Türkiye’nin sınır komşularıyla ilişkilerindeki en önemli gündem başlıklarından biri “su” meselesidir. Bilhassa ülkenin güney bölgelerinin Fırat-Dicle ve Asi nehirlerinin doğduğu topraklar olması, bu suların paylaşımında Türkiye’yi söz sahibi ülke yapmaktadır. Fakat 2000’li yıllara kadar Türkiye ve aşağı kıyıdaş konumdaki ülkeler olan Suriye ve Irak arasında suların paylaşımı konusu hep gergin bir siyasi ortamda müzakere edilmiş; taraflar meseleye büyük oranda çatışmacı bir zeminden yaklaşmıştır.

Suriye, 2000’li yıllara kadar Hatay’ın Türk toprağı olduğunu resmen kabul etmediğinden Asi Nehri ile ilgili bir anlaşmaya da yanaşmamıştır. Fırat-Dicle havzası da su potansiyelinin büyük olması sebebiyle gündemdeki yerini her dönem korumuştur. 2000’li yıllarda konuyla ilgili barışçıl adımlar atılmış olsa bile varılan anlaşmalar uzun ömürlü olamamıştır. Bununla birlikte 2011’de Suriye’de başlayan ayaklanmaların iç savaşa dönüşmesiyle birçok mesele gibi suların paylaşımı meselesi de askıya alınmıştır. Bölgedeki terör örgütleri, Fırat ve Dicle nehirlerinin kıyılarına konuşlanarak zaman zaman barajları patlatmak, baraj kapaklarını açarak sele sebep olmak gibi felaketlerle bölge halkını ve ülkelerini tehdit etmektedir.

Önümüzdeki günlerde Cenevre, Astana ve Soçi süreçleri bölgeye barışı getirirse, şüphesiz suların paylaşımı meselesi tekrar gündeme gelecek konuların başında yer almaktadır. Ancak sağlanacak muhtemel bir barışta tarafların sayısında artış olması veya uluslararası güçlerin bölgede varlığını devam ettirerek meseleye dâhil olması, buradaki sorunu daha da karmaşık hale getirip çözümü zorlaştıracak bir potansiyeli barındırmaktadır. Öte yandan hâlihazırda konuyla ilgili yıllarca devam etmiş ve ortak bir çözüme varılamamış sorunlar zaten mevcuttur. Olası bir barış döneminde bunların tekrar gündeme gelmesi de söz konusudur. Bahsi geçen su havzalarıyla ilgili birçok anlaşmazlık konusu mevcutsa da daha en başta, kavramların tanımlanması noktasında fikir ayrılıkları bulunmaktadır.

Fırat-Dicle havzasında süregelen anlaşmazlığın en temel sebeplerinden biri, bu kavram kargaşasıdır. Memba ülke olan Türkiye, “sınıraşan su” kavramını esas alarak kendi topraklarından doğan Fırat ve Dicle nehirleri üzerinde ortak egemenlik kurulmasını reddetmekte; buna karşın “hakça, akılcı ve optimum kullanım” doktrinini ve “ciddi zarar” verilmemesi ilkesini savunmaktadır.[1]

Irak ve Suriye ise Türkiye’nin 1960’lı yıllardan beri inşa ettiği her barajdan zarar gördükleri, sularının kirlendiği ve sularının yetersiz olduğu gibi iddialarla bu konuyu hem Arap ülkeleri hem de Batılı ülkelerin gündemine taşıyarak üç ülkeyi ilgilendiren bir meseleyi “uluslararasılaştırmış” durumdadır. Uluslararası hukuk belgelerinde ve literatürde sınıraşan su-uluslararası su ayrımı ise henüz yapılmamaktadır. Bu da Suriye ve Irak’ın başka ülkeleri meseleye dâhil etme çabalarını desteklemektedir.

Suriye, 1995 yılında Suudi Arabistan ve Mısır gibi bölgede etkin olan ülkelerin desteğini alarak Türkiye’ye su politikasını eleştiren bir nota vermiştir. Ardından yedi Arap ülkesi Fırat sularının paylaşımıyla ilgili Şam Deklarasyonu’nu yayınlamıştır.

1990’lı yılların sonu ve 2000’li yılların başlarında Irak ve Suriye’nin destek bulma çabaları, Batılı ülkeler nezdinde de karşılık görmüştür. Öyle ki 1999’da dönemin İngiltere Dışişleri Bakanı bir gazeteye verdiği demeçte, Türkiye’nin 1997’de yaptığı Ilısu Barajı’nın Kürt uygarlığını yok edeceğini söyleyecek kadar ileri gitmiştir.[2]

Uluslararası Su - Sınıraşan Su Kavramlarının Oluşum Süreci

19. yüzyılın sonlarına kadar akarsular büyük ölçüde ulaşım için kullanılıyordu. Zamanla hem tarımda yeni teknolojilerin ortaya çıkması hem de sanayinin gelişmesi suya olan ihtiyacı arttırdı. Birinci Dünya Savaşı ve özellikle de İkinci Dünya Savaşı sonrasında dünyanın değişen politik çehresiyle birlikte ulus devletlerin ortaya çıkmasıyla yeni sınırlar oluştu. Daha önce tek bir imparatorluğun sınırları içerisinde bulunan bir akarsu, artık birden çok devletin sınırları içerisindeydi.[3]

Hasılı coğrafi ve politik değişiklikler, konuyla ilgili kullanılan kavramların anlamlarını da değiştirmiştir. Günümüzde suların paylaşımı ile ilgili uluslararası bir anlaşmada ortak bir yargıya varılamaması, henüz kavramların tanımlanmasındaki görüş farklılıklarından başlamaktadır. Burada üç kavram öne çıkmaktadır:

  • Ulusal su
  • Uluslararası su
  • Sınıraşan su


Ulusal su, “bir ülkede doğan ve yine o ülkede sona eren akarsular” şeklinde tanımlanmaktadır. Bu durumda bahsi geçen ülke, akarsu üzerinde tam egemenlik kurma hakkına sahiptir.[4] Asıl sorun uluslararası su-sınıraşan su ayrımında yaşanmaktadır.

Uluslararası Sürekli Adalet Divanı, “uluslararası nehir” kavramını 1929’daki “Oder Nehri” olayında tanımlamıştır. Buna göre uluslararası suların iki özelliği olmalıdır:

  1. Ulaşıma elverişli olmalıdır.
  2. İki veya daha fazla devletin topraklarından geçmeli veya sınır oluşturmalıdır.[5]


20. yüzyılla birlikte akarsuların ulaşım dışında farklı amaçlarla kullanılmaya başlanması ve suların depolanmasıyla ilgili teknolojinin gelişmesiyle suya olan talep de artmıştır. Su havzasındaki aşağı kıyıdaş (mansap ülke-downstream country) konumda olan ülkeler yukarı kıyıdaş (memba ülke-upstream country) ülkelerin barajlar yoluyla suyu tuttuklarını, kendilerine yeterli su bırakmadıklarını, oysaki su üzerinde ortak egemenlik hakkına sahip olduklarını iddia etmiştir. Yukarı kıyıdaş ülkeler ise kendi topraklarından doğan su üzerinde egemenlik hakkına sahip olduklarını savunarak sınıraşan su kavramını ortaya atmıştır.

Sınıraşan sular, “kaynağından sona erdiği noktaya kadar birden fazla ülkenin sınırlarından geçen sulardır.”[6] Tanımı itibarıyla uluslararası su kavramından farkı yoktur. Fakat uluslararası su kavramı, su havzasına küresel güçlerin müdahalesini kolaylaştırmak için ve aşağı kıyıdaş ülkelerin çıkarları için kullanılmaktadır.

Ünlü hukukçu Sauser Hall; “Sınıraşan sular üzerinde ortak egemenlik uzun süre devam ettirilemez. Suyun çıktığı ülkelerle eşit egemenlik söz konusu olamaz.” demektedir.[7]

Sorunun çözümü için uluslararası düzeyde yapılmış en son anlaşma Birleşmiş Milletler’in 1997’de “Uluslararası Su Yollarının Ulaşım Dışı Amaçlarla Kullanımı Sözleşmesi”dir (Convention on Non-navigational Uses of International Watercourses). Türkiye sözleşmeye objektif kriterler taşımadığı, yetersiz ve eksik olduğu gerekçeleriyle red oyu vermiştir. Sözleşme 20 senelik hazırlığın ardından 1997’de kabul edilse de ancak 17 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe girmiştir. 190’ı aşkın ülkeden sadece 35’i sözleşmeyi onaylamıştır. Sözleşme, hem kavramsal karmaşaya bir çözüm olamamıştır hem de 21. yüzyıl itibarıyla ortaya çıkan yeni paradigmalara uyumlu değildir.[8]

Uluslararası bir anlaşmada, sorunun çözümüne yönelik temel konularda uzlaşıya varılamazsa suların paylaşımı siyasi pazarlık aracı olmaya devam edecektir. Suriye’de barış ortamı tesis edilebilirse Fırat-Dicle havzası suları konusunun da tekrar devletler bazında ele alınmasının söz konusu olma ihtimali bulunmaktadır. Fakat bugün varlığını devam ettiren ancak mevcut koşullar sebebiyle önceliğini kaybetmiş sorunlar tekrar gündeme geldiğinde barışçıl bir yaklaşım sergilenip sergilenmeyeceği, zihinlerde önemli soru işaretlerine yol açmaktadır. Bölgede barışın kalıcı olabilmesi için tarafların bütün iyi niyetleriyle konuya yaklaşması zaruridir. Aksi takdirde özellikle Ortadoğu ve Afrika gibi su kıtlığı çeken bölgelerde yaşayan insanları gelecekte daha da zor günlerin beklediğini söylemek abartı olmayacaktır.


[1] Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, “Türkiye’nin Su Politikası”, http://www.mfa.gov.tr/turkiye_nin-su-politikasi.tr.mfa
[3] Seyfi Kılıç, “Sınıraşan Sulardan Faydalanmalara İlişkin Temel Yaklaşımlar”, Ortadoğu Analiz, C. 5, S. 53, Mayıs 2013, s. 14-22.
[4] Duygu Doğu Kırkıcı, Sınıraşan Sular Bağlamında Türkiye, Suriye ve Irak, Uzmanlık Tezi, T.C. Orman ve Su İşleri Bakanlığı, Ankara, 2014, s. 21.
[5] Yüksel İnan, “Sınır Aşan Suların Hukuksal Boyutları”, A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, C. 49, Ocak-Haziran 1994, s. 245.
[6] Kemal Berk Orhon, Sınıraşan Yerüstü Suların Yönetiminde Dünya ve Türkiye Uygulamaları, Uzmanlık Tezi, T.C. Orman ve Su İşleri Bakanlığı, Ankara-2015, s. 5.
[7] Orhan Tiryaki, Sınıraşan Sular ve Ortadoğu’da Su Sorunu, Harp Akademisi Komutanlığı Yayını, İstanbul, 1994, s. 14.
[8] Dursun Yıldız, “Yürürlüğe Giren 1997 BM Sözleşmesi Ne Getirir?”, Hidropolitik Akademi, 15.08.2014, http://www.hidropolitikakademi.org/2-gun-sonra-yururluge-girecek-1997-bm-sozlesmesi-ne-getirir.html