Küresel Adalette Uluslararası Ceza Mahkemesi

“İnsanlığa karşı suçlar bireyi aşar; zira tek bir insana saldırıldığında bile insanlık hedeflenir, insanlık inkâr edilir. Kurbanın kimliği, yani insanlık, insanlığa karşı suçun özgüllüğünü belirler.”
21. yüzyıl tam anlamıyla bir çelişkiler yüzyıldır. Uluslararası sözleşmelerle bir yanda insana verilen değer artıp merkeze insan ilişkileri alınırken öbür yanda gelişen ve değişen teknoloji ile birlikte yine en büyük yıkımlar gerçekleşmektedir. Bu dönemde birçok savaşa ve bunun sonucunda ise milyonlarca insanın yaşamını yitirmesine tanık oluyoruz. 20.yüzyıla kadar savaşlar askeri cepheler de varlık bulmuş fakat İkinci Dünya Savaşı’ndan itibaren savaşlar askeri cepheyi aşarak halklar üzerinde inşa edilmeye başlamış ve sivil hayatı doğrudan hedef haline getirmiştir. Özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, uluslararası nitelikte olmayan savaşların yani iç savaşların sayısında büyük bir artış yaşanmış, cephede meydana gelen uluslararası nitelikli savaşlar ise giderek azalmıştır. Bu minvalde devlet içinde sivillere yapılan saldırılar ya da başka bir güç tarafından diğer devletin vatandaşlarına yönelik saldırılar 21. yüzyılın en büyük sorununu oluşturmaktadır. Ulusal mahkemeler, savaş suçları ve soykırım gibi uluslararası nitelikteki suçları yargılama yetkisine sahip olmalarına rağmen, devlet içindeki mevcut olan siyasi çıkar oyunları buna izin vermemiştir. Öte yandan, insan haklarının korunması çerçevesinde, devletin sorumlu tutulmasının yetersizliği, devlet kadrolarında görev alan kişilerin de sorumlu tutulmasını zorunlu kılmıştır.[1] Uluslararası hukukta devletlerin sorumluluğu yanında, bireylerin cezai olarak sorumlu tutulabilmeleri ve insanlığa karşı işlemiş oldukları suçlardan dolayı ulusal ya da uluslararası mahkemeler aracılığıyla cezalandırılmalarının sağlanması uluslararası ceza hukukunun en temel amaçlarından biri olmakla beraber, bireylerin sorumluluğu konusunun uluslararası alanda uygulanması oldukça yenidir.[2] Devletlerin kendi vatandaşına karşı işlediği suç ya da devletlerin kendi vatandaşlarını uluslararası suç sebebiyle ulusal mahkemelerde yargılamak istememesi sistemde büyük bir sorun haline gelmiş ve küresel birçapta uluslararası ceza mahkemesi gündeme gelmiştir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra 1945 ve 1946 yıllarında, galip devletler tarafından Alman ve Japon savaş suçlularını yargılamak için, Nürnberg Uluslararası Askeri Ceza Mahkemesi ve Tokyo Uzakdoğu Uluslararası Askeri Ceza Mahkemesi kurulmuştu.[3] Ancak aradan geçen uzun yıllara ve yaşanan kitlesel katliamlara rağmen 2002 yılında çalışmaya başlayan Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM)’ne kadar uluslararası sistemde insanlığa karşı suçların önlenmesinde ve bu suçları işleyenlerin cezalandırılmasında yetkili ve kalıcı bir yargı organı olmamıştır. Buradan hareketle, nitelikli bir kısım suçların sorumlularının bütün dokunulmazlıklardan bağımsız biçimde kovuşturulabilmesi ve yargılanabilmesine imkân tanıyan ve UCM’yi kuran 1998 tarihli Roma Statüsü, uluslararası ceza sisteminin iç hukuktaki benzer biçimde ceza hukuku doğrultusunda evirilmesinde önemli bir adımdır.[4] Fakat UCM etkinlik bakımından ulusal meclisler tarafından kabul edilmiş ceza yasasıya karşılaştırılması mümkün değildir. Ulusal meclisler tarafından yapılan yasaların uygulanması ve sorumluluğunu garantör egemen devlet üstlenirken ve yasanın uygulanmadığı yerde hâkim, savcı ve kolluk kuvvetlerince gerekli önlem alınırken, Roma Statüsü'nün uygulanmaması halinde yaptırım uygulayabilecek bir aktör bulunmamaktadır.
Uluslararası Ceza Hukuku, uluslararası toplumun düzenini ve güvenliğini bozan suçları kapsamaktadır. İkinci Dünya Savaşı sırasında yaşanan yaygın insan hakları ihlalleri ve doğrudan sivillerin hedef alınmasının ardından devletler mutlak egemenliklerinden taviz vererek Birleşmiş Milletler Anlaşması altında bir dizi hukuksal normlar benimsemişlerdir.
Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne Giden Süreç
İnsancıl hukuk kapsamında suçları kovuşturan ve 20. yüzyılın sonlarında kurulup, 21. yüzyılda uluslararası insancıl hukukun egemenliğine katkı yapan aynı zamanda devamlı olan ilk uluslararası mekanizma olan Uluslararası Ceza Mahkemesi, soykırım, insanlığa karşı suçlar, savaş suçları ve saldırı suçları gibi uluslararası toplum tarafından kınanmış en ciddi uluslararası suçları işleyen bireyleri yargılamak için kurulmuş uluslararası bir yargı kuruluşudur.[5] Devletin rızasına dayalı olarak oluşturulan ve kaynağını devletin egemenlik ilkelerinden alan mahkeme, uluslararası teamül hukuku, emredici kuralları (juscogens) ve insan hakları hukukunu ihlal edildiği alanlardaki suçlarda yargı yetkisini kullanır. Dünyanın barış ve güvenliğini tehdit eden eylemleri, savaş ve saldırı suçlarını, soykırım ve insanlığa karşı suçları yargılayan ve Roma Statüsü ile kurulan Uluslararası Ceza Mahkemesi ilk sürekli mahkemesi olması açısıyla önemlidir fakat uluslararası suçları yargılama açısından tarihte ilk örneği teşkil etmemektedir.
Uluslararası mahkemelere ilk somut örnek olarak İkinci Dünya Savaşının ardından, savaş suçlarını yargılamak için kurulan Nürnberg ve Tokyo Uluslararası Ceza Mahkemeleri gösterilebilir. Galiplerin mahkemesi olan bu iki mahkeme ve özellikle Nürnberg Mahkemesi (çünkü Tokyo’nun meşruluğu çok daha tartışmalıydı) önemli bir miras bırakmıştır.[6] Nürnberg Uluslararası Askeri Ceza Mahkemesi’ne kadar “insanlığı küçük düşürücü suçlar” ifadeleri ve daha sonra kullanılan “insanlığa karşı suçlar” deyişi uzun zaman hukuk alanının dışında, ceza terminolojisinden ziyade edebi ya da diplomatik retorikle ilişkili olarak kullanılmıştır.[7] Birey, resmi makamı ne olursa olsun, ulusal yasalara uygun davranıp davranmadığından bağımsız olarak, doğrudan uluslararası hukuktan kaynaklanan yükümlülüklerin taşıyıcısı olarak tanınmıştır. Bu tarih, bu döneme kadar özünde hâkim devlet anlayışına dayalı olan uluslararası hukuk açısından bir devrim niteliği taşımaktadır. Bu bakımdan Nürnberg Mahkemesi, daimi bir uluslararası ceza mahkemesi kurma yönündeki çabalar açısından önemli bir adımdır.
İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Ekim 1945’te ABD, İngiltere, Fransa ve Sovyetler Birliği Nazi liderlerine karşı dava açmıştır. Küresel yargılamada modern anlamda ilk olan Nürnberg yargılamaları dört ana başlık altında yapılmıştır. Devlet sorumlularına karşı açılan bu dava da, aşağıdaki suçlara ilişkin yargılamalar yapılmıştır.
- Barışa karşı suçlar (uluslararası sözleşme ve anlaşmaları çiğneyerek savaşı planlama, başlatma ve yürütme)
- İnsanlığa karşı suç (sürgün, imha ve soykırım)
- Savaş suçları (savaş hukukunu çiğneme)
- Tüm bu eylemlerinin “ortak bir plan ve komple süreci ile gerçekleştirilmesi”[8]
Mahkemedeki hâkimler davacı olan ülkeler olan İngiltere, Fransa, Sovyetler Birliği ve ABD’den atanmıştır. Yargılamalara dair atanan savcılar hem galip hem de davacı olan ülkelerden seçildiği için mahkeme “Galiplerin mahkemesi” olarak anılmaktadır.
Nürnberg yargılamalarına başlanmadan önce bu davanın yargılanma sürecinde esas alınacak uluslararası hukuk ilkeleri belirlenmiş ve bu çerçevede yargılanmalar 216 oturumda yapılmıştır. Uluslararası Ceza Mahkemesi her ne kadar Nürnberg ve diğer ad hoc[9] mahkemelerden bağımsız olarak kurgulanmış olsa da bu mahkemelerin değerlerini alarak oluşturulmuştur. Bu yüzden ilk modern anlamda evrensel yargılama sayılan Nürnberg ilkelerine ayrıntılı şekilde bakmak faydalı olacaktır:
- İlke: Uluslararası hukuka göre suç kabul edilen bir eylemde bulunan şahıs, bundan sorumludur ve cezalandırılması olasıdır.
- İlke: Uluslararası hukuka göre suç kabul edilen bir eyleme karşı bir ceza öngörülmese de, bu şahsı uluslararası hukuk önünde işlediği suçun sorumluluğundan kurtarmaz.
- İlke: Uluslararası hukuka göre suç kabul edilen bir eylemde bulunan şahıs, devlet başkanı ya da sorumlu hükümet memuru olmaları, işbu şahısları uluslararası hukuk önünde sorumluluktan kurtarmaz.
- İlke: Bir şahsın üstü ya da hükümetinin emrine uygun davranması, ahlaki irade bir şahıs için her zaman bir olanak olduğundan, uluslararası hukuk önünde sorumluluğunu ortadan kaldırmaz.
- İlke: Uluslararası hukuka göre suç işlediği iddia edilen şahıs, gerçeklere ve hukuka uygun olarak adil yargılanma hakkına sahiptir.
- İlke: Aşağıda sıralanan suçlar uluslararası hukuk önünde cezaî suçlar olarak belirlenmiştir:
(a) Barışa karşı işlenen suçlar
- Saldırgan ya da uluslararası antlaşma, sözleşme ve garantileri ihlal eden bir savaşı planlama, hazırlık ya da kışkırtma,
- Ortak plana işbirliği yapma ya da (i) maddede belirtilen eylemlerin başarılması karşı komplo;
(b) Savaş suçları
Yasaların ya da savaş teamüllerinin ihlalleri, herhangi bir amaçla sivil halka ya da işgal altındaki bölge halkına, savaş tutsaklarına, denizdeki insanlara, kötü davranma ya da onları, rehineleri öldürme, sınır dışı etme; kamu ya da özel mülklerin yağmalanması, kent, kasaba ve köylerin ahlaksızca yıkımı ya da askerî gereklilikle açıklamayacak biçimde tahrip edilmesi;
(c) İnsanlığa karşı işlenen suçlar
Cinayet, kitle imha, köleleştirme, sürgün ve sivil halka yapılan diğer insanlık suçları ya da siyasî, etnik ya da dinî nedenlerle eziyet ya da savaş suçu ya da insanlığa karşı işlenen suçlarla ilgili idam ya da eziyet ya da eylemler sürdürülmesi.
7. İlke: Savaş suçu ya da insanlığa ya da barışa karşı işlenen suçların eyleme geçirilmesinde suç ortaklığı, VI. İlkede belirtildiği üzere uluslararası hukuka göre bir suçtur.
Nürnberg sayesinde daha önce normatif düzeyde tanımlanmış (bu oldukça tartışmalı olmakla birlikte) ve yasaklanmış bu eylemlerin uluslararası düzeyde bireysel cezai sorumluluk konusu olduğu geri dönülemez biçimde teyit edilmiş olmuştur. Ayrıca, bu mahkemelerin, uluslararası ceza yargılama usulü bakımından da önemli katkıları olmuştur.[10]
İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından kurulan diğer bir ad hoc mahkeme ise Tokyo Uluslararası Askeri Ceza Mahkemesidir. Bu mahkemede ABD, Fransa, Birleşik Krallık ve SSCB’nin yanı sıra Avustralya, Yeni Zelanda, Hindistan, Çin, Hollanda ve Filipinlerden hâkim ve savcılarda görev almıştır.[11] İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazilerin Yahudilere karşı işlediği insanlık suçlarının yanı sıra Japonlarında Uzak Doğu’da işledikleri insanlık dışı suçlar uluslararası toplumda büyük tepkilere neden olmuş ve uluslararası toplumda “İnsanlığa Karşı Suçlar” kavramının yerleşmesini sağlamıştır.
Yukarıda bahsedildiği gibi ceza hukuku alanında faaliyet gösteren uluslararası mahkemelerin ilk örnekleri İkinci Dünya Savaşı sonrasında barışa karşı suçlar, savaş suçlarını ve insanlığa karşı suçlar olmak üzere suçları üç grup altında toplayıp yargılamak için kurulan Nürnberg Askeri Ceza Mahkemesi ve Tokyo Uzak-doğu Uluslararası Askeri Ceza Mahkemeleridir. Bunlardan sonra Birleşmiş Milletler bünyesinde kurulan ‘Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi’ ve ‘Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemesi’ ad hoc olarak kurulan diğer ceza mahkemelerine örnektir.
Soğuk Savaş sonrası dünya düzeninde uluslararası ceza yargısı, oluşan yeni düzenin temel parametrelerinden biri hali geldi. İşlenen uluslararası nitelikteki suçlara karşı uluslararası ceza hukukunda olan gelişmede bu sürece katkı sağlamıştır. “Öte yandan suç olarak tanımlanmış eylemlerin yarattığı tepki ve bu konuda siyasi/ideolojik muhalefetin bulunmaması bu gelişmeyi kolaylaştırdı. Öyle kolaylaştırdı ki, Güvenlik Konseyi’nin kendi yetkilerini aşarak önce Yugoslavya için Uluslararası Ceza Mahkemesini, ardından da Ruanda için Uluslararası Ceza Mahkemesini kurması ne teorik ne de siyasal düzlemde hiçbir tepkiyle karşılanmadı. Gösterilen en ileri tepki, dünyanın her tarafında bu suçlar işlenirken sadece bu ikisi bakımından yargılamaların gerçekleştirilmesine oldu. Bu tepki, hem uluslararası topluluğun etkisiz üyeleri, hem de uluslararası kamuoyu tarafından paylaşıldığından, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin büyük bir coşkuyla benimsenmesinde belki de en önemli etken oldu.”[12]
BİRLEŞMİŞ MİLLETLER BÜNYESİNDE KURULAN AD HOC ULUSLARARASI CEZA MAHKEMELERİ
“Uluslararası suçların” kovuşturulması, Nürnberg ve Tokyo bir kenara bırakılırsa 1990’ların ürünüdür. Uluslararası ceza literatürüne önemli katkıda bulunan ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin kurulması aşamasında önemli rol oynayan Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi ve Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemesidir.
Eski Yugoslavya İçin Uluslararası Ceza Mahkemesi ve Ruanda için Uluslararası Ceza Mahkemesi
Sırbistan, Hırvatistan, Slovenya, Bosna- Hersek, Makedonya ve Karadağ gibi 6 farklı cumhuriyetten ve Kosova ile Voyvodina gibi iki özerk eyaletten meydana gelen Sosyalist Federal Yugoslavya Cumhuriyeti 1946 yılından beri Sırbistan yönetiminde bulunmaktaydı. Tito’nun 1980 yılında ölümünden sonra dağılma aşamasına giren Yugoslavya, soğuk savaşın sona erdiği yıllarda Doğu Avrupa’da ortaya çıkan milliyetçilik akımlarının da etkisiyle dağılma dönemi başlamıştır. Büyük Sırbistan hayali ile hareket eden ve Eski Yugoslavya’da yer alan özerk devletlerle uyuşmazlık yaşayan Slobodan Miloseviç, birlikten ayrılan Slovenya ve Hırvatistan’a askeri müdahaleler ile karşılık vermiş ve böylece iç savaş başlamış oldu. Bu iki devletin ardından 1991 yılında Bosna-Hersek bağımsızlık ilan etti. Ancak, içerisinde barındırdığı yoğun Sırp nüfusun Sırbistan’dan ayrılmak istemeyip Boşnaklara saldırması üzerine Avrupa’nın göbeğinde son yılların en acımasız ve en kanlı katliamları yaşanmıştır.
Sırplar tarafından işgal edilen bölgelerde Boşnakların zorlu göçe tabi tutulması, yerleşim yerlerinin yakılarak tahrip edilmesi, göçe zorlananların toplama kamplarında işkenceye uğrayarak soykırıma gidilmesi ve Boşnak kadınlara savaş metodu olarak sistemli tecavüz edilmesi gibi insanlık dışı muamelede ve insanlığa karşı işlenen suça çok uzun süre sessiz kalan uluslararası toplum, nihayetinde Nisan 1991’de ambargo ve kınama ile çatışmaları durdurmak amacıyla adım atmış ve suçların cezasız kalmaması maksadıyla uluslararası bir ceza mahkemesinin kurulmasına yönelik çalışmalar başlatılmıştır.[13]
Eski Yugoslavya’da meydana gelen insanlığa karşı suç niteliğindeki uygulamalar ve ihlallere yönelik Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi’nin 771[14] sayılı kararına göre söz konusu ihlallerin BM’ye rapor edilmesi karara bağlanmış, ardından BM Güvenlik Konseyinin 780[15] sayılı kararı ile Cenevre Sözleşmeleri ile uluslararası insancıl hukukun ağır ihlallerini araştırmak ve soruşturmak üzere bir komisyon oluşturulmuştur.[16] BM Güvenlik Konseyi’nin 1993 tarihli ve 827[17] sayılı kararı ile Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi kurulmuştur. Mahkeme,Nürnberg yargılamalarından farklı olarak BM Güvenlik Konseyinin 827 sayılı kararı ile kurulan bir ad hoc nitelikte bir mahkemedir. Mahkemenin yetkili kılındığı alanlar aşağıda bulunan maddeler doğrultusundadır.[18]
- 1949 Cenevre Sözleşmeleri (uluslararası insancıl hukuk)[19]
- Savaş hukukunun teamül kurallarına
- 1948 Soykırım Sözleşmesi[20]
- Nürnberg Mahkemesi kararlarıyla insanlığa karşı suç kabul edilen sivillere yönelik öldürme, işkence, köleleştirme, ırza geçme vb. suçları kapsayan uluslararası suçlar
BM Güvenlik Konseyi 7. Bölüm çerçevesinde kurulmuş olan Eksi Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi (EYUCM), uluslararası insancıl hukuka saygınlık kazandırmak üzere atılan ilk adım olması açısından önemlidir.[21]
Eski Yugoslavya’daki bu gelişmelerden sonra, Ruanda’da yaşanan trajik olaylar sebebiyle bir başka mahkemenin daha kurulması gerekli olmuştur. 1994’ün Nisan ve Temmuz ayları içerisinde Hutular ile Tutsiler arasında meydana gelen iç savaş sonucunda, Ruanda hükümetinin talebi üzerine, Güvenlik Konseyi’nin 8 Kasım 1994 tarihli kararıyla, Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemesi kurulmuştur.[22] Ruanda Mahkemesi kendi yetki alanı çerçevesinde daha başarılı sayılabilir. Sadece tarihin ilk soykırım mahkûmiyetini vermek değil, aynı zamanda ilk kez bir hükümet başkanı hakkında soykırım suçundan iddianame hazırlama ve başkanı bu suçtan mahkûm etme de Ruanda Ceza Mahkemesi’ne aittir.
Nürnberg ve Tokyo mahkemelerinin aksine, Yugoslavya ve Ruanda Savaş Suçları Mahkemeleri, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından uluslararası barış ve güvenliğin korunması ve yeniden tesis edilmesi amacıyla uluslararası toplumun tamamı adına kurulmuştur.[23]
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM)
Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin kurucu statüsü olan Roma Statüsü’nün hazırlanmasında ve kabul edilmesinde bu mahkemelerin deneyiminden büyük ölçüde yararlanıldı. Eski Yugoslavya ve Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemelerinin kurulmasından sonra, 17 Temmuz 1998 tarihinde uluslararası toplum, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin kurucu statüsü olan Roma Statüsünü kabul etmiş ve 60 devletin onayının tamamlanmasıyla 1 Temmuz 2002’de Mahkeme göreve başlamıştır. Bu nedenlerden dolayı, bu iki mahkeme, uluslararası toplumun uluslararası ceza ve insan hakları hukukunu ihlal eden bireylerin yargılanmalarını sağlamak açısından, insanlık tarihinde ilk defa uluslararası hukuk kurallarına tam anlamıyla uyularak kurulmuş uluslararası ceza mahkemeleri olarak kabul edilmektedir.[24]
Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin 20.yüzyıla kadar kurulamamasının temel nedeni yapı itibariyle anarşik bir düzene sahip olan uluslararası sistemde devletlerin kendi egemenliklerinin üzerinde bir yargı yaptırımını kabul etmemeleridir. Fakat Eski Yugoslavya’da meydana gelen büyük insan hakları ihlalleri ve savaş suçları uluslararası ceza hukukunun gelişmesine neden olmuştur. 1998 Roma Statüsü ile kurulan ve sürekli olan bu mahkemenin en önemli özelliği, özel mahkemelerden farklı olarak bir uluslararası anlaşmayla kurulmasıdır. Statüde her ne kadar bağımsız bir yargı organı olarak belirtilse de UCM’de dava açabilme yolları göz önüne alındığında BM Güvenlik Konseyi’nin etkisi ve güdümü altında olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Uluslararası Ceza Mahkemesi, kurulma aşamasında 120 devletin lehte, 7 devletin aleyhte (ABD, Çin, Libya, Irak, İsrail, Katar ve Yemen) oy kullanması gibi büyük bir uluslararası destekle kurulmuştur. Uluslararası sistemde devrim niteliğinde sayılan ve daha önce bir benzeri olmayan Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin en önemli özellikleri;
- Uluslararası kişilik
- Bireyler ve Suçlar Bakımından Yargı Yetkisi
- Ulusal Mahkemeleri Tamamlayıcı Nitelikli Yargı Yetkisi
- Davaların, Bağımsız ve tarafsız olarak siyasi etkilerden uzak bir şekilde açılabilmesi
Uluslararası Ceza Mahkemesi sürekli bir organ olup uluslararası kişiliğe sahiptir ve üç temel organı bulunmaktadır. Bunlar;
- Yargılama Makamı
- Savcılık Makamı
- İdari Organ’dır.
Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin yargı yetkisi sadece bireyler üzerinde bulunmaktadır. Uluslararası toplumu derinden etkileyen soykırım, insanlık aleyhine işlenen suçlar, savaş suçları ve saldırı suçlarını işleyen bireylerin Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından yargılanıp cezalandırılacağını, hangi millete bağlı olursa olsun ve hangi makamda olursa kimsenin adaletten kaçamayacağını teoride net bir şekilde ortaya koymuştur. Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde uygulanacak ceza hukuku tüm insanlara hitap edeceği için evrensel olmak zorundadır çünkü dünya üzerinde her devletin kendine ait hukuku ve yargılama sistemi vardır. Bu durum göz önüne alındığında uluslararası bir yargı organı oluşturup bireyleri yargılamak kolay bir süreç değildir. Dünya üzerinde hâkim olan hukuk sistemleri dikkate alınıp bunların harmanlanmasından meydana gelen bir yargı sistemi yapılmalıdır. Günümüzde uluslararası ceza hukuku Anglo-Sakson ya da commonlaw olarak adlandırılan ve Amerika, İngiltere ve diğer Commonwealth ülkelerinde hâkim olan hukuk sistemi ile Kara Avrupası Hukuk Sisteminin harmanlanmasıyla oluşmuştur.[25] Fakat bu iki ayrı yapı dünyanın birçok ülkesinde uygulanan hukuka tekabül etmemektedir, örneğin Ortadoğu ve Asya Ülkeleri’nin bu konularda ciddi çekinceleri bulunmaktadır.
Nürnberg ve Tokyo Uluslararası Ceza Mahkemelerinden itibaren büyük gelişme kaydeden uluslararası ceza hukuku 1949 Cenevre Sözleşmeleri ve yine 1977 tarihinde Cenevre Sözleşmelerine ilişkin Ek Protokol 1 ve 2 ile yargı yetkisine sahip olduğu alanları ayrıntılı bir şekilde ortaya koymuştur. Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin devletleri yargılama yetkisi olmamakla birlikte bireylerle ilgili yargı yetkisi şu konular üzerindedir;
- Soykırım suçu
- İnsanlığa karşı işlenen suçlar
- Savaş suçları
- Saldırı suçları
Bu minvalde 2002’de göreve başladığından günümüze kadar Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Uganda, Orta Afrika Cumhuriyeti, Darfur- Sudan, Kenya, Libya, Fil Dişi Sahilleri, Mali, Orta Afrika Cumhuriyeti (ikinci kez) ve Gürcistan adına açılan davalar Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından görülmüştür ve görülmektedir.
Uluslararası Ceza Mahkemesi Savcısı
Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde kişi sorumluluğu ilkesi esastır yani devletleri ya da tüzel kişilikleri yargılayamaz. Bu gerçek kişiler suç emri verenden suçu işleyene, en alt düzey devlet görevlilerinden Devlet Başkanı, Cumhurbaşkanı, Genelkurmay Başkanına kadar herkesi yargılayabilir. Mahkemenin soruşturma açmak için yetkili olduğu durumlar ise şu şekildedir;
- Suçlar Roma Statüsüne taraf bir devletin sınırları içinde işlendiğinde;
- Suçlar Roma Statüsüne taraf bir devletin vatandaşı tarafından işlendiğinde
- İstisnai olarak, Roma Statüsünü onaylamayan bir devlet, suç karşısında mahkemenin yargı yetkisini kabul ettiğine dair bir bildirimde bulunduğunda;
- İstisnai olarak, suçlar uluslararası barış ve güvenliğin tehdit veya ihlal edildiği durumlarda işlendiğinde ve BM Güvenlik Konseyi durumu BM Şartı’nın 7.maddesine şekilde mahkemeye gönderildiğinde.
Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılanma yollarından olan BM Güvenlik Konseyi’nin BM Şartının 7. maddesine uygun şekilde durumu mahkemeye gönderilmesi ibaresi mahkemenin Güvenlik Konseyi ile bağını açıklar niteliktedir. Amerika Birleşik Devletleri Güvenlik Konseyi daimi üyesidir ve Roma Statüsünü tanımamıştır, dolayısıyla Mahkemeye tarafta değildir. ABD’de işlenecek bir uluslararası suç kapsamına giren bir durumda veya ABD Başkanının işleyeceği bir suç karşısında mahkeme işlevsiz hale gelmektedir. Taraf olmama durumunda, mahkemeye davayı götürmenin diğer bir yolu olan BM Güvenlik Konseyi kararı ile yapılmaktadır. Fakat ABD, BM Güvenlik Konseyi üyesi olduğu için kendisi veya müttefiklerinden birinin işleyeceği hak ihlallerini yargıdan kurtarmak için veto vererek mahkemeyi işlevsiz hale getirecektir.
Mahkemeye üye olmayan bir devlete karşı dava açılmasının diğer bir yolu ise mahkeme savcısı, mahkemenin söz konusu suçu ya da bireyleri yargılama yetkisi varsa; mağdur ya da ailesini de içerecek şekilde herhangi bir kaynaktan gelen bilgiye dayanarak, işlenmiş bir ya da birden fazla suçun söz konusu olduğu bir durum hakkında soruşturma başlatabilir. Bununla birlikte, bu durumların her birinde bir soruşturma açılıp açılamayacağına ve soruşturma üzerinde temellenen hukuki onaya bağlı olarak bir davanın açılıp açılamayacağına karar vermek, devletlerin ya da BM Güvenlik Konseyi’nin değil, UCM Savcısının takdirine bağlıdır. Bu durumda savcı inisiyatif alarak ABD ya da mahkemeye taraf olmayan herhangi bir Güvenlik Konseyi üyesine dava açabilir. Fakat buna hiç rastlanmamıştır ve bu şaşırtıcı değildir. Roma Statüsünde savcının bağımsızlığına özel vurgu yapılsa da bu bağımsızlık özel teminatlarla desteklenmemiştir. Güvenlik Konseyi BM Sözleşmesinin 7. Bölümünde belirtilen yetkilerine dayanarak savcının soruşturma ve dava açma yetkisini sınırlandırabilmektedir. Bir başka deyişle UCM sisteminde savcının bağımsızlığı değişebilir niteliktedir. Bu değişebilir niteliğin düzenleyici gücü Güvenlik Konseyidir.[26] Uluslararası Ceza Mahkemesi savcısı taraf devletler içerisinden gizli oylama ile seçilir. Savcının soruşturmayı başlatmadan önce duruma dair delilleri BM Organlarından, hükümet ve hükümet dışı örgütlerden edinebilir. Güvenlik Konseyi güdümü altında sınırlandırılmış savcılık yetkisi delillere de BM organlarının bu verileri kendisine tedarik etmesiyle ulaşmaktadır. Bu durum delillerin tarafsızlığını sorgulamaya açabilecek bir durumdur.
Mahkemeyi töhmet altında bırakacak ve bağımsızlığına halel getirecek diğer bir durum ise BM Güvenlik Konseyi’nin savcılık kararına itirazda bulunabilmesidir.[27]
Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde ön incelemede bulunan ve devam eden davalar[28]