1954’te Hollanda’daki gizli bir toplantıyla başlatılan ve ABD ile AB arasındaki küresel işbirliğinin sürdürülmesini hedefleyen Bilderberg Toplantısı, Haziran başında İsviçre’de düzenleniyor. Küresel siyasetin derin aktörlerini bir araya getiren İsviçre’deki toplantıda bu yıl İngiliz Merkez Bankası Başkanı’ndan CIA eski başkanına kıdemli ve yeni nesilden pek çok küresel finansör ve siyasetçi bir araya gelerek küresel gelişmeleri ele alıyorlar. ABD Başkanı Trump’ın damadı Jared Kushner ile Dışişleri Bakanı M. Pompeo’nun da toplantıya iştirak edeceği iddiaları var. Son yıllarda küreselcilerin basına kapalı bu toplantılarında pek çok başlık ele alınsa da içlerinde en dikkate değer olanı belki de ABD’nin tek kutuplu dünyanın yükünü kaldırıp kaldıramayacağı tartışmalarıdır. Bununla birlikte enerji piyasalarının geleceği de bu toplantılarda ele alınmaktadır.

Son yıllarda ABD’nin küresel petrol piyasalarına sert müdahalelerine baktığımızda üretici ülkeler ile Washington arasındaki ihtilaflar dikkat çekmektedir. 1960’ta İran, Irak, Venezuela, Kuveyt ve Suudi Arabistan öncülüğünde Bağdat’taki bir toplantıyla kurulan OPEC (Petrol İhraç Eden Ülkeler Teşkilatı) üyesi ve diğer petrol üreticisi ülkeler de Haziran’ın son haftasında Viyana’da bir araya gelerek 2019’un ikinci yarısında petrol arzı ve fiyatlarını belirleyecekler. Dolayısıyla Haziran ayında Avrupa’daki iki mühim toplantıda önümüzdeki bir yıla şekil verme potansiyeli olan meseleler ele alınacak. Bütün bunlar olurken ABD’nin OPEC’e baskıyı artırdığını görüyoruz. Ancak hangi ABD?

ABD – OPEC Restleşmesi

Günümüzde OPEC ülkelerine yapılan baskı ve fiyat belirleme politikalarında yaşanan ihtilaflar, 1975’te Viyana’daki OPEC toplantısını basan Venezuelalı Çakal Karlos’un İranlı ve Suudi petrol bakanlarını kaçırmasıyla yaşanan skandalları hatırlatmaktadır. O günden beri dile getirilen bazı iddialara göre petrol bakanlarını kaçıran Karlos’un mafya örgütüyle Amerikan petrol şirketleri arasında derin bağlar vardı. Son yıllarda ise Suudi Arabistan’ın bir kısım ARAMCO hisselerini borsaya açmasının tartışılması, İran’ın BMGK üyeleriyle imzaladığı antlaşmanın ABD tarafından tanınmaması ve Venezuela’nın Batılı müttefiklerce baskı altına alınması gibi adeta örtülü ve yeni bir OPEC krizi yaşanmaktadır.

Teşkilatın kurucu üyelerinden Irak’ın 2003’te işgal edilerek kontrol altına alınmasından yıllar sonra 2015’te İran küresel oyuncularla yaptığı antlaşmayla 2020’de tamamen dünyaya açılmaya hazırlanırken Trump Hükümeti tarafından yeni bir ambargoya maruz bırakıldı ve aynı dönemde Venezuela iç savaş ortamına sürüklendi. Suudi Arabistan, ARAMCO’nun Londra veya New York’ta borsaya açılması için müzakereler yürütürken Kaşıkçı cinayetiyle türbülansa girdi. Sonradan teşkilata katılan ülkeler Katar (1961), Cezayir (1969) ve Gabon (1975) ilginç bir şekilde 2017’den itibaren darbe veya ambargo tehditlerine maruz kaldılar. Amerikan enerji devleriyle anlaşan Katar, 2019’un başında OPEC üyeliğini sona erdirdi. ABD’de OPEC’i hedef alan bir lobicilik, ki eskiden beri var olsa da, yeniden Beyaz Saray üzerinde etkili olmaya başladı. OPEC üyelerinin nereyse her biri iç ve dış sıkıntılara maruz kalmaya başladılar.

Amerikan kaya petrolü üretimi 2019’un ilk yarısından itibaren hızla artarken aynı dönemde ABD ile OPEC arasındaki restleşmeler de ayyuka çıktı.

OPEC üyeleri içinde adeta bir musibete maruz kalmayan ve orta yollu bir siyaset izlemeye çalışan Kuveyt Emirliği olmuştur. 2018’de dünya petrol arzının yüzde 3’ünü karşılayan ve en çok petrol üreten ilk on ülke listesinde sonuncu sırada yer alan Kuveyt’in Petrol Bakanı Halid Ali M. El-Fadl, kısa süre önce Reuters’a yaptığı açıklamada OPEC ülkelerinin mevcut küresel piyasada belirsizliklerle karşı karşıya bulunduklarını dile getirdi. Petrol Bakanı’na göre 2019’un ikinci yarısına girilirken OPEC’in üretimi artırıp artırmayacağını ABD’nin Çin ile başlattığı ticaret harbi, Amerikan kaya petrolünün üretimi, Venezuela ve İran petrolüne ambargo meselesi ve Libya’daki istikrarsızlık gibi bazı faktörler birlikte belirleyecek. Ancak ABD’nin son yıllarda OPEC ülkelerine karşı izlediği politikanın teşkilatı dağıtma noktasına sürükleyip sürüklemeyeceği de merak ediliyor. Elbette bunun için küresel aktörlerin yeni bir enerji paylaşım, kotalama ve fiyatlandırma stratejisi üzerinde hem fikir olmaları gerekiyor. Ancak mevcut tabloda henüz böyle bir ortaklık görünmemekle birlikte spekülasyonların piyasayı salladığı göze çarpmaktadır.

Geçmişe baktığımızda ABD’nin 1973 OPEC Krizi’ne kadar dünya petrol arzında en büyük üretici ülke olduğunu görüyoruz. OPEC krizi ise Sovyetleri liderliğe çıkarıp ABD’yi tahtından etmiş, ancak kısa süre sonra ABD’nin müttefiki Suudi Arabistan’ı lider pozisyona yükseltmişti. Küresel arzda Suudi liderliği uzun bir süre devam ettikten sonra ABD, 1974’te indiği tahtı 2016’dan sonra yeniden devraldı. Tespitlere göre, son yıllarda petrol üretiminde ABD’yi yeniden dünya liderliğine çıkaran Amerikan topraklarında üretimi başlayan kaya petrolü oldu. Enerji ve silah sanayisinin önünü açan Cumhuriyetçiler, Trump idaresinde iktidara geçince ABD Hükümeti petrol-gaz-kömür gibi fosil kaynakların tüketimini azaltmayı hedefleyen Paris İklim Antlaşması’ndan çekildiğini ilan etti. Batı ittifakında imzalanan İklim Antlaşması’ndan ve İran ile imzalanan nükleer antlaşmasının her ikisinden ABD birkaç sene sonra çekildiğini açıklayarak AB ile gergin ilişkiler dönemine girmiş oldu.

Amerikan kaya petrolü üretimi 2019’un ilk yarısında hızla artmaya başlamıştı. Ancak aynı dönemde ABD ile OPEC arasında restleşmeler de ayyuka çıktı. ABD Hükümeti’nin son iki yıldaki politikaları, Amerikan şirketlerin önünü açınca ABD’nin petrol üretiminde hızlı bir artış görülmüştü. 2013’ten sonra küresel piyasalardan dolar akışının frenlenmesiyle USD yükselişe geçerken hem petrol ithal eden ekonomilerin tahrip olmasını önlemek hem de Rusya ve İran ile pazarlıklarda ABD’nin elini güçlendirmesini sağlayacak şekilde petrol arzının yükseltilmesiyle petrol fiyatı düşüşe geçmişti. Nitekim 2015’te İran ile yapılan antlaşma bu ülkeyi dış dünyaya açacak yol hazırlandığında Fransa Total ile İran’da büyük yatırımlar için masaya oturmuş ve ABD’de bazı çevreler rahatsızlıklarını göstermeye başlamışlardı. 2019’da ise OPEC toplantısından önce İran ve Venezuela pazarının devre dışı bırakılmış olması yeni belirsizlikleri doğurmuş oldu.

Trump, Beyaz Saray’a geçtiğinden beri petrol fiyatlarının düşürülmesi için OPEC’e baskı yapmaya başladı. Bu dönemde Amerikan petrol lobileri, özellikle kaya petrolüne yatırım yapan çıkar grupları OPEC’in baskı altına alınması için Washington’da ağırlıklarını kullandılar ve bunun sonucu olarak NOPEC (OPEC’i mahkemeye verebilme hakkı) kanun taslağının hazırlanmasını sağladılar. Trump Hükümeti, OPEC’i antitröst hukuku ihlal etmekle suçlayarak tehdit etmeye başladı. Daha önceki başkanlar döneminde de gündeme getirilen ancak yürürlüğe girmesine imkan verilmeyen NOPEC kanun teklifi Trump döneminde yasalaşırsa OPEC’in hukuki dokunulmazlığı bozulacak ve Amerikan mahkemelerinde OPEC aleyhinde davalar açılabilecek. OPEC ise Mart’ta yaptığı açıklamalarda ABD’yi ikaz etti. ABD Hükümeti’nin OPEC’e dava açmayı mümkün kılması halinde Amerikan kaya petrolünün OPEC tarafından hedef alınacağını ifade etti.

(...) ABD ile Çin arasında başlayan yeni küresel rekabette önde gelen enerji kaynaklarından petrolün arz-talep dengesi ve bu dengede kilit rol oynama kapasitesi bulunan ülkelerin stratejik konumları öne çıkıyor.

Mevcut tabloda Amerikan petrol lobileri de ikiye ayrılmış durumdalar. Amerikan petrolcüler NOPEC teklifine karşı görüş bildirirken kaya petrolcüleri farklı düşünüyorlar. Buna karşılık OPEC de Amerikan sermayedarlara sert bir dille mesaj vermektedir. Eğer ABD NOPEC taslağını kabul ederse OPEC’in arzı artırıp petrol fiyatlarını kırarak Amerikan kaya petrolü sektörüne darbe vuracağı tehdidi Amerikan finansörlere meydan okumadır. Ayrıca ABD’nin NOPEC hamlesine sert bir itirazın da İngilizlerden gelmesi akıllara bir zamanların İngiliz-Amerikan petrol rekabetini getirmektedir. Küresel İngiliz enerji devi BP’nin CEO’su açık bir dille Trump’a petrol piyasasında düzeni bozacak hamlelerden uzak durmalarını tavsiye etti. Ayrıca İran Petrol Bakanı B. Namdar Zangene’nin ABD baskılarının OPEC’i tehdit ettiğini ancak İran’ın teşkilattan ayrılmayacağına dair ifadeleri de OPEC yanlısı lobilerce gündemde tutulmaktadır. Kısacası ABD – İran restleşmesinde neredeyse Suudi Arabistan dahil bütün petrol lobileri, Beyaz Saray’da etkili görünen Amerikan çıkar gruplarıyla karşı karşıya gelmiş bulunuyorlar diyebiliriz.

2018’den sonra OPEC’in petrol arzını kısması bir ölçüde ABD’deki üreticilerin çıkarına olmuştu. OPEC ülkeleri, Rusya ve diğer bazı petrol üretici ülkeler Ocak 2019’da yaptıkları anlaşmayla yılın ilk yarısında petrol üretimini düşürmekte anlaşmışlardı. Anlaşmanın hedefi, depolarda biriken ve piyasa düzenini bozmaya yol açan stokçuluğu önlemekti. Ancak Haziran’dan itibaren arzı yeniden yükseltip yükseltmeyecekleri ABD’nin sert hamlelerine bağlı görülüyor.

İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD: Organisation for Economic Co-operation and Development) üyesi ülkeler fiyatların kırıldığı dönemde stok yapmaktadırlar. ABD ve Rusya, 2019’un ikinci yarısında petrol arzının artırılmasından yana açıklama yaparlarken OPEC’in fiili lider Suudi Arabistan ise stokçuluğa ve petrol fiyatlarının düşmesine yol açacak olan bu talepten endişe duymaktadır. Haziran’da yapılacak olan OPEC toplantısının gündemi, Suudi Arabistan’ın ABD ve Rusya’nın talepleriyle aynı çizgide nasıl hareket edeceği ve İran ile Venezuela üzerindeki ABD baskısına bağlı olarak belirlenecek. OPEC ülkelerinin ABD – Çin rekabetinden de etkilendikleri ortadadır. Zira modern dönemde küresel ticaret fosil kaynaklardan elde edilen enerji sarfiyatıyla yürüdüğüne göre, ABD ile Çin arasında başlayan yeni küresel rekabette önde gelen enerji kaynaklarından petrolün arz-talep dengesi ve bu dengede kilit rol oynama kapasitesi bulunan ülkelerin stratejik konumu öne çıkmaktadır. Son yıllarda Brezilya, Venezuela ve İran (potansiyel olarak da Sudan) gibi petrol üretimi noktasında dünyanın ilk on ülkesi arasında yer alan ülkelerde yaşanan darbeler ve darbe teşebbüslerinin küresel ticaret rüzgârıyla doğrudan alakalı olduklarını söylemek mümkündür. Venezuela ve Sudan, ilk ondan yer alacak kadar petrol satamasalar da potansiyeli belli ülkelerdir. EIA’ya göre 2018’de dünya petrol sarfiyatında küresel piyasanın beşte birini tüketen ABD’yi Çin %13 tüketim ile takip etmektedir. Çin’in enerji tedarikinde İran ve Sudan gibi ülkelerle uzun vadeli işbirliği planladığı bilinmektedir.

Güney Sudan’ın arzı Hartum’dan kontrol edilmektedir ve Hartum’da halkı sakinleştirip yeni bir dönem başlatmak için bu ülkeye dışarıdan tahsis edilmesi gereken finansal kalkınma desteği küresel rekabete bağlıdır. İran’ın arzı Tahran ile anlaşmada yattığı gibi Suudi arzı ve bölgenin geleceği Riyad’da yeni bir dönemin başlamasıyla mümkün görülmüştür. Brezilya, dünyanın en büyük ilk on üreticisi arasına girmeden önce iç siyasette büyük meselelerle karşılaşmıştır. Bu ülkelerin her birinde halkın ciddi bir kesimi rejimden veya iktidardan memnun olmadığı için ve bu ülkelerdeki siyaseti rantçılar kontrol ettikleri için sosyo-ekonomik problemler yaşanmaktadır. Ancak bu ülkeler aynı zamanda küresel enerji güvenliği (yani fosil kaynakların arzı ve fiyat belirleme işleri) yönünden aktör haline geldikleri için iç meseleleri ile dış baskılar birleşerek darbelere veya darbe teşebbüslerine yol açmıştır.

Son birkaç yıl içinde İngiltere’nin AB’den çekilme müzakereleri AB’nin gündemini işgal ederken ABD – AB – Ortadoğu – Çin hattı üzerinde anlaşmalar iptal edilerek büyük ihtilaflar nüksetmeye başladı. İran antlaşmasının yeniden tartışmaya açılması, ABD ile Çin arasında (Çin lehinde olan) yüz milyarlarca dolarlık ticaret açığı sebebiyle Soğuk Savaş rüzgarları estirilmesi, İran ve Venezuela petrol arzının kısılması, ABD’nin İklim Antlaşması’ndan çekileceğini ilan etmesi ve nihayetinde Washington’ın OPEC’i baskı altına alan adımlar atması birbirini takip eden dikkat çekici küresel gelişmelerin tezahürleridir.

Amerikan kaya petrolü ve Doğu Akdeniz ile Basra Körfezi’ndeki zengin gaz yatakları, ABD’li çıkar gruplarıyla OPEC arasındaki restleşmenin seyrinde belirleyici olabilir. Böylece Bilderberg Toplantıları’nda da geleceği sorgulanan ABD’nin küresel hâkimiyet sınırları Çin’in yükseliş potansiyeliyle birlikte göz önüne alındığında enerji güvenliği için petrol ve gaz üreten ülkelerin jeopolitik kıymeti artmaktadır. Bunlar içinde bir kartel oluşturan OPEC, Soğuk Savaş öncesinde yaşanan İngiliz-Amerikan petrol rekabetinin Batı ittifakında tezahür etmesini önlemek ve petrolcü ülkelerle işbirliğini geliştirmek üzere kurulmuş bir küresel yapıdır. Dolayısıyla teşkilatın geleceği, Çin’in yükselişi karşısında güncellenmek istense de sadece belli bir Amerikan çıkar grubuna göre değil kurucu stratejinin aktörleri arasındaki ilişkiye bağlı olacaktır.