Giriş
Rusya, Soğuk Savaş sonrası yaşadığı şaşkınlığı üzerinden atarak özellikle Vladimir Putin dönemi ile birlikte yeniden küresel bir oyuncu haline gelmiştir. Putin’in iktidara geldiği 2000 yılından itibaren dikkat çekici bir şekilde uluslararası ilişkilerde etkinliğini artıran ülke, Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi üyesi olmanın getirdiği avantajları sonuna kadar kullanmakla kalmamış, dünyanın farklı bölgelerindeki ülkelerle geliştirdiği ilişkiler sayesinde de geniş bir nüfuz alanıelde etmiştir.
Avrasya derinliğine yaslanan ülkenin farklı bölgelerle geliştirdiği ilişkiler, yeni dönemde Putin Rusya’sının küresel gücünü ortaya koymaktadır. Bu çerçevede hemen yanı başındaki Avrupa Birliği (AB) ile ilişkiler başta olmak üzere, Putin’in yürüttüğü diplomasi kendi ülkesi ile birlikte yeni küresel sistemin de ipuçlarını vermektedir.
ABD ile kontrollü gerilim siyasetini küresel rekabetin hemen her cephesinde ortaya koyan Putin yönetimi, özellikle Suriye ve Irak krizleri ardından Ortadoğu’da ortaya çıkan yeni güç dengelerini avantaja dönüştürmüştür.
Bu rapor, Putin dönemi dış politikasını özetleyerek Rusya’nın son 15 yıllık küresel siyasetini ve bu siyasetin geleceğe yönelik muhtemel sonuçları anlamayı hedeflemektedir.
Putin Döneminde Rusya’nın Ortadoğu Politikası
Rusların tabiriyle Yakındoğu “BlijnıyVostok” günümüzde ise hegemon devletlerin güç mücadelesi verdikleri Ortadoğu, daha 18. yüzyılın ikinci yarısında Rus dış politikasının ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Rusya’nın Yakındoğu politikasının öncelikleri ve ayrıntıları Rus Çarı 1. Petro döneminde işlenip hazırlanmış, sıcak denizlere inme meselesi ve İstanbul başta olmak üzere Türk boğazlarının ele geçirilmesi,Rusya için hayati önem kazanmıştır. Rusların Ortadoğu politikasında Osmanlı’ya karşı kullanabilecekleri Ermeni ve Kürt meseleleri de Çarlık döneminden itibaren hususi bir önem taşımıştır.[1]
Çarlık sonrası Sovyet döneminde de Ortadoğu bölgesi Rusya’nın dış politikasındaki önemini korumuş ve özellikle küresel rekabetin bir unsuru olarak jeostratejik açıdan hep gündemde tutulmuştur. 1947’den sonra başlayan Soğuk Savaş döneminde, ABD ile Rusya arasındaki rekabette, Ortadoğu en önemli çekişme sahalarının başında gelmiştir. Bu dönemden itibaren Rusya’nın Ortadoğu’daki etkinliğini artıran birçok unsur bulunsa da bunlar içinde Filistin sorunu öne çıkmıştır. Arap-İsrail savaşlarında çoğunlukla Arap bloğuna destek veren Rusya, bu yolla bölgede nüfuz kazanmıştır. Ancak 1980’li yılların ortasında Gorbaçov’un iktidara gelmesiyle birlikte Rusya’nın Ortadoğu’daki etkisi kademeli olarak azalmaya başlamış ve bu süreç 2000 yılına kadar devam etmiştir.
2000 yılında Putin’in iktidara gelmesiyle Ortadoğu yeniden Rusya için öncelikli bir mesele halini almış ve bölgedeki ağırlığını arttırmak için yoğun bir siyasi gündem oluşturmuştur. Rusya; Ortadoğu hakkında önemli akademik araştırmaların yapıldığı ülkelerden biri olması yanında, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) döneminden itibaren başta istihbarat alanı olmak üzere bölgeyle ilgili çalışan birçok uzman yetiştirmiştir. Rusya, hemen her bölgede olduğu gibi Ortadoğu bölgesinde de başlıca silah tedarikçisi ülkelerden biridir.
Bugün Rusya’nın Ortadoğu politikasının öncelikleri arasında; ABD ile ortak şekilde Suriye’de barışçıl bir çözüm bulunması, İran ve Mısır ile ilişkilerin geliştirilmesi, Irak ve Suriye Kürtleri ile yakın ilişkilerin sürdürülmesi, Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkeleri ile pragmatikilişkiler kurulması gibi konular öne çıkmaktadır.[2] Güncel sorunlar ve özellikle Suriye krizi dışında, Rusya’nın Ortadoğu’da nüfuzunu arttırma stratejisi devam etmektedir.
Suudi Arabistan
Rusya-Suudi Arabistan arasındaki ilişkilerin kökenleri Sovyet dönemine dayanmaktadır. SSCB, Osmanlı sonrası oluşan boşlukta Suudi Arabistan’ın kurucu yapısı olarak ortaya çıkan Necid ve Hicaz Krallığı ile ilişki kuran ilk ülke olmuştur. İki ülke arasında diplomatik ilişkiler 16 Şubat 1926 tarihinde başlamıştır. Sovyetlerin bölgeye atanan ilk konsolosu Kerim Hekimov’dur. Hekimov sonradan Suudi Arabistan Kralı Abbdülaziz’le yakın dostluk ilişkileri kurmuştur.
Ancak 1938 yılında,Hekimov’un Suudi Arabistan’daki misyonu tamamlandıktan sonra, iki ülke arasındaki diplomatik ilişkiler Kral Abdülaziz’in inisiyatifi ile durdurulmuştur. Bu tarihte ABD ile petrol anlaşmaları imzalayan Riyad yönetimi, uluslararası ilişkilerinde ciddi bir eksen değişikliğine giderek on yıllar boyunca bir daha gündeme almamak üzere Moskova ile ilişkileri askıya almıştır. İki ülke arasında yeniden siyasal ilişki kurulması Sovyetlerin dağılmasından sonra, ancak 1991 yılıyla başlayacaktır.[3]
Uluslararası tanınmaya ihtiyacı olan Suudi Prens Faysal, beraberindeki bir heyetle 1932 yılında Moskova’ya resmî bir ziyaret gerçekleştirmiştir. Ziyaret sırasında Faysal, SSCB lideri Lenin ile görüşmüş ve iki ülke arasında ekonomik, siyasi ve ticari ilişkilerin geliştirilmesi yönünde kararlar alınmıştır. Bu ziyaretin olumlu sonuçlarından biri, dönemin SSCB’sini oluşturan ülkelerden Mekke’yi ziyaret eden Müslümanların sayısındaki artıştır. Ancak 1938 yılından itibaren bölgesel ve küresel çapta yaşanan değişimler iki ülkenin yollarını ayırmaya başlamıştır. Bunlardan ilki Suudi Arabistan’da petrol bulunması ve 2. Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde ABD ile yapılan anlaşmalardır, diğeri de dünya savaşı sırasında ve sonrasında SSCB’nin kendi iç sorunlarına ve ekonomik kalkınmasına yönelmesiyle birlikte Suudi Arabistan gibi Batı’ya yakın rejimlerle ilişkilerin geri plana düşmesidir.[4]
"Uluslararası tanınmaya ihtiyacı olan Suudi Prens Faysal, SSCB lideri Lenin ile görüşmüş ve iki ülke arasında ekonomik, siyasi ve ticari ilişkilerin geliştirilmesi yönünde kararlar alınmıştır. Bu ziyaretin olumlu sonuçlarından biri, dönemin SSCB’sini oluşturan ülkelerden Mekke’yi ziyaret eden Müslümanların sayısındaki artıştır."
Başlangıçtan itibaren Suudi Arabistan, iç ve dış politikasının temelinde “İslam” önemli bir rol oynadığı için, 1945’te başlayan Soğuk Savaş sırasında SSCB’nin din karşıtı ve sosyalist ideolojisine ilkesel bir karşı politik duruş sergilemiştir.[5] Soğuk Savaş’ın en sorunlu dönemlerinden olan 1960’lı yıllar boyunca ABD müttefiki rejimlere karşı Ortadoğu’daki sosyalist rejimleri destekleyen SSCB, Güney Yemen, Mısır ve Suriye gibi ülkeleri Suudi Arabistan ve Kuveyt gibi ülkelere tercih etmiştir.
Küresel çekişmenin bölgesel yansımaları sebebiyle 1970’li yıllardan itibaren Suudi Arabistan ve SSCB arasında gerilim artmaya başlamıştır. Bunda ABD’nin bölge politikalarının rolü büyük olmuştur. 1975’te ABD’nin siyasi araştırma merkezlerinde “İslam komünizmin düşmanıdır” adı altında bir program hazırlanmıştır. Bu program, bütünABD müttefiki ülkelerle birlikte Suudi Arabistan’ın da politikalarını etkileyen bir yaklaşım olmuştur. Bu dönem Suud ile SSCB arasındaki ilişkilerin en sorunlu olduğu dönemdir.
1970’li yılların başında, Arap Yarımadası’nın güneyinde Sovyet yanlısı Yemen Sosyalist Demokratik Cumhuriyeti kurulduğunda Soğuk Savaş döneminin bloksal rekabetinden kaynaklanan ciddi bir güvensizlik ortaya çıkmıştır. ABD politikalarının bölgesel sözcülerinden görünen Riyad yönetiminin hemen yakınında böyle bir oluşum, ikili ilişkilerdeki olumsuz tabloyu biraz daha belirginleştirmiştir. Bu bloksal rekabetin doğal bir uzantısı olarak 1979 yılında başlayan Sovyet işgali sırasında Afganistan’a en büyük yardım Suudi Arabistan’dan gitmiştir. 1980’de dünya pazarında petrolün varil fiyatının 35 dolara yükselmesi, SSCB için âdeta ekonomik darbe olmuş ve ülke, fiyat dalgalanmaları sebebiyle ciddi bir darboğaza girmiştir. 1985’te Suudi Arabistan’ın petrol üretimini keskin biçimde arttırması, Sovyet ekonomisi için ikinci bir darbe olmuştur. Ruslar o tarihte Suudi Arabistan’ın bu politikasını SSCB’ye karşı “Enerji Savaşı” olarak adlandırmıştır.[6]
1991 yılı sonunda SSCB’nin çökmesiyle birlikte Sovyet hegemonyası altında olan bölgeler hızla bağımsızlaşmıştır. Bu süreçte özellikle Orta Asya’daki devletler bir yandan bağımsızlıklarını güçlendirmeye çabalarken bir yandanda bu bağımsızlığın karakteri konusunda yoğun bir iç gündeme sahipti. Bu gündem maddelerinin başında da yeni dönemde bu ülkelerde İslam’ın rolü ne olacak sorusu gelmekteydi.
Bölgede gerek yerel gerekse dışarıdan farklı dinamiklerle gelen İslami hareketlerin gücünü arttırmaya başlaması, ilişkilerde yeni bir gerilim alanı oluşturmuştur. Zira bölgede etkinliğini artıran selefi grupların önemli oranda Suudi kaynaklı fonlarla beslendiği yönündeki düşünce, sadece Moskova yönetimi ile değil, bölgedeki diğer cumhuriyetlerle de ilişkilerde kendini hissettirmiştir.
Bununla birlikte 1990’lı yılların Rusya açısından kaotik ortamında, ikili ilişkilerde çok belirgin bir değişim söz konusu olmamış, geçmişten devralınmış olan tarihsel ön yargılar devam etmiştir. Ancak 2000’li yılların başında Putin’in iktidara gelmesinden itibaren, dış politikada önemli bir değişim rüzgârı esmeye başlamış, bunun Suudi Arabistan’la ilişkilere de yansımaları olmuştur. Özellikle Ortadoğu ülkeleri ile ilişkilerini güçlendirmeye çalışan Putin, bölgede ABD’nin esas rakibi olarak kendini konumlandırdığı için, mümkün olduğu kadar dostlarını arttırma, düşmanlarını azaltma siyaseti izlemiştir. Bu çerçevede Suudi Arabistan ile istikrarlı ve geleceğe yönelik ilişkiler kurulmasına özen gösterilmiştir. 2003’te Suudi Arabistan Kralı Abdullah’ın ve 2006’da Kral Salman bin Abdülaziz’in Moskova’ya gerçekleştirdiği üst düzey ziyaretler, Rusya ve Suudi Arabistan ilişkilerinin yeniden güçlendirilmesi için atılan önemli adımlar olmuştur. Ziyaretlerde taraflar arasında enerji konusuna dair anlaşmalar imzalanmış olması bir yana, siyasi yakınlaşmanın da ilk adımları atılmıştır. 2007 yılında da Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin Riyad’a resmî bir ziyaret gerçekleştirmiştir. Bu, Putin’in Suudi Arabistan’a ilk resmî ziyareti olmasının yanı sıra, taraflar arasında bölgesel, ekonomik ve siyasi ilişkileri geliştirmek için de büyük bir fırsatolmuştur.[7]İki ülke ilişkilerinin düzeltilmesi için atılan adımlara ve birbirlerinin içişlerine karışmama ilkesini benimsemiş olmalarına rağmen Çeçen meselesinden dolayıRusya-Suudi Arabistan arasındaki gerginlik bir müddet daha devam etmiştir. Zira Rusya Suudi Arabistan’ı Çeçenistan’daki Müslümanlara ve uzun yıllar Rusya’nın egemenliği altında kalmış olan Kafkasya ve Orta Asya’daki Vahhabi hareketlere mali destek vermekle suçluyordu. Buna karşın 2000 yılındaki İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) toplantısında Suudi Arabistanlı Bakan da Rusya’yı Çeçenistan’daki Müslümanlara karşı gayriinsani politikalar sürdürdüğünden dolayı suçlamıştı.
"Orta Asya'da gerek yerel gerekse dışarıdan farklı dinamiklerle gelen İslami hareketlerin gücünü arttırmaya başlaması, ilişkilerde yeni bir gerilim alanı oluşturmuştur. Zira bölgede etkinliğini artıran selefi grupların önemli oranda Suudi kaynaklı fonlarla beslendiği yönündeki düşünce, sadece Moskova yönetimi ile değil, bölgedeki diğer cumhuriyetlerle de ilişkilerde kendini hissettirmiştir."
Güvenliğin ön planda tutulduğu modern uluslararası ilişkilerde, Suudi Arabistan ve Rusya arasında da terörizme karşı mücadele ilk sırada yer almaktadır. 11 Eylül sonrası ABD’nin Suudi Arabistan’a yönelik suçlamaları ve 2003’te Saddam rejimine karşı Irak’ı işgal etmesi, Suudi Arabistan’da temkinle karşılanmış, bu işgal bütün Müslüman dünyasında anti-Amerikan duyguları güçlendirmiştir. Vladimir Putin ortaya çıkan bu fırsatı ikili ilişkilerin düzeltilmesi için bir şans olarak kullanmaya karar vermiştir. Zira, ABD ile ilişkilerinde karşılıklı olarak soğukluk yaşayan Suudi Arabistan, bu durumda uluslararası arenada Rusya’yı kendine yeni müttefik olarak görebilirdi. İlişkilerin düzeltilmesi aşamasında Putin Suudi Arabistan’dan Müslüman Çeçenlere verdiği mali desteği kesmesini ve Suud şirketleri ile Rus şirketlerinin bölgede yatırımlar yapmasını teklif etmiştir.
Bundan başka, Rusya’nın İİT ülkeleri ile ilişki kurmasında Suudi Arabistan’ın önemli payı olmuştur. Suudi Arabistan’ın desteğiyle 2005 yılında Rusya İİT’ye gözlemci statüsünde katılmıştır.[8]2005 yılı Şubat’ında Moskova tarafından Suudi Arabistan’ın teşebbüsü ile BM himayesi altında uluslararası terörizmle mücadele için bir merkez kurulması desteklenmiştir. 2011’de Rusya’nın da katılımıyla BM’nin küresel terörle mücadele stratejisi yürürlüğe konmuştur. 2015 yılında Petersburg’da Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Suudi Arabistan Savunma Bakanı Muhammed bin Salman arasındaki görüşmede Ortadoğu’daki krizlerin sonlanması için ortak çözüm bulunması hakkında diyalog gerçekleştirilmiştir. Mayıs 2016’da Moskova’da Körfez İşbirliği Konseyi ve Rusya arasında gerçekleşen Bakanlık Stratejik İşbirliği Diyaloğu’nun dördüncü toplantısında terörle mücadele konusunda ortak bir deklarasyon imzalanmıştır.[9]
Rusya ve Suudi Arabistan arasında iş birliğini güçlendirmek adına da Rusya-Suudi Arabistan İşbirliği Konseyi kurulmuştur. Konsey, yatırım projelerinin güçlendirilmesinde özel sektörün rolünün arttırılmasına çalışmıştır. 2004 yılında Rus petrol şirketi LukoilRubu’l-Hali bölgesinde doğal gaz rezervlerinin keşfedilmesine ve geliştirilmesine dair düzenlenen ihaleyi kazanmıştır.Rus şirketi ayrıca, Suudi Arabistan hükümeti ile yapılan sözleşmenin 40 yıla kadar uzatılması konusunda da hak sahibi olmuştur. 2007’de LukoilOversiz ve Suudi Aramco, araştırmalar sonucunda yeni hidrokarbon yataklarının açıldığını duyurmuştur. Aynı yıl içerisinde Suudi Arabistan’ın Dahran şehrinde Rus şirketi Stroytransgaz ve SaudiAramco şirketleri arasında 200 kilometreden uzun olacak Şeyba-Abkeyk boru hattının inşa edilmesi hakkında sözleşme imzalanmıştır. 2010 yılının sonunda yapılan ticari-ekonomik ve akademik-teknik iş birliğine dair ortak Rusya-Suudi Arabistan hükümetler arası toplantısında Rusya Enerji Bakanı S. İ. Şmatko, Lukoil’le beraber diğer Rus şirketlerinin de Suudi Arabistan’da büyük projelerde yer almak için rekabete hazır olduklarını söylemiştir. Bakan, 2020 yılı için enerji alanında 300 milyar dolar değerinde büyük projeler yapılacağını belirtmiştir. Rusya ve Suudi Arabistan arasında imzalanan bu anlaşmalar, bir yandan Suud şirketlerinin Rusya’da yatırımlar yapması için büyük bir fırsat yaratmış, bir yandan da hammadde üretimi için Rus şirketlerinin Körfez ülkelerinde özel mekanizmalar geliştirmesine yardımcı olmuştur. İki ülke arasındaki ortak çıkarlar, tarafların üçüncü bir ülkede birlikteprojeler yapmasının da önünü açmıştır. Özellikle Ortadoğu pazarlarında Rus Stroytransgaz ve SaudiAuger şirketleri arasında stratejik iş birliklerikurulmuştur.
Suudi Arabistan’la beraber diğer Körfez ülkelerinin de büyük bir yakınlaşma hissettiği Rusya ile kurulan bir diğer iş birliği alanı ise uzay çalışmaları olmuştur. 2000-2005 yılları arasında Rusya tarafından uzaya altı Suud uydusu gönderilmiştir. 2005 Mayıs’ında düzenlenen ikinci Rusya-Suudi Arabistan hükümetler arası toplantısında, altı Suud uydusunun dahaRusya tarafından uzaya gönderilmesi hakkında anlaşmaya varılmıştır. Toplantı sırasında ayrıca, uzay alanında karşılıklı iş birliğine dair mutabakat ve karşılıklı anlaşma esasında ortak proje hakkında taslak imzalanmıştır.
Uzmanlara göre iki ülkenin ticari-ekonomik ilişkilerinde petrol fiyatları oldukça mühim bir meseledir.[10] Rusya-Suudi Arabistan arasında ticaret hacmi 2007 yılında 488,7 milyon dolarken 2008’de bu rakam %10,6 oranında artmıştır. 2009 yılında yaşanan küresel ekonomik kriz sebebiyle iki ülke arasındaki ticaret hacmi %17,5 azalmış, 2011 yılının ilk yarısında ise %10,3 oranında artarak 192 milyon dolara ulaşmıştır.[11]
Rusya ile Suudi Arabistan arasında siyasi, ticari ve ekonomik iş birliğiyle beraber, askerî-teknik iş birliği de giderek artan bir önem taşımaktadır. 2007 yılında Rusya ve Suudi Arabistan arasında askerî iş birliğine dair bir anlaşma imzalanmıştır. 2009’da Suudi Arabistan’ın Rusya’dan 2 milyar dolar değerinde askerî teknoloji satın alması hakkında görüşme başlatılmıştır. Ancak sonradan Suudi Arabistan ABD’den daha düşük fiyata silah alarak Rusya ile silah anlaşmasından vazgeçmiştir.[12] 2015 yılında Suudi Arabistan Savunma Bakanı’nın Petersburg’da yapılan “Uluslararası Denizcilik ve Savaş 2015” adıyla düzenlenen foruma katılması, Suudi Arabistan’ın Rus silahlarına ve Rusya ile askerî-teknik iş birliğine olan ilgisinin en önemli göstergesidir. Suudi Arabistan’ın ilgisini çeken Rus silahları arasında İskender-E hava savunma sistemleri ve denizaltı füze sistemi Bal-E gösterilmektedir. Ancak Suudi Arabistan Ortadoğu’da ABD’nin müttefiki olduğu için, Rusya ve Suudi Arabistan arasında askerî-teknik ilişkilerin üst düzeye çıkarılmasının ABD tarafından bir müddet daha engellenmesi ihtimali oldukça yüksektir. Rusya’nın askerî-teknik alanda uzman araştırmacılarından biri olan ValentinaYurçenko’nun verdiği istatistiki bilgilere göre, Suudi Arabistan ordusundaki silahların %80’ini ABD silahları teşkil etmektedir.[13]
"Rusya-Suudi Arabistan arasında ticaret hacmi 2007 yılında 488,7 milyon dolarken 2008’de bu rakam %10,6 oranında artmıştır. 2009 yılında yaşanan küresel ekonomik kriz sebebiyle iki ülke arasındaki ticaret hacmi %17,5 azalmış, 2011 yılının ilk yarısında ise %10,3 oranında artarak 192 milyon dolara ulaşmıştır.[11]"
Rusya’nın Suudi Arabistan’la ilişkilerinde önem verdiği konulardan biri de kültürel iş birliğidir. 2009 yılında, uluslararası ilişkiler alanında uzmanlaşmış olan Moskova Devlet Üniversitesi bünyesinde Arap Dili Araştırmaları Merkezi açılmıştır. Merkez, Suudi Arabistan Prensi Sultan bin Abdülaziz el-Suud’un mali desteğiyle kurulmuştur. 2007 Kasım’ında Suudi Arabistan Prensi’ne Moskova Devlet Üniversitesi tarafından fahri doktor unvanı verilmiştir. Bundan başka, Moskova Uluslararası İlişkiler Devlet Üniversitesi ve Arap ülkeleri arasında düzenli şekilde öğrenci ve akademisyen değişimi yapılmaktadır.[14] 2007 yılında Rusya’nın resmî haber ajansı RiaNovosti ve Suudi Arabistan haber ajansı arasında iş birliğine dair bir anlaşma imzalanmıştır. 2010 yılı Mart ayında Rusya Kültür Bakanlığı tarafından Suudi Arabistan’a 2011-2013 yıllarını kapsayan kültürel iş birliğine dair onaylanması için bir program gönderilmiştir.[15]
Suriye
Rusya ile Ortadoğu ilişkileri söz konusu olduğunda Suriye’nin istisnai bir yeri olduğunu belirtmek gerekir. Soğuk Savaş döneminin başından itibaren bölgede Rusya’nın en önemli müttefiklerinden biri olan Suriye, yeni dönemde de Moskova yönetiminin bölgesel ittifaklar siyasetindeki önemini korumaktadır.
SSCB, Suriye’nin bağımsızlığını ilk tanıyan ve ticari-ekonomik ilişki kuran ilk ülkelerden biri olmuştur. SSCB ve Suriye arasında diplomatik ilişkiler 1944 yılında kurulmuştur. SSCB tarafından Suriye’ye ilk defa 1955 yılında askerî-ekonomik yardım yapılmış ve bir anlamda bu tarihten itibaren ülkedeki Rus nüfuzu artmaya başlamıştır. Bu yardımın yapılmasının o döneme ilişkin esas sebebi, Suriye’nin Türkiye, İran, Irak ve Pakistan’dan ibaret Bağdat Paktı’na üye olmasını önlemekti. Nitekim bu strateji tutmuş ve Suriye’nin Batı ittifakına yönelmesi engellenmiştir.
Suriye siyasetinde Sovyet yanlısı sivil ve asker elitlerin güçlenmesine paralel olarak ilişkilerin ivme kazandığı bir dönem de 1956 yılı olmuştur. Bu yıl SSCB tarafından Suriye’ye 60 askerî uzman gönderilmiş ve Çekoslovakya’dan 18 milyon dolar değerinde silah yardımı yapılmıştır. 1956 yılının sonunda SSCB ve Suriye arasında füze savunma sistemi, silah tedariki ve Suriyeli askerlerin SSCB’de eğitim alması konularını içeren bir anlaşma imzalanmıştır. Bunun bölgesel sonuçlarından biri olarak SSCB ve Suriye arasındaki iş birliğine ve özellikle 1957’den itibaren Suriye’de komünizmin artan etkisine karşı, Bağdat Paktı üyeleri tarafından Suriye mallarına boykot uygulanmıştır. Buna karşılık olarak 1957 yılında Suriye ve SSCB arasında 570 milyon dolar değerinde ekonomik ve askerî iş birliğini öngören yeni bir anlaşma imzalanmıştır.
Suriye’nin siyasi çalkantı içinde olduğu 1960’lı yıllar boyunca, özellikle Salah Cedid’in cumhurbaşkanlığı döneminde, SSCB ile Baas iktidarı arasındaki ilişkiler çok daha ileri boyutlara taşınmıştır. 1967 Arap-İsrail Savaşı’nda büyük askerî yardım alan Suriye, sonraki dönemde de savaşın yaralarını sarma konusunda Moskova yönetiminin desteğini almıştır. Suriye her ne kadar SSCB ile yakın ilişkiler kursa da Cemal Abdünnasır yönetimindeki Mısır, her zaman için Moskova’daki yöneticilerin birinci tercihi olmuştur. Bununla birlikte, Abdünnasır döneminin 1970’te sona ermesi ve yerine gelen Enver Sedat yönetiminin Batı’ya daha yakın görünmesi, Sovyetler açısından bölgesel partner olarak Suriye’nin önemini arttırmıştır. Suriye’ye her türlü ekonomik ve askerî yardımın stratejik karşılığını da alan Moskova, 1971 yılında askerî üs kurmak için Lazkiye ve Tartus’ta çalışmalarını tamamlayarak teknik altyapıyı oluşturmuştur. 1970’li yıllar boyunca Mısır’ın Batı bloğuna kayması, Suriye’nin önemini daha da pekiştirmiştir.[16]
"Soğuk Savaş döneminin başından itibaren bölgede Rusya’nın en önemli müttefiklerinden biri olan Suriye, yeni dönemde de Moskova yönetiminin bölgesel ittifaklar siyasetindeki önemini korumaktadır."
1980 yılında SSCB ve Suriye arasında yeni bir Dostluk ve İşbirliği Anlaşması imzalanarak ilişkilerin güçlü bir şekilde sürdürülmesi sağlamıştır. Ancak SSCB’nin içine girdiği ekonomik ve siyasi kriz, hem Soğuk Savaş’ın sonunu getirmiş hem de Moskova’nın müttefikleri ile olan ilişkilerinin düzeyinde gerilemelere sebep olmuştur. Suriye-SSCB ilişkileri de 1980’li yılların ikinci yarısından itibaren belirli seviyenin üzerine çıkamamıştır.
1991’de SSCB’nin dağılması ile ciddi bir krizin içine sürüklenen Rusya, yeni dönemde de müttefikleriyle ilişkilerini korumaya çalışmıştır. Bu çerçevede 1992-1993 yıllarında Suriye’ye 270 milyon dolar değerinde T-72A tankları, sonraki yıllarda da 73 milyon dolar değerinde Kornet-E tank füzeleri ve 65 milyon dolar değerinde Metis-Mtank füze sistemleri satış anlaşmalarını imzalanmıştır. Tüm eski Sovyet müttefikleri gibi ciddi bir varlık krizine giren Suriye, içinde bulunduğu bölgede Batılı politikalara yaklaşarak bu krizi atlatmayı başarmış olsa da özellikle Ortadoğu Barış Süreci’nde kendisinden beklenen Batı yanlısı çıkışı gerçekleştirmediği için yine de müttefik düzeyine çıkamamıştır.
Bu sebeple Putin’in 2000’de iktidara gelmesinden sonra Rusya, eski müttefiki ile ilişkilerini yeniden eski stratejik boyutuna taşımak için Suriye ile iş birliğini güçlendirmeye başlamıştır. Rusya, 2000-2004 yılları arasında Suriye’ye silah ve askerî personel, daha sonra ise Streleç ve Pançir hava savunma sistemleri göndermiştir. 2005 yılında Suriye’nin SSCB döneminden kalan borçlarının %73’ü silinmiştir. Bütün bunlarla beraber, bu yıllarda Rusya; İsrail ve ABD ile arasındaki gerginliği arttırmamak için Suriye’ye gelişmiş füze sistemleri ve silah tedarik edilmesinden kaçınmıştır. 2005-2010 yılları arasında Rusya’dan Suriye’ye 3 milyar dolarlık silah ihracatı yapılmıştır.[17]
İki ülke arasındaki ilişkiler Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed’in 2005 yılında Moskova’ya yaptığı ilk resmî ziyaretinden sonra daha büyük bir ivme kazanmıştır. Karşılıklı ziyaretler sayesinde Rusya ve Suriye arasındaki askerî ilişkiler hızla gelişmiştir. Nitekim 2010 yılında iki ülke arasında S-300 hava savunma sisteminin satışı hakkında bir anlaşma imzalanmıştır. 2011 yılında ise Rusya tarafından Suriye’ye 1 milyar dolar değerinde yüksek teknoloji ürünü savaş gereçleri verilmiştir. Arap Baharı’nın Suriye’de bir iç savaş olarak ortaya çıkması üzerine daha hassas bir döneme giren ikili ilişkiler sürecinde, günümüze kadar 18 adet BUK-M2E orta menzilli uçaksavar, MİG-29S av-bombardıman uçakları, Sovyet döneminde üretilen İgla-1 hava savunma sistemi satılmıştır.[18]
Suriye’nin başlıca silah tedarikçisi durumuna gelen Rusya’nın Ortadoğu politikalarında Şam’ın ağırlığı da bu tarihten itibaren giderek artmıştır. Özellikle 2013 yılından itibaren Suriye’deki savaşın seyrinin rejim lehine dönmeye başlamasıyla Rusya, rejimin başlıca destekçisi olarak bölgenin kilit aktörü olmuştur.[19]
Rusya ve Suriye arasındaki ticari ilişkiler değerlendirildiğinde tarafların ekonomik iş birliğine dair ortak çıkarlarının askerî alandaki kadar önemli olduğu görülmektedir. Rus Federal Gümrük Servisi’nden verilen istatistiki bilgilere göre, 2012’de Rusya ve Suriye arasında dış ticaret hacmi 665,9 milyon dolara ulaşmıştır. Ancak Suriye’de yaşanan kriz, iki ülke arasındaki ekonomik ilişkilerin artışını olumsuz etkilemiştir. 2013 yılında ticaret hacminde bir önceki yıla göre %42,6’lık bir düşüş yaşanmıştır.
Ekonomik ilişkiler her ne kadar önemli olsa da uluslararası ilişkiler bağlamında Rusya’nın oynadığı hamilik rolü Suriye açısından çok daha kritik görünmektedir. Bu yönüyle Rusya, Suriye’deki rejimi uluslararası arenada destekleyen, ona karşı yapılan yaptırımların önünü alan ülkelerden biridir. Örneğin, 2005 yılında Lübnan Başbakanı Refik el-Hariri’nin öldürülmesinden sonra BM’de Suriye’ye karşı yaptırım kararı alınmasına yönelik engellemede Rusya’nın çok büyük rolü olmuştur. 2011’de Suriye’de iç savaşın başlamasından sonra Rusya,BeşşarEsed rejimini yalnızca askerî yardımla desteklememiş, aynı zamanda diplomatik destek de sağlamıştır.[20]
Rusya’nın Suriye’ye yönelik diplomatik desteğinde özellikle Suriye’deki iç savaş süreci önemli bir zirve noktası olmuştur. Savaşın seyrinin değişmeye başladığı 2014 yılında Rusya’nın Şam yönetimine olan desteği dikkat çekicidir. 2015 yılında Rusya BeşşarEsed’in talebi üzerine DAEŞ’e karşı geniş kapsamlı hava operasyonu başlatmıştır. Nitekim Rusya’nın bu politikası, sadece Suriye’deki değil, büyük bir kaosun yaşandığı Ortadoğu’daki güç dengelerini de değiştirmiştir.
"Suriye’nin başlıca silah tedarikçisi durumuna gelen Rusya’nın Ortadoğu politikalarında Şam’ın ağırlığı da bu tarihten itibaren giderek artmıştır. Özellikle 2013 yılından itibaren Suriye’deki savaşın seyrinin rejim lehine dönmeye başlamasıyla Rusya, rejimin başlıca destekçisi olarak bölgenin kilit aktörü olmuştur."
Rus siyasilere göre, Suriye’deki askerî operasyonların Rusya için çok daha geniş konjonktürde bir dizi olumlu etkileri olmuştur. İlk olarak Moskova, ulusal güvenliğine karşı tehdit oluşturan radikal gördüğü gruplarla mücadelede bir cephede daha başarı kazanmıştır. İkincisi, Rusya, yaptığı askerî müdahalelerle Suriye’de Libya senaryosunun tekrarlanmasının önünü almıştır. Üçüncü olarak da Rusya,Tartus’taki askerî üssünü korumayı başarmış ve Ortadoğu’daki nüfuzunu güçlendirmiştir. Bunun yanı sıra, Moskova Suriye’deki olaylarda aktif politika izleyerek dünya aktörlerinin dikkatini Ukrayna meselesinden Suriye’ye çekmeyi başarmıştır.[21]
2016 yılında Suriye’de ABD ve Rusya tarafından ilan edilen ateşkeslere rağmen kalıcı barış bir türlü sağlanamamıştır. Akdeniz ve Ortadoğu bölgesinde çıkarlarının bulunması sebebiyle Suriye Rusya için vazgeçilmez önemde stratejik bir ortaktır. Şüphesiz ki, Rusya’nın Suriye’de aktif politika izlemesinin sebepleri arasında uluslararası arenada kendini yeniden süper güç olarak kanıtlamak istemesininde önemli bir etkisi vardır. Dolayısıyla eğer Esed rejimi giderse bu, Rusya’nın Ortadoğu’daki başarısızlığı olarak değerlendirilecektir. Böyle bir ihtimalse Rusya’nın hem Orta Asya hem de Kafkaslarda var olan imajını ciddi şekilde zedeleyecektir.
Yukarıdaki bütün unsurlar göz önüne alındığında Rusya’nın yakın dönemde Suriye’ye yönelik stratejisindeki başlıca dinamikler şöyle sıralanabilir:
- Suriye’de askerî müdahale ile hükümeti devirme girişimlerinin önünü almak.
- ABD’nin bölgede güçlenme planlarını sabote etmek.
- Ortadoğu’da Rusya’nın ABD’den daha fazla güvenilir bir aktör olmasını sağlamak.
- Gelişmiş Rus silahlarını bölgede en etkili şekilde tanıtmak.
- Suriye’de askerî ve siyasi başarılar kazanarak Rus ekonomisini güçlendirmek.[22]
İran
İran ve Rusya arasındaki ilişkilerin tarihî süreci daha Çarlık Rusya’sı dönemine dayanmaktadır. Çarlık Rusya’sı döneminde iki ülke Azerbaycan bölgesini ele geçirmek için mücadele etmiş ve ilk defa 1803 yılında Gülüstan Anlaşması ile bir süre sonra da ikinci defa 1828’de imzalanan Türkmençay Anlaşması ile Azerbaycan güney ve kuzey olmak üzere İran ve Rusya arasında iki parçaya bölünmüştür. SSCB döneminde de Azerbaycan ve Ermenistan arasında yaşanan savaşlarda, hem Rusya hem de İran, Ermenistan’a desteklerini esirgememiştir. Dolayısıyla taraflar arasında ortak çıkarların olması sebebiyle Rusya ve İran genellikle yakın müttefik olmuşlardır.
1979 yılındaki devrimden sonra Rusya ve İran ilişkilerinde gerilim yaşanmıştır. 1980-1988 İran-Irak Savaşı sırasında Rusya, İslam’ın Ortadoğu’da etkisinin artmasından endişe ederek Irak’a daha yakın bir konumda olmuştur. Rusya’nın Irak lehine tutum sergilemesi, İran ile Rusya arasında kısmi bir gerginlik ortaya çıkarmıştır.
Bununla birlikte dönemin İran Cumhurbaşkanı Haşimi Rafsancani’nin Moskova’ya ziyareti sırasında 10 milyar dolar değerinde askerî ve ekonomik alanlarda anlaşmalar imzalanmıştır. 1980’li yıllar boyunca yaşanan gerilimin ardından 1991’de SSCB’nin dağılması, Rusya ve İran ilişkilerinde dönüm noktası olmuştur. Soğuk Savaş’ın da bitişini gösteren bu tarihten sonra Rusya İran’la ticari ilişkilerini geliştirmiş, silah ihracatı yapmış ve kendi nükleer programlarını uygulaması için İran’a destek vermiştir. 1990’lı yıllardan itibaren Buşehr’deki nükleer santral inşası gibi önemli projelerde Rusya’nın katılımıyla ciddi gelişmeler kaydedilmiştir. 1992 yılında Rusya ve İran arasında Nükleer İşbirliği Anlaşması imzalanmıştır.[23]
Dağılma sonrası Ortadoğu’ya yönelik politikalarında belirli bir ilgisizlik yaşayan yeni Rusya hükümetleri, sadece İran’la değil tüm bölge ülkeleri ile ilişkilerde yenilenme sürecine girmiştir. Bu geçiş döneminde aynı zamanda kendi iç sorunlarıyla da uğraşan Rusya, Ortadoğu’da aradığı yeni atılım fırsatını Putin iktidarıyla bulmuştur.
"1980-1988 İran-Irak Savaşı sırasında Rusya, İslam’ın Ortadoğu’da etkisinin artmasından endişe ederek Irak’a daha yakın bir konumda olmuştur. Rusya’nın Irak lehine tutum sergilemesi, İran ile Rusya arasında kısmi bir gerginlik ortaya çıkarmıştır."
2000 yılında New York’taki BM toplantıları sırasında Rusya ve İran yetkilileri arasında yapılan görüşme akabinde, dönemin İran Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi, geniş bir heyetle Rusya’ya resmî bir ziyaret düzenlemiştir. 2001’deki bu ziyaret sırasında birçok ekonomik ve askerî anlaşmanın imzalanması yanı sıra, bölgeye ilişkin sorunlarda ortak hareket edilmesine dair görüşmeler de yapılmıştır. Her iki ülke de kendilerinin öncelikli rakibi olarak gördükleri ABD’nin Ortadoğu’daki etkisinin artmasından ciddi şekilde rahatsızlık duyduklarını ve ortak hareket etmenin kendileri için yararlı olacağını kararlaştırmıştır. Bununla birlikte, 2003’te Rusya Savunma Bakanlığı’nın hazırladığı bir raporda İran’ın nükleer programlarının Rusya için açık tehlike olduğu belirtilerek İran’a nükleer programlarını uygulamasında yapılan yardımların azaltılması gerektiği vurgulanmıştır.[24]
Rusya ve İran ilişkileri son 20 yılda ekonomik, ticari, nükleer enerji ve ulaştırma alanlarında artarak devam etmektedir. Başta Buşehr nükleer enerji santrali ve Tebriz-Azerşehr arasındaki demiryolu hattı gibi mega projeler olmak üzere, 2006’dan itibaren Rus şirketleri tarafından İran’da büyük projeler uygulanmaktadır.[25] Rusya, İran’ın yedinci ticari partneri olmuştur. 2007 yılına kadar iki ülke arasındaki ticaret hacmi 2,2 milyar dolar düzeyinde seyrederken, bugün bu rakam neredeyse iki katına çıkmıştır. Bununla birlikte iki ülke arasındaki enerji anlaşmalarının değeri, 2014 yılında 20 milyar doların üzerinde olmuştur.
Her iki ülkeyi birleştiren ortak çıkarlardan biri de Hazar Denizi ve Ortadoğu’da enerji konusunda iş birliğidir. Rusya, sahip olduğu 3 trilyon metreküp gaz rezervi ile dünya gaz rezervlerinin üçte birini elinde bulundurmaktadır. Bundan başka Rusya’nın sahip olduğu petrol rezervleri de dünya rezervlerinin %8’ini teşkil etmektedir. İran’ın da petrol ve doğalgaz üreten bir ülke olması, iki ülkeyi aynı anda hem rakip hem de müttefik olmaya zorlamaktadır.
Rusya için İran’ın bu konudaki en önemli katkısı, petrol fiyatlarının düzenlenmesindePetrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü’nün (OPEC) faaliyetlerini kontrol etmede iş birliği yapabileceği bir aktör olmasıdır. Bunun yanı sıra birçok bölge ülkesini ilgilendiren Hazar Denizi’nin statüsünü ve sınırlarını kesinleştirmek için yapılan mücadele, rakiplerine karşı İran ile Rusya’nın iş birliği alanlarından biridir.[26]
2010 yılında Rus firması Lukoil, Batı’dan gelen baskılar üzerine Azar ve Şangule bölgelerinde petrol sahalarının geliştirilmesi konusunda İran ile iş birliğini askıya almış olsa da Rusya’nın devlet şirketi Gazprom, İran’ın enerji projelerine 750 milyon dolar sermaye yatırmıştır.[27]
Genel olarak iki ülke ilişkilerine bakıldığında, askerî ve teknik iş birliği konularının diğer tüm alanlardan daha önemli olduğu anlaşılmaktadır. İran, Rusya’nın Çin ve Hindistan’dan sonra üçüncü en büyük silah alıcısı olduğundan, iki ülke ilişkileri stratejik boyutları da kapsayan küresel bir yakınlaşmayı getirmektedir. Yakınlaşmanın hızlanmaya başladığı 1998-2001 yılları arasında iki ülke arasındaki askerî-teknik ilişkilerin hacmi 300 milyon dolar düzeyinde iken, zamanla artan ilişkiler sebebiyle bu rakam neredeyse on katına yükselmiş ve İran, Rus silahlarının üçüncü büyük alıcısı olmuştur. Bunun da ötesinde, özellikle Batı’nın uyguladığı silah ambargosu nedeniyle Rus silahları İran’ın toplam silah ithalatının %85’ini teşkil etmiştir.[28]
Stratejik silahlar bakımından da iki ülke son yıllarda ciddi iş birliği geliştirmiştir. 2005’te Rusya tarafından İran’a 700 milyon dolar değerinde 29 adet Tor-M 1 füze radar sistemi teknolojisi teslim edilmiştir. 2007 yılında ise her iki ülke S-300 füzelerinin satışı konusunda anlaşmaya varmış, Rusya’ya 2009 yılında uygulanan Batı baskısı sebebiyle beş adet 800 milyon dolar değerindeki füze radar sisteminin İran’a teslimatı ertelenmiştir. Ancak İran Rusya’nın silah pazarı için herzaman en önemli aktörlerden biri olmuştur.[29] Yine 2005 yılında Rusya tarafından uzaya bir İran uydusu gönderilmiştir.
" İran, Rusya’nın Çin ve Hindistan’dan sonra üçüncü en büyük silah alıcısı olduğundan, iki ülke ilişkileri stratejik boyutları da kapsayan küresel bir yakınlaşmayı getirmektedir. "
Boris Yeltsin döneminde ABD’nin baskısıyla İran-Rusya arasında gerginlik yaşansada Vladimir Putin döneminden itibaren İran’la ilişkilerde farklı bir manzara ortaya çıkmıştır. Putin, İran’la ilişkilerinde esas olarak enerji ve nükleer iş birliğine önem vermiştir. İran ve Rusya hem Azerbaycan meselesinde hem de Ortadoğu meselesinde ortak politika izlemektedir. Gerek Rusya gerekse İran, Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattı projesinin gerçekleşmemesi için Azerbaycan üzerinde baskı politikası uygulamış ve bu konuda olumsuz bir yaklaşım sergilemişlerdir. Aynı zamanda Rusya, Ortadoğu’da artan ABD tehlikesini önlemek amacıyla İran’la ilişkilerini stratejik bir seçenek olarak muhafaza etmeye önem göstermektedir.
2011 yılından itibaren Suriye’nin içine sürüklendiği iç savaş sırasında Rusya ve İran ilişkileri de önemli bir boyut kazanmıştır. Esed rejiminin korunması noktasında iş birliği yapan iki ülke, sahada askerî koordinasyon yaparak bölgesel bir ittifak görüntüsü sergilemiştir. Rusya’nın hava desteği, İran’ın ise kara gücü olarak rol aldığı bu ittifak, savaşın seyrine göre Ortadoğu’daki diğer sorun alanlarında ciddi bir ortaklığı da teşvik edebilir niteliktedir.
Irak
SSCB ve Irak arasındaki ilk resmî diplomatik ilişkiler 9 Ağustos 1944 tarihinde kurulmuştur. 1955 yılında Irak’taki İngiliz-ABD yanlısı monarşi yönetimi tarafından ilişkiler kesilse de iki ülke arasındaki ilişkiler 1958 yılındaki askerî darbeden sonra yeniden kurulmuştur. Darbeyi gerçekleştiren General Kasım’ın SSCB’ye yakın bir dış politika izlemesi, iki ülke arasında sonradan kurulacak sıcak ilişkilerin başlangıcı oldu. Bölgede uyguladığı politikalarda genel olarak Arap yanlısı bir siyaset izlediği izlenimi veren SSCB, gerek Arap-İsrail savaşlarındaki tutumu ile gerekse ABD yanlısı Arap ülkelerine karşı devrimci hükümetleri desteklemesi ile bazı önemli mevziler kazanmıştır. İşte bu mevzilerden biri de Irak’tır.
İki ülke arasındaki ilişkiler konusunda Saddam Hüseyin dönemi önemli bir dönüm noktası olmuştur. SSCB bakanlar kurulu temsilcisi A.N. Kosıgin, 1976 yılında Irak’a ziyareti sırasında, devlet başkanı olmasa da Saddam Hüseyin ile görüşmüştür. Görüşmede taraflar arasında ekonomik ve teknik iş birliğinin güçlendirilmesi için bir de anlaşma imzalanmıştır. 1977 yılındaki SSCB ve Irak görüşmelerinde de iki ülke arasında dostluk ilişkilerinin kurulması, iki ülkenin Ortadoğu’daki ortak çıkarları ve SSCB-Irak münasebetlerinin gelecek perspektifi hakkındaki meseleler müzakere edilmiştir.[30]
Ancak ilişkilerdeki bu bahar havası fazla uzun sürmemiştir. 1979 Devrimi ile Batıcı Şah rejiminin değiştiği İran’da Sovyet yanlısı bir iktidar ihtimali, Moskova yönetimini bu ülkeye daha fazla yakınlaştırmıştır. Nitekim 1980 yılında patlak veren İran-Irak Savaşı sırasında, Irak’ın Batı ittifakı tarafından desteklenmesi, dönemin Sovyet yönetimini İran’ın yanında durmaya teşvik etmiştir. Böylece SSCB ile Irak ilişkileri uzun yıllar bu ayrışmanın gölgesinde kalmıştır.
1990 yılında Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesi, ikili ilişkilerde yeni bir gerginliğe sebep olmuştur. Kendisi de büyük bir siyasal kaos içindeki Sovyet yönetimi, Irak’a karşı yapılan uluslararası yaptırımlara destek vermiştir.
Putin ile birlikte Irak konusunda Rus dış politikası daha pragmatik bir döneme girmiştir. 2003 yılında Irak’ın işgali öncesi uluslararası platformda başlayan yoğun tartışmalar sürecinde, Rusya olası bir ABD operasyonunu önlemek için çaba harcasa da bunda somut bir başarı elde edememiştir. 2003’te Irak’ta Saddam rejiminin devrilmesinden sonra Rusya, ilk iş olarak BM’nin egemenliği altında, Irak sorununa kapsamlı bir çözüm bulunmasını talep etmiştir. Ancak BM sürecindeki görüşmeler ne işgali önleyebilmiş ne de barışçı bir geçişi garanti altına alabilmiştir.
"1990 yılında Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesi, ikili ilişkilerde yeni bir gerginliğe sebep olmuştur. Kendisi de büyük bir siyasal kaos içindeki Sovyet yönetimi, Irak’a karşı yapılan uluslararası yaptırımlara destek vermiştir."
2003 yılında Irak İslam Yüksek Konseyi Lideri Abdülaziz el-Hakim ve konsey heyeti tarafından Rusya’ya kısa bir ziyaret gerçekleştirilmiş ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’le bir görüşme yapılmıştır.[31] Bu görüşmede ikili ilişkilerde somut bir ilerlemeden ziyade, Iraklı aktörlerin ABD karşısındaki denge arayışları söz konusu olduğundan, Rusya’nın sürece aktif müdahalesi hedeflenmiştir. Nitekim aynı yıl Kürdistan Yurtseverler Birliği Başkanı Celal Talabani’nin Rusya’ya ziyareti de benzer kaygılarla yapılmıştır.
2004 yılında geçici Irak hükümetinin Dışişleri Bakanı sıfatı ile Hoşyar Zibari, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ve Güvenlik Konseyi Sekreteri İgor İvanov arasında görüşmeler gerçekleştirilmiş,çok geçmeden de Irak Başbakanı İyad Allavi Moskova’ya resmî bir ziyarette bulunmuştur. Tüm bu ziyaretler, yeniden yapılanma sürecindeki Irak’ta Rusya’nın kendi inisiyatiflerini geliştirme denemeleri olmaktan öteye gidememiştir. Karşılıklı görüşmeler serisinin en üst düzeyli olanı 2005 yılı Eylül ayında New York’ta Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani arasında gerçekleşmiştir. Görüşmenin seremoniyal önemine ilave olarak, Irak’taki geçiş dönemi sorunlarına Rusya’nın yaklaşımı ortaya konulmuş ve Irak’ın toprak bütünlüğü korunarak ülkedeki bütün aktörlerin söz sahibi olduğu bir yönetim şekli önerilmiştir.
Merkezî Irak hükümeti ile ilişkiler önemli olmakla birlikte, tarihsel açıdan Rusya için Irak’taki Kürt yönetimi ile iş birliği de çok büyük önem arzetmektedir. Daha Soğuk Savaş döneminde inişli çıkışlı bir seyir izleyen ilişkiler, Kürtlerin ABD’ye her yakınlaşma döneminde düşüşe geçmiş, tersi olduğunda da iyileşme görülmüştür. Ancak Saddam Hüseyin yönetiminin tasfiye süreci, Kuzey Irak’taki Kürtlerle Rusya arasında zorunlu bir yakınlaşmayı getirmiştir. Rusya, ikili ilişkileri geliştirmek üzere, 2007 yılında Erbil’de konsolosluk açmıştır.[32] 2008’de ise dönemin Dışişleri Bakanı YevgeniyPrimakov tarafından konsolosluğa bir ziyaret gerçekleştirilmiş ve Rusya-Kürdistan iş konseyi kurulması hakkında bir anlaşma imzalanmıştır. 2011 yılında da Irak’ın güneyinde, Basra’da, diğer bir Rus konsolosluğu faaliyete başlamıştır.
Irak’ın yeni döneminde Rusya ile her türlü ticari, ekonomik, akademik ve teknik konularda iş birliği için 2008 yılında hükümetlerarası bir komisyon kurulmuştur. Bunun somut bir meyvesi olarak da Irak’ın Rusya’ya olan borçlarının yeniden yapılandırılmasına dair bir anlaşma düzenlenmiştir. Dönemin Rusya Maliye Bakanı A.L Kudrin ve Irak Dışişleri Bakanı H. Zibari tarafından imzalanan anlaşmaya göre, Irak’ın borçları 11,3 milyar dolardan 1,5 milyar dolara kadar azaltılmıştır. Ancak borçlardaki bu büyük rakamsal boyuta rağmen iki ülke arasındaki ticaret hacmi çok düşük seviyelerde kalmıştır.
Irak, stratejik bir konuma sahip olması ve petrol rezervleri sebebiyle Rusya için oldukça önemli bir ülkedir. Bu nedenle Saddam döneminde Rusya’nın Irak’la ilişkilerindeki önceliği enerji anlaşmaları imzalamak ve iş birliğini güçlendirmek olurken, 2003 yılından sonra öncelikler tamamen güvenlik eksenine kaymıştır. Bununla beraber, yeni dönemde Irak ile ilişkilerini geliştirmek isteyen Moskova yönetimi, 2005 yılına kadar Irak’ın SSCB döneminden kalma borçlarının önemli bir bölümünü daha silmiştir. 2009’da dönemin Irak Başbakanı Nuri el-Maliki’nin Rusya’ya gerçekleştirdiği ziyarette, ortak enerji santrallerinin inşa edilmesi konusu en öncelikli husus olmuştur.[33]
"Saddam döneminde Rusya’nın Irak’la ilişkilerindeki önceliği enerji anlaşmaları imzalamak ve iş birliğini güçlendirmek olurken, 2003 yılından sonra öncelikler tamamen güvenlik eksenine kaymıştır. "
11-12 Aralık 2009 tarihinde Bağdat’ta düzenlenen uluslararası petrol ihalesinde Batı Kurna-2 petrol yatağını işletmek için Rus petrol şirketi Lukoil ile bir anlaşma imzalanmıştır. Rusya’nın diğer enerji şirketi Gazprom, Türk petrol şirketi TPAO ve Güney Kore petrol şirketi ile birlikte Bağdat’ın Bedra bölgesinde bir ihale kazanmıştır.[34]
2012 yılında dönemin Başbakanı Nuri-el Maliki’nin Moskova’ya ziyareti sırasında 4,2 milyar dolar değerinde kapsamlı bir anlaşma imzalanmıştır. Anlaşmaya göre, Irak’a ihraç edilen silahlar arasında ilk sırayı 50 adet Pançirhava savunma füzesi ve Mi-28N Gece Avcısı adlı savaş helikopteri yer almıştır. Aynı ziyaret sırasında 4,3 milyar dolar değerinde iki anlaşma daha imzalanmıştır. Buna göre 2 milyar dolar değerinde 30 adet Mi-28NE savaş helikopteri ve 2,3 milyar dolar değerinde Pançir-S1 hava savunma füzesinin satışı konusunda anlaşılmıştır.[35] Yine 2012 yılında Uluslararası Petersburg Ekonomik Forumu’nda Rus ve Iraklı enerji bakanları arasında, petrol ve doğalgaz başta olmak üzere enerji iş birliği konusunda ilişkilerin geliştirilmesi kararlaştırılmıştır.
Putin döneminde, Irak’taki siyasi istikrarın sağlanması ve güvenlik konuları, ilişkilerde en fazla öne çıkan meseleler olmuştur; bilhassa DAEŞ ile mücadele konusuna odaklanılmıştır. 2015 yılı sonunda Rusya, Irak, İran ve Suriye’nin imzaladığı bir anlaşma ile DAEŞ’le mücadele konusunda Bağdat’ta bir “Ortak Bilgi Merkezi” kurulmasına kararı verilmiştir. Rusya, bu merkeze destek verse de 2015 yılı sonundan itibaren DAEŞ karşıtı operasyonların sadece Suriye ayağına katılmıştır.
Yemen
Rusya ve Yemen arasındaki ilişkiler geleneksel bir nitelik taşımaktadır. Moskova yönetimi ile o sıralarda Güney Yemen’in merkezi olan Sana yönetimi arasında ilk temas, 1928 yılında imzalanan dostluk ve ticari iş birliği konusundaki anlaşma ile kurulmuştur. Ancak Osmanlı sonrası iç istikrarsızlık ve yeniden yapılanma sürecindeki Yemen’in siyasi ortamı, uluslararası ilişkiler geliştirmesi için uygun olmadığından, iki ülke arasındaki diplomatik ilişkiler 31 Ekim 1955’ten sonra ciddi anlamda başlamıştır.
1956 yılında, SSCB ve Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti arasında askerî bir anlaşma imzalanmıştır. Soğuk Savaş yıllarında güney ve kuzey olmak üzere ikiye ayrılan Yemen, bu bölünmenin sıkıntılarını kanlı iç savaşlarla yaşamıştır. Bunlardan biri de 1962’deki savaştır. Bu savaş, Yemen içindeki bir iktidar savaşı olduğu kadar, dönemin Soğuk Savaş dengelerine bağlı bloksal yönü ile de dikkat çekicidir. Bir yanda sosyalist Güney Yemen’i destekleyen SSCB ve Mısır bir yanda da Suudi Arabistan ve ABD’nin desteklediği Kuzey Yemen arasındaki savaş, 1970 yılına kadar sürmüştür.
1990 yılında iki Yemen’in birleşmesine kadar, güneydeki Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti, SSCB’den askerî ve ekonomik destek alarak varlığını koruduğu için, Moskova yönetiminin en önemli müttefiklerinden biri olmuştur. 1991 yılından itibaren SSCB’nin dağılıp yerine Rusya’nın kurulması sürecinde kesintiye uğrayan ilişkiler, daha sonra yeniden kurulmaya çalışılmıştır. Bu çerçevede, 16 Şubat 1991’de SSCB ve Yemen arasında ticari bir anlaşma imzalanmış ve ticari-ekonomik iş birliğinin güçlendirilmesi için Sovyet-Yemen komisyonu kurulmuştur. 1999 yılına gelindiğinde ise, Yemen’in SSCB döneminden kalan bütün borçlarının silinmesine ilişkin bir anlaşma imzalanmıştır.
2000 yılında New York’ta döneminYemen Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ilk görüşmelerini gerçekleştirmiştir. Bu görüşmenin ardından iki ülke arasında karşılıklı heyetlerin gidiş gelişi hızlanmıştır. Çok geçmeden 17 Aralık 2002’de Yemen ve Rusya arasında karşılıklı çıkarlara dayalı Dostluk ve İş Birliği Anlaşması imzalanmıştır. Sana yönetimi, Moskova’nın Ortadoğu’da Araplar lehine görünen tüm girişimlerini ve Arap ülkeleri ile iş birliğini güçlendirme çabalarını desteklemiştir. Yatırımların karşılıklı şekilde korunması ve ticari-ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi için 11 Aralık 2002 tarihinde Rusya ve Yemen arasında yeni bir mutabakat anlaşması imzalanmıştır.
"1990 yılında iki Yemen’in birleşmesine kadar, güneydeki Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti, SSCB’den askerî ve ekonomik destek alarak varlığını koruduğu için, Moskova yönetiminin en önemli müttefiklerinden biri olmuştur. "
2004 yılı Kasım ayında, Rusya’nın “Medeniyetler Diyaloğu” komitesi tarafından Yemen Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih, Rus ve Yemen halkları arasında kültürel ve dostluk ilişkilerini güçlendirdiği için ödüle layık görülmüştür.
2005 yılında Sana’da düzenlenen İİT toplantısına Rusya Dışişleri Bakanı SergeyLavrov katılmıştır. Toplantı sırasında Lavrov ve Cumhurbaşkanı Salih bir görüşme gerçekleştirmiş ve ilişkilerin geliştirilmesi için adımlar atılmıştır.[36] 2007 yılı Aralık ayında, Sana’da Rusya’nın Ekonomik Kalkınma Konseyi’nin desteği ile Rus Dışişleri Bakanlığı ve Ticaret Odası, iki ülke arasında ticari ve ekonomik ilişkilerin ileriye dönük perspektiflerine dair kapsamlı bir forum gerçekleştirmiştir. Çok geçmeden 2008 yılında iki ülke arasındaki ticaret hacmi 129 milyon dolara ulaşmıştır.[37]
2010 yılından itibaren başlayan Ortadoğu’daki siyasi kargaşa dönemi ile birlikte, Rusya ve Yemen arasındaki siyasi iş birliği, yeni bir çizgide yol almaya başlamıştır. Aynı yıl Rusya’nında dâhil olduğu 20 ülkenin dışişleri bakanlarının katıldığı Londra’daki “Yemen Dostları Grubu” kurulmuştur.
SSCB döneminde Yemen silahlı kuvvetlerinin %80-90’ı Sovyet üretimi silahlarla teçhiz edildiği için, iki Yemen’in birleşmesi sonrasında da bu bağımlılık devam etmiştir. 1998 yılında Yemen ve Rusya hükümetleri arasında askerî-teknik iş birliğine dair bir anlaşma imzalanmıştır. Çok geçmeden 2000 yılında, Yemen Savunma Bakanı Muhammed Deyfallı Moskova’ya bir ziyarette bulunmuştur. Ziyaret sırasında, Yemen tarafından satın alınacak silah ve teçhizat listesine dair protokol imzalanmıştır. Bu listede 10’dan fazla SU-27SK ve SU-27UB savaş uçağı, 10 adet Mİ-35 helikopteri, 100 adet T-72B yer almıştır. Bunlardan başka 2002 yılında, Rusya’nın MİG şirketi tarafından 15 MİG-29 savaş uçağının Yemen’e teslimatına da başlanmıştır. 2002’nin Aralık ayında Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih ve Vladimir Putin arasında gerçekleşen görüşmede, iki ülke arasındaki askerî-teknik ilişkilerin geliştirilmesinin önemi teyit edilmiştir.[38] 2013 yılına kadar Yemen’in Rusya’dan aldığı askerî teknolojilerin değeri 9 milyar dolara ulaşmıştır.[39]
Husiler ile merkezî Yemen hükümeti arasındaki savaş sürecinde tarafsız kalmaya çalışan Rusya yönetimi, merkezî hükümet lehine olan yaklaşımını 2016 yılından itibaren kesinleşen Husi ilerleyişi karşısında esnetme eğilimine girmiştir. Moskova’da Husi delegelerle görüşen Rus yetkililer, açık destek şeklinde olmasa da en azından ülkenin geleceğinde söz sahibi olacağını düşündükleri bu grup ile teması koparmama yanlısı bir tutum içindedir.
Rusya’nın Afrika’daki Varlığı
Rusya’nın Afrika’daki varlığı çok güçlü değildir. Uzun bir tarihî süreçte İngiltere, İspanya, Fransa ve Portekiz sömürgesi altında kalan Afrika, Soğuk Savaş döneminden başlayarak diğer coğrafyalarda olduğu gibi Rusya (o dönemki adı ile SSCB) ve ABD arasında rekabet alanı olmuştur. Soğuk Savaş boyunca (1947-1991) Afrika’da etkisini güçlendirmeyi başaran Rusya’nın varlığı ABD’nin bu durumdan ciddi rahatsızlık duymasına sebep olmuştur. Ancak SSCB’nin dağılmasından sonra Afrika’ya verilen önem birden bire düşüş göstermiştir. Hatta 1990’lı yılların başında Rus medyasında “Afrika Rusya için gerekli değil” mahiyetinde çok sayıda yazı çıkmıştır. Ancak aradan geçen sürede önceliklerin değişmesiyle Rusya ve Afrika ilişkilerinde önemli gelişmeler yaşanmaya başlamıştır. Rusya zor ve karmaşık koşullara dayanan çok kutuplu 21. yüzyıl yeni dünya düzeninde çıkarlarına uygun olarak çok taraflı iş birliği formatında yeniden Afrika coğrafyasına doğru önemli adımlar atmaya başlamıştır. 2. Dünya Savaşı’nın sonundan itibaren, Sovyet döneminde, 1990 yılına kadar Rusya ve Afrika arasındaki ilişkilerde daha çok ideolojik faktörler ön planda olmuştur. Bu dönemde SSCB, Afrikalıların sömürge karşıtı hareketlerini ve bağımsız devlet kurmak için verdikleri mücadeleyi desteklemiştir. SSCB, kıta genelinde birtakım devrimci ve silahlı grupları desteklemenin yanı sıra, sosyalist liderlerin iktidarlarını da desteklemiştir. Bu dönemde etkinliğini artırmak için kıta genelindeki müttefiklerinin sanayileştirilmesi yolunda önemli adımlar atan SSCB, bunun için yeni sanayi merkezlerinin kurulması, eğitim ve sağlık kurumlarında yeni kadroların hazırlanması için Afrikalı öğrencilerin SSCB’de eğitim almalarına olanak sağlamıştır. Ancak SSCB’nin dağılmasından sonra kendi iç sorunlarıyla uğraşan Rusya, dünyanın birçok bölgesinde olduğu gibi, özellikle Afrika’da da kazandığı bu etkiyi kaybetmiştir. Hatta 1990’lı yıllarda Afrika ile ilişkiler Rus dış politikasında çok önemsiz bir seviyeye gerilemiştir. Ancak 2000’li yıllarla birlikte, Rusya’nın uluslararası arenada eski gücünü kazanmaya başlamasından sonra durum değişmeye başlamıştır. Yeni dönemde Afrika ile siyasi, özellikle de ekonomik iş birliğini geliştirmeye hususi önem verilmiştir. Rusya ve Afrika arasında başarılı projeler uygulanmaya ve ardından ticari-ekonomik sözleşmeler imzalanmaya başlanmıştır. Rusya tarafından arttırılan yardımlar, Afrika’nın ekonomik kalkınması yanı sıra ikili ilişkilerin geliştirilmesini de hedeflemiştir.[1]
2000 yılında geliştirilmeye başlanan yeni Afrika konseptinde Afrika politikaları Rus dış politikasının ayrılmaz bir parçası olarak kabul edilmiş ve bu coğrafyanın her bir ülkesi detaylı bir şekilde araştırılarak Rusya’nın ulusal çıkarlarının ön planda tutulduğu bir politika izlenmesine karar verilmiştir. Konseptte Afrika kıtasının politik ve ekonomik iş birliği için oldukça önemli olduğuna ve Afrika ülkeleri ile iş birliği olmadan uluslararası güvenliğin bütünlüğünün sağlanamayacağına yer verilmiştir.[2]
2001 yılında düzenlenen G8 zirvesinde Cenova’da Afrika için “Cenova Planları” programı ve ertesi yıl da programlanan işlere başlamak için somut bir plan kabul edilmiştir. Rusya, G8 zirvesi çerçevesinde Afrika ülkelerine 11,2 milyar dolar tutarında kredi ayırmıştır. Bundan başka farklı yardım dernekleri vasıtasıyla bölgeye insani yardım, en önemlisi de 5-6 milyon dolar değerinde erzak yardımı yapmıştır.[3]
SSCB Döneminde Afrika
SSCB’nin Afrika kıtasına siyasi ve ekonomik anlamda nüfuz etmesi, Bandung Konferansı ve Gana Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını kazanmasının hemen ardından, 1950’lerin ikinci yarısında başlamıştır. SSCB, 1947’den itibaren başlayan Soğuk Savaş döneminde bölgedeki Batı etkisine karşı ideolojik ve askerî anlamda sert sayılabilecek bir karşıtlık geliştirmiştir. İdeolojik çabalar çerçevesinde, 1950’li yılların sonundan itibaren ama özellikle 1960’lı yıllar boyunca, Afrika’da SSCB’nin kamu ve kültür kurumları faaliyet göstermeye başlamıştır. Bu dönemde Afrika’nın değişik ülkelerinde özellikle Rusya İçişleri Bakanlığı’na ve hükümete yakın araştırma merkezlerine bağlı kuruluşlarla Sovyet Komünist Partisi’nin merkezleri açılmıştır. Ayrıca Leningrad Devlet Üniversitesi’nde Afrika Çalışmaları Merkezi ve Moskova Devlet Üniversitesi’nde de Afrika Araştırmaları Bölümü kurulmuştur. Aynı zamanda Afrika halklarıyla ilişkileri güçlendirmek için Asya-Afrika-Sovyet Dayanışma Derneği kurulmuştur. En ilginç noktalardan biri de SSCB döneminde Moskova Radyosu’nda bazı Afrika dillerinde programlar yapan bölümler açılmış ve Rus bilim adamları Afrika tarihi ile ilgili yerel dillerden Rusçaya çevrilmiş kitaplar yayımlamaya başlamıştır.
1957 yılında Moskova’da düzenlenen 6. Uluslararası Gençlik ve Öğrenci Festivali’ne Afrika’dan yüzlerce öğrenci davet edilmiş, böylece Afrikalı gençler arasında Sovyet dostluğunun yayılması için çalışmalar organize edilmiştir. SSCB bu yollarla bölgeye nüfuz etmeye çalışarak kapitalizme karşı sosyalist ideolojinin yaygınlaşmasını hedeflemiştir. SSCB bu dönemde Afrika ülkelerine askerî yardımlarda da bulunmuş, Afrikalı öğrencilerin Sovyet askerî okullarında eğitim almasını ve Sovyet ideolojisine göre yetişmesini teşvik etmiştir. Sovyetler tarafından bu ülkelere yapılan askerî yardımların yanı sıra, Sovyet yapımı Kalaşnikof marka silahların Afrika kıtasına kontrolsüz bir şekilde girişi, bölgedeki birçok iç savaşta önemli rol oynamıştır. Hatta Kalaşnikof silahları Mozambik Cumhuriyeti’nin bayrağında amblem olarak tasvir edilmiştir.[4]
Bu dönemde kurulan Sovyet askerî üsleri arasında Angola, Mozambik ve Libya en dikkat çeken güvenlik unsurları olmuştur. 1975 yılından 1991’e kadar SSCB tarafından Angola’ya aralarında çok sayıda general ve subayın olduğu 10.000’in üzerinde askerî personel gönderilmiştir. Aynı dönemde Etiyopya’ya da 11.143 Sovyet askerî personeli gönderilmiştir.
SSCB döneminde Moskova’nın müttefiklerinden olan Kongo hükümetine ve müttefiklerine destek verilmesi, Sovyetlerin diğer Afrika ülkeleri ile olan ilişkilerini de olumlu etkilemiştir. Rusya’nın Afrika ülkelerinin Batılı güçlerden bağımsızlığını destekleyici yönde bir dış politika takip etmesi, kıta genelindeki devrimci hareketlerin güçlenmesine katkıda bulunmuştur. Bunlardan biri olan Gana lideri Kvama Nkrumah, 1961 yılında Birleşik Afrika Silahlı Kuvvetlerini kurmak için askerî uzman olarak Moskova’ya davet edilmiştir. Aynı yıl Kongo’da yaşanan krizde Halk Örgütü kurucuları tarafından dönemin Sovyet Lideri Kruşev’e ordusunu Namibya’ya göndermesi için talepte bulunulması, bölge ülkeleri nezdinde Sovyetlerin kurtarıcı rolünü pekiştirmiştir. SSCB’nin 1975-1976 yılında Angola’da yaşanan olaylar sırasında ülkenin sömürgeci güçlerden kurtuluşu için Halk Hareketi Partisi’ne destek vermesi de bu rolün fiilî uygulamalarından biri olmuştur. Nijerya askerî hükümeti başkanı, Afrika’daki Sovyet ve ABD politikasını şu şekilde kıyaslamıştır:
“Hepimiz Afrika halklarının bağımsızlık için verdikleri mücadelede Rusya’nın rolünü çok iyi biliyoruz. SSCB ve diğer sosyalist ülkeler yapılan baskılara karşı direnmemiz için bizim silah tedarikçimiz olmuştur. ABD ise özgürlük mücadelelerini ve savaşçılarını her zaman görmezden gelmiştir.”[5]
1980’lerin ortalarında yaklaşık 25.000 öğrenci Sovyet üniversitelerinde farklı bölümlerde (özellikle askerî okullarda ve siyasal bilgiler bölümlerinde) eğitim almıştır. Soğuk Savaş yıllarında Afrika ekseninde hiçbir şekilde etkisini kaybetmek istemeyen SSCB, bu ülkelerin hepsinde sosyalizmin kurulması için desteğini esirgememiştir. Ancak 1991 yılında SSCB dağıldıktan sonra, Afrika ülkelerindeki Sovyet yanlısı politik sistemler de değişmiş ve Sovyet askerî birlikleri bölgeden çekilmeye başlamıştır. Sovyetlerin çökmesinden sonra ortaya çıkan güç boşluğunu doldurmak adına, her bölgede olduğu gibi Afrika’da da ABD harekete geçmiştir.[6]
Rusya’nın Afrika’daki Siyasi Çıkarları
Afrika kıtasında istikrarın sağlanması ve ülkelerin Batılı güçlerden siyasi ve ekonomik anlamda tam bağımsızlığını elde etmesi, Rusya’nın bölgeye hızlı bir şekilde nüfuzu ve Rus şirketlerinin bölgedeki güvenliği için önemli bir faktördür. Rusya, bölgeye dair sömürgecilik planları olmasına rağmen, bu ülkelerle ekonomik ve politik iş birliği içerisinde olmaya önem vermektedir.
Rusya’nın buradaki siyasi ve ekonomik çıkarlarının başında Afrika kıtasındaki yer altı kaynakları gelmektedir. Gaz, elmas, altın ve diğer servetler açısından zengin olan Afrika coğrafyasının başlıca ithalatçısı ABD, Çin ve Avrupa ülkeleri olsa da Rusya için buradaki enerji kaynaklarının üretimi ve uluslararası ticareti, önemli hedeflerden biridir. Jeostratejik konumu sebebiyle Afrika’nın Avrupa’ya ve Ortadoğu’ya yakın olması, Akdeniz’e ve iki okyanusa (Hint ve Atlantik) kıyısı olması, Rusya’nın jeopolitik çıkarları için oldukça önemlidir.[7] Rusya açısından Batı’nın inşa etmeye çalıştığı tek kutuplu dünya düzenine karşı mücadele etmenin en önemli yollarından biri, dünyanın farklı yerlerinde güçlü ve bağımsız bölgesel entegrasyon yapılar kurulmasıdır. Bu çerçevede Rusya varlığını yalnız Orta Asya ve Kafkaslarda değil, aynı zamanda Afrika, Güneydoğu Asya ve Latin Amerika’da da güçlendirmeye çalışmıştır. Rusya’nın bu politikasını teşvik eden bir diğer neden de Çin ve ABD’nin küresel çapta yürüttükleri rekabette, Afrika kıtasında nüfuz elde etmeye yönelik yaklaşımlarıdır. Sadece Avrasya bölgesine hapsolmuş bir Rusya, dünya çapında Çin ve ABD’yle rekabet edemeyeceğini bildiğinden, Afrika kıtasında bölgesel güç merkezleri kurmayı hedeflemektedir.
Rusya’nın hedeflerine ulaşmak için bölgede nüfuzunu arttırma planları arasında Sovyet döneminde olduğu gibi Afrikalı öğrencilerin Rusya’da eğitim almaları veya Rus kültür merkezlerinin Afrika’nın değişik ülkelerinde faaliyet göstermesi gibi çalışmaları da bulunmaktadır. Rusçanın yaygınlaştırılması, Afrika ülkelerinde güçlü bir imaj oluşturmak için en çok önem ve- 21 Araştırma 43 rilen konulardandır. Rusya’da belli sayıda Müslüman nüfus olduğundan Afrika’nın en azından Müslüman nüfusa sahip ülkeleri ile iyi ilişkiler geliştirmede dinin rolünü kullanmak gibi bir stratejisi olduğu dahi söylenebilir.[8]
Putin Dönemi Rusya-Afrika İlişkileri
Öncesinde değinildiği gibi, Rusya’da sosyalizmin çökmesi Afrika kıtasındaki sosyalist rejimlerde de önemli değişikliklere sebep olmuştur. Önceki dönemin sosyalist Afrika’sındaki birçok siyasi lider, yeni dönemin yükselen söylemi olan demokrasinin inşası için sosyalist ideolojiyi bir kenara bırakarak ABD, İngiltere, Fransa, İspanya ve Portekiz gibi kıtanın eski sömürgeci güçleriyle yeniden iş birliğine yönelmeye başlamıştır.
İç karışıklıklar nedeniyle 1990-2000’li yıllar arasında Rusya’nın Afrika ekseninde tutarlı bir dış politika izleyememesi sebebiyle hem ABD hem de Çin’in kıta genelindeki politik ve ekonomik ağırlığı güçlenmeye başlamıştır. 2000 yılında Vladimir Putin’in devlet başkanı seçilmesinden sonra Rusya, Afrika kıtasında yeni değerler ve ulusal çıkarların ön planda tutulduğu bir politika geliştirmeye çalışmıştır.
Afrika ile iş birliğine dair ilk adım 2001 yılı Eylül ayında Duma Başkanı G. N. Seleznyov’un Güney Afrika’ya ziyareti[9] ile ilk işaretlerini vermiştir. Yıllar sonra yeniden hızlandırılan bu ilişki, özellikle 2003’teki G8 zirvesinde Afrika’ya ilişkin gündem maddeleri görüşmesinde alınan kararlar çerçevesinde Moskova yönetimine yeni imkânlar sağlamıştır. Özellikle Afrika’daki fakirlik sorunu, kıtaya açılım konusunda diğer gelişmiş ülkeler gibi Rusya’nın da eline güçlü fırsatlar vermiştir.
2006 yılı Eylül ayında Vladimir Putin’in Güney Afrika ve Fas’a gerçekleştirdiği ziyaretleri akabinde, 2007 Mart ayında dönemin Başbakanı Mihail Fladkov’un Angola, Namibya ve Güney Afrika’yı kapsayan resmî ziyaretleri, başta bilim-teknik ve sanayi merkezleri kurulması olmak üzere, Rusya ve Afrika ülkeleri arasındaki ilişkilerin gelişmesine yönelik önemli bir adım olmuştur. 2007’deki Güney Afrika ziyareti sırasında, tarafların eşitlik, birbirinin içişlerine karışmama, egemenlik ve toprak bütünlüğüne saygı gibi hususları içeren bir anlaşma imzalaması, sadece bölgesel değil küresel sorunlarda da iki tarafın ortak hareket edeceğini göstermiştir. Aynı ziyarette, Rus ve Güney Afrika şirketleri arasında önemli ekonomik anlaşmalar da imzalanmıştır.[10]
Putin’in yaptığı ziyaretin hemen sonrasında, Angola Cumhurbaşkanı Santuşa’nın 2006 yılında Moskova’ya gerçekleştirdiği ziyaret ve Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un Etiyopya ve Angola ile ilişkileri daha ileri düzeye taşımak üzere gerçekleştirdiği ziyaretleri, Afrika ülkelerinde Rus iş adamlarının ekonomik ve ticari yatırım yapmaları için önemli bir fırsat olmuştur. 2009 yılında dönemin Rusya Devlet Başkanı Dmitri Medvedyev’in Mısır, Angola, Nijerya ve Namibya’ya yaptığı ziyaretler sırasında Afrika ülkeleriyle stratejik iş birliği anlaşmaları imzalanması, bu yöndeki önemli adımlardan olmuştur
Rusya’nın teşebbüsüyle kurulan “Afrika’nın Kalkınması İçin Yeni Ortaklık” programı çerçevesinde Afrika ülkelerine kapsamlı yardımlar yapılmıştır. 2005 yılında Rusya tarafından 22 Afrika’ya yapılan hibe para yardımı miktarı 40 milyon dolara kadar arttırılmıştır. 2006 yılında Rusya’da eğitim alan Afrikalı öğrencilerin sayısı 4.500 olmuştur. Bu öğrencilerden 750’sine Rusya tarafından devlet bursu tahsis edilmiştir. Ayrıca Rusya, Afrikalılara yönelik “Eğitim Herkes İçin” programının hızlı bir şekilde finansmanını sağlamak adına 2006-2008 yıllarında 7,2 milyon dolar para ayırmıştır. Rusya-Afrika iş birliğinin güçlendirilmesi için Afrika’da ortak eğitim kurumları da açılmıştır. Bu çerçevede 2006 yılında Kahire’de Rus-Mısır Üniversitesi açılmıştır. Bundan başka, Rusya’dan Afrika’ya AIDS, tüberküloz gibi hastalıklarla mücadele için 20 milyon dolar para yardımı yapılmıştır.[11]
2007 yılında Rusya Devlet Başkanı Putin tarafından Afrika ülkelerinin cumhurbaşkanlarına ve hükümetlerine “Afrikalıların Günü” kutlamaları münasebeti ile mesaj gönderilmesi, sembolik anlamının ötesinde, Rusya’nın Afrika ile ilgili çok detay görünen konularla dahi ilgilendiğini göstermesi bakımından oldukça anlamlı bulunmuştur. Nitekim 2008 Mayıs ayında, Rusya Dışişleri Bakanı ve Rus Afro-Asya Halk Dayanışma ve İşbirliği Derneği arasında iş birliği anlaşması imzalanması, aslında Moskova’nın sivil ve resmî düzeyde Afrika konusunda entegre bir siyaset oluşturduğunu da ortaya koymuştur.
Rusya Dışişleri Bakanlığı tarafından 27 Mart 2007 tarihinde “Rusya Federasyonu’nun Dış Politikasına Kapsamlı Bakış” başlıklı bir belge yayımlanmıştır. Belgede Afrika ile ortak çıkarlar üzerine kurulan iş birliğinin Rusya’nın hedeflerine ulaşması için çok önemli olduğu belirtilmiştir. Ayrıca Afrika ülkelerinin borçlarının hafifletilmesi, devam eden çatışmaları çözmek için aktif çalışmalar ve insani yardım yapılması da önerilmiştir[12]
Rusya’nın Afrika’ya yönelik geliştirdiği çok boyutlu dış politikanın en önemli unsurlarından birini barış ve güvenlik konuları oluşturmaktadır. Bu çerçevede 2006 yılında Afrikalı polislerin Rusya’da eğitim alması sağlanmış ve özellikle terörle mücadele konusunda ikili ilişkilerin arttırılması için güçlü adımlar atılmıştır. Rusya’nın bölgeye ilgisi askerî konuları da içerdiğinden, silah satışları ve askerî eğitimlerin ötesinde örneğin 2008’de Rus askerî gemileri Aden Körfezi’nde ve Hint Okyanusu’nda deniz yollarının korunması konusunda askerî deniz tatbikatı yapmış ve Afrika ülkeleriyle güvenlik konusunda yeni adımlara hazır olunduğunu göstermiştir. Kaldı ki sadece ikili ilişkiler bağlamında değil, hayati önem taşıyan uluslararası diğer sorunlarda da Rusya ile farklı Afrika ülkeleri arasında bir ortak tutum belirlenmekte, uluslararası güvenlik, terörle ve diğer ağır suçlarla mücadele, uyuşturucu kaçakçılığı ve ekolojik problemleri de içeren alanlardaki yakınlaşmalar dikkat çekmektedir
Rusya’nın Afrika kıtasındaki politikalarında Güney Afrika’nın özel bir yeri oluşmaya başlamıştır. 1992’de imzalanan diplomatik anlaşmalarla geliştirilen iki ülke ilişkileri, her iki ülkenin de siyasal anlamda kaos yaşadığı 1990’lı yıllarda yavaş bir seyir izlese de 2000’li yıllarla birlikte yeniden hız kazanmıştır. 2006 yılı Eylül ayında Vladimir Putin’in Cape Town’a resmî ziyaretinde, taraflar arasında dostluk ve stratejik iş birliği çerçevesinde yeni sözleşmeler imzalanırken, 2013 yılındaki iş ziyareti sırasında farklı alanlarda çok sayıda ikili anlaşma imzalanmıştır. Güney Afrika Cumhurbaşkanı Jacop Zuma, Rusya’ya ilki 2010’da gerçekleşen resmî ziyareti sonrası sırasıyla 2011, 2012, 2013 ve 2014’te ekonomik içerikli beş ziyaret daha gerçekleştirmiştir.[13]
Rusya ve Güney Afrika arasında 2013 Mart’ında stratejik ortaklık çerçevesinde bir anlaşma imzalanırken, iki ülke ilişkileri de BRICS (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Güney Afrika Cumhuriyeti) Ülkeler Topluluğu çerçevesinde küresel bir bloklaşmaya doğru gitmektedir. Tüm farklı alanlardaki ilerlemelere rağmen Rusya’nın Güney Afrika ile ilişkilerinin esasını halen ekonomik ve stratejik iş birliği teşkil etmektedir.[14]
Afrika’daki yerel sorunların çözümünde de aktif rol almaya çalışan Rusya, 2009 yılından bu yana ardı ardına Kongo, Mali, Angola gibi ülkelerle yoğun diplomasi yürütmektedir. Ayrıca, BM Güvenlik Konseyi’nin operasyonları çerçevesinde Rus asker ve polisleri Afrika kıtasındaki barış operasyonlarına da katılmaktadır. Bunlar içinde en önemli barış misyonlarından biri Demokratik Kongo Cumhuriyeti’ndeki operasyonlarıdır. Operasyondaki uluslararası karargâh personeline 26 Rus askerî uzman dâhil edilmiştir. Hatta BM’nin askerî gözlemcileri kategorisinde Rus askerlerinin ikinci rütbeli kaptanı Romanov’a, 2009 yılında çok sayıda insanının hayatını kurtardığı için “Yılın Barış Adamı” ödülü verilmiştir.[15]
Rusya ve Afrika ülkeleri arasındaki ilişkilerde parlamentolar arası iş birliği de oldukça önemlidir. İkili parlamento ziyaretlerinin yanı sıra Rusya, Afrika Birliği zirvelerine gözlemci statüsünde katılarak kıtadaki siyasi süreçleri de yakından takip etmeyi sürdürmektedir.[16]
İlk kıvılcımları Kuzey Afrika’da ortaya çıkan “Arap Baharı”nın daha başında, Moskova, tarafsız bir politika izlemeye çalışsa da bilhassa Kaddafi karşıtı oluşan muhalefeti ve özellikle de ABD ile Batı ülkelerinin çatışmalara karışmasını kınamıştır. Libya’da başlayan iç savaş ve Muammer Kaddafi’nin ölümünden sonra Rusya ve Libya arasındaki ilişkiler bitme noktasına gelmiştir. Kaddafi’den sonra gelen istikrarsız hükümetler de Rusya ile iş birliği kurulması konusunda isteksiz politikalar izlemiştir. Batı etkisine daha açık ve hatta kimi dönem Batı yanlısı bir tutum sergilemeleri de bu ülkedeki Rus etkisini bitme noktasına getirmiştir. 2015 yılında durum yeniden değişmeye başlamış; Rusya, Libya ile ekonomik ilişkiler kurmaya karar vererek burada aktif bir politika izlemeye çalışmıştır. Aynı yıl içerisinde Libya Başbakanı Abdulla Abdurrahman da Rusya’ya iki ziyaret gerçekleştirmiş ve taraflar arasında Rusya’dan silah ihracatı, Libyalı askerlerin Rusya’da askerî eğitim alması ve siyasi-ekonomik iş birliğine dair meseleler müzakere edilmiştir.
Rusya’nın Kuzey Afrika’daki en önemli siyasi partnerlerinden bir diğeri de Mısır’dır. 2015 yılında Vladimir Putin Mısır’a resmî bir ziyarette bulunmuş ve aynı yıl içerisinde Abdülfettah es-Sisi Rusya’daki zafer kutlamalarına katılmak üzere Moskova’ya davet edilmiştir. 25 Mayıs 2015 tarihinde Kahire’de Rusya-Mısır iş forumu toplantısı gerçekleştirilmiştir. Rusya Sanayi ve Ticaret Bakanı Denis Mamturov’un da katıldığı toplantıda, Rusya ve Mısır arasında siyasi ve ekonomik iş birliğinin geliştirilmesine dair karar alınmıştır[17]
Rusya-Afrika Askerî İlişkileri
Soğuk Savaş döneminde Rusya ve Afrika ülkeleri arasında askerî-teknik ilişkilerde oldukça önemli bir yol kat edilmiştir. Ancak SSCB’nin çökmesinden itibaren bölge ile ilişkileri zayıflayan Rusya’nın etkisi de azalmaya başlamıştır. 1991 sonrasında Rusya, silah ticaretini daha sıkı denetim altına alma ihtiyacı duyduğundan bu dönemde Rus askerî ürünlerinin ihracatı ile birlikte, bu sektördeki yabancı ortakların sayısı da azalmıştır. 1990’lı yılların düşüş trendi, 2000’li yıllarda Putin’in iktidarı ile değişmeye başlamış ve Rusya’dan Afrika’ya yapılan silah ihracatı 2000 yılında 3,7 milyar dolar iken 2005 yılında 6,1 milyar dolara kadar artmıştır. O tarihten bu yana silah ihracatındaki artış istikrarlı bir şekilde devam etmiştir. 2006’dan 2013’e kadar bu rakam 13 kat artarak 81 milyar dolara ulaşmıştır. Rusya devlet şirketi, yaptığı silah ihracatının hacmine göre, 2013 yılında silah satışında ilk 10’a girmiştir. 2006-2010 arasında silah ihracatı Rusya ekonomisine 35,6 milyar dolar kazandırmıştır. Afrika’nın askerî harcamaları da 1996 yılından 2014’e kadar beş kat artarak 8,6 milyardan 50,2 milyar dolara ulaşmıştır. Bu pazarda Rusya’nın payı da her geçen gün artmıştır. Örneğin; 2007-2013 yılları arasında Afrika’ya yapılan silah ihracatının toplam hacmi 21,8 milyar dolarken, Afrika ülkelerinin 2000-2013 yılları arasında ithal ettiği silah hacmi 34 milyar doları bulmuştur.
2000-2013 yılları arasında silah ihraç eden ülkeler sıralaması şöyle olmuştur:[18] Mısır 8,4 milyar dolar, Cezayir 8,356 milyar dolar, Güney Afrika 3,04 milyar dolar, Sudan 1,8 milyar dolar, Etiyopya: 1,01 milyar dolar, Nijerya: 0,55 milyar dolar, Kongo Cumhuriyeti: 0,4 milyar dolar.
2000-2013 arasında Rusya’dan Kuzey Afrika ülkelerine (Cezayir, Mısır, Libya, Fas) yapılan ihracatın %80’ini silah ve askerî teçhizat teşkil etmiştir. Bu yıllar içerisinde Rus silahlarının en büyük ithalatçısı şu beş ülke olmuştur: Cezayir 7,2 milyar dolar, Mısır 1,3 milyar dolar, Sudan 1,065 milyar dolar, Etiyopya 0,546 milyar dolar, Uganda 0,648 milyar dolar.
SSCB döneminde 10.000’den fazla Sovyet askerî uzmanın faaliyet gösterdiği Cezayir, her ne kadar Rusya’nın Afrika kıtasında askerî-teknik ilişkilere sahip olduğu en önemli partnerlerinden biri olsa da Mısır’ın stratejik konumu kıta ile ilişkilerde Moskova yönetimini bu ülkeye özel önem vermeye itmiştir. Daha 1955 yılından başlayan yoğun ilişkiler Cemal Abdünnasır dönemi boyunca 1970 yılına kadar geliştirilerek sürmüştür. Ancak Abdünnasır’ın ölümünden sonra iktidara gelen Enver Sedat döneminde Mısır’ın SSCB yerine daha çok ABD yanlısı bir politika izlemeye başlamasıyla Moskova, Kuzey Afrika’daki önemli bir müttefikini kaybetmiştir. 2000’den 2013 yılına kadarki dönemde Rusya’dan Mısır’a yapılan silah ihracatı 1,31 milyar dolar olmuştur.
2014 yılından itibaren Sisi yönetimi, Rusya ve Mısır arasında askerî-teknik ilişkileri ilerletmiş, hatta Sisi, 2014’ün Şubat ayında, cumhurbaşkanlığı seçimleri arifesinde, Moskova’ya resmî bir ziyaret gerçekleştirmiştir.[19]
Rus eğitim kurumlarında Afrika’daki barış güçlerinde görev almak üzere uzman yetiştirmek için özel programlar uygulanmaktadır. 2009 yılında Rus İçişleri Bakanlığı’na bağlı Petersburg, Volgograd ve Moskova’daki polis aka- 25 Araştırma 43 demilerinde farklı alanlarda eğitim alan kişiler, 15 Afrika ülkesine gönderilerek 159 uzman yetiştirilmiştir. Rusya’nın Afrika’da barış güçleri için yetiştirdiği askerî gözlemciler, polisler ve göç idaresi memurları, ülkeleri için faydalı çalışmalar yapmıştır. Aden Körfezi’ndeki korsan tehlikesi sebebiyle bölgedeki Rus askerî güçleri de faaliyetlerini arttırmıştır. Rus Deniz Kuvvetleri AB ile iş birliği halinde, Somali’de korsan tehlikesine karşı mücadele etmiştir. Bundan başka 17 Afrika ülkesinden gelen güvenlik güçleri, Rus İçişleri Bakanlığı’nda barış operasyonları adı altına eğitim almıştır.[20] Rusya, 2013-2014 yıllarında Afrika ülkeleri ile 1,7 milyar dolar değerinde 20 sözleşme imzalamıştır. Bundan başka, Nijerya’ya altı adet Mİ-35 ve 6 adet Mİ17 helikopterinin tedarik edilmesi hakkında da anlaşma imzalanmıştır.[21]
Ticari-Ekonomik İlişkiler
Rusya, Afrika ülkeleri ile ekonomik iş birliği çerçevesinde oldukça köklü ilişkilere sahiptir. Sadece siyasi ve güvenlik yönünden değil, aynı zamanda zengin doğal kaynakları sebebiyle de Afrika kıtası Rusya’nın ekonomik anlamda göz ardı edemeyeceği bir coğrafyadır. Dünya Bankası verilerine göre, Afrika kıta nüfusunun neredeyse yarısı, yani yaklaşık 415,8 milyonu fakirlik sınırı altında yaşamaktadır. Soğuk Savaş döneminde SSCB ve Afrika ülkeleri arasındaki ekonomik ilişkiler karşılıklı ticaret yerine genellikle tek yanlı bir seyir izlemiştir. Yani kıta genelinde sosyalist ekonomiyi yaymaya çalışan SSCB, kalkınma yardımları çerçevesinde bölgeye oldukça önemli ekonomik yatırımlar yapılmasını teşvik etmiştir. 1991’den itibaren ortaya çıkan boşluk sonrası gerileyen ekonomik ilişkiler, Putin’in iktidara gelmesiyle yeniden ivme kazanmıştır. Bununla birlikte Rusya, Afrika’da ekonomik açıdan varlığını güçlendirmeye çalışsa da bölgede Çin ve ABD gibi güçlü rakipleri olduğu için kıta genelinde büyük bir ekonomik nüfuz elde etmesi zor görünmektedir. Nitekim son dönemlerde Rusya ile Çin’in ekonomik çıkarları Sahra altı Afrika ülkelerinde, özellikle de Zimbabve, Tanzanya ve Uganda’da çakışmaktadır.[22]
çerçevesinde oldukça köklü ilişkilere sahiptir. Sadece siyasi ve güvenlik yönünden değil, aynı zamanda zengin doğal kaynakları sebebiyle de Afrika kıtası Rusya’nın ekonomik anlamda göz ardı edemeyeceği bir coğrafyadır. Dünya Bankası verilerine göre, Afrika kıta nüfusunun neredeyse yarısı, yani yaklaşık 415,8 milyonu fakirlik sınırı altında yaşamaktadır. Soğuk Savaş döneminde SSCB ve Afrika ülkeleri arasındaki ekonomik ilişkiler karşılıklı ticaret yerine genellikle tek yanlı bir seyir izlemiştir. Yani kıta genelinde sosyalist ekonomiyi yaymaya çalışan SSCB, kalkınma yardımları çerçevesinde bölgeye oldukça önemli ekonomik yatırımlar yapılmasını teşvik etmiştir. 1991’den itibaren ortaya çıkan boşluk sonrası gerileyen ekonomik ilişkiler, Putin’in iktidara gelmesiyle yeniden ivme kazanmıştır. Bununla birlikte Rusya, Afrika’da ekonomik açıdan varlığını güçlendirmeye çalışsa da bölgede Çin ve ABD gibi güçlü rakipleri olduğu için kıta genelinde büyük bir ekonomik nüfuz elde etmesi zor görünmektedir. Nitekim son dönemlerde Rusya ile Çin’in ekonomik çıkarları Sahra altı Afrika ülkelerinde, özellikle de Zimbabve, Tanzanya ve Uganda’da çakışmaktadır.22 Rusya’nın Afrika’ya yaptığı yatırımların değeri 1,5 milyar dolardır. Afrika ülkeleri ile ticaret hacmi de %20 artarak 4,45 milyar doları bulmuştur. Rusya, bazı Afrika ülkeleri ile nükleer enerji anlaşmaları da imzalamıştır, hatta uranyum ihraç etmek için Güney Afrika’da nükleer enerji santrali inşa etmeyi dahi teklif etmiştir. Yine benzer şekilde 2007 yılında Rus Devlet Nükleer Enerji Santrali’nin başkanı Sergey Krienko, Techsnabeksport, Renova ve Vneshtogbank isimli üç Rus şirketinin Namibya ile uranyum ihracatı konusunda ortak bir firma kurmaya karar verdiklerini ilan etmiştir.[23]
Afrika Atlantik Merkezi’nin verilerine göre, 2000-2012 yılları arasında Rusya ve Afrika arasındaki ticaret hacmi 10 kat artmıştır. Rusya kıta genelinde özellikle hammadde çıkarılması için çok önemli projelere yatırım yapmayı tercih etmiştir. Rusya ile Uganda arasında ham petrolün işlenmesi için 4 milyar dolar tutarında bir yatırım anlaşması imzalanmıştır. Zimbabve ile de yerel madenlerde platin üretmeye yönelik 3 milyar dolar değerinde bir anlaşma imzalanmıştır.[24]
Ekonomik ilişkilerde hammadde ticareti ve yatırımları dikkat çekerken ilk sırada krom, altın, platin grubu metallerle elmas ve fosfat yer al- 26 maktadır. Bakır cevherleri, uranyum ve petrol gibi hammadde kaynakları da ikili ilişkilerde öne çıkan diğer konuları oluşturmaktadır.
Rusya’daki Afrika Araştırmaları Merkezî Ekonomi Bölümü uzmanı Andrey Maslov’a göre, Rusya’nın Afrika’daki temel ekonomik çıkarları şöyledir:
- Sınırlı oranda bulunan stratejik madenlerin işletilmesi
- Dünya ekonomik sisteminde güçlü bir aktör olmak için doğal kaynak kullanımı
- Sanayi ürünlerinin satışı
- Hizmet ve sermayenin ihracatı
Rusya ekonomisinin manganez, boksit, krom gibi bazı minerallerin eksikliğinden kaynaklanan ihtiyacını karşılamada Afrika önemli tedarikçilerden biri olarak görülmektedir. Bu türden kaynaklar dışında Rus sanayisi tropik tarım ürünlerine de ihtiyaç duymaktadır. 2008 yılında Rusya ve Afrika ülkeleri arasındaki ticaret hacmi 8,2 milyar dolar düzeyinde gerçekleşmiştir. Bu rakam Fransa ile Afrika kıtası arasındaki mevcut ticaret hacminden 10 kat, Çin ile olan ticaret hacminden ise 13 kat daha düşüktür. Öte yandan rakamsal verilerde yaşanan bu görece düşüklüğe rağmen Afrika’daki eğitim, sağlık ve güvenlik alanlarında ciddi sayıda Rus uzmanın faaliyet göstermesi, Moskova yönetiminin kıta genelinde nüfuzunu artıran önemli bir unsurdur.[25]
Bugün Afrika’da Rusya’ya ait Lukoil, Rusal, Gazprom, Nornikel, Renova, Alrosa, Rosatom gibi büyük uluslararası finans ve telekomünikasyon şirketleri bulunmaktadır. Rus şirketleri önceleri madencilik sektöründe yatırım yapmış olsalar da sonraki yıllarda ekonomik iş birliği alanlarını bir hayli genişletmişlerdir. Örneğin, Rusya’nın en önemli bankalarından biri olan VTB’nin Namibya ve Angola’da şubeleri, Renesans Kapital’in ise Nijerya’da ciddi ticari faaliyetleri bulunmaktadır.
Rusya’nın yabancı ülkelere yaptığı yatırımın %1,5 gibi aslında çok küçük bir kısmı Afrika’nın payına düşmektedir. Bu da ekonomik anlamda kat edilecek halen büyük bir yol olduğunu göstermektedir. Birçok Rus uzmana göre, şu an Rusya Afrika ile iş birliğini SSCB döneminde sahip olduğu ilişki şeklinde kurmak ve özellikle kıta genelinde müttefikleri aracılığı ile stratejik varlığını güçlendirmek istemektedir. Günlük siyasette fazla hissedilmese bile Afrika kıtası, Rusya’nın ekonomik çıkarları için oldukça önemli bir bölgedir. Bunun göstergelerinden biri, Moskova’nın kıta genelinde birçok ülkeye kredi ve hibe vermeyi sürdürmesidir. Bu ülkeler arasında Etiyopya 4,8 milyar dolar, Libya 4,5 milyar dolar, Cezayir 4,3 milyar dolar, Angola 3,5 milyar dolar ile başı çekmektedir.[26]
Rusya, Kuzey Afrika ülkelerinden Cezayir’le petrol, doğal gaz ve askerî-teknik alanlarda; Fas’la turizm ve denizcilik-balıkçılık alanlarında ekonomik ilişkilere sahiptir. Rusya’nın Afrika kıtasında SSCB döneminden itibaren hem politik hem de ekonomik ilişkilere sahip olduğu Mısır’la da çok güçlü ekonomik bağları vardır. 2008 yılında İskenderiye kentine bağlı Burc el-Arab bölgesinde Rus şirketlerine sanayi ve ticaret merkezleri kurma konusunda imkân sağlanmıştır. Mısır, Afrika’nın Cezayir ve Nijerya’dan sonra üçüncü büyük petrol ve doğal gaz rezervlerine sahip ülkesi olduğundan 2008’den itibaren Rusya’nın Novatek şirketinin buraya ilgisi vardır. Şirket, Sina Yarımadası el-Ariş 27 Araştırma 43 bölgesindeki petrol alanlarında araştırma yapmak için ve Serva-Petrol şirketinden %50 pay elde etmek için imtiyaz sözleşmesi imzalamıştır. Ayrıca Mısır’da nükleer santral yapımı için 2007’de bir program kabul edilmiştir. Cezayir ile ekonomik ilişkileri güçlendirmek adına da 2008 yılında Rus petrol şirketi Gazprom, başkent Cezayir’de resmî temsilcilik açmıştır. İç savaş öncesinde Rusya ve Libya arasında 2 milyar dolarlık anlaşma imzalanmış ancak savaş sebebiyle yatırımlar askıya alınmıştır.[27]
Rusya’nın özellikle Sahra altı Afrika ülkeleri ile arasındaki ticaret hacminde 2002-2013 yıllarında %16 oranında bir artış yaşanmıştır. Rusya bu ülkelerden esas olarak gıda ürünleri, mineraller ve enerji ithal etmektedir. Rusya’nın bölgedeki en önemli ticari partnerleri ise Güney Afrika, Nijerya, Angola ve Namibya’dır. Bu bölgede Güney Afrika Rusya’nın en büyük ticari partneridir. Taraflar arasındaki ticaret hacmi 2012’de %66,4 artarak 956 milyon dolar olurken, 2013 yılından itibaren yıllık ticaret hacmi hep 1 milyar doların üzerinde seyretmiştir.[28]
Kısaca özetlemek gerekirse Rusya Afrika’da da Sovyet dönemi politikalarına benzer bir politika izlemiştir. Soğuk Savaş sırasında hem eğitim ve kültürel hem de ekonomik ve askerî ilişkilerini güçlendiren SSCB, bu sayede bölgedeki etkisini arttırmıştır. Rusya 1991’den sonra Afrika’daki gücünü kaybetse de Putin’in iktidara gelmesiyle Rusya’nın Afrika vizyonu yeniden gelişmiştir.
Afrika Rusya için jeostratejik konumu ve doğal servetleri olması sebebiyle önemli bir bölgedir. Bundan dolayı da özellikle 2013’ten bu yana Afrika’da güçlü bir aktör olmaya çalışmaktadır. Afrika’yı daha iyi tanımak için Rusya’nın devlet üniversitelerinde ve araştırma merkezlerinde Afrika ile ilgili çalışmalar giderek artmaktadır. Bugün Rusya’nın Afrika’da henüz çok güçlü bir etkisi olmasa da gelecekteki planlarından en önemlisi bütün kıtada söz sahibi bir güç olmaktır.
Sonnotlar
[1] “Rossiya i Afrika Razvivayut Sotrudniçestvo”, International Center for Trade and Sustainable Development, 29.04.2010.
[2] “Rossisko-Afrikanskiye Otnosheniya”, Biblioteka “İstoçnik Znaniy”, [email protected], 2014.
[3] “Rossiysko-Afrikanskiye Otnosheniya Çerez Desyat Let”, Russiancouncil.ru, 22.05.2013.
[4] A. B. Davidson, “Tropiçeskayai Yujnaya Afrika v 20 Veke”, Novaya I Noveyşaya İstoriya, No. 5, 2000.
[5] Alexandra Arkhangelskaya and Vladimir Shubin, “Is Russia Back? Realities of Russian Engagement in Africa”, s. 20.
[6] “Zaçem Sovetskiye Voennıye Srajalis v Afrike”, Russian7.ru
[7] Onur Öztürk, “Rusya-Afrika İlişkileri”, Stratejik Düşünce Enstitüsü, Ankara.
[8] Andrey Maslov, “Çto Nujno Rossii V Afrike”, Strategiya Rossii, Mart 2007.
[9] Oleg Kazakov, “Rossiya i YUAR: Kaçestvenno Novıy Uroven”, İnstitut Razvitiya Pressı, 2006.
[10] “Rossiya-Afrika”, Setevoye İzdaniye Çentra İssledovaniy i Analitiki Fonda İstoriçeskoy Perspektivı, 14.05.2009.
[11] “Otnosheniya Rossii So Stranami Afriki K Yugu Ot Saxarı”, Ministerstvo İnostrannıx Del Rossiiskoy Federaçii, 20.12.2006.
[12] Hakan Fidan, Bülent Aras, “The return of Africa-Russia relations”, Winter 2010, No. 52, s. 52.
[13] “Rossisko-Afrikanskiye Otnosheniya: Dostijeniya, Problemı, Perspektivı”, www.scienceforum.ru, 2015.
[14] Aleksandr Mezyayev, “Rossiya-Yujnaya Afrika K Strategiçeskomu Soyuzu, Putin Segodnya”, 01.09.2015.
[15] Galina Sidorova, Vladimir Fedotov, “Afrika i Rossiya: Sotrudniçestvo s Perspektivoy”, interaffairs.ru
[16] “Rossiysko-Afrikanskiye Otnosheniya Çerez Desyat Let”, Russiancouncil.ru, 22.05.2013.
[17] “Rossiya i Afrika: Vosstanovleniye Staroy Drujbı”, geo-politica.info, 26.05.2015.
[18] E. N. Korendyasov, “Voenno-Texniçeskoye Sotrudniçestvo Rossii S Afrikoy”, Aziya i Afrika, No. 9, 2015, s.11.
[19] Korendyasov, “Voenno-Texniçeskoye Sotrudniçestvo Rossii S Afrikoy”, ss. 16-18.
[20] “Rossisko-Afrikanskiye Otnosheniya v Usloviyax Globalizaçii”, İnstitut Afriki Ran, Moskva, 2009, s. 64.
[21] Olga Trofimova, Aleksandr Şedrin, “Ekonomiçeskiye Prioritetı Otnosheniy Rossii i Afriki Yujneye Saxarı”, İnstitut Mirovoy Ekonomiki i Mejdunarodnıx Otnosheniy Ran, Moskva, Rossiya, s. 132.
[22] Yelena Xanenkova, “Afrika: ‘Novaya Rossiya I Afrikanskiye Lvı’”, Regnum İnformaçionnoe Agentstvo, 22.05.2013.
[23] Fidan, Aras, “The Return of Russia-Africa relations”, s. 60
[24] Xanenkova, “Afrika: ‘Novaya Rossiya I Afrikanskiye Lvı’”.
[25] Vadim Zayçev, “Ekonomiçeskiye İnteresı Rossii v Afrike”, Naçionalnıy İssledovatelskiy Universitet, 01.10.2009.
[26] Sergey Vasillenkov, “Rossiya Prostila Afrike 20 milliardov dollarov”, Pravda.ru, 18.10.2012.
[27] Natalya Vısoçkaya, “Setevoye İzdaniye Çentra İssledovaniy i Analitiki Fonda İstoriçeskoy Perspetivı”, 14.05.2009.
[28] Trafimova, Şedrin, “Ekonomiçeskiye Prioritetı Otnosheniy Rossii i Afriki Yujnee Saxarı”