlarının son günlerinde ailelilerine teslim edilmişler ve vefatları ailelerinin yanında gerçekleşmiştir. İkinci uygulama ise, cesetlerin aileye hiçbir şekilde verilmemesidir.
Cesetlerin verildiği durumlarda aileler herhangi bir şikâyette bulunmamaları konusunda tehdit edilmiş ve kahir ekseriyeti acılarını içlerine gömerek gözleri yaşlı, çocuklarını, babalarını, eşlerini ya da yakın bir akrabalarını cenaze namazını bile kılamadan sessiz sedasız defnetmek zorunda kalmıştır. Üç yıl ya da daha uzun bir süre geçtiği hâlde yakınlarının kendilerinden haber alamadığı on binlerce mahkûmdan bahsedilmektedir. Bu kişilerin kayıp bilgisi aileleri tarafından resmî makamlara verildiği hâlde ne bir cevap alabilmişler ne de kaybolan yakınlarının nerede olduğuna dair bir iz sürme ya da bilgiye ulaşma imkânları olmuştur.
Yapılan araştırmalar sonucu Doğu Türkistan’da 15 milyon civarı insanın DNA bilgilerinin toplandığı ve bu konuda en rahat veri toplama imkânının da doğal olarak toplama kampları olduğu belirtilmektedir. Çin, dünya üzerinde organ kaçakçılığının en fazla yapıldığı yerdir. Kamplarda bulunan yüz binlerce kişi, organ bekleyen hastaların doğal donörü olarak görülmektedir. On binlerce mahkûmun organlarının bir başkasının ihtiyacı için yasa dışı bir şekilde kullanılmış olması ihtimalinin oldukça yüksek olduğu belirtilmektedir.
Kamplarda gördükleri kötü muamele ve işkenceler nedeniyle ölen ve ailelerine teslim edilmeyip bilinmeyen yerlere gömülen ya da krematoryumlarda yakılan kişilerin sayısının da bir hayli fazla olduğu tahmin edilmektedir. Bu şekilde değerlendirildiğinde ortaya kocaman bir sis bulutu çıkmakta ve kamplardaki insanların gerçekte ne yaşadıkları, kaçının ne şekilde vefat ettiği, naaşlarına ne olduğu soruları, yaşanan acıların büyüklüğü karşısında basit detaylara dönüşmektedir. Zira böylesi bir süreçte insanlar ölümü bir kurtuluş olarak görebilmektedir.
Zorlu koşullar ve yetersiz beslenme sebebiyle ruhen ve bedenen iyice zayıflayan mahkûmların hastalıklara karşı da vücut ve moral anlamda dirençleri zayıflamaktadır. Ayrıca hastalanan mahkûmların bir sağlık merkezi ya da hastaneye erişimlerinin de son derece kısıtlı olduğu, yine toplama kamplarından çıkmayı başarabilenlerce ifade edilmektedir. Kronik ya da süreğen bir hastalığı olup toplama kamplarına alınanlardan bazıları da ilaçları kendilerine verilmediği için vefat etmektedir. Kalp ve tansiyon gibi kronik rahatsızlığı olan insanlar, zorlu kamp koşullarında en savunmasız olan kesimi oluşturmaktadır.
2019 yılı Kasım ayında Çin’de başlayıp dünyaya yayılan koronavirüs salgını nedeniyle de kamplarda on binlerce kişinin ölmüş olabileceği belirtilmektedir. Bu konuda Çin hükümeti bir açıklama yapmasa da böylesine kalabalık ve dar bir alanda virüsün yayılmamış olma ihtimali düşük görünmektedir. Çin tamamen karartma uyguladığı kamplarla ilgili olarak Dünya Sağlık Örgütü’ne (DSÖ) dahi bilgi vermemektedir.
Bu kamplarda yakınları bulunan insanların, açıkça dile getiremeseler bile en önemli beklentileri, kamplarda hukuksuz bir şekilde tutulan yakınlarının sağlığı ile ilgili acil bilgi alabilmektir. 2019 yılında kendisiyle ilgili ölüm haberleri çıktığında Çin tarafından videolu görüntüsü yayınlanan halk ozanı Abdurrehim Heyit vakasında olduğu gibi, ailelerin bilgi edinme hakkına saygı duyulmamaktadır.
Hangi kampta kaç kişi olduğu; isimleri, suçları, yargılandılarsa mahkeme bilgileri, aldıkları ceza ve hepsinden önemlisi hayatta olup olmadıkları Çin yönetiminin cevaplaması beklenen sorular olarak durmaktadır.
Dünyaya, uluslararası bağımsız gözlemcilere, kısacası herkese ve her kuruma kapalı olan bu toplama kampları, mevcut durumları ile hiçbir toplu cezalandırma yöntemiyle kıyaslanmayacak kadar insan onuruna aykırı ve yüz kızartıcı yerlerdir. Şu an kamplarda tutulan ya da yakınlarının yanında vefat etmiş olan binlerce kişiden bazısına dair edinilen bilgiler, diğer büyük çoğunluğun içinde bulunduğu koşullarla ilgili önemli ipuçları vermektedir:
- RFA’ya ait 27 Haziran 2018 tarihli bir raporda, Yengişehir ve Konaşehir’de bulunan gözaltı merkezlerindeki 26 tutuklunun öldüğü belirtilmiştir. Bir güvenlik memuru tarafından onaylanan bilgiye göre, ölenlerin arasında Ablet adında 37 yaşında bir esnaf ve muhtemelen birçok yaşlı Uygur bulunmaktadır. Güvenlik memurunun açıklaması şöyledir: “Hava koşulları iyi değil ve yaşlıların çoğunda yüksek tansiyon ve kalp hastalığı var. Dolayısıyla tutuldukları koşullara uyum sağlayamıyorlar. Ama bu benim görüşüm, zira öldüklerinde yanlarında bulunmadığım için size detaylı bilgi veremeyeceğim.”[177]
- 29 Ocak 2018’de Doğu Türkistan’ın önde gelen âlim ve kanaat önderlerinden Kur’an-ı Kerim’i Uygurcaya tercüme etmiş olan 82 yaşındaki Muhammed Salih Hajim tutulduğu kampta vefat etmiştir. Vefat sebebi bilinmeyen Hajim, kızı ve diğer akrabaları ile birlikte 2017 yılı sonunda gözaltına alınmıştır.
- Uygur toplumunun önderlerinden olan 86 yaşındaki Abdulahad Mahdum’un Kasım 2017’de Hoten’de bir gözaltı kampında vefat ettiği açıklanmıştır. Doğu Türkistan’ın önderlerinden Mehmet Emin Buğra’nın yeğeni olan Mahdum’un ailesi ve yakınlarıyla birlikte 2016 yılında hapse atıldığı, vefatının ise 2018 Mart’ında açıklandığı belirtilmektedir.[178]
- Yerel kaynaklara göre, 2016’da Türkiye’yi ziyaret eden ve bu seyahati sebebiyle dönüşünde gözaltında alınan 17 yaşındaki Yakupcan Naman, bir süre sonra Kaşgar’daki toplama kampında vefat etmiştir. Naaşı polis denetiminde defnedildiği için Yakupcan’ın ölüm sebebi belirlenememiştir.[179]
- Mısır’da el-Ezher Üniversitesi’nde eğitim gören, fakat ailelerinin hapse atılması şantajıyla Doğu Türkistan’a dönmek zorunda kalan Abdüsselam Memet ve Yasincan Naman, 2017 yılında toplama kampında, büyük ihtimalle gördükleri ağır işkencelerden dolayı hayatlarını kaybetmiştir. Abdüsselam Memet’in Korla şehrinin en büyük camisinin imamının oğlu, Yasincan Naman’ın ise Korla Çağ Hapishanesi’nde görevli bir polisin kardeşi olduğu belirtilmiştir.[180]
- RFA’nın bildirdiğine göre, 2018 Mayıs’ında yaşlı bir Uygur kadın Gulca şehrinde bulunan Yamachang Kampı’nda sağlık sorunlarından dolayı vefat etmiştir.[181]
Bu vefat haberlerini daha da çoğaltmak mümkündür. Ayrıca hâlihazırda söz konusu kamplarda kadın, erkek, yaşlı, genç, öğrenci ya da çalışan kim olursa olsun herhangi bir mahkemede göstermelik bile olsa yargılanmadan tutulan yüz binlerce masum insanın varlığı, yaşanan ya da yaşanacak trajedinin büyüklüğünü gözler önüne sermektedir.
KAMPLARINDA KORONAVİRÜS TEHDİDİ
Çin’in karartmaları nedeniyle ne kampların sayısı ve yeri ne de buralarda tutulan insanların içinde bulunduğu koşullar tam olarak bilinebilmektedir. Benzer şekilde, yaşanan koronavirüs (covid-19) salgınının bu kamplardaki insanları nasıl etkilediği konusu da büyük bir muamma olarak durmaktadır.
Çin’in Wuhan kentinde önce bir hayvan pazarından çıktığı söylenen, daha sonra laboratuvarda üretilerek yayıldığı iddia edilen ve dünyanın tamamını esir alan koronavirüs, tüm dünyada 14 Haziran 2020 itibarıyla 8 milyon kişiye bulaşmış, 435.000 insanın hayatına mal olmuştur. Çin’de resmî makamlarca 83.132 kişinin enfekte olduğu ve bunların 4.634’ünün öldüğü açıklansa da hemen her konuda verdiği bilgiler soru işaretleri taşıyan Pekin yönetiminin ölen insan sayısını sakladığına dair güçlü görüşler bulunmaktadır.
Salgınının Doğu Türkistan’da ne kadar yayıldığıyla ilgili olarak Çinli yetkililer “devlet sırrı” diyerek konuşmayı reddetseler de Çin medyasında yer alan haberlerdeki bilgi kırıntılarına göre, 2020 Şubat ayı başı itibarıyla Doğu Türkistan’da 24 kişinin enfekte olduğu, 1.254 kişinin de tıbbi gözlem altında tutulduğu anlaşılmaktadır.[182] 10 Şubat’ta bölgedeki hasta sayısı 78 olarak bildirilmiştir (Urumçi: 23, Gulca: 18, Çöçek: 7, Sanci: 4, Korla: 4, Şihenzi: 2, Aksu: 1, Turfan: 3, 4. Askerî Üs: 10, 6. Askerî Üs: 2, 7. Askerî Üs: 1, 12. Askerî Üs: 3).[183] Sonrasında ise belirlenen 78 koronavirüs vakasından üçünün hayatını kaybettiği açıklanmıştır.[184] Fakat Çinli muhalif gazetecilerin iddialarına göre bölgedeki ölü sayısı 1.000’in üzerindedir.[185]
Münih merkezli Dünya Uygur Kongresi Başkanı Dolkun İsa, RFA’ya yaptığı açıklamada, koronavirüsün toplama kamplarına yayılmasının Uygur tutuklular için ciddi etkileri olacağına ve böyle bir durumda milyonlarca insanın hayatının tehlikeye gireceğine dikkat çekmiştir:
“Toplama kamplarındaki koşulların korkunç olduğu gerçeğini biliyoruz. Birçok insan aşırı kalabalık ve hijyenik olmayan koşullar nedeniyle ciddi hastalıklara yakalandı, tutukluların bağışıklık sistemi zayıfladı. Verilen gıdaların kalitesizliği, tıbbi bakım eksikliği ve işkenceler, tutukluların bağışıklık sisteminin zayıflamasına neden oluyor. Çin, virüsün kamplara yayılmasını önlemek için her şeyi yapmalı. Yoksa sonuçları felaket olur. Bu keyfî tutum on binlerce Uygur’un ölümüne yol açabilir.”[186]
Bu süreçte DSÖ, pandemi ve acil durum ilan etmekte gecikmekle suçlanmaktadır. Almanya, DSÖ’nün küresel bir uyarıyı ertelemesinin başlıca sorumlusunun Çin yönetimi olduğunu savunmaktadır. Alman medyasına göre, 21 Ocak’ta Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, DSÖ Başkanı Tedros Adhanom Ghebreyesus ile yaptığı telefon görüşmesinde, ondan koronavirüsün kişiden kişiye bulaştığına dair bilgiyi gizlemesini ve pandemi uyarısını ertelemesini istemiştir. Bu şekilde dünyanın virüsle mücadelede dört ila altı hafta kaybettiği iddia edilmektedir.[187]
Öyle görünüyor ki Çin, BM’de her geçen gün artan etkinliğini[188] DSÖ gibi tarafsız olması gereken bir kurumda da işletmiştir.[189] Çin ve BM hâlihazırda, toplama kamplarına kapatılan insanların durumuyla ilgili de bir açıklama yapmamıştır. Daha da rahatsız edici olan ise, virüsün kamplara yayılması durumunda, Çin yönetiminin uyguladığı karartmalardan dolayı, dış dünyadan hiç kimse Çinli sağlık görevlilerinin bu duruma nasıl tepki vereceğini ve hatta ölüm oranlarının ne kadar olduğunu bilmeyecektir.[190]
Bütün dünyada virüsün yayılma hızını durdurmak için insanların bir araya gelmesi, toplanması yasaklanırken ve hatta aile bireylerinin dahi aynı evde farklı odaları kullanmaları tavsiye edilirken Çin, 3 milyona yakın insanın tutuklu olduğu toplama kamplarını boşaltmayı reddetmektedir. Eğer virüs kamp polisleri ya da görevliler yolu ile tek bir mahkûma bile bulaşırsa (yahut bulaştıysa), hastalık kalabalık ve hijyenik olmayan yaşam alanları sebebiyle kamplarda normale göre onlarca kat daha hızlı yayılacaktır. Kapalı alanda yer yer 10.000’den fazla insanın yaşadığı belirtilen toplama kamplarında her türlü salgın riski zaten oldukça yüksektir; dolayısıyla virüsün kamplara bulaşması durumunda buralardaki ölüm oranlarının da bir hayli yüksek olacağı tahmin edilmektedir.
Virüs sebebiyle vefat edenlerin ekserisinin bağışıklık sistemi zayıf, hasta ve yaşlı kimseler olduğu düşünüldüğünde rutin sağlık hizmeti dahi verilmeyen toplama kamplarında tutulan insanların durumu oldukça endişe vericidir. Zira kötü yaşam koşulları ve sağlıksız yemekler yüzünden bağışıklık sistemleri bozulan mahkûmlar ciddi risk altındadır. Kamplarda tutulanlar hem kötü muamele ve ağır kamp koşulları hem de ailelerinden ayrı olmaları nedeniyle psikolojik yönden de çöküntü içerisindedirler; dolayısıyla böylesi bir hastalıkla mücadele edebilecek ne fiziki güce ne de moral motivasyona sahiptirler. Hasılı bu durum kamplarda tutuklu bulunan insanlar için büyük tehlike oluşturmaktadır.[191] Ve hastalık bir kez yayılmaya başladığında, Doğu Türkistan’da bulunan 167 hastanenin hastaların tedavisi için yeterli olmayacağı da ortadadır.
İnsan hakları gözlemcileri ve kamp mağdurlarına göre, Uygurlar ve Çin’in kitlesel gözaltı kamplarında tutulan diğer zulüm gören gruplar için hastanelere erişim, karantina alanları, yeterli beslenme, hijyenik ürünler ve sağlıklı yaşam için gerekli diğer ihtiyaçlar ciddi şekilde kısıtlanmıştır. Gözaltında tutulan kişiler, neredeyse yanındaki kişiye dokunmadan ayakta durmanın bile imkânsız olduğu, aşırı kalabalık hücrelerde tutulmaktadır. Tanıkların ifadelerinden, bazı kamplarda insanların kalabalık yüzünden değişimli olarak uyuyabildikleri anlaşılmaktadır. Yukarıda sayılan diğer tüm olumsuzluklar da düşünüldüğünde kamplarda enfekte olma ve koronavirüsten ölme riski oldukça yüksektir.[192]
İlginç olan durumlardan biri de koronavirüs tehlikesi belirip Wuhan ve çevre şehirler karantina altına alındıktan sonra bile Doğu Türkistan’ın başkenti Urumçi’ye uçuşların bir süre daha devam etmesidir. Bu durum, artan riske rağmen Çin hükümetinin virüsün Uygur bölgelerine yayılmasını önemsemediği yorumlarına neden olmuştur. Her kampta binlerce insanın tutulduğu ve gözaltında olanların sayısının her geçen gün arttığı düşünüldüğünde Çinli yetkililerin sadece kamplardakilerin değil bölgede yaşayan diğer insanların sağlığını da fazla önemsemediği anlaşılmaktadır.
Pekin yönetiminin bölgenin en büyük kentlerinden biri olan Urumçi’de karantina ilan etmesinden sonra, Uygur Türkleri arasında koronavirüs salgınının özellikle kamplarda etnik temizlik için bahane olarak kullanılacağı endişesi artmıştır.
Dışarıyla irtibatı olmayan toplama kamplarında salgının ne ölçüde etkili olduğu tam olarak bilinememektedir. Ancak sızan bilgilere göre, Atuş’taki 6. Toplama Kampı’nda Miradil Nurahmet adında bir öğrencinin karantinaya alındığı, başka bir kampta ise 10’a yakın Uygur Türkü’nün virüs şüphesiyle müşahede altında tutulduğu belirtilmektedir. Doğu Türkistan’daki durumu değerlendiren bazı kaynaklar, birçok kamptan teyide muhtaç benzer haberlerin geldiğini rapor etmektedir. Örneğin 14 yaşındaki Mehliya Çetinkaya, yakınları kamplarda bulunan diğer binlerce kişi gibi 2017’den bu yana iletişim kuramadığı annesinin koronavirüs nedeniyle tehlike altında olabileceğinden endişe ettiği söylemektedir.[193]
Devlet kontrolündeki Halkın Gazetesi (Ren Min Wang), Doğu Türkistan’da 12 Mart 2020 tarihinden bu yana tüm inşaat alanları, petrol rafinerileri ve tekstil fabrikalarının tam kapasiteye yakın şekilde üretime geçtiğini ve bölgedeki tüm okulların da yeniden eğitim faaliyetlerine başladığını yazmıştır.[194] 28 Mart itibarıyla bölgedeki işletmelerin tamamının %98 kapasiteyle çalıştığı belirtilmektedir.[195] Ancak bölgede yaşayanlar, toplama kamplarında, fabrikalarda ve günlük yaşantı içerisinde ciddi herhangi bir önlem alınmadığını, hastalık yeniden ortaya çıkarsa sağlık ve iletişim imkânları kısıtlı olan bölgede büyük bir felaketin yaşanabileceğini ifade etmektedir. Bir diğer önemli sorun ise, Doğu Türkistan’dan gençlerin Çin genelinde virüs nedeniyle azalan iş gücünü karşılamak üzere, son derece tedbirsiz bir şekilde ülkenin iç bölgelerine gönderilmeleridir. Bu şekilde hem toplama kamplarından hem de siviller arasından yüz binlerce kişinin bir firmadan diğerine devredilerek âdeta köle gibi çalıştırıldığı bilinmektedir.[196]
Hong Kong ve bazı Çin medyasında, ülkenin Ciciang, Çonçing, Siçuan, Heilongciang, Guangzhou, Jiang Xi, Şangay, Jie Jang, Şenzen ve Hunen gibi birçok kentindeki fabrikalarda çalıştırılmak üzere, Doğu Türkistan’daki kamplardan tutsakların gönderildiği ve bu insanların üzerlerinde koruyucu elbise olmaksızın çalıştırıldığı haberleri yer almıştır. Ancak daha sonra bu haberleri yapan gazeteciler hakkında da “devlet sırrını ifşa” ettikleri için soruşturma açıldığı bildirilmiştir.[197]
Bütün bunların yanı sıra bölgede devam eden karantina sürecinde Uygurların yiyecek ve içecek sıkıntısı çektiği ve sokağa çıkma yasağı sebebiyle birçok ailenin ellerindeki imkânlarla idare etmek zorunda kaldığı haberleri çıkmış, ayrıca Çinli askerlerle Uygurlar arasındaki konuşmalar sosyal medyada tartışmalara sebep olmuştur.[198]
Kamplardaki aile üyelerinin hayatta olup olmadığına dair haber alamayan diasporadaki Uygurlar, Çin’in kamplardaki salgını kasıtlı olarak görmezden gelebileceğinden veya koronavirüsle ilgisi bulunmayan ölümleri açıklamak için koronavirüsü kullanacağından endişe etmektedir. Doğu Türkistan’da yaşayan Müslüman Uygur, Kazak, Kırgız ve Özbek Türklerinin kaldığı kamplarda koronavirüsün yayılmasına mani olmak için tedbir almayarak insanların ölmesine göz yumulduğu da ortaya atılan iddialardan biridir. Çünkü kamplarındaki mahkûmları açıktan idam etmek dünyanın her tarafından tepki alacağından, ilaç denemeleri yapmak veya virüsün yayılımını bilinçli olarak kontrol altına almamak, toplama kamplarında toplu ölümlerin sessiz sedasız gerçekleşmesi anlamına gelebilir.[199]
Koronavirüsün bölgedeki yayılımını durdurmak ve ölümleri önlemek için gerekli tedbirleri almak üzere Doğu Türkistan’a acil sağlık heyetlerinin gönderilmesi büyük önem arz etmektedir. Özellikle de kamplarda kalanların ivedilikle detaylı sağlık taramasından geçirilmesi, teşhis ve tedavi için tıbbi ekiplerin görevlendirilmesi elzemdir.[200] Bu noktada milyonlarca insanın risk altında bulunduğu toplama kamplarının bir an evvel kapatılması ise en kesin çözümdür.
GERİDE KALANLAR
Doğu Türkistan ÇKP Sekreteri Chen Quanguo, Kasım 2016’da yaptığı açıklamada, bölgeye yönelik çeşitli kalkınma hamlelerinin bir parçası olarak Doğu Türkistan’da bulunan tüm yetim çocukların 2020 yılına kadar kurumlara yerleştirilmeleri talimatını vermiştir.[201] Bu talimata göre, mevcut yetimhane ve çocuk bakım merkezlerinde boş kontenjan bırakılmayacak ve yeni kurulacak merkezlerle mevcutların kapasitesi arttırılacaktır. Her bir merkezde en az 100 çocuk bulunması planlanmaktadır.
Çin’in Evlat Edinme Kanunu’nun 4. maddesi, yetimleri, “14 yaşından küçük olup ebeveynini kaybedenler, ebeveyni bulunamayanlar ve ebeveyninin özel engeli nedeniyle bakımları sağlanamayan çocuklar” olarak tanımlamaktadır. Ayrıca Çin Sivil İşler Bakanlığı tarafından kurulan yetimhanelerin yetimlere bakmakla yükümlü olduğunu söyleyen Çocukları Koruma Yasası’nın 43. maddesi, çocukların devlet bakımı için akrabalarından zorla alınmasına yetki vermemektedir. Bu konuyla ilgili başka herhangi bir yasal prosedür de bulunmamaktadır.[202] Bu çerçevede aileleri olduğu hâlde yetimhanelere alınan çocukların ailelerinin yasal izinlerinin alındığı yönünde yayınlanan raporların hangi ölçüde gerçeği yansıttığı tartışmaya açıktır. Zira Uygurların büyük bölümü, çocukların bu merkezlere gönderilmesini istemediklerini söylemektedir.
Kaşgar’ın Feyziwat-Jiashi ilçesinde bulunan bir polis karakolunda, ismini belirtmeyen bir Uygur yetkili, RFA’nın Uygur Servisi’ne yaptığı açıklamada, yerel hükümet yetkililerinin ebeveynleri toplama kamplarına gönderilen çocukların akıbetlerinin devlet tarafından belirlendiğini söylemiştir. Kaşgar’da bulunan Chasa Caddesi mahalle komitesindeki bir görevli de koruyucusu olmayan çocukların yetimhanelere gönderildiğini ve bu çocuklar hakkında hükümet dışında hiç kimsenin karar yetkisinin olmadığını belirtmiştir.
Urumçi’deki tutuklu Uygurların çocuklarının devlet kurumlarında nasıl bakıldığına dair bilgi almak isteyenlere Merkez Yetimhanesi yetkililerinin cevap vermeyi reddettiği bildirilmiştir. Tüm bölge illerinde de benzer bir durum söz konusudur. Doğu Türkistan’ın güneyinde bir yetimhanede çalışan bir Uygur, tesisin aşırı kalabalık ve koşullarının korkunç olduğunu, çocukların burada âdeta çiftlik hayvanları gibi kilitlendiklerini anlatmıştır. Aynı çalışan, halktan çok fazla nakit bağış toplandığını ancak çocuklar için çok az harcama yapıldığını, gelen paranın bir kısmının birkaç odayı dekore etmek, göstermelik olarak giydirilen bazı çocukları televizyona çıkarıp reklam yapmak için kullanıldığını söylemiştir.
Uygur görevli geçmişte yetimhanede çok fazla çocuk olmadığını fakat son zamanlarda çocuk sayısının arttığını, bu artışın sebebinin de ebeveynleri yeniden eğitim kamplarına gönderilen çocukların yetimhaneye yerleştirilmesi olduğunu belirtmiştir. Çocukların yaşlarının 0-12 arasında değiştiğini, yetimhanede çocuklara haftada sadece bir kez et verilerek tasarruf edilmeye çalışıldığını, kalan öğünlerde ise pirinç çorbası verildiğini söylemiştir.
İli Kazak otonom vilayeti ve Tarbagatay gibi kuzey vilayetlerindeki Çinli yetkililerin Uygurları yeniden eğitim kamplarına yerleştirme konusunda daha rahat olduğuna dikkat çeken aynı görevli, ancak yetimhanelerin orada da aşırı kalabalık olduğunu, bundan dolayı çocukların Çin ana karasına taşındığını fakat tam olarak nereye götürüldüklerinin bilinmediğini belirtmiştir. Doğu Türkistan’da güvenlik tedbirleri çok sıkı olduğundan eğitim kamplarından serbest bırakılsalar bile ebeveynlerin çocuklarını yetimhanelerde bulabilmeleri neredeyse imkânsızdır.[203]
Çin makamları Uygur ve diğer etnik azınlık grupların (Kazak, Kırgız) çocuklarını aileleri hayatta olsa bile Doğu Türkistan’ın batısında bulunan ve devlet tarafından işletilen yetimhanelere yerleştirmektedir. Pekin hükümetinin bu yetimhaneleri çocukları koruma amacıyla değil, daha çok Doğu Türkistan’daki Müslümanları aile ve kültürlerinden sistematik olarak uzaklaştırma çabalarının bir parçası olarak kullandığına dair ciddi tespitler bulunmaktadır.[204]
Millî Eğitim Bakanlığı resmî internet sitesinde yer alan verilere göre, Doğu Türkistan’da toplam 7.778 çocuk yetiştirme merkezi vardır. Bu merkezlerin eğitmenler dâhil tüm kadrosu toplam 92.200’dür. Ayrıca “Özel Görevli” statüsüyle 59.400 kişi daha istihdam edilmiştir. Çin’in 2018 yılında çıkardığı “İki Yerleştirme” adlı kararnamesi gereği, yaşlılar ve sahipsiz çocuklar devlete bağlı kreş ve huzur evlerine yerleştirilmektedir; dolayısıyla ebeveyni toplama kamplarına götürülen binlerce sahipsiz çocuk, merkezî yönetimin bu kararnamesi uyarınca bu kurumlara alınmaktadır. Bakanlığın açıkladığı görevli sayısına göre oranlama yapıldığında, bu merkezlerde tutulan çocuk sayısının yaklaşık 2 milyon olduğu tahmin edilmektedir.[205]
HRW Çin Direktörü Sophie Richardson, Çin hükümetinin çocukları yakınlarından zorla ayırmasını, Doğu Türkistan’daki baskıların en acımasız boyutu olarak tanımlamaktadır.[206] HRW, çocukların rızası veya herhangi bir yasal gerekçe olmadan devlet kurumlarına alınmaları yanı sıra buralarda temel hak ve kültürel miraslarını inkâr eden uygulamalara maruz kalmalarından da derin endişe duyulduğunu açıklamıştır. Çin medyasında ve hükümet kaynaklı web sitelerinde yer aldığı üzere, Doğu Türkistan’daki yatılı okullarda bulunan çocuklara Çince öğretilmesi, ÇKP propagandası içeren marşlar söyletilip dans ettirilmeleri, çocukların kendi dillerini konuşmalarına müsaade edilmemesi ve çocuk haklarıyla ilgili diğer ihlaller, endişeleri daha da arttırmaktadır.
Çin’de daha önceden Uygurca eğitim imkânı tanınsa da 2016 yılı Aralık ayından bu yana sertleşen parti politikaları ile birlikte yeni bir evreye geçildiği ilan edilmiştir. Buna göre okullar Doğu Türkistan’daki uygulamaların bir uzantısı olacak, bu kurumlarda Çin diline, vatanseverlik ve partiye sadakat konularına ağırlık verilecektir. Programın Uygurlar açısından en dikkat çeken yönü ise, din konusunun çocuklar üzerinde “zehirleyici etkisi olan bir olgu” olarak anlatılıyor olmasıdır. 2017 tarihli bir belgeye göre, Doğu Türkistan’da tüm ortaokul öğrencilerinin %40’ını oluşturan 497.800 öğrenci yatılı okullara yerleştirilmiştir. Doğu Türkistan’da Çince, Uygur Türkçesinin yerini almış, ilk ve orta dereceli okullarda Çince eğitim zorunlu hâle getirilmiştir.[207]
2018 Şubat’ında Kaşgar’da yayımlanan bir hükümet bildirisinde, ebeveynlerinden biri gözaltında olan çocukların, evde kendilerine bakacak akrabaları olsa bile yatılı okula gönderilmeleri gerektiği belirtilmektedir. Bildiride, öğretmenlerden öğrencilerin sosyalist değerlerle endoktrine edilmesi, verilen eğitim için minnettarlık duymalarının sağlanması ve dinî aşırılığın ifadesi olan “75 tür davranıştan” kaçınmalarının sağlanması gerektiği belirtilmektedir.[208]
2018 ve 2019’da Doğu Türkistan’ı ziyaret eden yabancı gazeteciler, bölgede verilen eğitim hakkında rapor hazırlamak için okulları ziyaret etmek istediklerinde kendilerine müsaade edilmemiştir. Fakat dışarıdan yapılan gözlemler sonucu; dikenli teller, çitler ve kameralarla çevrili olan bu okulların çocukların güvenliklerinin sağlanmasından ziyade bir gözaltı merkezini andırdığı belirtilmiştir. Bölgede ebeveynleri toplama kamplarında bulunan çocukların belli noktalarda toplanabilmeleri için çocuk bakım merkezleri ve yatılı okul inşasına da hız verildiği gözlenmiştir. Doğu Türkistan üzerine yayın yapan Türkistan TV’ye göre; 20’yi aşkın çocuk kampının yeri tespit edilmiş durumdadır ve bu kampların kurulduğu tarihler, Doğu Türkistan’da yetişkinler için kurulan toplama kamplarının açılmaya başladığı tarihlerle örtüşmektedir. Bir başka kaynakta da Doğu Türkistan’daki ihale ilanlarına göre 2017 yılının başından 2018 ortalarına kadar, hükümetin 5.000 çocuk kapasiteli 45 yetimhane inşa etmek veya mevcutları genişletmek için 30 milyon dolardan fazla bütçe ayırdığı belirtilmektedir.[209]
Yine 2018 Temmuz ve Ağustos aylarında etnik azınlık grupların yaşadığı Kaşgar, Aksu ve Kızılsu vilayetlerinde “dezavantajlı çocukların korunması” amaçlı en az dokuz merkezin inşası için ihaleler açıldığı belirtilmektedir. Örneğin, bunlardan biri olan Moyu ilçesindeki yeni yetimhane dört kat üzerine toplam 22.776 metrekare olarak inşa edilmiştir. Bu sayılara anaokulları ve toplama kampında bulunan kişilerin çocuklarının devam ettiği diğer okullar dâhil değildir. Okullarda başka etnik grupların çocukları da bulunduğundan tutuklu Uygurların çocuklarının sayısını tespit etmek mümkün görünmemektedir.[210] Anlaşılacağı üzere tespit edilebilen “çocuk kampları”, var olan bütünün sadece küçük bir kısmını oluşturmaktadır.
Uydu görüntülerinden faydalanılarak belirlenen kamplardan bir kısmının Hoten kırsalına kurulduğu, bu kamplarda bulunan çocukların çoğunun da kreş ve anaokulu yaşlarında olduğu tahmin edilmektedir.[211] Bazı kaynaklarda ise ebeveynlerinden alınan küçük çocukların tutulduğu 50’nin üzerinde toplama kampından bahsedilmektedir.[212] Sürgündeki Uygurların verdiği bilgilere göre, bu çocukların “istenen çizgiye” getirilebilmeleri için yeni kurumların inşa edilmesi hakkında birçok yönerge ve belge bulunmaktadır.
Bu belgeler, yetişkinler için kurulan toplama kampları ile eş zamanlı olarak, çocuklar için de yatılı kamp sisteminin uygulamaya konulduğunu göstermektedir. Yalnızca 2017 yılına ait verilerde, Doğu Türkistan’da anaokuluna başlayan çocukların sayısının önceki yıla göre yarım milyondan fazla arttığı görülmektedir. Bu sayının %90’ını Uygur Türkleri gibi Müslüman azınlığa dâhil çocuklar oluşturmaktadır. Aynı resmî veriler, yalnızca Doğu Türkistan’daki yatılı anaokulu inşaatları için devletin 1,2 milyar dolar harcadığını göstermektedir. Bu okullardan biri olan “Yecheng Şehri Numara 4” isimli devasa boyuttaki yatılı okula, yalnızca 2019 yılı Nisan ayında, çevre köylerden 2.000’e yakın çocuğun getirildiği bildirilmektedir.[213] Diasporadaki Uygurlar, özellikle ailelerinden alınan ve devlet yetimhanelerinde ve anaokullarında tutulan Uygur çocuklarının sayısı dikkate alındığında, toplama kamplarında tutulan kişilerin sayısının çok daha yüksek olabileceğinden endişe etmektedir.[214]
Çin’in 1992 yılında onayladığı BM Çocuk Hakları Sözleşmesi, aileyi çocukların büyümesi ve refahı için doğal ortam olarak kabul etmektedir. Sözleşmeye göre devletler, çocuğun yüksek yararının gözetilmesi için ebeveyninden ayrılmamasını sağlamakla yükümlüdür. Alternatif bakım düzenlemeleri gerektiğinde bile çocuğun öncelikle yakın aile fertlerinin gözetiminde bir bakımına verilmesi tavsiye edilmektedir. Bir çocuğu ailesinin bakımından mahrum bırakmak en son seçenektir ve böyle bir süreç mümkün olduğunca geçici olmalıdır. Yetkililer, kendi görüşlerini oluşturabilen bir çocuğun, bu görüşleri etkileyen tüm konuları özgürce ifade etme hakkına sahip olmasını sağlamalıdır. Çocuğun ifade ettiği görüşlere, yaşına ve olgunluğuna göre gereken önem verilmelidir. Alternatif bakımla ilgili tüm kararlar prensip olarak çocuğun temel asli menfaatlerini gözetmeli, çocuk alışageldiği ikamet yerine olabildiğince yakın tutulmalı, çocuğun ailesi ile teması ve potansiyel yeniden entegrasyonunun kolaylaştırılması için gerekli tedbirler alınmalı ve çocuğun eğitimine, kültürel ve sosyal yaşamına devamı sağlanmalıdır.
Ebeveynleri farklı ülkelerde ikamet eden çocukların kişisel ilişkileri sürdürme ve her iki ebeveynle doğrudan temas kurma hakları vardır. Sözleşme ayrıca çocukları; etnik, dinî veya dil olarak kendi kültürlerinden yararlanma, kendi dinlerinin gereklerini uygulama ve kendi dillerini kullanma hakkından mahrum bırakılmaya karşı da korur. HRW Direktörü Richardson, “Diğer devletler, Çin makamlarının Sincan’daki baskı politikalarının bir parçası olarak ailelere uyguladığı gayriinsani yöntemlere karşı çıkmalıdır. Çin’e, aile birleşmesinin temel bir insan hakkı olduğu açıkça belirtilmelidir.” diyerek bu konudaki serzenişini ifade etmektedir.
Türkiye’de yaşayan Hotenli Abdülaziz, Temmuz 2017’den bu yana eşi ve dört çocuğundan haber alamıyor. Kısa bir süre önce çocuklarının en büyüğünün Doğu Türkistan’da bulunan kayınvalidesi ile birlikte yaşadığını öğrenen Abdülaziz, eşi ve diğer üç çocuğunun nerede olduğunu ise hâlâ bilmiyor. Ailesinden haber almak için her yolu denemesine rağmen Doğu Türkistan’da bulunan iki erkek kardeşine de bir türlü ulaşamadığını söylüyor. Abdülaziz’in hayatta tek bir dileği var, o da sevdiklerini bir kez daha görebilmek![215]
Doğu Türkistan’dan ayrılmak zorunda kalarak Türkiye’ye yerleşen Abdurrahman Tohti, eşi ve çocuklarının birkaç yıl önce Doğu Türkistan’a ziyaret amaçlı döndüklerinde ortadan kaybolduklarını anlatıyor. Eşinin ve anne babasının tutuklandığını öğrenen Tohti, çocuklarının akıbeti hakkında ise hiçbir şey öğrenememiş. Sadece Çin sosyal medyasındaki bir videoda dört yaşındaki oğlunu gördüğünü, videoda oğlunun Çince konuştuğunu söylüyor. Tohti, çocuğunu sağ gördüğüne sevinse de içinde bulunduğu çaresizlikten dolayı yıkıldığını ifade ediyor.[216]
Görüldüğü üzere keyfî uygulamalar sadece toplama kamplarında tutulanlar için değil, aynı zamanda onların en yakınları olan eş ve çocukları için de geçerlidir. Aile bütünlüğünün ve çocukların psikolojik gelişimlerinin asla dikkate alınmadığı uygulamaların tek amacının ise asimilasyon olduğu anlaşılmaktadır.
Meripet her sabah kâbusla uyanıyor; çünkü Çin hükümeti, çocuklarından dördünü yetimhaneye almış. Meripet ve eşi, Türkiye’deki hasta babasına bakmak için ülkeden ayrıldıklarında çocuklarını büyükanneleriyle birlikte evde bırakmış. Ancak Çinli yetkililer, yurt dışına seyahat gibi “yıkıcı suçları” olan binlerce Uygur’u toplama kamplarına almaya başladıktan sonra onların ziyareti de sürgüne dönüşmüş. Daha sonra kayınvalidesi de tutuklanmış. Meripet bir arkadaşından üç ila sekiz yaşlarındaki çocuklarının yetimhaneye yerleştirildiğini öğrenmiş. 29 yaşındaki acılı anne, çocuklarından ayrı geçen bir buçuk yılın ardından, onların tutulduğuna inandığı dikenli tellerle çevrili parlak boyalı bir binanın fotoğrafına bakarak ağlıyor ve “Onları günün birinde tekrar gördüğümde beni tanıyacaklar mı? Ben onları tanıyabilecek miyim?” diye soruyor.[217]
Doğu Türkistan’da kurulan toplama kampları, sayısız çocuğu anne babasız bırakmıştır. Örneğin Türkiye’de yaşayan 14 Uygur aile ve Kazakistan Almatı’da yaşayan bir Kazak’la görüşen gazeteciler, ailelerin geride bıraktıkları toplam 56 çocuk olduğunu, çocuklardan 14’ünün yetimhanelerde ve yatılı okullarda tutulduğunu, diğerlerinin akıbetiyle ilgili bilgi alamadıklarını aktarmıştır. Ailelerin geride kalan çocuklarına bakma ihtimali olan yetişkin akrabalarının çoğu da toplama kamplarına alınmıştır. Bölgede toplama kampına alınanların ve Doğu Türkistan dışındakilerin çocuklarının yeni açılan yetimhanelere yerleştirildiğine dair sayısız kanıt bulunmaktadır. Bu kurumlar aynı zamanda, çocukların aile ve kültürlerinden nasıl sistematik bir şekilde kopartıldıklarının da en somut delilleridir. Çin hükümeti, azınlık çocuklarına Mandarin dili öğretilen ve ana dillerinde konuştuklarında cezalandırıldıkları onlarca yatılı okul inşa etmektedir.[218] Antropolog Darren Byler, Uygurların bugün yaşadıkları durumla ilgili olarak, “Uygurlar, hafızası silinmekte olan bir etnik grup. Karşı karşıya olduğumuz şey, tüm neslin yok edildiği yerleşimci sömürgecilik sürecini hatırlatıyor.” demektedir.[219]
“PARTİ İLE KARDEŞ AİLE”: AİLENİN DAĞILIŞI, MAHREMİYETİN İHLALİ
Çin yönetimi, Uygurlara yönelik yürüttüğü asimilasyon programı çerçevesinde toplama kamplarının açıldığı 2017 yılı Mart ayından itibaren “Aile Olmak” (Becoming Family Campaign)[220] adıyla bir proje başlatmıştır. Buna göre, erkek bireyleri toplama kamplarına gönderilen ailelerin yanına Çin’in farklı bölgelerinden bir ÇKP üyesi (çoğunlukla erkek) ailenin rızası aranmadan zorla yerleştirilmektedir. Çin rejimi, mahremiyetin ayaklar altına alındığı etik olmayan bu uygulamanın amacını; “Uygurların yaşam koşullarını iyileştirmek, Han-Uygur halkları arasında iletişimi arttırmak” şeklinde açıklamaktadır! Ancak birçok Uygur’un belirttiği gibi, bu uygulama ile kültürlerin birbirini tanımasından daha çok, Uygurların aile bağlarını dejenerasyona uğratmak ve tüm aileler üzerinde kontrolü sağlamak amaçlanmaktadır.
Çin’in Uygur ailelere yönelik bir diğer takip şekli de evlere yapılan ve “zorunlu misafirlik” denilebilecek düzensiz ziyaretlerdir. Çin yönetimi ayrıca evlere QR kodları yükleyerek o hanede yaşayan insanların kişisel bilgilerine de erişim sağlamaktadır. Evlere girenlerin mobil cihazlarla tarandığı “akıllı kapı” uygulamasıyla hane halkı, gelen misafirler ve evde yapılanlar izlenebilmektedir. Çinli yetkililer bu uygulamanın nüfus kontrolüne ve hizmet sunumuna yardımcı olduğunu iddia etmektedir![221] Ancak birçok Uygur’un da söylediği gibi, bu uygulama, evin içinin gözetlenmesinden başka bir amaç taşımamaktadır.
Çin’in Aile Olmak projesinin ilk adımlarını yıllar öncesinden attığı anlaşılmaktadır. 2014 yılında, arkasında Uygurların olduğu iddia edilen bir dizi saldırı olayı ve Suriye’de savaşan[222] bazı Uygurların bulunduğu bilgisinden sonra, Devlet Başkanı Xi Jinping’in ifadesiyle Teröre Karşı Sert Darbe Kampanyası başlatılmıştır.[223] Bu kapsamda Doğu Türkistan’a 2014-2017 yılları arasında 200.000 kişi gönderilmiş, devlet işletmelerinden ve kamu kurumlarından kadrolar köylere kadar yerleştirilmiştir. Yerel halkın evlerine girilmek suretiyle de insanlar düzenli olarak takip edilmeye başlanmış, siyasi propagandalarla süresiz olarak genişletilen kampanya, 16 Ekim 2016’da Aile Olmak programına çevrilerek, başta kırsal bölgeler olmak üzere Aralık 2017’den itibaren genişletilmiştir.[224] Yetkililer, “fanghuiju” (访 惠 聚, “İnsanları Ziyaret Edin, İnsanlara Fayda Sağlayın ve İnsanların Kalplerini Bir Araya Getirin) olarak bilinen bu girişimin genel olarak sosyal istikrarı korumak için tasarlandığını iddia etmektedir.[225] Ancak ne var ki, Çinli yetkililerin “insancıl” olarak lanse ettiği programda, ailelerin bu tür ziyaretleri reddetme hakkı bulunmamaktadır!
Hükümet, programı “gönüllü” olarak tanımlasa da Uygur Müslümanlar herhangi bir devlet girişimini reddetmenin potansiyel bir aşırılık taraftarlığı ya da radikalizm olarak algılanacağını bilmektedir. Uygur düğünlerine, cenaze törenlerine ve bir zamanlar samimi ve özel kabul edilen diğer etkinliklere ait sosyal medya görüntülerine bakıldığında bu “yeni akrabalar” görülebilmektedir![226]
ÇKP üyeleri Uygur ailelerin yanında kaldıkları süre boyunca hane halkının kaydı olup olmadığı, ailenin göçmen olup olmadığı, siyasi görüşleri, dinî inanışları ve hangi dili konuştukları gibi hususlarda bilgi toplamak veya mevcut bilgileri güncellemekle görevlidir. Bu kişiler kirlilikten alkolizme, dinî inançların uygulanma boyutuna kadar değişen herhangi bir “sorun veya olağan dışı durumu” gözlemleyip raporlamaktadır.[227] Görevliler ayrıca, “Xi Jinping idealini” tanıtmak ve ÇKP’nin Doğu Türkistan’a yönelik politikalarındaki “özen ve özverisini” açıklamak da dâhil olmak üzere siyasi propaganda çalışmaları yapmakta; insanları pan-İslamcılık, pan-Türkizm ve pan-Kazaklık gibi hükümetin sakıncalı bulduğu ideoloji ve kimliklerin tehlikelerine karşı dikkatli olmaları konusunda da “samimiyetle” uyarmaktadırlar!
Uygur aileler ve Han çoğunluk arasında “etnik bir birlik duygusu” oluşturmakla görevlendirilen bu kadrolar; Çin millî marşını ve ÇKP’yi öven marşları söylettirmek, ailelerin haftalık ulusal bayrak çekme töreni ve Çin yeni yılı şenlikleri, grup oyunları, dans ve spor gibi etkinliklere katılmalarını sağlamaktan da sorumludur.[228]
Aile Olmak projesinin uygulanma süresinin bölgelere göre değişiklik gösterdiği görülmektedir. 2019 yılı Mart ayındaki bir habere göre; Wensu ilçesinde her görevlinin ayda en az sekiz gün boyunca köylülerin evinde kalması gerektiği belirtilirken, İli Kazak ilçesinde, 1 Nisan tarihli resmî bir belgede, görevlilerin iki ayda beş gün, Kaşgar’da iki ayda yedi gün boyunca Uygur ailelerle birlikte kalması gerektiği belirtilmektedir.[229] Buna benzer bir diğer uygulama da devlet görevlilerinin Uygurların evlerine sürekli olarak yerleştirilmesidir ki, bu durum son derece ciddi bir sıkıntı kaynağıdır.
Görevlilerden fotoğraflarla birlikte evlerin raporlarını sunmak da dâhil olmak üzere faaliyetlerini titizlikle belgelemeleri istenmektedir. Bu fotoğraf ve videolarda yemek yapan, yatak yapan ya da uyuyan aile üyeleri gibi ev hayatının en mahrem yönleri gösterilmekte ve hatta bu görüntüler sosyal medyada paylaşılmaktadır. Bu video veya fotoğrafların yayınlanması konusunda, ziyaret edilen ailelerin rızasının alınmadığı anlaşılmaktadır.[230]
Uygur kültürü araştırmacısı Darren Byler, Asya Birliği’nin ABD-Çin İlişkileri Merkezi tarafından yayımlanan araştırmasına dayanarak şu bilgileri paylaşmıştır: Uygur ev sahibinin komşusunu “essalamu aleyküm” şeklinde selamlaması, evde Kur’an-ı Kerim bulunması, Cuma günü dua edilmesi veya Ramazan ayında oruç tutulması ciddi bir sıkıntıdır. Yine evin kızının elbisesinin boyunun biraz uzun olması yahut evdeki genç delikanlının sakalının düzensiz olması da evdeki muhbir için yeterli kanıtlardır. Tüm bunların ihbar edilmesi ve evdeki “suçlu” kişilerin Çin’in dinî aşırılığa karşı açıldığını savunduğu yeniden eğitim merkezlerine yerleştirilmeleri için yeterli olmaktadır.[231]
ÇKP resmî yayın organı olan Halk Gazetesi’ne[232] göre 2018 Eylül ayı sonuna kadar 1.120.000 ÇKP üyesi Çinlinin, 1.690.000’den fazla hane sakiniyle eşleştiği ve her iki ayda bir hafta, birlikte vakit geçirdikleri belirtilmektedir.[233] Kendilerini kaldıkları ailelerin “akrabaları” olarak tanımlayan görevlilere, gerektiğinde kendilerini korumaları için özel yetkiler de verilmiştir.
HRW, bu ziyaretlerin sadece temel insan haklarını ihlal etmekle kalmayıp aynı zamanda bölgedeki kini büyüten ve şiddetlendiren zorunlu asimilasyon uygulamalarının en vahim örneği olduğunu belirterek Uygur ailelerin bu ziyaretçileri reddetme seçeneğinin bulunmadığını vurgulamaktadır. Örgütün Çin araştırmacısı Maya Wang, durumun ciddiyetine şu sözlerle dikkat çekmektedir:
“Sincan genelinde Müslüman aileler kelimenin tam anlamıyla artık kendi evlerinde devletin gözetiminde yemek yiyorlar, uyuyorlar. Ancak Çin’in Müslümanlara karşı yürüttüğü bu istilacı asimilasyon uygulamaları sadece temel hakları ihlal etmekle kalmayacaktır, aynı zamanda bölgedeki kızgınlığı da arttırıp derinleştirecektir. Çinli yetkililer, Sert Darbe (Strike Hard) kampanyasını ve ilgili tüm suistimalleri derhâl sonlandırmalıdır.”[234]
Uygulamanın çarpıklığı konusunda çok sayıdaki örnekten biri, Doğu Türkistan’ın Korla vilayetinde bir Uygur aileye “akraba” olan 46 yaşındaki Çinli ile ilgili anlatılanlardır. Sürgündeki Uygurların anlatımına göre, bu kişi ilk başlarda uyumlu davranmış olsa da bir süre sonra aile bireylerine şiddet uygulamaya başlamış ve ailenin kendisine hizmet etmekle yükümlü olduğunu söyleyerek, kendisine iyi davranılmadığı takdirde yetkililere şikâyette bulunmakla tehdit etmiştir. Üstelik aynı kişi bununla da yetinmeyip Uygur ailenin 16 yaşındaki kızı ile evlenmek istemiştir. Yaşananlar sonrasında aile bölge polis merkezine giderek durumu bildirmiş ancak Çin polisi aileye evdeki Çinli memurla iyi geçinmesi gerektiğini, ne olursa olsun onu “incitmemeye” çalışmalarını, bunun kendi faydalarına olacağını söyleyerek aileyi geri çevirmiştir.[235]
Doğu Türkistanlılar, Çin yönetiminin Uygur kızları Çinli erkeklerle evlenmeye zorladığını, kendilerine dayatılan evliliği kabul etmeyen kızların aile üyelerinin de toplama kamplarına gönderildiğini anlatmaktadır.[236] Bu ve benzeri pek çok olayın yaşandığı Doğu Türkistan’da, evlere gönderilen ÇKP üyeleri arasında psikolojik rahatsızlığı olan ya da daha önce suça karışmış kişiler olduğu da ifade edilmektedir.[237]
The Independent’a konuşan Dünya Uygur Kongresi’nin sözcüsü Peter Irwin,[238] söz konusu programın Çin’in Müslümanlara yönelik “sapkınca bir ileri adım” projesi olduğunu, programın özel yaşamla kamusal yaşam arasındaki çizginin tamamen yok edilmesini simgelediğini söyleyerek, “Çinli erkeklerin ya da Çinli polis memurlarının Uygurların evlerinde kalması aslında yeni bir şey değil. Mesele onları olabildiğince göz hapsinde tutmakla ilgili. Bu, insanların kendilerini ifade etmelerini engelleyerek kimliklerini ortadan kaldırmaya yönelik bir programdır.” demektedir. Yetkililerin ziyaretleri sırasında Uygur ailelerle aynı yatakta uyumalarının Çin’in resmî politikalarından biri olup olmadığını bilmediğini belirten Irwin, “Dünyanın başka bir ülkesinde veya herhangi bir yerinde, böyle bir şeyin delice olduğunu düşünürüz. Fakat Çin’de bu, son iki veya üç yılda yapılanlar gibi, elbette normal bir şey olarak görünüyor… Aile üyeleriyle aynı yataklarda uyuyan görevliler uygulaması, daha önce görmediğimiz kadar ileri düzeyde sapkınca bir adım.” demektedir.[239]
Çin’in asimilasyon uygulamalarına dünyada yeteri kadar tepki gösterilmediğine işaret eden Doğu Türkistan Millî Meclisi Başkanı Seyit Tümtürk, bölgede yaşananlara şu sözlerle tepki göstermektedir:
“Bugün erkekler kamplarda ve cezaevlerinde. Onların kızlarının, eşlerinin ve ailelerinin bulunduğu mahremlere ise ‘kardeş aile’ projesi adı altında Çinli işçiler ve memurlar yerleştirilerek bir ahlaksızlık ve zulüm yaşatılıyor. Bu, tarihte görülmemiş bir asimilasyon. Hiçbir kültürel, tarihî ve inanç bağınız olmayan Çinlilerle eşlerinizin, sizin hanelerinizde, evlerinizde zorunlu olarak kalmasını düşünebiliyor musunuz? Bu sadece ÇKP’ye has bir uygulamadır.”[240]
HRW, Çin hükümetinin gizlilik ve aile mahremiyeti haklarını ve uluslararası insan hakları hukuku kapsamında korunan etnik azınlıkların kültürel haklarını ihlal eden bu ziyaret programının derhâl sona erdirilmesi gerektiğini belirtmektedir.[241]
Hasılı, Çin’in 2014 yılından itibaren başlattığı ve 2017 yılında iyice sistematik hâle getirdiği Aile Olmak projesi açık bir şekilde insan hakları ihlalidir ve âdeta Doğu Türkistan’da 1.200’ü aşkın toplama kampında yaşanan baskı ve asimilasyon uygulamalarının hanelere yayılmış hâlidir. Bu proje diğer hak ihlalleri gibi yüz kızartıcıdır ve derhâl son bulması gerekmektedir.
TOPLAMA KAMPLARINDA İŞÇİLİK: YENİ NESİL KÖLELİK
Resmî belgelere, uzmanlarla yapılan röportajlara ve araştırmacıların bölge ziyaretleri sonucu sundukları raporlara göre Çin, Müslüman azınlığı işçi olmaları yönünde zorlamaktadır.[242] Toplama kamplarında tutulan Uygurların iplik ve tekstil fabrikalarında ve ayrıca pamuk tarlalarında istekleri dışında ücretsiz olarak çalıştırıldıklarına dair deliller vardır.[243] Dünya pamuk üretiminde önde gelen ülkelerden biri olan Çin, dünyada üretilen her beş balya pamuktan bir balyasının üretimini gerçekleştirmektedir, Uygur halk da zorunlu olarak bu pamuk tarlalarında çalıştırılmaktadır.[244]
Uygurların angaryaya tabii tutulması yeni bir uygulama değildir. Kültür Devrimi’nin başlangıcından itibaren 10 sene boyunca, Çin’in geri kalanında olduğu gibi, Doğu Türkistan’da da tüm seviyelerdeki eğitim kurumları kapatılmıştır. Bilhassa üniversiteler çalışamaz hâle gelmiş, entelektüeller “arınmaları” için çalışma kamplarına gönderilmiştir. Bazı devlet okullarının faaliyete geçmesi 1976’yı bulurken bazı üniversiteler ancak 1978’de tekrar açılabilmiştir.[245] Doğu Türkistan, Çin genelinde Çin hükümetinin “zorunlu çalıştırma” politikasının uygulandığı tek bölgedir. Doğu Türkistanlılar arasında haşar olarak adlandırılan sistemde; çiftçilikle geçimini sağlayan aileler, aile fertlerinden bir kişiyi yılın belirli zamanlarında iki ya da üç hafta süreyle tarım, altyapı çalışmaları ya da diğer kamu alanlarında çalışmak üzere Çin’in kilometrelerce mesafedeki iç bölgelerine göndermeye zorunlu tutulmaktadır. Bu insanlara çalışmalarının karşılığı olarak herhangi bir ücret ödenmemekte, kalacak yer ve yol masraflarını da yine kendileri karşılamak zorunda bırakılmaktadırlar. Çalışacak birey göndermeyen aileler para cezasına çarptırılmakta, ailede çalışmaya gücü yeten bir erkeğin bulunmaması durumunda çocuk ve yaşlı kadınlar bu şartlarda çalışmaya mecbur tutulmaktadır.
Haşardan farklı bir uygulama olarak yine, 14-25 yaş arası genç kızlar ve erkekler, zor kullanılarak Çin’in iç ve doğu bölgelerine çalışmaya gönderilmektedir. 2002’de başlatılan “İşçi İhraç Programı” kapsamında kırsal kesimde yaşayan her aileden en az bir kişi gelişmiş şehirlerdeki fabrikalarda çalışmaya gönderilmekte, rıza göstermeyen aileler ağır para cezasına çarptırılmaktadır. Çin, 2005 senesinden itibaren de Doğu Türkistan’ın köylerinden genç kızları Çin’in farklı bölgelerindeki fabrikalara işçi olarak götürme uygulaması başlatmıştır. Sadece 2006 senesinde, Yopurga nahiyesinden yaklaşık 2.500 genç kızın Çin’in Shandong eyaletine götürüldüğü kaydedilmiştir.[246] Çin hükümeti, programın amacını Han Çinlilerle Uygurlar arasındaki diyaloğu arttırmak olarak açıklamaktadır.[247]
Toplama kamplarının yoğun olarak açılmaya başlandığı 2017 Nisan’ından itibaren de Çin baskılarına direnenler ve asimilasyona rağmen “hizaya gelmeyenler” için zorla çalıştırma hususu gündeme gelmiştir.[248] New York Times’ta yer alan bir habere göre, Müslüman azınlığa mensup kişiler “tembel, umarsız, uyuşuk, özensiz, dağınık ve bireysel” olarak tanımlanmakta ve bu özelliklerinin tam tersine döndürülmesi için çaba harcanması gerektiği belirtilmektedir! “Çin’in Müslüman azınlıkları işçi ordusuna dönüştürme çabası” başlığıyla kaleme alınan haberde, ÇKP’nin Uygur, Kazak ve diğer Müslümanların fabrika ve büyük iş yerlerinde işçi ordusuna dönüştürülmesi yöndeki emirlerine ve bu konudaki çalışmalara yer verilmektedir.[249]
Çin yönetimi, Doğu Türkistan’daki geniş kamp ağının katılımcılarına mesleki eğitim sağlandığını ve tutukluların radikal İslam’ın olumsuz etkilerine karşı, yine kendi iyilikleri için, üretim tezgâhlarına yönlendirilerek korunmaya çalışıldığını iddia etse de ortaya çıkan gerçekler bambaşka bir duruma işaret etmektedir. ASPI tarafından 2020 başlarında yayımlanan bir rapora göre, zorla çalıştırmanın şiddetle desteklendiği, tutsak işçilerin tecrit edilmiş yurtlarda yaşadığı, Çinceyi öğrenmeleri ve ideolojik eğitim almaları gerektiği belirtilmektedir.[250]
Fiziki ve psikolojik türlü baskılara maruz kalan her meslek ve sosyal gruptan insan, aylarca, bazen yıllarca çalışma kampına alınarak “iş eğitimine” ve asimilasyon programlarına tabi tutulmaktadır. Bu kişiler daha sonra terzilik, ayakkabı tamirciliği ve sokak temizliği gibi işlerde ya da diğer farklı alanlarda istihdam edilmektedir.[251] Çin’in Uygur nüfusu kontrol ve asimilasyon hedefleri, kamplarda zorunlu çalıştırma sistemini de beraberinde getirmiştir.
Bir grup ABD’li milletvekili 11 Mart 2020’de Doğu Türkistan’da zorla çalıştırılan mahkûmların ürettiği malların ABD’ye ulaşmasını önlemek için bir yasa tasarısı önermiştir. Öneriye göre ABD’ye ithalat yapan firmaların getirdikleri malın Uygur Müslümanlar tarafından zorla çalıştırılma sonucu üretilmediğine dair sertifika alınması gerekecektir. Tasarı ayrıca zorla çalıştırılan insanların emeklerini sömüren Çinli firmalarla çalışan ABD menşeli firmaların Doğu Türkistan ile olan ilişkilerini ifşa etmesini de zorunlu kılmaktadır.[252]
Stratejik ve Uluslararası Araştırmalar Merkezi’nin (CSIS) 2018 raporuna göre, dünya pamuk üretiminin %22’sini karşılayan Çin, bu üretimin %84’ünü Doğu Türkistan’dan sağlamaktadır.[253] Doğu Türkistan’da üretilen tekstil ürünlerinin büyük kısmı ülke içinde ve Orta Asya pazarlarında yer bulunurken, bir kısmı da ABD ve Avrupa’ya gönderilmektedir.[254]
ASPI raporunda ise, on binlerce Uygur’un 83 küresel marka için Çin’deki fabrikalarda zorla çalıştırıldığı belirtilmektedir.[255] Bunlar arasında spor giyim firmaları Adidas ve Nike, ABD toptancısı Costco, moda-giyim firmaları Calvin Klein, Esprit, H&M, Patagonia ve Tommy Hilfiger ile Coca-Cola Company ve Campbell Soup Company gibi kapitalist sistemin önde gelen isimleri bulunmaktadır.[256] Yine aynı rapora göre, 2017-2019 yılları arasında Doğu Türkistan’dan Çin’deki fabrikalara 80.000’den fazla Uygur gönderilmiştir.[257]
Bölgede toplama kamplarının fabrikalara bağlanmasından sonra tutukluların sayısının her geçen gün daha da arttığı belirtilmektedir. Zira Çin, toplama kamplarını inşa etmek ve işletmek için gerekli mali kaynağı sağlamak amacıyla yeni formüller aramaya başlamış ve sorunun çözümü, 2018 Mart ayında, Çin Ulusal Tekstil ve Konfeksiyon Konseyi Başkanı Sun Ruizhe’den gelmiştir. Onun önerdiği plana göre, Sincan’ın tekstil ve hazır giyim sektöründeki iş gücünün toplama kamplarında bulunanlar, onların akrabaları ve fakir halkın çalışmasıyla 2018’de 100.000’in üzerine çıkartılması öngörülmüştür.[258] Sürecin sonunda Çin yönetimi hedefin planlanandan önce gerçekleştiğini duyurmuştur. Öyle ki çalışmak için gönderilen kişilerin sayısının 500.000’i bulmuş olabileceği belirtilmektedir.[259] Bir başka plan ise, 2023 sonuna kadar tekstil ve hazır giyim endüstrilerinde Doğu Türkistan’dan 1 milyon kişinin çalıştırılmasını öngörmektedir![260]
2018 Ekim’inde Sincan’ın üst düzey yetkililerinden Shohrat Zakir, hükümetin resmî olarak “telkin ve eğitim” süreçlerini tamamlayan mahkûmlara “iş atamaları” hazırlamakla meşgul olduğunu söylemiştir. Yerel güvenlik ve yargı yetkilileri, eski tutukluların serbest bırakılmasından sonra bile gözetim altında olduklarını, mahkûmların bir yıl boyunca bulundukları yeri terk etmemeleri gerektiğini açıklamıştır.[261]
Fabrikalara gönderilen mahkûmların yıllarca buralarda kalması da söz konusudur. İsmini vermek istemeyen bir Uygur, arkadaşının 2018 Mart’ında bir toplama kampına gönderildiğini ve sonbaharda resmen serbest bırakıldığını, ancak daha sonra kendisine bir giyim fabrikasında üç yıl daha çalışmak zorunda olduğu ve sıkı çalışması durumunda sürenin kısabileceğinin söylendiğini anlatmıştır.
Çin hükümeti, mahkûmların zorla çalıştırılmalarıyla ilgili uluslararası eleştirileri iç işleriyle ilgili bir mesele olduğu gerekçesiyle reddederek toplama kamplarını “mesleki eğitim merkezleri” olarak nitelemeye devam etmektedir. Çin Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Geng Shuang, bu yöndeki iddiaları reddederek, “Sincan’daki tüm etnik grupların meşru çalışma hakları ve çıkarları yasalara göre korunuyor ve iddia edildiği gibi zorunlu çalışma diye bir şey yok.”[262] açıklamasında bulunmuştur. Duruma dair CSIS’ten yapılan açıklamada, “Sincan’daki zorla çalıştırma sistemi, dinî azınlıklara ve insanlığa karşı işlenmiş suçlar düzeyine yükselebilecek kadar geniş bir baskı ve istismar sisteminin bir parçasıdır.” denmiştir.[263]
Uydu görüntüleri ve basına sızan resmî belgeler, mahkûmların emirlere uymak dışında herhangi bir seçeneklerinin bulunmadığını ve kampların içinde veya yakınında inşa edilen fabrikalarda zorunlu olarak çalıştıklarını göstermektedir. 2017’de Doğu Türkistanlı Kazaklar tarafından kurulan Atajurt Kazak İnsan Hakları Derneği[264] araştırmacısı Mehmet Volkan Kaşıkçı, “Gözaltına alınan insanlar, bu fabrikalar için ücretsiz ya da düşük ücretli zorunlu işçiler anlamına geliyor.” demiştir. Bu durumdakilerden biri olan Sofiya Talybaiqzy, bir halı fabrikasında çalıştırılmak üzere kampa gönderilirken, 37 yaşındaki Abil Amantai aylık 95 dolar maaşla bir tekstil fabrikasında çalışmak üzere kampa alınmıştır. Benzer şekilde 25 yaşındaki Nural Razila da kamp yakınına açılmış bir tekstil fabrikasında düşük ücretle çalıştırılmıştır. Kaşıkçı, bu şekilde emekleri sömürülen en az 3.000’e yakın kişiyle görüştüklerini belirtmekte[265] ve şu tespiti yapmaktadır:
“Zorla çalıştırıldıkları fabrikalara gönderilenler tutuldukları kamptan ‘mezun olduktan’ sonra, yine kendi iradeleri dışında güvenlik görevlisi, eğitmen gibi işlere yerleştirilmekte. Bunların birçoğu yine ailesiyle yaşayamıyor, yine kamp disiplininde. Doğu Türkistan Çin için bir denek, bir laboratuvar. Çin kendi vatandaşlarını tamamen kontrol altına alabilmenin peşinde.”[266]
Sadece Ağustos 2018’de programın dinamosu olarak görülen Kaşgar’dan, “mesleki eğitim merkezleri”nden geçen 100.000 mahkûmun fabrikalarda çalışmaya gönderilmiş olabileceği tahmin edilmektedir. Kaşgar çevresindeki kırsal alanlardaki kamplarda bir baskı fabrikası, bir erişte fabrikası ve en az iki giyim ve tekstil fabrikası bulunmaktadır. Aksu’daki bir kampta ise başka bir giyim ve yatak üreticisi fabrika bulunmaktadır. Resmî Sincan Daily gazetesinde çıkan bir yazıda, “Eğitim onları ‘göçebelerden’ yetenekli mucizelere dönüştürecek, topluma faydalı modern insanlar hâline getirecektir.”[267] denmektedir.
Görüldüğü üzere insanlar nerede çalışacaklarını tercih edememektedir. Program, eğer bölgenin tüm toplama kamplarında uygulanırsa yüz binlerce tutuklunun fabrikalarda çalışmaya zorlanabileceği anlaşılmaktadır.[268] Georgetown Üniversitesi’nde tarih profesörü olan James Millward’a göre, Doğu Türkistan’ın güneyinde insanların zorunlu çalıştırılmasıyla -muhtemelen- kamp inşa etmek, güvenlik personeli almak ve yerel nüfusun büyük bir yüzdesini “eğitmek” için harcanan milyarlarca yuanın bir kısmı telafi edilmeye çalışılacaktır.[269]
ULUSLARARASI TEPKİLER
Çin Halk Cumhuriyeti Ceza Yasası’nın 103. maddesi “açık bir biçimde ayrılıkçılığı kışkırttığı, ülkeyi bölmeye çalıştığı” düşünülen her türlü faaliyetin cezalandırılmasını öngörmektedir.[270] Bu bağlamda Çin, insan hakları kuruluşlarının Doğu Türkistan, Tibet ve İç Moğolistan’a girişlerini yasaklamıştır. Bundan dolayı bağımsız gazeteciler, aktivistler, STK’lar ve bağımsız heyetlerin kamplara girmesi ve araştırma yapması mümkün değildir. Çin’in dünya kamuoyunu oyalama amaçlı göstermelik programlar organize ederek önceden hazırlanmış merkezlere bazı grupları götürdüğü bilinmektedir, fakat bu ziyaretlerin inandırıcılığı bulunmamaktadır.
1949 yılında kurulan Çin Halk Cumhuriyeti 9,5 milyon kilometrekareyi geçen yüz ölçümü ve 1,4 milyarı aşkın nüfusu ile devasa bir ülkedir. Çin yönetimi resmî olarak tanıdığı 56 ayrı etnik grubu ÇKP’nin ilkelerini ve yönetim sistemini sarsmadan bir arada tutabilmeyi hedeflemektedir. Bunun için de güçlü bir ordu ve ekonomi ile etnik ve dinî gruplar arasındaki farklılıkları “Çinlilik potasında eritecek” ve birlik duygusunu besleyecek bir kültür oluşturulması gerektiği anlayışını benimsemiştir. Çin bu çerçevede ordu ve ekonomisini yıldan yıla güçlendirmiş olsa da birlik ve kültürlere saygı ve özgürlükler dendiğinde kimi zaman katı, kimi zaman çok daha katı, ama hep katı bir politika izlemiştir. Çin’in 5.000 yıllık tarihî arka planında toplulukları kendi içinde eritip yok eden bir geleneği vardır. Hâl böyle olunca Çin dendiğinde, akla tüm etik değerlerin kaybolması, mutsuz halklar ve âdeta her şeyi ezen ve yok eden koca bir kaya kütlesi gelmektedir.
Çin çok uzun süreler inkâr ettiği toplama kamplarının varlığını, önce “gönüllü eğitim merkezleri” daha sonra “yeniden eğitim merkezleri” gibi isimlerle 2018 yılı Kasım’ında kabul etmek zorunda kalmıştır. Oysa kamplar 2017 Nisan’ından itibaren faal hâldedir ve yüz binlerce insan evlerinden, işlerinden ya da sokaklardan alınarak hiçbir suçları olmadan ve yargılanmadan bu kamplara kapatılmıştır. Dünyayı uyguladığı karartmalarla bir buçuk sene kandıran Çin, kamplardan çıkmayı başarabilenlerin ve onların akrabalarının ifadeleri, yoğun inşaat ihalelileri, işçi, polis ve güvenlik görevlisi alım ilanları ve uydu görüntüleriyle tespit edilen kamplardan sonra bu insanlık dışı uygulamasını kabul etmek zorunda kalmıştır.
BM Güvenlik Konseyi’nde veto sahibi bir üye olması, başta İslam ülkeleri olmak üzere gelişmekte olan ülkelere verdiği krediler ve ekonomik sarmalamaları, Çin’e karşı siyasi adımlar atılmasını önleyen en önemli faktörlerdir. Çin yönetimi; Doğu Türkistan, Tibet, İç Moğolistan, Hong Kong ve başkaca bölgelerde işlediği hak ihlallerini örtme konusunda, New York ve Cenevre koridorlarında yaptığı fazla mesailerle BM ve diğer çatı örgütleri manipüle etmekte zorlanmamaktadır. Uluslararası konumunu, bu hukuksuzluklarını kapatmak için ustaca kullanan ve bugün BM’nin 15 önemli ajansından dördüne başkanlık eden Çin, ayrıca 1.115 görevli ile BM’de metrekare başına en çok istihdam sağlayan ülke konumundadır![271]
Çin hükümeti kimisinde 10.000, kimisinde 50.000 masum insanı zorla tuttuğu toplama kamplarının bağımsız gözlemcilere açılması ile ilgili uzun süredir hem STK’lardan ve basın kurumlarından hem de devletler ve BM, Avrupa Birliği (AB) gibi çatı kurumlardan gelen taleplerle ilgili olarak ya oyalama taktiklerine başvurmakta ya da daha önceden bir mizansen çerçevesinde hazırladığı merkez ve kurumlara programlar düzenleyerek “ne kadar başarılı bir mesleki eğitim programı gerçekleştirdiğini” bütün dünyaya anlatmaktadır! Çinli yetkililer, bu program ya da “soruşturmaların” tamamında, açılan toplama kampları, hapishane ya da benzeri gözetim merkezlerinde şiddet, taciz ve istismar olaylarının meydana geldiğini daima ve kesinlikle reddetmektedir. Bu kampları “küçük suçlara karışan suçlular” için mesleki eğitim ve istihdama yönelik eğitim merkezleri olarak nitelendiren Çin, bu yapıların BM, STK’lar, insan hakları örgütleri ve medya tarafından bağımsız olarak gözlemlemesine asla izin vermemektedir.[272]
Doğu Türkistan’daki toplama kamplarına erişim için Çin makamlarından izin alamayan HRW gözlemcilerinin 2018 yılı Eylül ayında hazırladıkları raporda, görüşme yapabildikleri 58 kişinin tamamı Doğu Türkistan ve Çin dışında ulaşılan kişilerdir.[273] HRW 13 Ağustos 2018’de ÇKP Sincan Sekreteri Chen Quanguo’ya raporla ilgili sorular içeren bir mektup göndermiş, ancak herhangi bir yanıt alamamıştır. Sonrasında Çin, 2019 başında iki yabancı muhabirin turist olarak bölgeye gizlice girip görüntüler çekmesi üzerine, tüm yabancı gazetecilerin bölgeye girişini yasaklamıştır.[274] 2020 Mart’ında da üç ABD’li gazetecinin Çin ana karası ve Hong Kong’daki çalışma izinlerini iptal ederek 10 gün içerisinde basın kartlarının iadesini istemiştir.[275]
Toplama kampları sadece gözlemcilere değil bağımsız anlamda hukuku temsil eden herkese kapalıdır. Daha önce toplama kamplarında bulunmuş olan Said Erkin o süreçte yaşadıklarını şu sözlerle anlatmaktadır: “Onlara bir avukat tutabilecek miyim diye sordum. Bana dediler ki, ‘Hayır, mahkûm olmadığınız için bir avukata ihtiyacınız yok. Kendinizi hiçbir şeye karşı savunmanıza gerek yok, politik bir eğitim kampındasınız. Tek yapmanız gereken sadece ders çalışmak!’”
Dolayısıyla kamplarla ilgili çalışma yapan kişilerin en önemli bilgi kaynağı, içeriden çıkan insanlar ve onların tanıklıklarıdır. Bu kişilerden biri olan Rustan isimli eski bir tutuklu, kampta yaşadıklarını şöyle anlatmaktadır: “Akrabalarımızla görüşmemize izin verilmedi. Ancak haftada bir kez beş dakika arama yapmamıza izin verildi. Görüşmeler sırasında polis sürekli yanımızda olduğu için durumumuz hakkında olumsuz bir şey söylememiz mümkün değildi, aksi takdirde hattımız kesilirdi.”[276]
HRW’nin 2018 Eylül’ünde yayımladığı İdeolojik Virüsleri Ortadan Kaldırmak: Çin’in Sincan Müslümanlarına Karşı Baskı Kampanyası (Eradicating Ideological Viruses: China’s Campaign of Repression Against Xinjiang’s Muslims) başlıklı raporunun giriş kısmında şu ifadelere yer verilmektedir:
“Araştırmacılar Sincan’da güvenli bir şekilde çalışma yapamıyor. Birkaç yabancı akademisyen, gazeteci ve diplomatın bölgeye erişimi olsa da bu tür ziyaretler Çin hükümeti tarafından sıkı bir şekilde izleniyor. Bilgi toplamak, görüşülen kişileri ve aile üyelerini ciddi risk altına sokacaktır.
“Çin hükümeti genellikle uluslararası insan hakları örgütlerine karşı düşmanca davranıyor ve uzun zamandır yerli sivil toplum gruplarının, özellikle de insan haklarıyla ilgili olanların faaliyetleri sınırlı. Xi Jinping başkanlığı döneminde, insan hakları ihlallerinin izlenmesine yönelik olarak hükümet baskısı büyük ölçüde artmıştır.”[277]
Cenevre’de 25 Şubat-22 Mart 2019 tarihleri arasında yapılan BM İnsan Hakları Konseyi’nin 40. Oturumu’nda AB İnsancıl Yardım ve Kriz Yönetimi Avrupa Komisyonu Üyesi Christos Stylianides’in bildirisi şu cümlelerle tamamlanmıştır: “Son olarak; AB, bütün devletlere, BM tarafından görevlendirilmiş olanlara koşulsuz ve engelsiz erişim hakkı verilmesi çağrısını yinelemektedir. Bu bağlamda Çin’i BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri de dâhil olmak üzere bağımsız gözlemciler için Sincan’a erişim izni vermeye çağırıyoruz.”[278]
Avrupa Parlamentosu (AP) da Çin’e Uygur, Kazak ve Tibetlilere yönelik keyfî tutuklamalarına son verme ve tüm toplama kamplarını kapatma çağrısında bulunmuştur. 21 Nisan 2019 tarihinde Strazburg’da bir araya gelen AP Genel Kurulu, Pekin yönetimini, haklarında hiçbir suçlama, yargılama veya mahkûmiyet kararı bulunmadan Uygur, Kazak ve Tibetlilere yönelik uygulanan keyfî tutuklamalara son vermeye çağıran kararı, 18’e karşı 505 oyla kabul etmiştir. Kararda Uygur, Kazak ve Tibetlilerin yanı sıra Hristiyan ve diğer birçok dinî ve etnik azınlığa uygulanan baskıdan endişe duyulduğu belirtilmiştir. Bu insanların durumunun hızla kötüye gittiği ve temel insan haklarının dahi kısıtlandığı vurgulanan kararda, Doğu Türkistan’daki toplama kamplarının Çin’in diğer bölgelerine yayılacağına dair gelen bilgilerin de endişe verici olduğu ifade edilmiştir. Avrupalı parlamenterler bu bağlamda Çin’i tüm toplama kamplarını ve gözaltı merkezlerini derhâl kapatmaya ve gözaltına alınan kişileri de koşulsuz olarak serbest bırakmaya çağırmıştır.[279]
Batı ülkelerinden Çin’in Doğu Türkistan’da işlediği yoğun hak ihlallerine karşı önemli bir adım daha gelmiştir. Çoğunluğu Batılı 22 ülke, Çin yönetimine ortak bir mektup göndererek Doğu Türkistan’daki toplama kamplarında zorla tutulan Uygurların derhâl serbest bırakılması için çağrı yapmıştır. BM İnsan Hakları Komisyonu’na hitaben yazılan ve 22 ülke büyükelçisi tarafından imzalanan 8 Temmuz 2019 tarihli mektup, uluslararası aktörler açısından Doğu Türkistan ile ilgili ortak ve net bir tutum sergilemektedir.[280] Toplama kampları konusunda bir ilk olan bu mektubun imzacısı olan devletler şunlardır: Almanya, Avustralya, Avusturya, Belçika, Danimarka, Estonya, Fransa, Hollanda, İngiltere, İrlanda, İspanya, İsveç, İsviçre, İzlanda, Japonya, Kanada, Kuzey İrlanda, Letonya, Litvanya, Lüksemburg, Norveç ve Yeni Zelanda.[281]
Mektupta devasa toplama kamplarındaki yasa dışı gözaltı uygulamalarından ve diğer azınlıkların (Kazak, Kırgız) yanı sıra özellikle Uygurları hedef alan yaygın izleme, gözetleme ve kısıtlamalardan derin endişe duyulduğu belirtilmektedir. 22 ülkenin ortak mektubunda şu ifadeler yer almaktadır:
“Çin’i yasalara uymaya, uluslararası yükümlülüklerini yerine getirmeye, Sincan ve Çin genelinde din ve inanç özgürlükleri de dâhil olmak üzere insan haklarına ve temel özgürlüklere saygı göstermeye çağırıyoruz. Çin’i, Sincan’da Uygur Türkleri ve diğer Müslüman topluluklara mensup azınlıkları keyfî gözaltı uygulamalarından, serbest dolaşım haklarını ellerinden almaktan uzak durmaya davet ediyoruz.”
Çin’e de gönderilen mektupta ayrıca, Pekin yönetiminden BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri Michelle Bachelet’in de aralarında bulunacağı uluslararası bağımsız uzmanlar heyetine Doğu Türkistan’a “tam erişim” için izni vermesi talep edilmiştir.[282]
Mektubun BM İnsan Hakları Komisyonu’na sunulmasının ardından Çin, insani ve hukuki anlamda gerekeni yapmak yerine, hızlı bir karşı organizasyona girişerek aralarında İslam ülkelerinin de bulunduğu, çoğu ekonomik anlamda baskıladığı 37 ülkenin imzasının yer aldığı bir mektup hazırlatmıştır.[283]
Çin’i Uygur politikası çerçevesinde destekleyen ülke sayısı 2019 Kasım’ında 54’e yükselmiştir. Belaruslu BM temsilcisi tarafından okunan mektupta, Çin’in Doğu Türkistan politikaları şu ifadelerle desteklenmiştir:[284]
“Çin’in insan merkezli kalkınma felsefesine bağlı kalarak, kalkınma esaslarıyla insan haklarını geliştirmesi ve insan hakları alanındaki olağanüstü başarılarını övüyoruz. Çin’in uluslararası insan hakları davasına olan katkılarını takdir ediyoruz. Terörizm, ayrılıkçılık ve dinî aşırılığın Sincan’daki tüm etnik grupların sağlıklı yaşam ve gelişme haklarına büyük zararı bulunmakta.
Terörizm ve aşırılıkçılığın ciddi zorlukları ile karşı karşıya bulunan Çin, önlemler alarak mesleki eğitim merkezleri açmak suretiyle bir dizi terörle mücadele ve radikalliği yok etme misyonu üstlendi. Alınan önlemler çerçevesinde şimdi Sincan’daki tüm etnik grupların temel insan hakları korunmakta ve daha güvenli bir yaşam sürmekteler. Nitekim son üç yıldır tek bir terör saldırısı gerçekleşmedi. Artık insanlarda daha güçlü bir güvenlik ve mutluluk duygusu hâkim.
Çin’in insan hakları ve terörle mücadele sürecinde çabalarına saygı duyuyoruz. Çin’in açıklık ve şeffaflık konusundaki taahhüdünü takdir ediyoruz. Çin, çeşitli diplomatları, uluslararası örgüt yetkililerini insan hakları çerçevesindeki ilerlemesine, terörle mücadele ve aşırılığı bitirme çabalarına tanıklık etmek üzere Sincan’a davet etti…”
Bu mektupla birlikte Çin’e destek veren ülkeler şunlardır: Angola, Antigua ve Barbuda, Bangladeş, Belarus, Bolivya, Burkina Faso, Burundi, Kamboçya, Kamerun, Orta Afrika Cumhuriyeti, Çad, Komor Adaları, Kongo, Küba, Kuzey Kore, Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Cibuti, Mısır, Ekvator Ginesi, Eritre, Gabon, Gine, Gine Bissau, Irak, İran, Laos, Moritanya, Mozambik, Myanmar, Nepal, Nikaragua, Nijer, Nijerya, Umman, Pakistan, Filistin, Filipinler, Rusya, Sırbistan, Sierra Leone, Solomon Adaları, Güney Sudan, Sri Lanka, Sudan, Surinam, Suriye, Togo, Uganda, Birleşik Arap Emirlikleri, Tanzanya, Venezuela, Zambiya, Zimbabve.
Bu gelişmelerden bir süre sonra, 30 Temmuz 2019 tarihinde, Tayland’ın başkenti Bangkok’ta yapılan 52. Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği (ASEAN) Dışişleri Bakanları Toplantısı’na katılan Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi ile bir araya gelmiş ve görüşmeden sonra şu açıklamayı yapmıştır:
“Uygur Türkleri meselesi cumhurbaşkanımızın ziyaretinde (2 Temmuz) de gündeme gelmişti. Bizim beklentimiz esasen tek Çin çatısı altında Uygur kardeşlerimizin huzur ve barış içinde yaşamasıdır. Cumhurbaşkanımızın ziyareti sırasında Çin Devlet Başkanı Türkiye’den o bölgeye (Doğu Türkistan) bir heyet göndermemizi teklif etmişti. Daha sonra 24 Temmuz’da (2019) Çin Halk Cumhuriyeti Büyükelçisi Bakanlığımıza gelerek bu daveti resmî bir şekilde ilettiler. Bugün de bunu konuştuk. Bu davete zaten Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, prensip olarak müspet cevap vermişti. O bölgeye (Doğu Türkistan) Çin’in daveti üzerine değişik kurumlardan müteşekkil yaklaşık 10 kişilik bir heyet göndereceğiz ve oradaki durumu yerinde görecekler. Dolayısıyla tüm bu konuları bugün Çin Dışişleri Bakanı’yla değerlendirme fırsatı bulduk.”[285]
Bu görüşmenin üzerinden neredeyse bir yıl geçmesine rağmen Türkiye hâlâ bölgeye bir heyet gönderememiştir.
Bu arada Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı’ndan 9 Şubat 2019 tarihinde Doğu Türkistan’daki ağır insan hakları ihlalleri ve halk ozanı Abdurrehim Heyit’in vefatı hakkındaki iddialar üzerine[286] şu açıklama yapılmıştır:
“Sincan Uygur Özerk Bölgesi’ndeki Uygur Türklerinin ve diğer Müslüman toplulukların temel insan haklarını ihlal eden uygulamalar, özellikle son iki yıl içerisinde ağırlaşmış ve uluslararası toplumun gündemine taşınmıştır.
Özellikle Ekim 2017’de ‘Tüm Dinlerin ve İnançların Çinlileştirilmesi’ siyasetinin resmen ilan edilmesi, Uygur Türklerinin ve bölgedeki diğer Müslüman toplulukların etnik, dinî ve kültürel kimliklerinin tasfiye edilmesi hedefi doğrultusunda atılmış yeni bir adım olmuştur.
Keyfî tutuklamalara maruz kalan 1 milyondan fazla Uygur Türkü’nün toplama kamplarında ve hapishanelerde işkence ve siyasi beyin yıkamaya maruz bırakıldıkları artık bir sır değildir. Kamplarda alıkonmayan Uygurlar da büyük baskı altında bulunmaktadır.
Yurt dışında yaşayan Uygur asıllı soydaş ve vatandaşlarımız, bu bölgedeki akrabalarından haber alamamaktadır. Binlerce çocuk ebeveyninden uzaklaştırılmış, yetim kalmıştır.
21. yüzyılda toplama kamplarının yeniden ortaya çıkması ve Çin makamlarının Uygur Türklerine yönelik sistematik asimilasyon politikası, insanlık adına büyük bir utanç kaynağıdır.
Sincan bölgesinde yaşanan trajediyle ilgili görüşlerimizi Çin makamlarına her düzeyde dile getirdik.
Böyle bir ortamda, bir bestesi yüzünden sekiz yıl hapse mahkûm edilen değerli halk ozanı Abdurrehim Heyit’in hapishanedeki ikinci yılında vefat ettiği haberini derin teessürle öğrendik. Bu elim hadise, Türk kamuoyunun Sincan bölgesindeki ağır insan hakları ihlalleri konusundaki tepkisini daha da kuvvetlendirmiştir. Bu haklı tepkinin Çin makamlarınca dikkate alınmasını bekliyoruz.
Abdurrehim Heyit’i ve Türk ve Müslüman kimliğine sahip çıkmak uğruna hayatını kaybeden tüm soydaşlarımızı rahmetle anıyoruz.
Bu vesileyle, Çin makamlarını Uygur Türklerinin temel insan haklarına saygı göstermeye ve toplama kamplarını kapatmaya davet ediyoruz.
Uluslararası toplumu ve BM Genel Sekreterini de Sincan bölgesindeki insanlık trajedisinin sona erdirilmesi için etkin adımlar atmaya çağırıyoruz.”[287]
AB heyeti, daha önceki müracaatı üzerine, 2019’un Ocak ayında, üç günlük bir programla bölgedeki hak ihlallerine ilişkin bilgiler toplamaya çalışmıştır. Bu, Pekin’in kampların varlığını kabul etmesi akabinde, AB gibi çok uluslu bir organ tarafından Sincan’a yapılan ilk ziyarettir. Sonrasında bölgeye Çin hükümeti rehberliğinde, Rusya ve 11 Asya ülkesinden diplomatın katıldığı bir program daha gerçekleştirilmiştir. Program kapsamında, küçük bir grup yabancı muhabir için üç kamp ziyareti de yapılmıştır.[288]
Pekin hükümeti ayrıca, BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri Michelle Bachelet’in kamplarla ilgili durumu gözlemlemek için Sincan’a erişim talebine de ülkenin iç işlerine karışılmaması koşuluyla izin verilebileceğini belirtilmiş, bunun üzerine biri AB yetkilisi üç kişiden oluşan bir ekip 11-13 Ocak 2019 tarihleri arasında Sincan’ın başkenti Urumçi ve Kaşgar şehirlerini ziyaret etmiştir. Program sırasında ekibe camiler, bir İslami eğitim enstitüsü ve “eğitim merkezlerinden” biri de dâhil olmak üzere “kapsamlı denetimli erişim” izni verilmiştir.
Bir AB yetkilisi programla ilgili şu açıklamada bulunmuştur:
“Ziyaret edilen yerler Çin’in bölge ile ilgili resmî politikasını desteklemek için yetkililer tarafından dikkatli bir şekilde seçilse de ziyaret, diğer kaynakları tamamlayan yararlı bilgiler sağladı. Bu kaynakların birçoğu, Sincan’daki büyük ve sistematik insan hakkı ihlallerine ilişkin zorlayıcı ve karşılıklı olarak tutarlı kanıtlar sunuyor.”[289]
Bu gezi ile ilgili değerlendirmede bulunan bir kaynak, Sincan’daki geçmiş terör saldırılarının bir sergisi de dâhil olmak üzere heyete aşağı yukarı önceki ziyarete katılan diplomatlarla aynı yerlerin gösterildiğini söylemiştir.
Programa katılan kişiler, Çinli makamların iyi bir izlenim vermek için geziye dikkatlice hazırlandıklarını; merkezlerin yeni boyanmış, gözetleme kameralarının da kaldırılmış olduğunu, ayrıca konuştukları kişilerin cevaplarının önceden hazırlanmış olduğu izlenimine kapıldıklarını belirtmişlerdir.[290]
Doğu Türkistan’la ilgili Almanya Federal Hükümeti İnsan Hakları ve Dışişleri Bakanlığı İnsani Yardım Komisyonu Komiseri Bärbel Kofler, 26 Kasım 2019 tarihinde aşağıdaki açıklamayı yapmıştır:
“Raporlara göre Sincan’daki kamplarda tutulan 1 milyonun üzerindeki Uygur’un durumu korkunç. Çin hükümetine bir kez daha çağrımız, bağımsız uluslararası gözlemcilerin Sincan’a erişimlerine müsaade etmesidir. Yasa dışı bir şekilde gözaltına alınan ve kamplara konan kişiler derhâl serbest bırakılmalıdır. Şahsım ve federal hükümet adına Çin ile yapmış olduğumuz görüşmelerde insan hakları ile ilgili durumun iyileştirilmesi çağrısında bulunduk. Çin’e uluslararası insan hakları yükümlülüklerini hatırlattık. Çin şimdi Sincan’daki insan hakları ile ilgili durumu gecikmeksizin iyileştirmek için sahici adımlar atmalı.”[291]
Kofler yaptığı açıklamada, “Ne yazık ki, Sincan’a seyahat etme isteğim reddedildi. Oradaki durum hakkında ilk elden bir izlenim edinmek isterdim. Sincan’ı ziyaret etmek için izin istemeye devam edeceğim.”[292] diyerek talebini yinelemiştir.
ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı John J. Sullivan, New York’ta BM Genel Kurulu’nda BM’nin Çin’in bölgedeki politikalarını değerlendirmede başarısız olduğunu söyleyerek 2019 Haziran’ında, BM Terörle Mücadele Genel Sekreteri Vladimir Voronkov’un resmî bir ziyaretle Sincan’a gidişini ve ziyareti kurmaca olarak nitelemiştir:
“Pekin’in alaycı teklifi ve BM’nin ahlaki otoritesinin sarsılması, BM liderliğinin erozyonu ve açık bir vicdani ses olarak bakmamız gereken bir organın itibarına ve güvenilirliğine darbedir. Bu tekrar olmamalı!
“BM’yi kendi değerlerini desteklemeye ve kendisine verdiğimiz birçok sorumluluğu yerine getirmeye çağırıyoruz. BM, BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri için Sincan’a derhâl, engelsiz ve denetlenmeyen bir erişim arayışında olmalı! BM’yi dinî özgürlüklerin ve inancın bastırılması da dâhil olmak üzere Çin’in insan hakları ihlallerini araştırmaya ve yakından izlemeye çağırıyoruz. Pekin, eylemlerinin insancıl bir şekilde yapıldığı konusunda ısrar ediyor. Saklanacak bir şey olmasaydı diplomatların ve bağımsız araştırmacıların Sincan boyunca ve Tibet içinde özgürce seyahat etmelerine izin verilirdi. Kendimize sormalıyız: ÇKP neden korkuyor? Neyi saklamaya çalışıyor?”
Sullivan, BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in Çin’in Sincan’daki Uygurları kitlesel tutuklamasına karşı açıkça bir tavır ortaya koymadığı için insan haklarıyla ilgili faaliyet gösteren uluslararası grupların eleştirilerine maruz kaldığını söylemiştir. Guterres’e yazdığı ve beş insan hakları örgütü[293] tarafından imzalanan 17 Eylül 2019 tarihli mektupta Sullivan, Guterres’in Çin hükümeti için “özel diplomasi yapmayı” tercih ettiğini söylemiş, ayrıca Çinli yetkilileri de bölgeye hızlı ve engelsiz erişim için izin vermeye davet etmiştir.[294]
BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri Michelle Bachelet, 26 Şubat 2020 tarihinde Cenevre’deki BM İnsan Hakları Konseyi’ne hitaben yaptığı konuşmasında, sıkı kontrol altındaki Müslüman çoğunluğun yaşadığı Çin’in Sincan bölgesine yapılacak ziyaret için kamplara “serbest erişim” izni verilmesi gerektiğini söylemiştir. Bachelet, “Uygur azınlığın durumları da dâhil olmak üzere Çin’in insan hakları ile ilgili uygulamalarını derinlemesine analiz etmeye çalışacağız. Önerilen bu ziyarete hazırlık amacıyla önceden bir ekip göndermek için sınırsız erişim talep etmeye devam edeceğiz.” demiştir. Bachelet, ilk olarak Aralık 2018’de Sincan’a ziyaret için izin istemiştir.[295] Louise Arbor, 2005’in Eylül ayında Çin’i ziyaret eden son BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri olmuştur.[296]
Dünya Uygur Kongresi de toplama kamplarında keyfî olarak tutulan 3 milyon Uygur’a ve diğer Türk kökenli gruplara uluslararası topluluğun serbest erişimi için BM’den Çin’e baskı yapmasını talep etmektedir.
Öte yandan ÇKP Bölge Valisi Shohrat Zakir, 6 Ocak 2019’da yaptığı bir açıklamada, “Gerçek durumu öğrenmek için BM uzmanlarından herhangi birinin Sincan’ı ziyaret etmesini memnuniyetle karşılayacağız ve yorumlarının gerçeklere dayanacağını umuyoruz.” demiş olsa da BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri Michelle Bachelet’in bölgeyi ziyaret talebine hâlen olumlu bir yanıt verilmemiştir.
Dünya Uygur Kongresi Başkanı Dolkun İsa, olası ziyaret raporlarıyla ilgili değerlendirmede bulunurken şu noktalara dikkat çekmektedir:
“Çin’in başarısını göstermeyi sevdiğini biliyoruz, bu yüzden gözlemcileri Doğu Türkistan’a davet etmek neden bu kadar uzun sürdü? Bu ‘mesleki eğitim merkezleri’ 2017’den beri mevcutsa neden şimdi duyuyoruz? Bunun bir Çin oyunu olduğu çok açık. Uluslararası toplum dikkat etmeli.”
Geçmişte Çin’i ziyaret eden raportörler, ziyaret talebinin kabul edilmesi için yaklaşık 10 yıl süren bekleyişten ve erişim konusunda yaşanan ciddi kısıtlamalardan şikâyetçi olmuştur. BM İşkence Özel Raportörü Manfred Nowak bu konudaki gözlem ve değerlendirmelerini şu şekilde aktarmaktadır:
“Görüşmelerde mağdur aile üyeleri, bir dizi sözde avukat ve insan hakları savunucuları ile güvenlik personeli tarafından korkutuldu. Aileler polis gözetimi altına alındı, görüşmemeleri söylendi ya da görüşmeler fiziksel olarak engellendi. Ayrıca tutuklularla görüşürken de ‘aşikâr bir korku ve otosansür düzeyi’ gözlemlendi.”
Nowak bölgeye olası bir ziyaret öncesinde aşağıdaki kriterlerin karşılanması için çağrıda bulunmuştur:
- Gözlemcilere, “mesleki eğitim merkezleri” olarak adlandırılanlar da dâhil olmak üzere, cezaevlerine ve diğer gözaltı tesislerine tam erişim izni verilmelidir.
- Gözlemcilerin mağdurlar, aile üyeleri ve onların yasal temsilcileri için yapılabilecek misillemelere karşı garantili özel erişimlerine izin verilmelidir.
- Gözlemcilere, önerilere uyulmasını sağlamak için takip erişimi verilmelidir.
Nowak’ın dikkat çektiği en önemli noktalardan biri de şudur:
“Yaygın olarak bulunan kanıtlara dayanarak, Çin’in Uygurlara son iki yıldaki yaklaşımı insanlığa karşı işlenen suçlardandır. Bu nedenle uluslararası topluma Çin’in bunu milyonlarca insanın kitlesel keyfî gözaltı uygulamalarını normalleştirmeye devam etmek için bir fırsat olarak kullanmasına müsaade etmemelerini tavsiye ediyoruz.”[297]
BM’den sonra dünyanın en büyük çatı örgütü olan ve 1,8 milyarlık İslam dünyasını temsil eden 57 üyeli İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) ise Doğu Türkistan’la ilgili olarak genellikle pasif bir tutum izlemiştir. Doğu Türkistan’a düzenlenen ziyaretler sonrası yapılan açıklamalar ise suya sabuna dokunmayan, iyi niyet temennilerinin ötesine pek geçemeyen değerlendirmeler olmuştur. Bu etkisizlik durumu, İİT’nin gerçekten İslam dünyasını temsil edip etmediğiyle ilgili tartışmaları bir kez daha gündeme getirmektedir.
İİT’nin Çin’in Doğu Türkistan’daki uygulamalarıyla ilgili en önemli girişimi, 2009 yılında dönemin İİT Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu tarafından gerçekleştirilmiştir. İhsanoğlu’nun Çin hükümeti ile yoğun temaslarda bulunduğu bu süreçte, yüzlerce Müslüman’ın hayatını kaybettiği 5 Temmuz Urumçi olayları henüz yaşanmıştır. İİT, 25 Temmuz 2009’da Şam’daki toplantısında, Müslüman Uygurların meşru haklarının garanti altına alınması için Çin hükümeti ile sürekli temas çağrısında bulunmuştur.[298] Ekmeleddin İhsanoğlu yaklaşık bir yıl sonra, 16 Haziran 2010 tarihinde, Çin hükümetinin daveti ile bölgeye Urumçi ve Kaşgar’ı da kapsayan bir haftalık bir ziyaret gerçekleştirmiştir.[299]
2019 Mart’ında Birleşik Arap Emirlikleri’nin başkenti Abu Dabi’de gerçekleştirilen 46. İİT Dışişleri Bakanları Toplantısı’nda, Müslüman toplulukların ve azınlıkların haklarının ve kimliklerin korunmasının bu ülkelerin başlıca sorumluluğu olduğu ifade edilmiştir. Ancak aynı toplantıda ilginç bir şekilde, Çin’in Müslüman vatandaşlarına “özen gösterme” çabalarına da övgüde bulunulmuştur![300]
HRW Kanada Ofisi Direktörü Feride Deif, İİT’nin bu son toplantısının Pekin için şaşırtıcı bir zafer, milyonlarca Doğu Türkistanlı Müslüman içinse büyük bir hayal kırıklığı olduğunu söylemiştir. Deif, bölgede yaşananları Nazi Almanya’sı ve Sovyet Gulag sistemi tarafından işlenen zulümlere benzeterek, Sincan’daki Türki Müslümanların dinî özgürlüklerinin Çin tarafından ihlal edildiğini, 1 milyon Müslüman’ın siyasi eğitim kamplarında gözaltında olduğunu, İİT’nin bu tavrının Pekin’e Müslümanları ezmeye devam edebileceği ile ilgili cesaret verdiğini belirtmiştir.[301]
Öte yandan ABD Senatosu, Sincan Uygur Özerk Bölgesi’ndeki Uygur Türklerine yönelik baskı politikalarından dolayı Çinli yetkililere yaptırım uygulanmasını öngören yasa tasarısını 14 Mayıs 2020 tarihinde onaylamıştır. Cumhuriyetçi Senatör Marco Rubio’nun girişimleriyle senatoya sunulan yasa tasarısı oy birliğiyle kabul edilmiştir. Tasarıda, Donald Trump yönetimine, Uygur Türklerine ve diğer Müslüman azınlıklara uygulanan baskı ve şiddetten sorumlu olan bazı Çinli yetkililere yaptırım uygulanması çağrısında bulunulmaktadır. Tasarıda ayrıca, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın bölgedeki insan hakları ihlalleri için bir rapor hazırlaması da talep edilmektedir. Söz konusu tasarının ilk versiyonu olan “Uygur İnsan Hakları Politikası Yasası-2019” 11 Eylül 2019 tarihinde ABD Senatosu’nda oy birliğiyle kabul edilmiş, sonrasında 3 Aralık 2019 tarihinde, tasarının daha güçlü ve değiştirilmiş bir versiyonu olan “Uygur Müdahalesi ve Küresel İnsani Birleşik Müdahale Yasası (Uygur Yasası)” ABD Temsilciler Meclisi tarafından 1’e karşı 407 oyla kabul edilmiştir.[302] Temsilciler Meclisi bazı değişiklikler yaparak tasarıyı Aralık 2019’da tekrar senatoya göndermiştir.[303] Tasarı son hâliyle ABD Senatosu tarafından kabul edilirse ABD hükümetinin 180 gün içinde Müslüman azınlık gruplara karşı işkence, keyfî gözaltı, aşağılayıcı muamele ve diğer insan hakkı ihlallerinden sorumlu Çinli yetkilileri belirlemesi gerekecektir.[304]
Bölüm boyunca detaylı bir biçimde aktarıldığı üzere Çin, kendi Ceza Yasası’nın 103. maddesinde ifade edildiği üzere, bölgenin uluslararası toplumdan izolasyonunu anayasa maddesiyle garanti altına almıştır. Bölgeye bağımsız ziyaret talepleri de “iç işlerine karışmamak” kaydıyla kabul edilmekte; ancak Türkiye’nin bir yıla yakın süredir beklediği gibi oyalama taktikleriyle bu yöndeki talepler sürekli ertelenmekte; kabul edilen ziyaret talepleri ise önceden hazırlanmış mizansenlerle geçiştirilmektedir. Çin bugüne kadar kamplarda kaç kişi olduğunu, bu kişilerin tutuklanma sebeplerini ve daha ne kadar tutulacaklarını bildirmeyerek, açıkça hak ihlali yapmaya devam etmektedir. Bu hak ihlalleri sadece toplama kamplarında özgürlükleri kısıtlananlara değil, her türlü fakruzaruret içerisinde bulunan ailelere, akrabalara kısacası hapishaneye çevrilen tüm Doğu Türkistan’a yönelik gerçekleştirilmektedir.
ADIM ADIM SOYKIRIM - DOĞU TÜRKİSTAN’DA SOYKIRIM İDDİALARI
Savaşlar, baskıcı rejimler, ötekini yok sayma eğilimi, yoğun bir şekilde insan hakkı ihlallerini ortaya çıkarmıştır. İnsanlığın içinde yaşadığı bugünkü uluslararası düzen, müreffeh bir yaşam yerine, geçmişe kıyasla çok daha fazla toplu katliamların, sürgünlerin, toplama kampları ya da tecrit uygulamalarının, akıl-mantık sınırlarını aşan insan hakkı ihlallerinin, tahammül edilemez insanlık suçlarının işlendiği bir dünya meydana getirmiştir.
İnsan hakları, terim anlamı olarak insanın sadece insan olması nedeniyle sahip olduğu haklar demektir. Günümüzde, bir bütün hâlinde toplumsal yaşamı düzenleyen siyasal rejimlerin ve hukuki düzenlerin meşruluk kaynağı olarak algılanan insan hakları, temelde insanlığın tarihsel süreç içerisinde meydana getirdiği kültürel değerlerin bir birikimini yansıtmaktadır.[305] İnsanlığın insan haklarının korunması için verdiği mücadelenin tarihi çok eskilere dayanmakla birlikte, terim olarak “insan hakları” ifadesinin kullanılması oldukça yenidir; bu kullanım 2. Dünya Savaşı’ndan sonra yaygınlık kazanmıştır.[306]
1948 yılında BM Genel Kurulu, “Evrensel İnsan Hakları Bildirisi”ni kabul etmiştir. Ayrıca, 1950 yılında Avrupa Konseyi de “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi”ni onaylamıştır. 10 Aralık 1948 tarihli BM İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin bazı maddelerinde şöyle denmektedir:
- Madde 1- Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler ve birbirlerine karşı kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar.
- Madde 3- Yaşamak, özgürlük ve kişi güvenliği herkesin hakkıdır.
- Madde 4- Hiç kimse kölelik veya kulluk altında bulundurulamaz; kölelik ve köle ticareti her türlü şekliyle yasaktır.
- Madde 5- Hiç kimseye işkence yapılamaz; zalimce, insanlık dışı veya onur kırıcı davranışlarda bulunulamaz ve ceza verilemez.
- Madde 6- Herkes, her nerede olursa olsun, hukuksal kişiliğinin tanınması hakkına sahiptir.
- Madde 7- Kanun önünde herkes eşittir ve ayrım gözetilmeksizin kanunun korumasından eşit olarak yararlanma hakkı vardır.
- Madde 8- Herkesin anayasa veya kanunla tanınmış temel haklarını çiğneyen eylemlere karşı yetkili ulusal mahkemeler eliyle etkin bir yargı yoluna başvurma hakkı vardır.
- Madde 9- Hiç kimse keyfî olarak tutuklanamaz, alıkonulamaz veya sürgün edilemez.
- Madde 11/1- Bir suç işlemekten sanık herkes, savunması için gerekli olan bütün güvencelerin tanındığı açık bir yargılama sonucu kanunen suçlu olduğu tespit edilmedikçe masum sayılır.
- Madde 18- Herkesin düşünce, vicdan ve din hürriyetine hakkı vardır. Bu hak, din veya kanaat değiştirmek özgürlüğünü, dinini veya kanaatini tek başına yahut topluca, açık olarak veya özel şekilde öğretim, uygulama, ibadet ve dinî törenlerle açığa vurma özgürlüğünü içerir.
- Madde 19- Herkesin düşünce ve düşüncelerini ifade özgürlüğüne hakkı vardır.[307]
İnsan hakları karşısında takınılan tavır, bir devlet düzeninin anlaşılmasında ya da bir rejimin değerlendirilmesinde belirleyici rol oynamaktadır. İnsan haklarına gösterilen saygı, rejimlerin meşruluğunun temel ölçütlerinden biridir. İnsan haklarına saygı göstermeyen bir rejim, insanın değerini, dolayısıyla kişinin insan olma özelliğini hiçe saymış demektir. Bunun toplumun genel çıkarları ya da bir başka şey için yapılması, o rejime ahlaki meşruluk sağlamaz.[308] İnsan olmaktan kaynaklanan haklar, yeryüzünün hangi bölgesinde yaşarsa yaşasın herkes için aynı olmalıdır.
Devletlerin insan hakları konusundaki asıl sorunu söylem, yasa ya da teori sorunu değil, uygulama ve anlayış sorunudur. Her ne kadar devletler sebepler üzerine “mantıklı” gerekçeler sunmaya çalışsa da bugün dünya genelinde gerçekleştirilen ihlaller, kimi zaman soykırıma varan bir şiddete ulaşmakta, yüz binler, bazen milyonlar en hunhar biçimde cezalandırılmaktadır. Bu cezalardan soykırım; ırka, dine, siyasi görüşe veya etnik kökene bağlı özelliklere dayanan bir grubun bilerek ve isteyerek düzenli bir biçimde ortadan kaldırılmasıdır ki, bu tüm hak ihlallerinin bir arada gerçekleştirildiği insanlık dışı bir hadisedir. Soykırım, uluslararası kriterler bakımından teknik olarak değerlendirilen ve uluslararası insancıl hukuk kuralları içinde en ağır ihlallerin başında gelen önemli ve nitelikli bir suçtur.[309]
Soykırım, 9 Aralık 1948 tarihinde kabul edilen ve 12 Ocak 1951 tarihinde yürürlüğe giren “Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi”nin 2. maddesinde, Roma Statüsü’nün 6. maddesinde, Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsü’nün 4. maddesinde ve Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsü’nün 2. maddesinde aynı şekilde tanımlanmıştır. Tanımlardaki tek fark, birinde “sözleşme” denirken, diğerlerinde “statü” teriminin kullanılmasıdır.
Soykırım Sözleşmesi’nin 2. maddesine göre soykırım; millî, etnik, ırki veya dinî bir grubu, sırf bu niteliği nedeniyle kısmen veya tamamen yok etmek kastıyla aşağıda sayılan fiillerin işlenmesidir:
- Grup üyelerini öldürmek
- Grup üyelerine ciddi biçimde bedensel veya zihinsel zarar vermek
- Grubun fiziksel varlığını tamamen veya kısmen ortadan kaldıracağı hesaplanarak yaşam şartlarını kasıtlı olarak değiştirmek
- Grup içinde doğumları bilinçli olarak önlemeye yönelik tedbirler dayatmak
- Gruba ait çocukları bir başka gruba zorla nakletmek[310]
Görüldüğü üzere soykırım suçunun karakteristik özelliği, failin özel kastıdır. Maddelerde sayılan bu maddi unsura ait hareketlerin gerçekleştirilmiş olması, suçun oluşumu bakımından yeterli değildir. Bu fiiller ayrıca, “millî, etnik, ırki veya dinî bir topluluğu” özel olarak hedef alarak, bunları kısmen de olsa yok etme amacına yönelik olarak işlenmelidir. Mağdurların taşıdığı grup kimliğine ait özellikler, failin bu eylemleri gerçekleştirmesine neden olmaktadır. Yapılan eylem bir grubun yok edilmesi amacına yönelik bir planın parçası ise veya böyle bir kasıt taşıyorsa o eylem soykırım niteliğindedir; aksi takdirde soykırım değildir.[311]
Madde 3’te cezalandırılması gereken eylemler şu şekilde sıralanmaktadır:
- Soykırımda bulunmak
- Soykırımda bulunulması için iş birliği yapmak
- Soykırımda bulunulmasını doğrudan ve aleni surette kışkırtmak
- Soykırımda bulunmaya teşebbüs etmek
- Soykırıma iştirak etmek[312]
Uluslararası Ceza Mahkemesi’ni kuran Roma Statüsü’nün 6. maddesi, 1948 tarihli Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nin 2. maddesinde tanımlanan soykırım suçunu yargılama yetkisini Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne vermiştir. Bu tanımlama uluslararası örf ve âdet hukukunun bir parçası olarak kabul edilmiştir, bu nedenle Soykırım Sözleşmesi’ni onaylamış olsun veya olmasın, bütün devletler için bağlayıcıdır.[313]
Uluslararası Ceza Mahkemesi Roma Statüsü’nün 7. maddesinin birinci fıkrasında belirtilen “İnsanlığa Karşı Suçlar”, herhangi bir sivil nüfusa karşı yaygın veya sistematik bir saldırının parçası olarak işlenen aşağıdaki eylemleri kapsamaktadır:
- Öldürme
- Toplu yok etme
- Köleleştirme
- Nüfusun sürgün edilmesi veya zorla nakli
- Uluslararası hukukun temel kurallarını ihlal ederek hapsetme veya fiziksel özgürlükten başka biçimlerde mahrum etme
- İşkence
- Irza geçme, cinsel kölelik, fuhşa zorlama, zorla hamile bırakma, zorla kısırlaştırma veya benzer ağırlıkla diğer cinsel şiddet şekilleri
- Herhangi bir tanımlanabilir grup veya topluluğa karşı, herhangi bir eylemle veya mahkemenin yetki alanındaki herhangi bir suçla bağlantılı olarak siyasi, ırki, ulusal, etnik, kültürel, dinî, cinsel veya evrensel olarak uluslararası hukukta kabul edilemez diğer nedenlere dayalı zulüm
- Zoraki kayıplar
- Irk ayrımcılığı (apartheid)
- Kasıtlı olarak ciddi ızdıraplara ya da bedensel, zihinsel veya fiziksel sağlıkta ciddi hasara neden olan benzer nitelikteki diğer insanlık dışı eylemler[314]
Soykırımın aksine, insanlığa karşı işlenen suçların belirli bir grubu hedeflemesi gerekmez. Bunun yerine, saldırının kurbanı, bağlılığına veya kimliğine bakılmaksızın herhangi bir sivil nüfus olabilir. Bir başka önemli ayrım, insanlığa karşı işlenen suçlar söz konusu olduğunda, genel olarak mevzubahis eylemde belirli bir niyetin olduğunu kanıtlamaya gerek olmamasıdır. Ek ayrımcılık niyeti gerektiren zulüm eylemi hariç, listelenen eylemlerden herhangi birini gerçekleştirmek için basit bir niyetin olması yeterlidir. Fail, sivil nüfusa yönelik saldırı ve eyleminin bu saldırının bir parçası olduğu bilgisiyle hareket etmiş olmalıdır.[315]
İnsan özgürlüğü hayatta olmazsa olmazların arasında, belki de en başında gelmektedir. Ancak tarih boyunca insanların yaşam özgürlükleri ipotek altına alınmış ve pek çok kimse akla hayale gelmedik zor şartlarla karşı karşıya bırakılmıştır. İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nde, hiç kimsenin keyfî olarak tutuklanamayacağı ve sürülemeyeceği belirtilse de dünyada milyonlarca kişi bir ülke vatandaşlığının kendilerine sağlayabileceği güvenlik ve korumadan yoksundur. 21. yüzyılın ilk çeyreğini tamamlamaya yaklaştığımız şu dönemde bile milyonlarca insan dinî ve siyasi tercihlerinden dolayı kendi ülkesinde ya da göç ettiği yerlerde özgürlüğünden mahrum bırakılmakta ve değersizleştirilmektedir. Doğu Türkistan da Çin tarafından topraklarına katıldığı 1949 yılından itibaren defalarca benzeri ihlallerin yaşandığı bir yer olmuştur, olmaya da devam etmektedir.
Yukarıda kavramsal açıdan ele alınan ve ilkeleri belirtilen insan hakları ihlalleri, soykırım ve insanlığa karşı işlenen suçlar, seçilmiş bir halka uygulanması açısından bütünüyle Doğu Türkistan halkı için geçerlidir; yani zikredilen tüm suçlar Doğu Türkistan’da Çin yönetimi tarafından işlenmektedir. Elinizdeki bu çalışma, olabildiğince özet bir şekilde bu üç konu bağlamında hazırlanmış ve anlatılanlar hak ve adalet anlayışından mahrum bir gücün nasıl insanlık tarihinin en kara sayfalarını yazabileceğinin bir delili olmuştur. Çin tarafından işlenen hak ihlalleri, soykırım suçu ve insanlığa karşı işlenen suçlar, aynı zamanda kimi menfaat ve hesaplarla bu zulme sessiz kalan tüm insanlık ailesine aittir! Çalışmada zikredilmeyen ya da sadece başlıklar vererek geçtiğimiz daha onlarca konu bulunmaktadır. Hülasa, Doğu Türkistan bugün dünya üzerinde bir insan olarak yaşamanın en zor olduğu coğrafyadır. Orada bu zulüm ve sıkıntılarla yüz yüze bulunan insanlar açısından bir o kadar yıkıcı ve yaralayıcı olan şeylerden biri de 8 milyara yakın insanlık ailesinin Doğu Türkistan’daki kardeşlerine sırtını dönmüş olmasıdır. Unutulmamalıdır ki, bugün dünya üzerinde yaşanan gelişmelerden hiçbir ülke ya da topluluk bağımsız değildir ve bugün Doğu Türkistan’ın yaşadıkları yarın bir başka ülkenin gerçekleri olabilir!
Doğu Türkistan’daki hak ihlallerinin 21. yüzyıldaki kilometre taşlarına bakıldığında beş kırılma noktası göze çarpmaktadır:
- 11 Eylül 2001: ABD’deki İkiz Kulelere yapılan saldırı[316]
- 5 Temmuz 2009: Urumçi olayları[317]
- Mayıs 2014: Teröre Karşı Sert Darbe Kampanyası[318]
- 1 Ocak 2016: Terörle Mücadele Yasası[319]
- 29 Mart 2017: Sincan’daki Aşırılığı Yok Etme Yönetmelikleri’nin yürürlüğe girmesi[320]
Bu olaylar sonrasında, Nisan 2017’den itibaren Doğu Türkistan genelinde iyice sistematik hâle getirilen dünyanın en yaygın ve kalabalık toplama kampları açılmaya başlanmıştır. Her ne kadar birbiriyle ilintili olsa da bu tarihler aynı zamanda yeni safhaların başlatıldığı dönemleri de işaret etmektedir.
Çin, tutuklamaları “suçu önceden önleme prensibi” çerçevesinde gerçekleştirdiğini iddia ederek masumiyet karinesini hiçe saymaktadır. Yapılan incelemeler, toplama kamplarına alınan Uygur, Kazak, Kırgız ve diğer Müslüman etnik grup mensuplarının tamamına yakınının aslında hiçbir suçu olmadığını göstermektedir. Uygulanan yol ve yöntemlere bakıldığında, Çin yönetiminin hâlihazırda yaş ve cinsiyet ayırımı yapmaksızın bütün Uygurları ve Müslüman azınlıkları “suçlu” kabul ettiği, din ve geleneklerine bağlı olanları ise “terörist” olarak gördüğü anlaşılmaktadır. Yayınlanan “75 aşırılık belirtisi” âdeta tüm Uygur ve diğer Müslüman azınlıkların hapishane ve toplama kamplarından geçeceğini teyit etmektedir!
2016 yılı Ağustos ayında, Chen Quanguo’nun bölgeye atanmasıyla birlikte, yeni kurulan 7.500 civarı polis karakolu için Temmuz 2017’ye kadar 90.866 polis alımı yapılmış;[321] 2017 yılında, “Sincan’daki Aşırılığı Yok Etme Yönetmelikleri”nin yürürlüğe konulmasıyla da yeni tarz “aşırılığı yok etme” uygulamaları Çin yasalarında dayanak bulmuştur.
Doğu Türkistan’da hak ihlalleri siyasi, ekonomik, dinî ve kültürel haklar ve bunlarla ilgili olan her şeyi içine alacak şekilde genişletilmiştir. Oysa İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin ilk maddesinde “Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler ve birbirlerine karşı kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar.” denmektedir. Bugün Uygur halkı hemen hiçbir hak hususunda özgür değildir. Bir çadıra, pasaporta ya da birden fazla bıçağa sahip olmak, uzun sakal bırakmak ya da başörtüsü takmak, oruç tutmak yahut alkol ve sigara kullanmaktan kaçınmak, kişiye “aşırılıkçı” ve “terörist” damgası vurmak için yetip de artmaktadır. İnsanlar çocuklarına istedikleri ismi dahi verememekte, izin almadan akraba ya da arkadaşlarını akşam yemeğine veya sabah kahvaltısına çağıramamakta, bir yakınları vefat ettiğinde yahut evlilik merasimlerinde örf ve âdetlerine uygun tören yapamamaktadır. İnsanlara hep bir şeyler emredilmektedir. Angarya olarak çalışmak için yüzlerce kilometre öteye hem de ulaşım ücretini de kendileri ödeyerek gitmek, tek kuruş maaş almadan haftalarca çalışmak ve yemeklerin ve kaldıkları yerin ücretini de karşılamak zorunda bırakılmaktadırlar. Bu listeyi daha da uzatmak mümkündür.
Üçüncü maddede ise “Yaşamak, özgürlük ve kişi güvenliği herkesin hakkıdır.” denmektedir. Bugün Doğu Türkistan’da en ucuz şey insan hayatıdır ve hiç kimse hayatından emin değildir! İnsanlar sokak sokak, cadde cadde yüksek teknoloji ürünü gözetleme sistemleri ve bunların uygulayıcısı 1.400’ün üzerinde güvenlik şirketi marifetinde takip edilmektedir; kameralar bazen evinizin salonunda bazen sokağınızın başındadır. İnsanlar genişçe tanımlanmış terör yasası ve asker ve polise verilen olağanüstü yetkilerle her nerede bulunurlarsa bulunsunlar “terör zanlısı” olarak alınıp aile bireylerine bile bilgi verilmeden aylarca, bazen yıllarca tutulabilmektedir. Bu uygulamaya karşı ne tutuklunun ne de ailesinin Çin sınırları içerisinde hukuki çerçevede yapabileceği bir şey vardır! Zaten olsa bile sonuçları itibarıyla buna cesaret etmek pek de akıl kârı değildir! Hiçbir suçu bulunmayan insanlar, kendileriyle ilgili bir zan oluştu diye mahkeme edilmeksizin, savunma hakları gasp edilerek, masumiyet karinesi hiçe sayılarak gözetim merkezlerine ya da toplama kamplarına gönderilebilmektedir.
Beyannamenin dördüncü maddesinde “Hiç kimse kölelik veya kulluk altında bulundurulamaz; kölelik ve köle ticareti her türlü şekliyle yasaktır.” denmektedir. Bugün toplama kamplarına konularak “zorunlu eğitim” verilen, sonra da Çin’in iç bölgelerinde ya da toplama kampları yakınlarına kurulan fabrikalarda 80.000 ila 500.000 arası Uygur, Kazak, Kırgız zorunlu işçi olarak ücretsiz ya da minimum ücretle en ilkel koşullarda çalıştırılmaktadır. Doğu Türkistan’da bu durum o kadar yaygındır ki, Çin’den ithalat yapan bazı ülkeler, şirketlerden ticari ürünleri için “zorunlu işçilerin ürettiği mallar olmadığına dair” sertifika istemeye başlamıştır. Çin’in 2023 hedefi ise zorunlu işçi sayısını 1 milyona çıkartmaktır!
Beşinci maddede, “Hiç kimseye işkence yapılamaz; zalimce, insanlık dışı veya onur kırıcı davranışlarda bulunulamaz ve ceza verilemez.” denmektedir. Doğu Türkistan’da toplama kamplarından çıkmayı başarmış kişilerin şahitliklerinden öğrendiğimiz kadarıyla kamplarda yapılan işkencelerden bazıları şu şekildedir: Yaz aylarında sadece iç çamaşırla sıcak taş üzerinde, kış aylarında çıplak ayak buz üzerinde bekletme, dövme, elektrik şoku verme, hastalık durumlarında müdahale etmeme, uykusuz bırakma, uzun süre hücre hapsinde tutma, uzun süre kelepçe ile bırakma, uzun süre kafasında siyah çuval olduğu hâlde bekletme, tuvalet ihtiyaçlarının giderilmesinin kısıtlanması, aşırı kalabalık odalarda tutma, aç ve susuz bırakma ya da sürekli yetersiz yiyecek verme, su tanklarına daldırma ya da soğukta mahkûmun üzerine soğuk su dökme, kadın tutukluların yüzlerinde ve vücutlarında sigara söndürme, bileklerinden asılan tutukluları bu hâldeyken copla dövme, acı verici değişik nesnelerle dövme ve eziyet etme, yoğun ve parlak ışıkla körleştirme, uzun süre gergin pozisyonda tutma, günlerce hareketsiz bir şekilde kaplan koltuğu denen koltuklarda oturtma, elleri kelepçeli ve ayakları prangalı olarak dolaştırma, içerikleri belirtilmeyen ilaçlar vererek tutukluları bitkin ve itaatkâr hâle getirme, zorla kürtaj yapma, kısırlaştırma, tecavüze uğrayan birini izlemeye zorlama, toplu tecavüz.[322]
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 8, 9 ve 11. maddelerinde geçen kişinin yasal ve anayasal haklarının kullanımı, keyfe keder tutuklanamayacağı ve kendini savunma ve masumiyet karinesi gibi koşullar da Doğu Türkistan’daki Müslümanlara uygulanmamaktadır.
Beyannamenin 18 ve 19. maddelerinde zikredilen düşünce, din ve vicdan hürriyeti de Doğu Türkistan’da ipotek altındadır. Çin rejimi, dinî inancı Uygurları tamamen asimile etme önündeki en büyük engel olarak gördüğü için Doğu Türkistan’da Uygurlara yönelik dinî baskılar gün geçtikçe artmaktadır. Baskılar 1966-1976 yılları arasında yaşanan Kültür Devrimi’nden sonra en üst seviyeye ulaşmıştır.[323] Bu dönemde cami ve mescitlerin birçoğu yıkılmış veya eğlence mekânlarına dönüştürülmüştür. Kaynaklara göre 2016-2019 yılları arasında 10.000 ila 15.000 civarında cami, türbe ve diğer dinî yapı yıkılmıştır.[324]
İslami kıyafetler ile sakal ve bıyık dinî aşırılık olarak kabul edilerek yasaklanmıştır.[325] Doğu Türkistan’da 18 yaşından küçükler camiye girememektedir. Yetişkinler için de camide kalabalık gruplar hâlinde ibadet etme, vaaz verme, uzun dua okuma ve bazı ayetlerin okunması konusunda kısıtlamalar bulunmaktadır. Memurların, işçilerin, ÇKP üyelerinin, öğrenci ve emeklilerin ibadet yerlerine gitmeleri ve ibadet etmeleri yasaktır; ibadet ettiği tespit edilenler işten atılmakta, gözetim altına alınmakta veya para cezasına çarptırılmaktadır. Benzer şekilde kadınların ibadet etmesi, özel şahıslar tarafından dinî okul veya kurs açılması, öğrencilerin dinî kurs ve okullarda okumaları yasaktır; bütün bu kişilerin dinî bir eğitim aldıkları veya ibadet ettikleri tespit edildiğinde cezalandırılacakları ve öğrencinin okul müdürü, sınıf sorumlusu ile anne ve babası hakkında soruşturma açılacağı benzer yönetmeliklerde ifade edilmektedir. Çin yönetimi bugün Uygurların Ramazan ayında oruç tutmasını ağır suç saymakta, alkol kullanmamayı dinî aşırılık olarak görmektedir. Söz edilen tüm ibadet ve eylemler yasaklar içerisine girdiği için bunlardan birini yapanlar da sorgusuz sualsiz toplama kampları ile cezalandırılmaktadır.
Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nin 2. maddesine göre soykırım; millî, etnik, ırki veya dinî bir grubu, sırf bu niteliği nedeniyle kısmen veya tamamen yok etmek kastıyla yukarıda maddeler hâlinde sayılan fiillerin işlenmesidir.
Burada zikredilen; grup üyelerinin öldürülmesi, bedensel veya zihinsel zarar verilmesi maddeleriyle ilgili olarak tamamen karartma altındaki toplama kamplarında yaşananlara dair tanıkların anlattıkları dışında somut bir belge bulunmamaktadır. Konuşabilenlerin %70 kadarı da Kazakistan’a sığınan Kazak kökenli Müslümanlardır ve toplama kamplarındaki Kazak nüfusun Uygurlara oranla oldukça az olduğu malumdur. Uygurlar ise akrabalarının zarar görmesi endişesiyle genellikle sessiz kalmayı tercih etmektedir. Ancak özellikle son dönemde Uygur Müslümanların, akrabalarının fotoğraflarıyla birlikte sosyal medya üzerinden yaptıkları “kayıp” paylaşımlarında artış gözlemlenmektedir ki, bu paylaşımlar hem delil hem de dünyanın konuyla ilgili olarak bilgilendirilmesi vazifesi görmektedir. Atajurt İnsan Hakları Derneği ve HRW benzeri hak örgütlerinin çabalarıyla bu kişiler tanıklıklarını paylaşabilmişlerdir. shahit.biz adlı internet sitesinde 9.000’e yakın mağdurun kayıp ilanına ve kişisel bilgilerine yer verilmektedir.[326]
Sözleşmenin “Grup içinde doğumları bilinçli olarak önlemeye yönelik tedbirler dayatmak” maddesiyle ilgili de kanıtlanmış ciddi deliller bulunmaktadır. Çin, neredeyse bütün Uygur ailelerin erkeklerini toplama kamplarına alarak nüfus artışını kasıtlı olarak engellemekte, kamplarda kadın-erkek herkesi kısırlaştırmak suretiyle sonraki doğumları da ipotek altına almaktadır. İnsanlar ayrıca hem genel olarak gördükleri hem de özellikle cinsel organlara yönelik işkencelerden dolayı da üreme fonksiyonlarını yitirmektedir.
Kısırlaştırma ve zorunlu kürtaj politikalarının tarihi Doğu Türkistan’da oldukça eskidir. Anneler “kota dışı çocuklarını” zorunlu olarak aldırırken kendilerine sorulmaksızın kısırlaştırma işlemi de yapılmaktadır ve bu açık bir soykırım uygulamasıdır! Bu insanlar nesillerini devam ettirememekte ve aile hayatını sürdürememektedir.
Çin’in 2014 yılından itibaren başlattığı ve 2017 yılında iyice sistematik hâle getirdiği Aile Olmak projesi de insanlık dışı bir yöntem olarak toplama kamplarında yaşanan her türlü baskı ve asimilasyon uygulamasının tüm Uygur ve Müslüman kökenli hanelere yayılmış hâlidir. 1 milyondan fazla Çinli memurun yatılı olarak ailelerin yanında kalması, aile mahremiyetini ayaklar altına almakta, hane halkına yönelik taciz ve tecavüz vakaları yaşanmaktadır. Ancak bu fiili işleyen şahısların çoğunlukla devlet görevlisi olmasından dolayı aileler bu kişilere karşı yasal bir süreç başlatamamaktadır. Bu konuda şikâyet oluşturmaya çalışan ailelere ise, evlerinin zorunlu misafirlerinin “gönüllerini hoş etmeleri tavsiyesi” yapılmaktadır. Zira bu kişiler hazırladıkları raporlarla ev halkının diğer üyelerini de kolayca toplama kamplarına gönderebilmektedir. Ayrıca evin kızının uzun etek giymesi ya da evde “selamun aleyküm” şeklinde selam verilmesi de aşırılık alameti olarak görülmektedir!
Ruanda için kurulan Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin verdiği 1998 tarihli “Akayesu Kararı”, tecavüzün korunan bir grubun üyelerine ciddi bedensel ve ruhsal hasar verecek bir metot olarak uygulanmasının soykırım suçunu oluşturduğuna hükmederek bir dönüm noktası olmuştur. Buna ek olarak kararda, tecavüzün bir gruptaki doğumları engelleme aracı olarak da kullanılabileceği belirtilmiştir. Örneğin, etnik kökenin babanın kimliğine göre belirlendiği toplumlarda bir kurbana onu hamile bırakmak üzere tecavüz etmek, kurbanın kendi grubuna dâhil bir çocuk doğurmasını engelleyebilmektedir.[327]
Buraya kadar sıralananlara ilaveten uzun yıllardır Çinlilerle zorla evlendirilen Uygur kızları, Doğu Türkistan dışına çalışmak için gönderilenler, 1 Ocak 2016 Terörle Mücadele Yasası sonrası bölgeden göç ettiği rapor edilen 2.805.000 kişi ile bölgedeki nüfus artışı ciddi bir şekilde engellenmektedir. Uygurların boşalttığı köy, kasaba ve şehirlere ise Han Çinli yerleşimciler çok geniş imkânlar ve iş garantileriyle getirilerek yerleştirilmektedir.
Soykırım Sözleşmesi’nin son maddesi olan “Gruba ait çocukları bir başka gruba zorla nakletmek” uygulaması Doğu Türkistan’da yoğun olarak görülmektedir. Bölgede bir çocuğun ebeveyninden herhangi biri toplama kampına gönderilmişse, BM Çocuk Hakları ve Çin Yetimhane Kanunu’na mugayir olarak, çocuklar diğer ebeveyn ya da akrabalarının gözetimine bırakılmayarak yetimhanelere, çocuk bakım merkezlerine ve yatılı okullara alınmaktadır. Çocuğun toplama kampında olan ebeveyninden herhangi biri kamptan çıksa dahi çocuğun nerede, hangi yetimhane ya da merkezde bulunduğunu öğrenmesi ancak tesadüflere kalmıştır. Bu konuda çocuğun yakınlarının yapabileceği hemen hiçbir şey yoktur.
Doğu Türkistan’daki çocuk yetiştirme merkezlerinin toplam sayısının 7.778; merkezlerdeki güvenlik görevlisi ve eğitmenlerin sayısının ise toplam 92.200 olduğu belirtilmektedir. Merkezlerde ayrıca “Özel Görevli” statüsünde 59.400 kişi bulunmaktadır. Görevli sayıları dikkate alındığında söz konusu merkezlerde yaklaşık 2 milyon çocuğun tutulduğu tahmin edilmektedir!
2017 verilerine göre Doğu Türkistan’da tüm ortaokul öğrencilerinin %40’ının yani 497.800’ünün zorunlu dilin Çince olduğu yatılı okullara yerleştirildiği belirtilmektedir. Her ne kadar Çin inkâr etse de bu bilgi “çocuk kamplarının” varlığını doğrulamaktadır. Bu merkezlerin yapısal olarak toplama kamplarından farkı bulunmamaktadır. Kesinlikle ziyaretçi kabul edilmeyen merkezler; dikenli teller, çitler ve gözetleme kameraları ile çocukların güvenliklerinin sağlanmasından ziyade bir gözaltı merkezini andırmaktadır.
Hasılı, hem anaokullarında bulunan hem de ilk ve ortaöğretim çağındaki çocukların tamamının yatılı olmaları, velililerinin isteği hilafına belli alanlarda toplanmaları, aile ve yakınlarının kültürel etki alanlarınındın uzak tutulmaları bir soykırım suçu oluşturmaktadır. Ayrıca bu çocukların tamamının iğne ve ilaçlarla kısırlaştırılmış olma ihtimali de vardır ki, bu durum, mevcut soykırım suçunu daha da ağır hâle getirmektedir.
Uygur Kimlik ve Kültürüne Yapılan Saldırılar: Kültürel Soykırım
“Kültürel soykırım” bir toplumla bütünleşmiş ya da toplum tarafından uzun yıllardır yaşatılagelen gelenek, görenek, din ve inanışlarından mütevellit değer ve pratiklerin, hâkim güç ya da güçler tarafından zarara uğratılması, değiştirilmesi ya da toptan yok edilmesi için askerî gücün de kullanıldığı bir soykırım türüdür. Temelde amaç, hâkim güce ait kültürün soykırım yapılan coğrafya ve etnik-dinî gruba benimsetilmesi ya da dayatılmasıdır.
Kültürel soykırım kapsamına giren eylemler arasında diğer etnik dillerin yok edilmeye çalışılması, diğer etnik gruplara ait tarihî kalıntıların ve mezarlıkların tahrip edilmesi, psikolojik olarak aşağılık kompleksi aşılama, tarihi saptırma gibi faaliyetler sayılabilir. Kültürel soykırımda amaç, bir milletin millî duygularını yıkmak, halkını aşağılık kompleksine sokmak; tarihî, kültürel ve sosyal iç dinamiklerini bozmak ve bu doğrultuda kendi etnik grubuna katılmasını sağlamaktır. Tarihin birçok döneminde kültürel soykırım uygulamaları ile karşılaşılmıştır. Tarih sahnesinden silinen birçok etnik grubun bu tür uygulamalara maruz kaldığı bilinmektedir.
Soykırım kavramının oluşturulmasında katkıları bulunan Hukukçu Rafael Lemkin’e göre soykırım; sadece bir milletin ya da etnisitenin temsilcilerinin yok edilmesi değil, aynı zamanda onun kültürel ve millî değerlerinin de ortadan kaldırılmasıdır. Fakat kültürel soykırım kavramına 1948 yılında BM tarafından kabul edilen soykırım konvansiyonunda yer verilmemiştir. Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nin 2. maddesinde zikredilen beş yasak eylemden biri olmadıkça ve soykırım maksadıyla bu fiiller işlenmedikçe, bu uygulamalar statüde kullanılan soykırım tanımına girmemektedir. Mevcut hâliyle uluslararası hukuk soykırımı fiziksel veya biyolojik imha ile sınırlamaktadır.[328] Kültürel soykırım olarak nitelendirilen eylemler arasında sayılan çocukların zorla ailelerinden uzaklaştırılması ise bir soykırım türü olarak belirlenmiştir.
Kültürel soykırım olarak nitelendirilen eylemler genellikle kitlesel şiddetin yanında ya da ona öncü olarak ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle kültürel kimliğin yok edilmesi için gerçekleştirilen şiddetsiz eylemler genellikle soykırım niteliğindeki bir toplu katliamın kasti olarak işlendiğini kanıtlama vazifesi görmektedir. O da toplumdakilerin evlenme, çocuk sahibi olma, özgürce eğitim alma gibi hakları üzerindeki onlarca yıl süren kısıtlamalar sonrası gerçekleşmektedir. Acımasız bir kampanyanın parçası olarak işlenen vahşetler gibi görülebilen bu durum, toplumun kimliğini ortadan kaldırmanın uzun süren aşamaları bağlamında ele alındığında, soykırım olarak görülmeye başlar.[329]
Doğu Türkistan’da kültürel soykırım süreci yeni değildir. 1958’de hayata geçirilmeye çalışılan İleriye Doğru Büyük Atılım ve 1966 ile Mao’nun ölüm yılı olan 1976 tarihleri arasında devam eden Kültür Devrimi, Çin ve Doğu Türkistan için oldukça yıkıcı olmuştur. Büyük Atılım projesinde 26.000 komüne yerleştirilen yaklaşık 500 milyon köylüden en az 30 milyonu ölürken, Kültür Devrimi’nde yine “halk düşmanları” olduğu öne sürülen muhalif unsurlar toplama kamplarına gönderilmiştir.[330]
Kültür Devrimi, Doğu Türkistan’da da üniversitelerde, eğitimde, basında, sanatta, edebiyatta ve diğer kültürel alanlarda Komünist rejimi eleştiren muhaliflere yönelik büyük bir ideolojik temizlik hareketine dönüşmüştür. Uygurların geleneksel başlıkları olan doppanın kullanımı dahi yasaklanmış, önde gelen Müslüman liderler, âlimler, din adamları saldırıya uğramış ve sakallarını kesmeye zorlanmıştır. Camiler, ibadethaneler, türbe ve ziyaretgâhlar, mezarlar ve benzeri tarihî değeri bulunan yapıların çoğu kapatılmış, bir kısmı tahrip edilmiş veya yıkılmış, geri kalanı da depo, ahır vb. amaçlar için kullanılmıştır. Kültür Devrimi’nin başlangıcından itibaren 10 sene boyunca, Çin’in geri kalanında olduğu gibi, Doğu Türkistan’da da tüm seviyelerdeki eğitim kurumları kapalı tutulmuştur. Bilhassa üniversiteler çalışamaz hâle gelmiş, entelektüeller “arınmaları” için çalışma kamplarına gönderilmiştir.[331]
Bugün de Doğu Türkistan’da âdeta bir dejavu yaşanmakta, tıpkı Büyük Atılım ve Kültür Devrimi süreçlerinde yaşananlar ve belki de daha fazlası, Çin tarafından bölgenin Müslüman halklarına tekrar yaşatılmaktadır. Çin yönetiminin uygulamaları tüm bölgeyi kapsarken, kültürel soykırımın yeni merkez üsleri, 3 milyon insanın tutulduğu toplama kampları olmuştur. Kamplarda bulunan insanlardan kendi dillerini unutmaları, Çin dilini öğrenmeleri ve konuşmaları istenirken, Uygurca konuşan kişiler ağır cezalara çarptırılmaktadır. Çin dil ve kültürünün zorla kabul ettirilmesinin hem Çinlileştirme hem de Uygur kültürünü ve İslam inancını reddetmeye zorlama gibi amaçları da bulunmaktadır.[332]
Tutuklular eski yaşam tarzlarının yanlış olduğunu kabul etmeleri için zorlanmakta, “pişmanlık ve itiraf” için türlü baskılar uygulanmaktadır. Bu kamplarda aylarca ve yıllarca her gün beyin yıkama seansları gerçekleştirilirken, bu süre boyunca kendi kimlik ve kültürlerine ait unsurlardan uzak kalan mahkûmlar ruhsal ve fiziksel anlamda güçlerini kaybetmekte ve bu yoğun saldırılara boyun eğmek zorunda kalmaktadırlar. BM Irkçılık Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılması Komitesi Başkan Yardımcısı Gay McDougall, 13 Ağustos 2018 tarihli Cenevre oturumunda, Sincan’ı “hakların olmadığı bölge” (no rights zone) olarak nitelendirip, burada yaşananlarla ilgili endişelerini dile getirmiştir.[333] McDougall konuyla ilgili şunları söylemiştir:
“Sincan Uygur azınlık mensuplarının yanı sıra Müslüman olarak tanımlanan diğer etnik gruplar, toplama kamplarına gizlilik içinde konuldular ve bu insanlar etno-dinî kimliklerinden başka hiçbir şey gerekçe gösterilmeksizin devlet düşmanı olarak muamele gördüler. Etnik Uygurların ve diğer Türk Müslüman azınlıkların kitlesel olarak alıkonulduğuna ilişkin raporlara göre, aşırılık karşıtı merkezlerde 1 milyondan fazla insanın tutulduğu ve 2 milyon kişinin de siyasi ve kültürel beyin yıkama programları için sözde ‘yeniden eğitim kamplarına’ konmak istendiği tahmin ediliyor. Gözaltında tutulanların tümü, haklarında dava açılmamış, çoğunlukla daha önce bir suçla itham edilmemiş, bir mahkemede yargılanmamış kişilerdir ve tutukluluklarının yasallığına itiraz etme fırsatı dahi bulamamışlardır.”[334]
Uluslararası toplumun da çok iyi tarif ettiği üzere toplama kamplarındaki beyin yıkama seansları oldukça yoğundur. Kamplarda geçen sıradan bir güne bakıldığında, kültürel soykırımın boyutu daha da net anlaşılmaktadır.[335]
Doğu Türkistan’da kültürel anlamda gerçekleştirilen soykırım uygulamaları tüm çalışma boyunca anlatıldığı için burada vaka vaka tekrar ele alınmayacak, ihlaller sadece başlıklar hâlinde verilecektir.
- Uygur ve Müslüman kimliğinin yok edilmesine dair beyin yıkama faaliyetleri
- “Tüm etnik guruplar tek bir ailedir” propagandası ile “beş görüş” adı verilen Çin devletini, Çin ulusunu, Çin kültürünü, Çin Komünist Partisi’ni ve Çince sosyalizmi tanımak adı altında alenen Çinlileştirme faaliyetlerinin yürütülmesi
- Çocukların anaokulu, ilk ve orta öğretimde zorunlu yatılı olarak alıkonulup beyinlerinin yıkanması
- Aile Olmak projesiyle Uygur aile yapısı ve mahremiyetine yapılan saldırılar ve evlere yerleştirilen ÇKP üyesi memurlar marifetiyle mevcut din ve kültürden uzaklaştırma ve beyin yıkama faaliyetleri
- “Bulaşıcı bir hastalık” olarak görülen dinî değerlerin tamamına yönelik saldırılılar
- Doppa adı verilen şapka dâhil Uygur kültürünü temsil eden tüm kılık kıyafetin yasaklanması
- Doğu Türkistan’ın ve İslam kültürünün sembollerinin yasaklanması
- Kur’an-ı Kerim’in değiştirilmesi hareketleri
- Cami, medrese ve İslam kültür öğesi eserlerin yıkılması; ahır, diskotek ve bar olarak amaç dışı kullanımları dâhil olmak üzere yapılan saldırılar
- Bir Kuşak Bir Yol projesi güzergâhında bulunan Müslümanlara ait köy ve kasabaların tüm kültürel ve tarihî dokularıyla birlikte yerle bir edilmesi ve bu yerlerin ahalisinin farklı bölgelere sürgün edilmesi
- 18 yaşından küçüklerin, memur, işçi, ÇKP üyeleri, öğrenci ve emeklilerin ibadet yerlerine girmesi ve ibadet etmesinin yasaklanması, bu yerlere gittiği ve ibadet ettiği tespit edilenlerin cezalandırılması
- Ramazan ayında oruç tutmanın yasaklanması ve insanların oruç tutmadıklarından emin olmak için okul ve iş yerlerinde bir şeyler yiyip içmeye zorlanması
- Hac ve umreye gidişlerin sınırlandırılması ve yasaklanması
- Müslümanlara ait mezarlıkların yok edilmesi ya da taşınması
- Müslüman ahaliye domuz eti yedirme ve alkol kullandırma
- Çocukların sünnet ettirilmesinin yasaklanması
- Uygur esnafa dükkânlarında zorla alkol satışı yaptırma
- Evlilik ve cenaze törenlerinin örfe uygun yapılmasının yasaklanması
- Müslüman memurlara ölümleri sonrasında naaşlarının yakılması için belge imzalatılması ve ahalinin cenazelerinin yakılması
- Türk kızlarının zorunlu olarak Çinli erkeklerle evlendirilmesi
- Toplumun lider ve aydınlarının, akademisyenlerin toplama kamplarına kapatılmak suretiyle topluma yön verecek isimlerden toplumun mahrum bırakılması
- Dinî ve millî bayramların yasaklanması
- Ürünlerin “helal” olarak etiketlenmesinin yasaklanması ve helal etin Müslümanların yemesi haram olan domuz etiyle birlikte satılması
- Çin Anayasası’nda Uygurlara verilmiş anadilde eğitim hakkının yasaklanması ve Çincenin tüm okullarda zorunlu dil hâline getirilmesi
- Uygur alfabesinin sürekli olarak değiştirilerek okuryazar oranının düşürülmesi
- Uygurca dinî ve millî eserlerin ve Kur’an-ı Kerimlerin toplanarak yakılması, bu eserleri okumanın ve bulundurmanın yasaklanması, buna mugayir davrananların hapis cezasına çarptırılması
- Uygur ve diğer Müslüman azınlığa ait medya organlarının kapatılması, yurt dışından yayın yapan medya organlarına erişimin yasaklanması
- Uygurca eserlerin bulunduğu kütüphanelerin kapatılması
- Millî ve dinî kimliği çağrıştıracak isim ve sembol kullanmanın yasaklanması
- Üniversitelerde fırsat eşitsizliği uygulaması ve ayrıca yurt dışında eğitim gören Uygur gençlerin zorunlu olarak toplama kamplarına alınması
- Toplama kampına alınan Müslümanların tek tip hapishane kıyafetleri içerisinde, saçları kazınmış ve elleri kelepçeli olarak tren garlarında, otobüs terminallerinde teşhir edilerek alenen tahkir edilmesi ve aşağılanması
ŞAHİTLİKLER
Ne çok acı var!
Hatırlamak mı yoksa
unutmak mı en doğrusu?
Çin’in kamp ziyaretlerinden birine katılmıştı gazeteci ve her şeye ikna olmak üzereydi. Zaten her şey apaçık gün gibi ortadaydı. Ne kadar da ulvi bir iş yapıyordu Çin! Hiçbir ülkenin tarihte yapamadığı şeylerdi bunlar!
Köyünden başka bir yer görmemiş 15 yaşındaki Fatıma’yı da 88 yaşındaki Abdülkadir dedeyi de her türlü aşırılık ve terör düşüncesinden kurtarmak için gönüllü olmuştu…
Evet büyük devletti Çin!
Hepsi, yüz binlercesi, milyonlarcası mesleki eğitim merkezine alınmıştı, üstelik burada parasız yatılı olarak okuyacaklardı!
Üç öğün yemeği ayağına gelecekti Fatma’nın ve bugün olduğu gibi şarkılar türkülerle, dans ve eğlence ile gençliğinin en güzel günlerini yaşayacaktı burada şüphesiz...
Bugünleri unutması asla mümkün olmayacaktı…
İşte her şey gözlerinin önünde olup bitiyor; şarkılar söyleniyor danslar ediliyor ve hayatında hiç görmediği figürler ustaca sergileniyordu!
Keşke hiç bitmesin, hep böyle bir hayat sürsündü…
Gazeteci öyle müsterih, öyle de pişmandı!
Pişmandı çünkü Çin dışarıda, dünyanın geri kalanında, envai çeşit iftiralarla yıpratılmaya çalışılmış, yıllar yılı hakkında en ağır cümleler kurulmuştu! Bunun pişmanlığı az bir şey değildi!
Gazeteci mutlu bir günün sonunda buraya birlikte geldiği grupla kamptan ayrılmak üzereydi ki, kampı çevreleyen binalardan birinin duvarının bir köşesinde, mahkûmlardan biri tarafından yazıldığı besbelli olan bir yazıya ilişti gözleri. Önlenemez bir duygu ile bu yazıyı okumak istedi: “Kalbim, lütfen dayanmaya devam et!”
Yaşanmış bir toplama kampı ziyaretini biraz da hayal gücünü kullanarak hikâye etmek istedik. Anlatmaya çalıştığımız, dünyanın bu basit oyuna kandığı değil elbet. Gerçekten biraz aklı olan ve azıcık da vicdanı bulunan, oksijen kullanarak solunum yapan her dünyalı, o kamplarda tuhaf şeyler olduğunu kabul edecektir!
Sadece internetteki kaynaklardan yapılacak hızlı bir araştırmayla dahi birçok bilgiye ulaşmak mümkün. Devlet, medya, STK’lar, BM, AB, İİT ve diğer çatı kurumlar da muhakkak ki işlenen bu zulümlerden haberdar. Hak, hukuk ve adalet sağlayıcı kurumlar gerekli olduğunda çalıştırılmıyorsa tüm insanlık olarak iflas etmişiz demektir.
Bu bölümde Çin’deki toplama kampları gerçeğinin biraz daha net görülmesini sağlayacak şahitliklere yer verilmiştir:
“20 mahkûm küçük bir odada yaşıyorduk. Bileklerimizde kelepçe, başlarımız kazınmış. Her hareketimiz kamerayla izleniyordu. Odanın köşesinde tuvalet olarak kullandığımız bir kova vardı. Günlük rutinimiz sabah 06.00’da başlıyordu. Çince öğreniyor, ÇKP marşları ezberliyor ve kabahatlerimizi itiraf ediyorduk. Aramızda çok genç olanlar da vardı, yaşlılar da. Yemekler çok az ve hep aynıydı: çorba ve bir dilim ekmek.
Burada işkence için bolca malzeme vardı: tırnaklarımıza çaktıkları çiviler, tırnaklarımızı çekmek için kerpetenler… Bir de elektrik verdikleri karanlık bir oda vardı... Biz oraya kara oda diyorduk.
Hiçbirimiz mahkeme edilmemiştik ama cezamız sabitti. Sürekli hap veriyor, iğne vuruyorlardı. Bunun hastalıkların önlenmesi için olduğunu söylüyorlardı ama biz içten içe ellerinde bir kobay olduğumuzu biliyorduk. Belli ki, tıbbi deneylerini üzerimizde yapıyorlardı. Şuurumuzu yitiriyorduk. İyice unutkan olmuştuk. Bazı erkekler aldıkları ilaçların tesiriyle iktidarsız hâle gelmişti. Kadınlarsa rutin olarak tecavüze uğruyordu.”[336]
“Bir gün polis bize, eğitimimizin başarılı olup olmadığını kontrol edeceklerini söyledi ve 200 mahkûmu bir araya topladılar. Kadınlardan birine günahlarını itiraf etmesini söylediler. Kadın önümüzde durdu ve kötü birisi olduğunu, fakat şimdi Çince öğrendiği için daha iyi bir insan hâline geldiğini söyledi. Konuşmasını tamamladığında polisler soyunmasını istediler ve herkesin gözü önünde birbiri ardınca ona tecavüz ettiler. Tecavüz ederken de bizim nasıl tepki verdiğimizi kontrol ediyorlardı. Başını çeviren veya gözlerini kapatan, öfkeli ya da şok olmuş görünenlerin tamamını aldılar ve onları bir daha görmedik. Berbattı. Çaresizlik hissini, ona yardım edemeyişimi asla unutmayacağım, Bu olaydan sonra geceleri uyumak benim için çok zordu.”[337]
Sayragul Sauytbay
“Derslere geç girmek de dâhil olmak üzere, kamp kurallarına uymamak 12 saat boyunca kelepçe takılmak suretiyle cezalandırılıyor. Tutuklular genelde Uygur ya da Kazak. Bu kişiler ya dindar oldukları ya yurt dışında bulunan birisi ile bağlantı kurdukları ya da Çin dışındaki bir ülkeyi ziyaret ettikleri için kampa alınmıştı.
“Sorgulama sırasında ağır işkence gördüm. Ufacık hücrelerde çok sayıda insanla bir arada tutuldum. İnsanları intihara sürükleyen Komünist Parti rejiminin acımasız uygulamalarına maruz kaldım. Metal bir sandalyeye zincirlenerek üç gün boyunca uyutulmadım. Hareket ettikçe demirler vücuduma batıyordu. Çince marş ezberlemek ve söylemenin yanı sıra komünist doktrin okumak zorunda bırakıldım.” [338]
Kayrat Samarkand
Ayrıca beyin yıkama seanslarına tabii tutulduğunu söyleyen Kayrat Samarkand, bütün bu işkenceler sebebiyle üç ay sonra dayanamayıp kendini öldürmek için başını duvarlara vura vura bayıldığını ve bilincini kaybettiğini anlatmıştır. Röportaj yapılan kişiler, kampların sisteminin fiziksel ve psikolojik işkence uygulamak üzere kurulduğunu belirtmiştir. Sevdikleri insanları, eşyaları ya da hoşlandıkları şeyleri en ağır şekilde eleştiren tutuklular ödüllendirilmekte, bunu yapmayı reddedenler hücre cezası, dayak ve aç bırakılma ile cezalandırılmaktadır.
“Kamplara alınanların birçoğu bilim adamı, sanatçı ve entelektüellerden oluşuyor. Bu eğitimli kişileri yeniden eğitmeye gerek var mı? Bütün gün güneşin altında aç, susuz ve ayakta bekletiyor, köpekleri üzerimize salıyor, gün boyu her şeyimizi ÇKP’ye borçlu olduğumuzu tekrarlatıyorlardı. Ne olduğu belli olmayan yemekleri alkolle birlikte almamızı şart koşuyorlardı.”[339]
Habibullah Aziz
“İslam’a kesinlikle inanmamam gerektiği söylendi. Boyun eğmek zorunda kaldım. Bir de Allah’a inanmadığımı ve dini reddettiğimi belirten bir belge imzaladım. Eğer bunu yapmasaydım şartlar çok daha ağır hâle gelecekti. Tüm Müslümanları, dini inkâr ettiklerini beyan eden bir belge imzalamaya mecbur ediyorlar.”[340]
Gülziya Mogdunkyzy
“2015 yılında Güney Hoten’de kamplarda kaldım. Güneş doğmadan bir saat önce uyanıp, sıraya geçip sabah sporu olarak koşmaya başlamak için sadece bir dakikamız vardı. Yeterince hızlı koşamayanların cezalandırılması için özel bir oda bulunur ve bu kişiler odada tekmeler ve kemerle dövülürdü. Ben 2015 yılının sonlarında bir ay boyunca burada tutuldum. Sonra bir şekilde Türkiye’ye kaçmayı başardım ama şu anda 74 yaşındaki babam ve sekiz kardeşim toplama kamplarında.”[341]
Ablet Dursun Tohti
2014 yılında bir cenazede Kur’an’dan bir ayet okuduğu gerekçesiyle tutuklanan Abdusselam Muhammed de toplama kamplarına kapatılan Uygurlardan biri. Eğitilmesi gerektiğini söyleyen Çinli yetkililer onu da Hoten’deki bir toplama kampına kapatmış. Muhammed şimdi Türkiye’de.
2015 yılında toplama kampına atılan bir diğer Uygur ise telefonunda nikaplı bir kadının fotoğrafı bulunduğu için alınmış. Su faturasını zamanında ödememe ve hacca gitme gibi gerekçelerle toplama kamplarına gönderilen birçok Uygur olduğundan bahsediliyor.[342]
“22 Mayıs 2017 tarihinde Urumçi’de bir oteldeyken üç polis gelip beni tutukladı. Bunlar devleti koruma birimi olarak adlandırılan görevlilerdi ve beni dört saat boyunca sorguladılar. Burada korkunç işkenceler gördüm. Sonra başka bir yere götürüp aynı gün öğleden sonra saat 15.00’ten gece 23.00’e kadar tekrar sorguladılar. Bana ‘Türkiye’ye gittin mi, namaz kılıyor musun?’ şeklinde sorular sordular. Daha sonra da beni toplama kampına götürdüler. Teröre destek verdiğim için tutuklandığımı söylediler. Urumçi’de bulunan kampta beni çırılçıplak soyup sarı bir tulum giydirdiler, sonra erkeklerin olduğu bir hapishaneye götürdüler. Bana bazı tahliller yaptılar. Bu tahlillerin yapılması geç saatlere kadar sürdü. Sonra beni küçük bir koğuşa götürdüler. Burada ayaklarına beş kiloluk zincirler vurulmuş 20 kadın vardı; bana da aynını yaptılar. Ben ağlamaya başladım, oradaki nöbetçi kadın bana ağlamamamı söyledi, ‘Yoksa seni daha kötü bir yere koyarlar.’ dedi.
“Perişan hâlde bulunan genç kızlar gördüm, tırnaklarına iğne batırılmış kadınlar gördüm. Üç ay boyunca çeşitli koğuşlarda kaldım. 20 kişi bir koğuşta aynı tuvaleti kullanıyorduk. Tuvalette de kamera vardı. Bir ay boyunca su vermediler; abdest almamızı, namaz kılmamızı istemiyorlardı. Bitlendik, saçımızı tarayacak tarak vermediler. Bir ay sonra saçlarımızı kazıdılar. Koğuşun kapısındaki küçük delikten günde iki hap veriyorlardı. Doktor gelip iğne yapıp kan alıyordu. Askerler gelip bizi çırılçıplak soyuyordu. Otur deyince oturuyor, kalk deyince kalkıyorduk. Doğru dürüst yemek vermiyorlardı, sadece mısır unundan yapılma az bir çorba ve ekmek. Verdikleri ilacın yan etkisiyle insanlar unutkan oluyordu. Ben şimdi her şeyi çok çabuk unutuyorum.
“Orada kaldığım süre içerisinde birçok şey gördüm. Yeni doğum yapan bir kadın getirdiler, çocuğunu elinden almışlardı. Bayılan kadınları alıp bilmediğimiz yerlere götürüyorlardı. Uygurca konuşmak yasaktı, konuşanı fark ederlerse karanlık bir koğuşa koyuyorlardı. Lağımların aktığı ve fareler olan koğuşlar vardı. Bu tip yerlere atılan kadınlar gördüm. Bu yüzden aklını kaybeden çok kişi vardı. Kamp hayatı korkunçtu.
“Yemekten 10 dakika önce Komünist marşını söylüyorduk. Marşı söylemeyene yemek yoktu. Cuma günleri 20 dakika televizyon izlettiriyorlardı. Orada da sadece Xi Jinping’in konuşmaları olurdu. Cumartesi ve pazar günleri bize pişmanlıklarımıza dair yazı yazdırıyorlardı. Üç ay sonra beni sorgu için götürdüler. Başıma çuval geçirip demir bir sandalyeye oturttular. 24 saat boyunca öyle oturdum. Bir kampın içinde bir de kampın dışında sorgulama yeri vardı. Tacize uğramak, cinsel istismara uğramak sıradan bir şeydi. Çin polisi istediğini yapmakta serbestti.”[343]
Gülbahar Jelilova
Aibota Serik’in babası Kudaybergen Serik, Sincan’ın Tarbagatay şehrinde imammış. 2018 Şubat’ında polis onu gözaltına almış ve Aibota o zamandan beri babasından haber alamamış. Küçük bir fotoğrafını tutarak gözyaşları içinde, “Babamın neden hapsedildiğini bilmiyorum. Çin yasalarını ihlal etmedi, mahkemede yargılanmadı.” diyor.[344]
Mısır’da yaşayan Mihrigül Tursun ise 2015 yılında ailesiyle özlem gidermek için Doğu Türkistan’a gitmiş ve gider gitmez gözaltına alınmış. Yanında bulunan üçüzlerini de alıp götürmüşler. Tursun üç ay sonra serbest bırakıldığında, üçüzlerinden birinin öldüğünü öğrenmiş, diğer ikisi de sağlık sorunları yaşıyormuş. Tursun, çocuklarını ameliyat ettirmiş. Serbest bırakıldıktan yaklaşık iki yıl sonra ikinci kez tutuklanmış. Birkaç ay sonra da üçüncü kez alıkonulmuş ve güvenlik kameralarının önünde tuvaleti kullanmak, sırayla uyumak ve ÇKP’yi öven marşlar söylemek zorunda kalan 60 kadar kadınla sıkışık bir hücrede üç ay daha geçirmiş.[345]
Mihrigül Tursun, kendisinin ve diğer mahkûmların onları bayıltan haplar ve bazı kadınlarda kanamaya neden olan beyaz bir sıvı da dâhil olmak üzere bilmedikleri ilaçlar almaya zorlandıklarını anlatıyor. Tutulduğu hücrede üç ay içinde dokuz kadının öldüğüne tanıklık eden Tursun, tutukluların açlıktan öldüğünü, dövüldüğünü, vücutlarına elektrik verildiğini söylüyor ve ekliyor:
“Attıkları dayak yüzünden ellerim kanardı, her elektrik verişlerinde tüm bedenim şiddetle sallanır, acıyı damarlarımda hissederdim. Bu dayanılmaz işkence yerine beni öldürmeleri için onlara yalvarırdım.[346]
“Bir gün, el ve ayakların sabitlenip kilitlendiği kaplan koltuğu adı verilen bir sandalyeye yerleştirildim. Kafama kask benzeri bir şey takıp elektrik verdiklerinde tüm vücudum şiddetli bir şekilde sarsıldı. Sonra ağzımdan beyaz bir köpük geldi ve bilincimi kaybetmeye başladım. Gerisini hatırlamıyorum. Bayılmadan önce duyduğum son söz Uygur olmamın bir suç olduğuydu.”[347]
Mihrigül Tursun
“Orada yedi gün cehennem hayatı yaşadım. Ellerim kelepçeli, bacaklarım bağlıydı. Beni bir çukura attılar. Ellerimi kaldırıp yukarı bakmamı istediler ve o anda su döktüler. Çığlık attım. Sonra ne olduğunu hatırlamıyorum. Çukurda ne kadar kaldığımı bilmiyorum ama kış ve çok soğuktu. Hain olduğumu, çifte vatandaşlığım olduğunu, borcum olduğunu ve toprak sahibi olduğumu söylediler. Bunların hiçbiri doğru değildi. 3.000 kelime Mandarince öğrenirsen gidebilirsin dediler. Ama bunun için insanları neden kelepçeliyorlar? Kazakları Müslüman oldukları için gözaltına alıyorlar. Tüm etnik kökenleri silmek istiyorlar.”[348]
Orynbek Koksybek
Dört yıl kamplarda tutulan ve şu anda Türkiye’de yaşayan 30 yaşındaki bir Uygur olan Ruqiye Perhat, gardiyanlar tarafından birkaç kez tecavüze uğrayıp iki kez hamile kalmış ve her iki gebeliği de kürtajla sonlandırılmış. Perhat, 35 yaşın altındaki tüm kadın ve erkeklerin tecavüz veya cinsel tacize uğradığını söylüyor.
32 yaşındaki Zharkynbek Otan, Çin kamplarında sekiz ay tutulmuş. Kampta her yerin kameralarla izlendiğini ve dikenli tellerle çevrili devasa bir yapı olduğunu anlatıyor:
“Kampta kıyafetlerimizi aldılar ve bir kamp üniforması verdiler. Sonra grip ve AIDS’e karşı olduğunu söyledikleri bir aşı yaptılar. Bunun doğru olup olmadığını bilmiyorum, ama aşı yerim birkaç gün acıdı. O zamandan beri iktidarsızlık ve unutkanlık yaşıyorum.
“Soğuktu. Her zaman soğuktu. Bu yüzden sağlık sorunlarım var. Kamptaki ikinci gecemde uyuyabilmek için koğuştaki ışıkları kapattım. Kurallara aykırıymış. Böylece gecenin bir yarısı koğuşa doluştular. Onlara ışıkları kapattığımı itiraf ettim. Beni coplarla dövdüler. Burada her şey için cezalandırılabilirsiniz; yavaş yemek, tuvalette uzun kalmak bile dayak için yeterli sebep.[349]
“Neler olduğunu bilmiyordum. Ne yanlış yapmıştım? Hangi suçu işlemiştim? Neden oradayım? Kampta bunu sorduğumda bana, WhatsApp kullanmaktan suçlusun, dediler. Bunun yasaya aykırı olduğunu iddia ettiler. Yabancı bir uygulamayı neden Çin’de kullanıyorsunuz dediler. Onlara Kazakistan’da yaşadığımı söyledim. Telefonu oradan almıştım! Açıklamaya çalıştım ama bunun sadece bir bahane olduğu çok belliydi. Eğer WhatsApp olmasaydı başka bir sebep bulurlardı. Oradaki herkesin bir hikâyesi var. Bazıları benimkine benziyordu; bazıları da namaz kılmaktan, Kur’an okumaktan suçlanmıştı bazıları ise başörtüsü taktığı için oradaydı.”
Zharkynbek Otan
“Kamptaki yetkililerin katı tavrı hapishaneden çok daha kötüydü. Bize hayvanmışız gibi davranıyorlardı. Sorgularken dövüyor, saatlerce ayakta tutuyorlardı; kötü lakaplarla çağırıp sürekli bağırıyorlardı. Bir gün sınıfa giderken tökezleyip düştüm. Bunun cezası vücuduma elektrik verilmesi oldu. Sabahları bir bardak kaynatılmış su ile buğulanmış ekmek, kaynatılmış Çin lahanası, akşamları da yine aynısı oluyordu. Et yoktu, belki ayda bir pilav veriyorlardı. Tüm yıl boyunca aynı durum söz konusuydu. Bize asla ne zaman serbest bırakılacağımız söylenmedi. Her gün aynıydı. Kamptaki bazı insanlar ben girdiğimde bir yıldır oradaydı. Bazılarının daha sonra 5 ila 25 yıl arasında cezaya çarptırıldıklarını duydum. Eğitildiğimizi iddia ediyorlardı ama bence tek amaçları dini yok etmek, milliyeti yok etmek, geleneği yok etmekti.”[350]
Rahima Senbai
Toplama kamplarında aylarca kalmış olan Rüstem de yaşadıklarını şöyle anlatıyor:
“Kimse yerinden kıpırdayamıyor; çünkü sizi video kameralarla sürekli izliyorlar. Bir süre sonra hoparlörden gelen ses size birkaç dakika dinlenebileceğinizi söylüyor. Yerinizden kıpırdadığınızda o ses sizi azarlıyor... Tuvalette bile izleniyorduk. Siyasi eğitim kampında sürekli olarak stres altındaydık.”
Eski mahkûmlarından Nur’un tutulduğu kampta yaşadıklarına dair anlattıkları ise şöyle: “Onların uygulamalarına direndim... Beni tek başıma bir tecrit hücresine koydular. Oldukça dar bir alanda ellerim kelepçeli, aç susuz, 24 saat boyunca uyumadan ayakta beklemek zorunda kaldım.” [351]
Nabijan, kız kardeşi Zohre Ela, ebeveyni ve akrabaları ile bir yıldan uzun süredir hiç iletişim kuramadığını, onların hangi kamplarda tutulduklarını ya da hayatta olup olmadıklarını dahi bilmediğini söylüyor. Yakınlarıyla ilgili haber almak isteyen Nabijan, bugüne kadar onların akıbetlerine dair hiçbir şey öğrenememiş.[352]
Gözaltındaki her yaştan Uygur’un ölüm haberleri gelmeye devam ediyor. Mısır’daki eğitimlerini ailelerinin hapse atılacağı şantajı sebebiyle yarıda bırakıp geri dönen Uygur öğrenciler Abdüsselam Mamat ve Yasincan Naman’ın, 2017 yılında gözaltındayken öldüğü bildirilmiş. 2016 yılında Türkiye’ye yaptığı bir ziyaretten dolayı gözaltına alınan 17 yaşındaki Yakupcan Naman’ın ise Kaşgar’da bulunan bir kampta “bilinmeyen nedenlerle” öldüğü söylenmiş ve babası oğlunu polis denetimi altında gömmeye zorlanmış. Mayıs 2018’de yine yaşlı bir Uygur kadının Gulja şehrinde bulunan Yamaçhang kampında öldüğü belirtilmiş.[353]
Toplama kampları ve diğer gözetim merkezlerinde bulunan “kayıplarla” ilgili 8.965 kişiye ait benzer bilgilere https://shahit.biz/eng/ adlı internet sitesinden ulaşılabilir. Umudumuz ve duamız, soykırım da dâhil olmak üzere her türlü insanlık suçunun merkezleri olan toplama kamplarının bir an evvel kapatılması ve çok geç kalınmış olsa da tüm devlet ve çatı kurumların, STK ve vicdan sahiplerinin bu onurlu mücadeleyi el birliği ile kazanmasıdır.
DOĞU TÜRKİSTAN’DAKİ DİĞER HAK İHLALLERİ
Toplama kampları, yaşanan hak ihlallerinin en güncel biçimi olsa da Doğu Türkistan’daki Müslümanların yaşadığı hak ihlalleri birçok şekilde kendini göstermektedir. Aşağıda, farklı zamanlarda farklı şahitlerin verdiği ifadelere dayalı olarak bir araya getirilmiş temel hak ihlalleri sıralanmaktadır.
- Çin rejimi, dinî inancı, Uygurları tamamen asimile etme yolundaki en büyük engel olarak gördüğü için, Doğu Türkistan’da Uygurlara yönelik dinî baskılar gün gittikçe artmaktadır. Baskılar 1966-1976 yılları arasında yaşanan Kültür Devrimi’nden sonra en üst noktaya ulaşmıştır.[354] Camiler ve mescitlerin birçoğu yıkılmış veya eğlence mekânlarına dönüştürülmüştür. Mevcutlara ise Çin bayrağı ve Xi Jinping’in fotoğrafları asılmıştır.
- İslami kıyafetler, sakal ve bıyık, dinî aşırılık olarak kabul edilerek yasaklanmıştır.[355] Doğu Türkistan’da 18 yaşından küçükler camiye girememektedir. Yetişkinler için de camide kalabalık gruplar hâlinde ibadet etme, vaaz verme, uzun dua okuma ve bazı ayetlerin okunması konusunda kısıtlamalar bulunmaktadır. Memurların, işçilerin, ÇKP üyelerinin, öğrenci ve emeklilerin ibadet yerlerine gitmeleri ve ibadet etmeleri yasaklanmış; ibadet ettiği tespit edilenler işten atılmış, gözetim altına alınmış veya para cezasına çarptırılmıştır. Benzer şekilde kadınların ibadet etmesi özel şahıslar tarafından dinî okul veya kurs açılması öğrencilerin dinî kurs veya okullarda okumaları yasaklanmış; sayılan bu gruplardakilerin dinî eğitim aldıkları veya ibadet ettikleri tespit edildiğinde cezalandırılacakları ve öğrencilerin okul müdürü, sınıf sorumlusu ile anne ve babası hakkında soruşturma açılacağı, benzer yönetmeliklerde ifade edilmiştir. Çin yönetimi bugün Uygurların Ramazan ayında oruç tutmasını ağır suç saymakta, alkol kullanmamayı dinî aşırılık olarak görmektedir. Sözü edilen tüm ibadet ve eylemler 2017 Nisan’ından itibaren ilan edilen 75 aşırılık içerisine girdiği için de sorgusuz sualsiz toplama kampına gönderilme ile cezalandırılmaktadır.
- Çin yönetimi bir taraftan Uygur gençlerini ve özellikle bekâr Uygur kızlarını istihdam sağlamak gerekçesi ile Doğu Türkistan’dan Çin’in iç kesimlerine ucuz iş gücü olarak götürmeye devam ederken diğer taraftan da her gün hızlı trenlerle Çinli yerleşimcileri Doğu Türkistan’a taşımak suretiyle bölgenin demografik yapısını değiştirmektedir. Her sene ortalama 250.000 civarı Han Çinli, Doğu Türkistan’a taşınmaktadır. Bölgeye gelen Çinli nüfus ekseriyetle sivil halk, asker-polis ve Çinli mahkûmlardan oluşmaktadır. Doğu Türkistan’a gelen Çinli yerleşimcilere ücretsiz konut, tarla ve iş ile maddi destek sağlamakta, en verimli araziler ve kıymetli yerler Han Çinli yerleşimcilere verilmektedir. Doğu Türkistan’ın asıl sahipleri ise ağır vergi yükü altında ezilmekte; tarlaları, işleri ellerinden alınmaktadır. Komünist Çin yönetimi Doğu Türkistan’ı işgalinden bu yana Uygur çiftçileri her sene iki-üç ay boyunca çeşitli projelerde ücretsiz çalışmaya zorlamaktadır. Uygurlar, zengin yer altı ve üstü kaynaklarına sahip oldukları ana yurtlarında ikinci sınıf vatandaş muamelesini bile aratacak derecede zulüm görmektedir. Çin hükümeti bir yandan Bir Kuşak Bir Yol projesi ile dünyayı etkilemek isterken diğer yandan da Uygur ekonomisini çökertmektedir.
- Çin yönetimi ikiyüzlü olmakla itham ettiği Uygur memurlara ve Uygurlar arasında büyük saygı kazanmış veya kendi mesleklerinde itibarı olan Uygurlara karşı tasfiye politikası yürütmektedir.
- Uygur memurlar öldükten sonra cesetlerinin yakılması için sözleşme imzalamaya zorlanmaktadır.
- Çin Anayasası’nda Uygurlara verilen ana dilde eğitim hakkını kaldıran Çin yönetimi, ayrıca tarih, edebiyat ve dinî alanlardaki Uygurca kitapları da toplayıp imha ederek, Uygur yazma eserlerini ve kültürünü yok etmeye çalışmaktadır. Yasaklanan kitapları okuyan ya da bulunduran kişiler 5 seneden 20 seneye kadar hapis cezasına çarptırılmaktadır. Bu şekilde Uygur dili kullanım dışı bırakılmaktadır. Çin, Doğu Türkistan’ı işgal ettiği 1949’dan bugüne Uygurların kullandığı alfabeyi üç defa değiştirerek Uygurlar arasındaki okuma yazma oranını iyice düşürmüştür.
- Çin resmî medya organlarında 2017 yılında dört ay süren bir çalışma sonucu 17,5 milyon insanın sağlık kontrolünden geçirilerek kan tahlillerinin yapıldığı açıklanmıştır. Oysa pek çok insan bu testlere zorla tabi tutulmuştur. Ayrıca tutuklu iken ya da gözaltında kaybolan ve akıbetlerinden haber alınamayan çok sayıda Uygur’un organlarının çalınmış olma ihtimali de oldukça yüksektir.
- Çin, 2017 yılından itibaren Doğu Türkistan’da satılan çeşitli gıda ürünleri üzerinde bulunan “Helal” simgesinin kullanımını yasaklamış, marketlerin şarküteri bölümünde ve kasaplarda helal olan et ürünleriyle domuz etini yan yana satma zorunluluğu getirmiştir.
- Uygurların İslami geleneğe uygun şekilde evlenmesi ve cenaze töreni yapması yasaklanmıştır. Uygur kızları Çinlilerle evlenmeye zorlanarak millî ve dinî kimlik asimile edilmeye çalışılmaktadır.
- Çin hükümeti 2016 yılından itibaren yeni doğan Uygur çocuklarına Muhammed, Arafat, İslam, Türkzat gibi dinî ve millî kimliği çağrıştıran 29 ismin verilmesini yasaklamıştır.
- Komünist Çin rejimi yönetimi, Uygurların tarihî eserlerini yok ederek kültürel bir kıyım gerçekleştirmektedir.
- Yurt dışındaki Uygurların Doğu Türkistan’daki aileleriyle iletişimi kesilmiştir.
- Doğu Türkistan’da açılan toplama kamplarından sonra şehir, kasaba ve köylerde kapılarına kilit vurulan iş yeri ve hane sayısı gün geçtikçe artmaktadır. Tutuklananların bakıma muhtaç olan aileleri, madden ve manen zor günler geçirmektedir.
- Çin hükümeti yurt dışında eğitim gören çok sayıda Uygur öğrencinin ailesini rehin alıp baskı yaparak öğrencileri Doğu Türkistan’a dönmeye mecbur etmektedir. Bu baskılara karşı koyamayıp dönen Uygur öğrenciler hava alanına iner inmez “terörist” suçlamasıyla tutuklanmakta ve birçoğundan bir daha haber alınamamaktadır.
SONUÇ VE ÖNERİLER
- Çin, Doğu Türkistan’daki uygulamalarından açıkça anlaşıldığı üzere, Han milletinin üstünlüğüne dayanan ırkçı bir devlettir. Doğu Türkistan’da Uygur, Kazak, Kırgız olmak bugün âdeta “suç telakki edilmekte” ve insanlar peşinen “düşman ve terörist” olarak yaftalanmaktadır. Aynı şekilde Tibet, İç Moğolistan ve Hong Kong’da da durum farklı değildir. Çin bu tutumundan derhâl vaz geçmelidir.
- “Terör” kavramını Uygurları ve bölgedeki diğer Müslümanları Çin ulusuna karşı varoluşsal bir tehdit olarak göstermek için kullanan Çin, Uygur halkı da insanlığın temel haklarına sahip olmayan istisna bir halk olarak görmektedir. ÇKP, terörist kelimesini genellikle Müslümanlarla ilişkilendirmektedir. Bu durum Çin liderlerinin ve Çin halkının, terörü sınır bölgesindeki kendilerinden farklı insanlarla ilişkili bir tehdit olarak algılamalarına neden olmaktadır. Uygur toplumunu bu şekilde etiketlemek, Pekin yönetimine BM gibi uluslararası kurumlarda insanlık karşıtı suçlarla ilgili bir kılıf sağlamak için kullanılmaktadır.
- Çin, utancın ve vandalizmin tezahürü olan insanlık dışı toplama kamplarını kayıtsız şartsız derhâl kapatmalıdır!
- Doğu Türkistan’ın tamamında kurulan toplama kampları, 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana etnik-dinî bir topluluğun bu kadar kısa sürede ve bu kadar geniş bir şekilde hapsedildiği ceza merkezleridir. Tahminlere göre bugün Doğu Türkistan’daki her evden en az bir kişi toplama kampına alınmıştır.
- Sayılarının 1.200’ü aşkın olduğu belirtilen toplama kamplarında, 3 milyon civarı masum insan herhangi bir mahkeme süreci yaşamadan ve suç isnat edilmeden tutulmaktadır.
- Doğu Türkistan’da Müslümanlara yönelik tutuklamaları, “suçu önceden önleme prensibi”(!) çerçevesinde gerçekleştirdiğini savunan Çin yönetimi, bu uygulamayla masumiyet karinesini hiçe saymaktadır. Yapılan incelemeler, toplama kampına alınan Uygurların tamamına yakınının aslında hiçbir suçu olmadığını ortaya koymaktadır.
- Uygulanan metotlara bakıldığında, Çin yönetiminin hâlihazırda yaş ve cinsiyet ayırımı yapmaksızın bütün Uygurları “suçlu” kabul ettiği, din ve geleneklerine bağlı Uygurları ise “terörist” olarak gördüğü anlaşılmaktadır. Yayınlanan “75 aşırılık belirtisi” tüm Uygurların hapishane ve toplama kamplarından geçeceğini âdeta teyit etmektedir!
- 1 Ocak 2016 tarihinde kabul edilen Ulusal Terörle Mücadele Yasası ile olağanüstü yetkilerle donatılan Çin polisi, sadece silahlı operasyonlarını değil, eğitim ve propaganda çalışmaları konusundaki faaliyetlerini de arttırma direktifi almıştır. Böylelikle her olay terörle irtibatlandırılarak cezalandırılabilir, olaylara müdahale sırasında polisler serbestçe ateş edebilir, gece baskınlarıyla tutuklama yapabilir, mahkeme kararı olmadan hapsedebilir hâle gelmiştir. Bu yasa bir an önce kaldırılmalıdır. Bölgedeki olağanüstü şartlar derhâl sona erdirilmelidir!
- Toplama kampları açık bir şekilde insanlık suçudur. Çin, uluslararası hukuka aykırı olarak Doğu Türkistan, Tibet, İç Moğolistan ve Hong Kong’da gerçekleştirdiği tüm hak ihlallerinin hesabını uluslararası mahkemelerde soykırım suçu da dâhil olmak üzere vermeli, bunun için de Gambiya-Myanmar örneklerinde olduğu gibi, uluslararası toplum acil inisiyatif almalıdır. Uygur vatandaşların, kimliklerinin gizli tutulması ve güvenlik şartlarının sağlanmasından sonra, Uluslararası İnsan Hakları Mahkemesi’ne bireysel başvuruları da kabul edilmelidir. Hak ve hukuka, insan haklarına kıymet veren bütün ülkeler konunun takipçisi olmalıdır.
- Bu kamplarda gördükleri zulümler nedeniyle bugüne kadar vefat etmiş, sakat kalmış ve zarara uğramış her kişinin aile ve yakınlarından; hayatta olanların ise kendilerinden, işlenen kabahatlerden ötürü özür dilenmeli ve tazminat ödenmelidir.
- Çin’in 2014 yılından itibaren başlattığı ve 2017 yılında iyice sistematik hâle getirdiği Aile Olmak projesi, açık bir şekilde insan hakları ihlalidir ve âdeta toplama kamplarında yaşanan her türlü baskı ve asimilasyon sürecinin tüm Uygur ve Müslüman kökenli hanelere yayılmış hâlidir. 1 milyondan fazla Çinli memurun yatılı olarak ailelerin yanında kalmasıyla mahremiyet ayaklar altına alınmakta, ayrıca aileler hakkında geniş çaplı fişleme yapılarak “75 aşırılık belirtisi”nden birini sergileyenler toplama kamplarına konulmaktadır. Aile Olmak projesi de diğer hak ihlalleri gibi yüz kızartıcıdır ve bu uygulama derhâl sonlandırılmalıdır.
- Çin Halk Cumhuriyeti Ceza Yasası’nın 103. maddesi gereği “açık bir biçimde ayrılıkçılığı kışkırttıkları ve ülkeyi bölmeye çalıştıkları” gerekçesiyle insan hakları STK’larının Doğu Türkistan, Tibet ve İç Moğolistan’a girişleri yasaklanmıştır. Bundan dolayı bağımsız gazeteciler, aktivistler ve STK görevlileri ile bağımsız heyetlerin kamplara girmesi ve araştırma yapması mümkün değildir. Buna karşın Çin’in dünya kamuoyunu oyalama amaçlı göstermelik, tiyatrovari programlar organize ederek önceden hazırlanmış merkezlere bazı grupları götürdüğü bilinmektedir. Fakat bu ziyaretlerin bir inandırıcılığı bulunmamaktadır. Zira her şey açıkça mizansendir ve bu ziyaretlerde gösterilenler gerçeği yansıtmamaktadır.
- Çin yönetimi genellikle uluslararası insan hakları örgütlerine karşı düşmanca davranmaktadır ve Xi Jinping dönemi, Çin’de insan hakları ihlallerinin izlenmesine yönelik olarak hükümet baskısının en fazla yaşandığı dönemdir.
- Doğu Türkistan’da toplam 7.778 çocuk yetiştirme merkezi vardır. Bu merkezlerdeki güvenlik görevlisi ve eğitmenlerin sayısı ise 92.200’dür. Ayrıca “Özel Görevli” statüsüyle 59.400 kişi daha istihdam edilmiştir. Görevli sayısı dikkate alındığında, yaklaşık 2 milyon çocuğun bu merkezlerde tutulduğu tahmin edilmektedir!
- Doğu Türkistan’da beyin yıkama ve asimilasyon uygulamaları dışında kalabilen tek bir kişi bile bulunmamaktadır. Toplama kamplarındakiler, onların aileleri ve yatılı okullarla kreşlere alınan çocukların tamamı bu sürecin içindedir. Kısacası Uygurların yarınları yok edilmektedir.
- 2017 verilerine göre Doğu Türkistan’da tüm ortaokul öğrencilerinin %40’ının yani 497.800’ünün zorunlu dilin Çince olduğu yatılı okullara yerleştirildiği anlaşılmaktadır. Bu bilgi aynı zamanda “çocuk kamplarının” varlığını da doğrulamaktadır. Çin, toplama kamplarının bir uzantısı olan zorunlu yatılı okul uygulamasını derhâl durdurmalı, okullarda ana dilde eğitim serbest bırakılmalıdır.
- 2017’den bu yana 12 ila 65 yaş arası bütün Müslümanlar, yüzlerinden ve vücutlarından çeşitli açılardan çekilen fotoğrafların yanı sıra kan testleri, parmak izleri, retina taramaları, saç örnekleri ve ses kayıtları da dâhil olmak üzere kapsamlı biyometrik görüntüleme ve DNA testlerinden geçirilmektedir!
- Doğu Türkistan’da kurulan ve Uygur, Kazak, Kırgız ve diğer azınlık gruplarının evlerinin içine kadar takip edilmesini sağlayan yüksek teknoloji ürünü takip ve gözetleme sistemleri derhâl kaldırılmalı; sokak sokak, cadde cadde, ev ev bu uygulamaları yapan 1.400’ü aşkın güvenlik şirketi bölgeden çekilmelidir.
- Çin neredeyse bütün Uygur ailelerin erkeklerini toplama kamplarına alarak nüfus artışını kasıtlı olarak engellemekte, kamplardaki insanları kısırlaştırmak suretiyle sonraki doğumları da ipotek altına almaktadır. Bu açık bir SOYKIRIM uygulamasıdır! Bunlara ilaveten uzun yıllardır Çinlilerle zorla evlendirilen Uygur kızları, Doğu Türkistan dışına çalışmak için gönderilenler, 2016’da çıkarılan Terörle Mücadele Yasası sonrası bölgeden göç eden 2.805.000 kişi, bölgedeki radikal demografik değişikliklerin habercisidir. Her yıl Çin’den gelen ortalama 250.000 kişi ise, devletin kendilerine sağladığı büyük desteklerle, boşaltılmış olan Uygur kasaba ve şehirlerine yerleştirilmektedir. Uygursuz bir Doğu Türkistan isteyen Çin, bunu maalesef başarmak üzeredir.
- Doğu Türkistan’da yok edilen sadece insanlar değildir, aynı zamanda şehirler ve tarihî-kültürel doku da özellikle Bir Kuşak Bir Yol projesi çerçevesinde yoğun şekilde katledilmekte, kültürel bir soykırım gerçekleştirilmektedir.
- Çin kendini her türlü hukukun üzerinde görmektedir. BM ve uluslararası çatı yapılar içerisinde oldukça etkin olan Çin, BM Güvenlik Konseyi üyeliğinin kendisine verdiği veto yetkisini çoğu zaman pazarlık konusu ve elbette sopa olarak kullanmaktadır.
- BM, Doğu Türkistan’da üç yılı aşkın süredir devam eden ve açık olarak insanlığa karşı işlenen suçlar kapsamındaki uygulamalar karşısında, bariz bir şekilde, etkisiz ve pasif görünmektedir. BM, Çin’in insan haklarını ayaklar altına alan toplama kampları vahşetini derhâl durduracak sahici adımlar atmalıdır.
- Çin, uluslararası toplum tarafından toplama kamplarında yaptığı akıl ve mantık dışı zulümler nedeniyle “21. yüzyılın zalimi” unvanı ile anılmalı, toplama kampları utancından kurtuluncaya kadar tüm ülkeler Çin ile siyasi, ticari ve askerî bağlarını koparmalıdır.
- İslam dünyası ve bu coğrafyada bulunan medya kuruluşları, Doğu Türkistan toplama kamplarına gereken ilgiyi göstermenin çok uzağındadır. Bu durum Çin’in uluslararası lobi faaliyetlerinin İslam dünyasındaki medya kuruluşlarına kadar uzandığını göstermektedir. Açıkça belirtmek gerekir ki, Batılı hükümetler ve Batı medyası Doğu Türkistan toplama kamplarına daha fazla ilgili göstermektedir.
- Doğu Türkistan konusunda İslam dünyasının çatı kuruluşu olan İİT âdeta yok hükmündedir! İİT 2000 yılından sonra bölgede gerçekleşen hemen hiçbir olayda inisiyatif almadığı gibi, ön alıcı çalışmaları da bulunmamaktadır. 2019 Mart ayında Abu Dabi’de gerçekleştirilen 46. İİT Dışişleri Bakanları Toplantısı’nda -toplama kampı zulümleri devam etmesine rağmen- Çin’in Doğu Türkistan’daki Müslüman topluluğa “özen gösterme çabası” içerisinde olduğunu ifade etmek ve toplama kampları gerçeğine sessiz kalmak, birbirinden ağır eylem ya da eylemsizliklerdir. İİT ya kuruluş misyonunu deruhte etmeli ya da kendini feshetmelidir. Zira İİT’nin mevcut tutumu Çin’i daha da cesaretlendirmektedir.
- Bir Kuşak Bir Yol projesi İslam dünyasının sessizliğinin önemli sebeplerinden biridir. Toprakları, limanları, rafineri ve fabrikaları adım adım Çin’e satılan ve bu şekilde ipotek altına alınan İslam dünyası, bugün meseleye iktisadi fayda çerçevesinden baksa da yakın zamanda daha da belirginleşecek Çin işgali gözden kaçırılmaktadır.
- Türkiye de bu konuda tehdit altında olan ülkelerden biridir. 2018 yılı Haziran ayı itibarıyla 1.000’den fazla Çin şirketinin kurulduğu belirtilen Türkiye’de, Çinliler diğer yabancılar gibi 250.000 dolarlık konut alımları karşılığında vatandaşlık alabilmekte hatta bazı iddialarda belirtildiği üzere, daha az bedelle alınan evler vatandaşlık için gerekli olan miktara çekilerek yolsuzluk yapılmaktadır. Çin’in ayrıca yerli firmalar üzerinden alımlar yaptığı da bilinmektedir.
- İslam dünyası 57 ülke ve 2 milyara varan nüfusu ile Çin karşısında siyasi, ekonomik ve askerî anlamda önemli bir güçtür. Dünya yer altı kaynaklarının %60’tan fazlasına sahip olan İslam coğrafyası, bu gücünü Çin’e karşı kullanmalı, Doğu Türkistan’daki Uygur, Kazak ve Kırgız Müslümanların derhâl toplama kamplarından çıkarılması için gerekli adımları en üst makamlardan atmalıdır. Unutulmamalıdır ki 1,5 milyara yakın nüfusu ile ekonomik anlamdaki kayıpları tolere etme konusunda oldukça kırılgan bir yapıya sahip olan Çin’in en büyük ticari ortağı İslam dünyasıdır!
- Toplama kamplarına öncelikle aydınlar ve toplumun önderleri sayılan kişiler alınmıştır. Onların hedeflenmesi asimilasyon sürecini hızlandırmanın ve aynı zamanda Uygur kimliğini yok etmenin en etkili yolu olarak görülmektedir.
- Çin, dinî vecibelere getirdiği emsali görülmemiş yasak ve baskılarla İslam dinini fiilen “kanun dışı” ilan etmiş durumdadır. Oysa Çin Anayasası’nda “Çin Halk Cumhuriyeti vatandaşları, din ve inanç özgürlüğüne sahiptir.” ve “Hiç bir devlet organı, kamu kuruluşu veya birey, vatandaşları herhangi bir dine inanması veya inanmaması için zorlayamaz veya herhangi bir dine inanan veya inanmayan vatandaşlar arasında ayrım yapamaz.” denmektedir. Çin’de inanç ve ibadetlere, giyim kuşama, örf ve âdetlere yönelik yasaklar bir an evvel kaldırılmalı, camiler ve tüm ibadethaneler olması gerektiği gibi özgürce kullanılabilmelidir.
- Yasa dışı organ satışının devlet eliyle yapıldığı Çin’de, yıllık nakil sayısının 100.000’i bulduğu tahmin edilmektedir. Çin’in organ ticaretinden yılda 1 milyar dolar gelir sağladığı ve bu ticarete konu olan organların da büyük oranda toplama kamplarında katledilen mahkûmlardan alındığı belirtilmektedir.
- Hiçbir bilgiye erişimin mümkün olmadığı kamplardaki koronavirüs sürecinin etnik temizlik için bahane olarak kullanılacağı endişesi giderek artmaktadır. Çin DSÖ’yü ve bağımsız sağlık kurumlarını derhâl kamplara davet etmelidir.
- Kamplarda bulunan insanlar istekleri hilafına fabrikalara gönderilmekte, bir firmadan diğerine devredilerek ücretsiz ya da minimum ücretle âdeta köle gibi çalıştırılmaktadır. Hâlihazırda 500.000 kişinin bu durumda olduğu bildirilirken Çin hükümetinin 2023 sonunda bu sayıyı 1 milyona çıkarmayı hedeflediği belirtilmektedir!
- Uygur, Kazak ve Kırgız Müslümanlara köle muamelesi yapan Çin, hukuksuz uygulamalarına son verinceye kadar tüm dünyadaki vicdan sahipleri Çin mallarını BOYKOT etmelidir.
- Her meslek grubundan yetkin ne kadar Uygur varsa toplama kamplarına dolduran Çin yönetimi, böylece bir anlamda Uygurların hayat damarlarını kesmeyi planlamaktadır. Çin’deki ekonomik baskılar, gerekçesiz vergiler ve el koymalar, zorunlu işçi olarak çalıştırmalar son bulmalı, devlet dairelerinde ve iş bulma hususunda Uygurlara Çinlilerle eşit rekabet imkânı oluşturulmalı, bölgeye ait zenginlikler halkın refahı için kullanılmalıdır. Uygurlardan müsadere edilen toprak ve mülkler derhâl iade edilmelidir.
- Çin, dünya çapında sadece ekonomik hamleleriyle değil aynı zamanda lobi faaliyetleriyle de dikkat çekmektedir. Çin’in kirli lobi faaliyetlerine karşı dikkatli ve tedbirli olunmalıdır.
- Çin’in insanlık dışı hukuksuz uygulamaları tüm dünyada yüksek sesle duyurulmalı, vicdan sahibi STK’lar, hak örgütleri ve sivil vatandaşlar toplama kampları zulmünün duyurulmasında inisiyatif almalı, bu ağır yük sadece Doğu Türkistanlı vakıf ve derneklerin omuzlarına bırakılmamalıdır.
- Doğu Türkistan’da yaşayan Uygurların yurt dışına seyahat yasağı ve yurt dışındaki Doğu Türkistanlıların memleketlerine dönüş ve akraba ziyareti engeli kaldırılmalıdır.
- Yurt dışında akrabası olanlara yönelik denetim ve gözetimlere son verilmeli; para gönderme ve haberleşme engeli kaldırılarak en temel haklardan olan iletişim ve haber alma özgürlüğü sağlanmalıdır.
- Dil, kültür ve eğitimin önündeki engeller kaldırılmalı; Uygurlar ana dilde eğitim yapabilmeli; tarihî eserler, kitap ve kütüphaneler korunmalı; okullar ve üniversiteler erişilebilir olmalıdır.
- Seyahat özgürlüğü, örflere uygun evlilik, cenaze merasimi, helal gıdaya erişim ve benzeri haklara getirilen yasaklar derhâl kaldırılmalıdır.
KAYNAKÇA
EK: 75 AŞIRILIK BELİRTİSİ[356]
Aşağıda “Dinî Aşırılık İçeren Faaliyetler Hakkında Temel Bilgiler (75 Aşırılık Belirtisi)” verilmektedir.
Dinî aşırılık bir din değildir, mücadele etmek istediğimiz şeydir. Sincan’daki dinî aşırılık genellikle etnik bölünmeler ve şiddet içeren terörizmle iç içe geçmektedir. Dinî öğretileri çarpıtmanın altındaki nihai amaç, etnik bölünmeler yaratmak ve şiddet içeren terörist faaliyetler yürütmektir.
Halktan herhangi biri, aşağıdaki özellikleri gösteren şüpheli insanlar görürse lütfen polise bildirsin. Sosyal istikrar için herkesin katkısı gereklidir!
Dinî aşırılığın fikrî hedefleri
- Sincan’ı bölmeyi, “Doğu Türkistan İslam Devleti” kurmayı ve İslami yönetim kurulmasını savunmak.
- Mevcut politikalara ve düzenlemelere direnmek ve saldırmak. Tüm sosyal yaşamı düzenleyecek merci olarak Kur’an’ın emirlerini savunmak ve İslami öğretilere uymayan şeyleri körü körüne dışlamak ve bunlara saldırmak.
- “Putperestleri” savunanları dışlamak, azınlık partisi kadrolarını tecrit etmek ve diğer uluslara karşı olmak veya başkalarını kendi dinine inanmaya zorlamak.
- Şiddet içeren terörist eylemleri savunmak, “cihat” etmek ve insanları cihada teşvik etmek.
Dinî aşırılık, anormal faaliyetler ve bunların belirtileri
İlk aşamadaki dinî aşırılık faaliyetleri genellikle geleneksel karşıtı faaliyetler, anormal faaliyetler ve mevcut yasa ve siyasi sisteme karşı çıkmanın belirtileri olarak kendini gösterir. Amaç, aşırılıkçı fikirleri teşvik ederek bu fikirlere saygı duyulmasını sağlamaktır.
- Dindarlara devlet desteği verildiği gerekçesiyle vatansever dindarları beğenmemek ve onlara hakaret etmek; normal dinî faaliyetlere katılmak için camiye gitmemek.
- Normal dinî faaliyetlerde bulunan dindar insanlarla İslami bilgiler hakkında tartışmak ve aşırı fikirleri teşvik etmek.
- Sincan tarihini çarpıtarak Budizm’i ve Sincan tarihinde yer etmiş diğer dinleri kabul etmemek, diğer etnik ve dinî grupları ve kültürleri dışlamak. drivelarda
- “Putperestlik” ve “dinsizlik” gerekçesiyle temel düzeydeki personele ve parti (ÇKP) üyesi kadrolara hakaret etmek, bu kişileri dışlamak, onlarla “el sıkışmayı, selamlaşmayı, ilişki kurmayı, hasta olanları ziyaret etmeyi ve ölümünden sonra cenaze törenlerine katılmayı” kabul etmemek.
- Uzun sakallı olan ve paçaları kısa pantolon giyen genç ve orta yaşlı erkeklerle çarşaflı ve peçeli kadınlar dinî aşırılık gösteren kişilerdir. Bunlar onların genel özellikleridir.
- İçki ve sigara içen kişilerin bu alışkanlıklarını aniden bırakması ve bu tür alışkanlıkları olan arkadaş, akraba ve hatta ebeveyniyle iletişimi kesmesi.
- Hükümet tarafından tutulan suçluların yakınlarına gizlice yardım etmek.
- Öldürülen veya ölüme mahkûm edilen kişinin eşiyle normal olamayan evlilikleri teşvik etmek.
- “Helal” olan şeyleri kasıtlı olarak genişletmek, helal olmadığı gerekçesiyle sigara ve alkolü yasaklamak ve aynı gerekçeyle benzeri malların satışını boykot etmek.
- Dine uymadıkları gerekçesiyle modern, geleneksel ve ulusal kıyafetlere; müzik, dans ve şiire karşı olmak.
- Futbol, basketbol, voleybol gibi sportif faaliyetlere, okuma ve şarkı yarışmaları gibi kültürel aktivitelere karşı olmak.
- Dinî sebeplerle devlet yönetimini, devlet sübvansiyonlarını reddetmek; devlet tarafından verilen kimlik kartlarına, evlilik belgelerine ve diğer belgelere zarar vermek. Bu belgeleri almayı ve kullanmayı reddetmek ya da belgeleri atmak ve yakmak suretiyle zarar vermek.
- Dinî nedenlerle kadınların dışarıya çıkmasını engellemek ve dinî kıyafetler giyinmeleri için baskı yapmak.
- Çocukların Çince öğrenmelerini engelleyerek “iki dilli” eğitimi karalamak; ders kitaplarına, ünlülerin resimlerine ve benzerlerine zarar vermek.
- Din eğitimi gerekçesiyle okulu bırakmak.
- Restoran ve diğer yiyecek ve içecek satıcılarının Ramazan ayında dükkânlarını kapatmaları ve servis personelinin dinî kıyafetler giymesi.
- Normal olmayan bir şekilde ev, arazi, mal ve diğer yaşam ve üretim araçlarının satılması, şüpheli bir şekilde ailece ikamet edilen yerin terk edilmesi ya da buna teşebbüs edilmesi; aniden sebepsiz yere nüfus kaydının sildirilmesi.
- Evde fazla miktarda yiyecek saklanması veya tek seferde fazla miktarda yiyecek satın alınması ve buna benzer anormal faaliyetlerde bulunulması.
- Ev ve avlularında gizli geçit, oda ve tüneller bulunması; karmaşık yapıda odaların olması ve evin yerleşim yerinden uzak tenha bir bölgede bulunması.
- Dış dünya ile normal temastan uzak bir şekilde şüpheli faaliyetler içerisinde olan aynı yaşlarda birçok kişinin bir araya gelmesi ve birden fazla yatak ve bazaya sahip olunması.
- Geçerli bir sebebi olmadan il, ilçe, kasaba ve köylere giderek dinî faaliyetlere katılma.
- Aniden sosyal yaşamdan uzaklaşılması, gizemli ve anormal davranışlar sergileyen insanlarla bağlantı kurulması, genellikle yasa dışı dinî aşırılıklarda bulunan kimseler olması.
- Komşular arası iletişimde anormal davranılması, eve daima yabancı simaların ve çocukların gizlice gelip gitmesi.
- Dinî motivasyonu güçlü ailelerin çocuklarının aniden kaybolması.
- Üzerinde ay yıldız bulunan tişört giyilmesi, yüzük ve kolye takılması, cüzdan, aksesuar ve telefon kılıfı kullanılması, motosiklet ve araçlara ay yıldızlı sticker yapıştırılması ve Doğu Türkistan logolu aksesuar kullanılması.
- Kültürel tanıtım ve aşırı fikirlerin yayılması amaçlı Türkçe, Urduca, Arapça vb. dillerin öğretilmesi.
- Camilerin dışındaki halka açık yerlerde (açık veya kapalı) cemaati ibadet için toplama, namaz kılma ve imamlık yapma.
- Konut sakinlerinin kimliklerinin meslekleriyle uyumsuz olması; yasa dışı propaganda malzemelerinin basılması, kopyalaması, ciltlenmesi, kaydedilmesi ve buna benzer başkaca propaganda malzemelerinin bulunması.
- Geçerli bir sebep olmadan halter, barbell, boks eldivenleri, kulplar ve kollar ile benzeri diğer ekipmanların yanı sıra harita, pusula, teleskop, halat, çadır ve diğer eşyaların satın alınması ve bunların saklanması.
- İş amaçlı olmadan çok miktarda havai fişek, kükürt, fosfor, eter, potasyum permanganat, nitrat gibi patlayıcı ve zehirleyici üretilebilecek kimyasal maddenin; pala, hançer, mızrak, Tatar yayı, ok, mutfak eşyaları ve diğer ürün veya cihazların satın alınması.
- Gerekçesiz olarak çok sayıda böcek ilacı, çelik boru, tapa vb. üretim malzemelerinin yanı sıra kibrit, benzin, zamanlayıcı ve uzaktan kumanda cihazı satın alınması.
Genel olarak yasa dışı olduğundan şüphelenilen aşırı dinî faaliyetler
Aşırı dinî faaliyetler; devlet yönetimi, kamu güvenliği ve dinî yönetim alanlarındaki yasaları ve düzenlemeleri ihlal ettiğinden, sosyal yönetime ve normal sosyal düzene zarar verdiğinden engellenmelidir.
- Düğünlerde alkol kullanmama, sigara içmeme, dans etmeme ve şarkı söylememe. Cenaze törenlerinde erkeklerin beyaz kemer yerine siyah kemer, kadınların ise beyaz başörtüsü yerine siyah başörtüsü takmaları. Cenaze defni sırasında Kur’an okumak yerine İslam inancını pekiştirecek tebliğler yapılması.
- Müslümanları “İslam’ın şartlarına” uymadıkları, gayrimüslimleri ise “müşrik” oldukları gerekçesiyle eleştirip bölgede aşırı dinî bir atmosfer yaratarak ulusal birliğin yok edilmeye çalışılması.
- Telekomünikasyon, ses platformları veya sosyal sohbet gruplarını (QQ, WeChat, sesli sohbet odaları vb.) kullanarak yasa dışı Kur’an öğretimi, vaaz ve tebliğ faaliyetleri yürütme.
- Cep telefonları üzerinden mesajlaşma ve WeChat gibi sosyal medya alanlarından yasa dışı dinî propaganda materyallerini okuma ve yasa dışı propaganda materyallerini tavsiye etme.
- Yanında veya evinde yasa dışı siyasi dinî kitaplar ve medya ürünleri bulundurma; bilgisayar veya mobil depolama ortamlarında yasa dışı siyasi, dinî e-kitaplar, sesli ve görüntülü dosyalar bulundurma.
- Uydu alıcıları ve internet üzerinden, radyo ve benzeri diğer cihazlar aracılığıyla yurt dışından yayın yapan dinî radyo ve TV programlarını yasa dışı olarak takip etme ve bunu yaygınlaştırma.
- “Suudi Arabistan’dan gelen bir mektubun” dağıtılması gibi, dinî inançların güçlendirilmesi amacıyla yasa dışı propaganda materyallerinin kopyalanması ve dağıtılması.
- Hükümetin eğitim propagandasını, TV yayınlarını (film ve TV programları) reddetmek, Sincan bölgesine yardım çalışmalarına ve Batı-Doğu Gaz İletim hatlarına karşı olmak ve hane kayıt sistemine erişimi engellemek.
- İnancı olmayan insanları ibadet etmeye veya oruç tutmaya zorlamak.
- Reşit olmayanları ve öğrencileri ibadet etmeye zorlamak, Kur’an öğretmek ve oruç tutturmak.
- Çocukları veya diğer kişileri yasa dışı Kur’an öğrenme etkinliklerine katılmaya teşvik etmek veya zorlamak.
- Dinî eğitim amacıyla çocukları zorla okuldan ayırarak zorunlu devlet eğitimini kabul etmemek.
- Onay olmadan cami gibi dinî faaliyet alanları dışında ve halka açık yerlerde insanları toplayarak dinî faaliyetlerde bulunmak, halka açık yerlerin düzenini bozmak, devletin caydırıcı kurallarına kulak asmamak ve devlet görevlilerinin yasalara göre görevlerini yerine getirmelerine karşı çıkmak.
- Feodal dinî ayrıcalıklar ve sömürü sisteminin yaşatılması için, “din adamı” mirasını uygulayarak vaazlar vermek ve dinî vergileri (zekât) zorla toplamak için imam göndermek.
- Hükümetin organizasyonu dışındaki hac seferlerini teşvik etmek, organize etmek veya bu seferlere katılmak.
- Vatansever dinî kuruluşların izni olmaksızın atanan ve dinî öğretim belgesi olmayan kişilerin dinî faaliyetleri yönetmesi, başkanlık etmesi ve dinî törenler düzenlemesi.
- İzin olmadan, diğer bölgelerden din öğretimi görevlileri davet ederek dinî faaliyetler gerçekleştirmek.
- İzinsiz olarak yasa dışı dinî kuruluşlardan veya yurt dışında bulunan dinî kuruluşlardan yahut bireylerden dinî işlerde kullanma amaçlı bağış kabul etmek.
- İzinsiz olarak yasa dışı dinî kuruluşların, yurt dışında bulunan dinî kuruluşların ve bireylerin çeşitli eğitim programlarına ve toplantılarına katılmak; bu kişi ve kurumlarla dinî faaliyetler gerçekleştirmek.
- İzinsiz olarak ve kayıt yaptırmadan dinî mekânlar inşa etmek, bu yerleri yeniden yapılandırmak, genişletmek ve başkaca mekânları dinî faaliyetler için tahsis etmek.
- İzinsiz olarak dinî faaliyet alanları dışındaki açık alanlarda büyük ölçekli dinî heykeller inşa etmek.
- Kendini vaiz ilan ederek izinsiz olarak rahipleri kutlamak ve yurt dışındaki dinî kuruluşların kutlamasını kabul etmek.
- Farklı din ve mezhepler veya aynı mezhepler arasında bulunan ihtilafları kasıtlı olarak körükleyerek çelişki ve karışıklıklar oluşturmak. (Bu kişiler ilgili devlet yasalarını ihlal ettiklerinden ve muhtemel tehlikelere yol açacaklarından bu kişileri tespit ederek engellemek gerekir.)
- Evlilik belgesi almaksızın “dinî nikâh” ile evlenmek, kanuna uygun olarak boşanma işlemlerini tamamlamadan “talak” ile boşanmak; dinin müsaade ettiği gerekçesiyle birden fazla evlilik yapmak ve aile planlaması politikalarına müdahil olmak.
- Modayı takip eden insanları halka açık yerlerde kovalamak, aşağılamak veya korkutmak.
- İçki içenleri dinî sebeplerle dövmek, yaralamak, tütün ve alkol satan dükkânlara, eğlence mekânlarına ve tesislere zarar vermek.
- “Üç yaşlı” kişinin mezarlarına zarar vermek.
- Kamu tesislerine, bilboardlara zarar vermek, camideki ulusal bayrağı çalmak ve zarar vermek, “cihat” bayrağı ve belgelerini asmak veya yapıştırmak.
- Uygur şapkası kullanmak, kadınların yüzlerini örtmesi ve diğer hassas dinî konular üzerinden kışkırtma yaparak yasa dışı miting ve gösteriler düzenlemek, dilekçeler vermek ve benzeri faaliyetlerde bulunmak.
- “Dinî mahkeme” oluşturarak ihtilaflara karşı başkalarına zorla ekonomik veya fiilî cezalar uygulayarak yargıya zarar vermek.
- Aşırı dinî içerikli kitaplar, optik diskler, multimedya kartları ve “hicap” gibi kıyafetler hazırlamak, satmak, satın almak, taşımak ve dağıtmak.
- Teknik bakımda olan veya satışa sunulan cep telefonu, bilgisayar gibi elektronik ürünlere aşırılığı teşvik eden metin, resim, ses veya video dosyaları yüklemek.
- Yurt dışındaki dinî aşırılık yanlısı web sitelerinde oturum açmak, bu siteleri ziyaret etmek, dinî aşırılığı teşvik eden kitap veya görsel-işitsel dosyalara göz atmak ve bu dosyaları indirmek, dağıtmak.
- Sosyal medyada, platformlarda ve konuşma gruplarında, kişisel bloklarda, Weibo’da, web sitelerinde ve drivelarda dinî aşırılık içeren fikir ve metinleri, resim, ses ve video malzemelerini yüklemek veya paylaşmak.
- Cep telefonunda, WeChat gibi sosyal medya platformlarında ve harici belleklerde, MP3, MP4, multimedya kart, sabit disk vb. yöntemleri kullanarak dinî aşırılık içeren fikirleri tanıtan metin, resim, ses ve video materyalleri bulundurmak ve bunları yaymak.
- Yasa dışı Kur’an öğretim faaliyetleri organize etmek veya bu programlara katılmak, “hicret” ve “cihat” gibi konularla ilgili görsel işitsel materyallerin izlenmesini organize etmek veya kamusal alanda aşırı dinî fikirler hakkında propaganda yapmak.
- İnternet üzerinden zehirleme ve patlayıcı hazırlama tekniklerini öğrenerek “cihat” ve “hicret” gibi şiddet içeren terörist faaliyetler planlamak, organize etmek ya da internet ve cep telefonu uygulamalarını kullanarak terör ve şiddet içeren web sitesi, ses veya video bağlantılarını yaymak.
- WeChat ve diğer sosyal medya araçlarını kullanarak zehir ve patlayıcı yapmayı öğrenmek.
- “Cihat” ve “hicret” gibi şiddet içeren terörist faaliyetleri organize etmek ve planlamak.
- “Hicret” için dinî aşırı grupları organize etmek ve bunlara katılarak şiddetli terör eylemleri planlamak ve uygulamak.