1980’li yıllarda bilgi ve iletişim teknolojileri alanındaki gelişmelerin yanı sıra adından çokça söz edilen küreselleşme olgusuyla birlikte ekonomik, siyasal, sosyal ve kültürel olarak bütünleşmiş bir dünyanın oluştuğu artık daha tartışmasız bir şekilde kabul edilmeye başlanmıştır. Ekonomik perspektiften bakıldığında küreselleşmenin teorik çerçevesini oluşturan neoliberalizmin prensipleri; ekonomik örgütleri soğuk savaş sonrasındaki bu yeni ortamın şartlarına uygun hâle gelmeye zorlamıştır. 1970’lerle birlikte çokuluslu şirketlerin gelişmesi, üretimi küresel ölçekte birleştirmenin yanı sıra ulusal piyasaları küresel sermaye piyasasına açmaya başlamıştır. Bu durum, küreselleşmenin 90’lı yıllarda yaygınlık kazanmasının temel sebeplerinden biri olmuş, küresel sermaye dünya ekonomik sisteminde önemli bir konuma gelmiştir.
Yoksulluk, son yıllarda hem uluslararası hem de ulusal düzeyde sık sık gündeme getirilen bir konu. Uluslararası düzeyde ekonomik küreselleşmenin getirdiği artan eşitsizlik ve fakirliğe karşı küreselleşme karşıtı grupların seslerinin yükselişine, ulusal düzeyde ise fakirlik ve eşitsizliğin neden olduğu çeşitli sosyal sorunlara, bununla birlikte bu sorunlarla mücadele etmek isteyen sivil örgütlenmelerin sayısındaki artışa tanık oluyoruz. Artık hiçbir G-7 zirvesi olaysız geçmiyor, yoksulluk ve kentlerdeki suç oranlarının arttığını bildiren haberler eksik olmuyor.