Temel Göstergeler | |
Resmi Adı | Filistin Cumhuriyeti |
Yönetim Biçimi | Parlamenter Demokrasi |
Bağımsızlık Tarihi | 15 Kasım 1988 (BM’de Üye Olmayan Gözlemci Devlet Statüsü: 29 Kasım 2012) |
İdari Birim | Filistin 16 idari bölgeden oluşmaktadır. |
Başkent | Doğu Kudüs |
Yüzölçümü | 6.020 km² (Batı Şeria: 5.655 km2, Gazze Şeridi: 365 km2) |
Nüfusu | 4.78 Milyon (Batı Şeria: 2.88 Milyon, Gazze Şeridi: 1.9 Milyon) |
Mülteci Nüfus | 6.6. milyon (İşgal altındaki İsrail’de 1.5 milyon, Arap ülkelerinde 4.5 milyon, diğer ülkelerde 600 bin) |
Nüfusun Etnik Dağılımı | Gazze Şeridi: %100 Arap, Batı Şeria: %87 Arap, %13 Yahudi |
Coğrafi Konumu | Batı Şeria bölgesinin doğusunda Ürdün, batısında İsrail, kuzeyinde Lübnan bulunur. İsrail ablukası altındaki Gazze Şeridi’nin güneyinde Mısır, batısında Akdeniz, kuzey ve doğusunda İsrail yer alır. |
Komşuları | İsrail, Ürdün, Mısır, Akdeniz |
İklimi | Ilıman iklim görülür. Yazlar sıcak ve kurak, kışlar ılık ve yağışlıdır. |
Din | %75 Müslüman, %17 Yahudi, %8 Hristiyan |
Dil | Arapça, İbranice, İngilizce |
Para Birimi | İşgalci güç İsrail’in para birimi Yeni İsrail şekeli (NIS) |
Mezhep | %99 Sünni Müslümanlar, % 1 Şii Müslümanlar |
Milli Gelir | 12.7 milyar dolar (2016 BM) |
Kişi Başına Düşen Milli Gelir | 2.943 dolar (2016 Dünya Bankası) |
Reel Büyüme Hızı | %3.5 (2017 Dünya Bankası) |
İşsizlik Oranı | %26 |
Enflasyon Oranı | -1.3 (2018) |
Ortalama Yaşam Süresi | 75 (2015) |
Okuma Yazma Oranı | %96,5 |
İthalat Ürünleri | Binek otomobil, temel gıda, telefon cihazları, çimento, nakliye araçları, ilaç, dondurulmuş sığır eti, kum, su, tütün, inşaat malzemeleri, sebze-meyve, yumurta |
İhracat Ürünleri | Zeytinyağı, hurma, doğal taşlar |
Başlıca Ticaret Ortakları | Türkiye, Çin, İsrail, Ürdün, Almanya |
Ülke Tarihi
Filistin, adını M.Ö. 12. yüzyılda buraya göç yoluyla gelen Filistlerden almaktadır. Coğrafî olarak doğuda Akdeniz, batıda Şeria Nehri ve Lut Gölü, kuzeyde Suriye ve güneyde Mısır ile çevrili bölge olarak kabul görmüştür. Verimli toprakları, sahip olduğu stratejik konum ve farklı inançlar açısından taşıdığı önem sebebiyle tarih boyunca pek çok kavim, devlet ve topluluğun hakimiyet kurmak istediği başlıca bölgelerden biri olmuştur.
İnsanlık tarihinin en eski yerleşim yerlerinden biri kabul edilen bu topraklara ait en eski buluntular M.Ö. 14 bin yıl öncesine uzanmaktadır. M.Ö. 5 binlerden itibaren Sâmî kavimleri tarafından istila edilen bölgedeki bilinen ilk yerleşimciler, Arapların da atası olarak kabul edilen Amâlikalardır. M.Ö. 2 binlerde bölgede yine Sâmî ırktan Kenanlılar, Fenikeliler ve Ârâmîlerin yaşamış, nitekim bu dönemde bölge “Kenan diyarı” olarak anılmaya başlamıştır. Kudüs şehrinin de Kenanlıların bir kolu olan Yebüsler tarafından kurulduğu tahmin edilmektedir. M.Ö. 1200’lerde bölgeye gelen Filistler, özellikle Gazze bölgesinde şehirler kurmuşlarsa da, daha sonra yerli halka karışmışlardır. Yine bu tarihlerde Mısır’da Firavun zulmünden kaçarak Hz. Musa öncülüğünde bölgeye gelen İsrailoğulları M.Ö. 11. Yüzyılda ilk İsrail devletini kurmuşlardır. Bu ilk İsrail devletinde Talut’un yerine geçen Hz. Davud ve daha sonra oğlu Hz. Süleyman dönemleri krallığın altın çağı olmuş, daha sonra devlet önce ikiye ayrılmış, bunlardan İsrail M.Ö. 721’de Asurlular tarafından, Yahuda Krallığı ise M.Ö. 586’da Babilliler tarafından yıkılmıştır. Bu esnada bölgedeki Yahudiler de Filistin’den sürülmüştür.
İlerleyen dönemlerde bölge M.Ö. 6.-4. yüzyıllar arasında iki asır Perslerin hakimiyetinde kalmış, bu dönemde sürülen Yahudilerden bir kısmı geri dönerek, Hz. Süleyman tarafında yapılan ve Babil istilasında yıkılan Süleyman Mabedi’ni ve şehir surlarını tekrar inşa etmişlerdir.
Perslerden sonra bölgede Büyük İskender, daha sonra da Helenistik krallıklardan Mısır’daki Ptolemaioslar ile Suriye’deki Selevkoslar hâkimiyeti ele geçirmiş, bu dönemde bölgede Helenistik kültürün yaygınlaştırılması noktasında katı politikalar uygulanmıştır.
M.Ö. 2. yüzyılın ortalarına kadar devam eden bu süreçten sonra yaklaşık 70 yıl sürecek bir bağımsızlık dönemi yaşanmış, M.Ö. 63 yılında ise Filistin bu kez Roma İmparatorluğu tarafından işgal edilmiştir. Böylece Hz. Ömer zamanında İslam ordularınca fethedilişine kadar Filistin’de önce Roma, devletin ikiye ayrılışından sonra da Bizans hâkimiyeti devam etmiştir. Bu dönemde önce Yahudiler bölgeden sürülerek şehir Roma kimliği ile inşa edilmiş, 312 yılında İmparator Konstantinos’un Hristiyanlığı devletin resmî dini olarak kabul etmesinden sonra da Kudüs Hristiyanlık için kutsal kabul edilerek dinî yapılarla donatılmıştır.
Müslümanların ilk kıblesi olan Mescid-i Aksa ve Hz. Peygamber’in miraç hadisesi sebebiyle İslamiyet’in başlangıcından itibaren Müslümanlar için kutsal kabul edilen Kudüs ve dolayısıyla Filistin coğrafyası, her dönemde İslam tarih ve medeniyetinin kilit noktalarından birisi olmuştur. Hz. Ömer’in hilafeti esnasında gerçekleşen fetihten sonra Filistin Emevîler, Abbasîler, Ihşidîler, Tolunoğulları, Fatımîler ve Suriye-Filistin Selçuklu Devleti gibi pek çok İslam devletinin hakimiyeti altında kalmış, 1099 yılındaki Haçlı istilası ise Selahaddin-i Eyyubî’nin Kudüs’ü tekrar fethettiği 1187 yılına kadar devam etmiştir. Selahaddin-i Eyyubî’nin vefatından sonra çıkan karışıklar neticesinde Kudüs 1229’dan itibaren 15 yıl gibi kısa bir süre tekrar haçlı kontrolüne geçmiş, ancak 13. yüzyılda Memlüklüler tarafından tüm Filistin toprakları parça parça kurtarılmıştır.
Filistin, Yavuz Sultan Selim tarafından 1516 yılında Osmanlı topraklarına katılmış ve 1. Dünya Savaşı sonrasında kaybedildiği 1918 tarihine kadar 4 asır Osmanlı hâkimiyeti altında kalmıştır. Çalkantılı geçen binlerce yıllık tarihinin ardından Kudüs ve Filistin toprakları Osmanlı hâkimiyeti altında farklı dinî ve etnik kökene sahip insanların barış içerisinde yaşamıştır. Osmanlı döneminde Filistin idarî olarak Şam eyaletine bağlı Kudüs, Gazze, Nablus ve Safed sancaklarına ayrılmış, ayrıca doğrudan merkeze bağlı emirlikler de olmuştur. 1832 yılında Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa tarafından ele geçirilen Filistin, 1840 yılında tekrar kontrol altına alınmış, 1887 yılında Kudüs, merkeze bağlı bir mutasarrıflık haline getirilmiş, 1888 yılında Beyrut vilayetinin oluşturulmasından sonra da bölge idarî olarak ikiye ayrılmıştır.
19. yüzyılın sonlarında ortaya çıkan Siyonist hareket, Filistin coğrafyası açısından son derece kritik bir sürecin hazırlayıcısı olmuştur. Theodor Herzl tarafından organize edilen ve 1897 yılında Basel’de gerçekleştirilen 1. Dünya Siyonist Kongresi’nde, Yahudilerin Filistin’de hukukî güvence altında bir yurt edinmesi amaçlanırken, bu tarihten itibaren başlayan düzenli göçlerle 1881 yılında 15 bin civarındaki Yahudi nüfus, 1914’te 40 bine yaklaşmıştır. Bu süreçte Siyonistler, önce padişah 2. Abülhamid ile görüşerek Filistin’den toprak satın almayı ve Osmanlı’nın dış borçlarını ödemeyi teklif etmiş fakat bu teklif kabul edilmemiştir. Filistin için yaklaşmakta olan Siyonist tehlikeyi gören Sultan Abdülhamid, Yahudilerin Filistin’den toprak satın almasını yasaklamak, dinî ziyaret için gelenlere geçici izin vermek ve vize uygulaması gibi girişimlerde bulunmuş, ancak zulümden kaçan Yahudilerin Osmanlı topraklarına gelmelerine ise izin vermiştir. Girişimlerine İttihat ve Terakki yönetimi nezdinde de devam eden Siyonistler, geçici bir süre için de olsa 2. Abdülhamid’in aldığı kararların kaldırılmasını başarmışlardır. Bu süreçte hem Filistin’deki Yahudi varlığı güçlenmiş, hem de Arap milliyetçiliği baş göstermiştir. Böyle bir siyasal zeminde başlayan Birinci Dünya Savaşı yıllarında Filistin, Fransa ile İngiltere arasında imzalanan ve savaş sonrasında Ortadoğu’nun paylaşımını öngören Syces-Picot Antlaşması’nda belirsiz bırakılmış, 1917 yılında İngiltere Dışişleri Bakanı Arthur James Balfour tarafından Siyonist hareketin önde gelen ismi Baron Walter Rothschild’e hitaben kaleme alınan deklarasyonla Filistin topraklarında Yahudilere bir vatan kurulması vaad edilmiştir. Filistin’deki Osmanlı varlığı Eylül 1918’de sona ererken, deklarasyona savaş sonrası imzalanan Sevr Antlaşması’nda da yer verilmiştir. İngiltere 1920 yılında Filistin’de bir manda idaresi kurmuş ve bu idare 1922 yılında Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilmiştir. 1929 yılında Zürih’te toplanan 29. Siyonist Kongresi’nde ise Balfour Deklarasyonu’nda geçen “Milli Yuva” ifadesinin “Yahudi Devleti” anlamına geldiği tanınmıştır.
1930’lu yıllarda Almanya’da işbaşına gelen Nazi yönetimince başlanan ve 2. Dünya Savaşı yıllarında devam eden uygulamalar Filistin’deki Yahudi nüfusunu arttırırken, İngiltere tarafından eğitim ve silah yardımı ile desteklenen Haganah, Irgun ve Stern gibi örgütlerin gerçekleştirdiği terör eylemleri ile Filistin halkı adeta soy kırıma uğratılmış ve yurtlarından sürülmüştür. Müslümanların İngiliz manda yönetimine ve Yahudi terör örgütlerine karşı İzzeddin El Kassam, Emin El Hüseynî gibi isimlerin liderliğinde sürdürdüğü mücadele parçalı ve yetersiz kalırken, Siyonist hareket yıllar içerisinde daha organize ve komplike bir politika izlemiştir.
2. Dünya Savaşı’nı takip eden yıllarda Filistin’deki durum daha da kötü bir hal almış, İngiltere durumu BM’ye taşıyarak İsrail Devleti’nin kuruluş sürecini başlatmıştır. 1947 yılında yapılan taksimat planı da Yahudilere nüfuslarıyla kıyaslanmayacak ölçüde büyük ve verimli topraklar vermiş, İngiltere de manda yönetimini sonlandıracağını açıklamıştır. Taksimata göre Filistin’in Kudüs hariç altı bölgeye ayrılmasını, bu bölgelerden üçünün Müslümanlara üçünün de Yahudilere verilmesini, Kudüs’ünse uluslararası statüde tutulmasını öngörmüştür. Siyonistler bu taksim planın kabul ederek derhal kendilerine verileceği söylenen bölgeleri işgal etmeye başlamış ve İngiltere’nin Filistin’den çekileceği gece yani 15 Mayıs 1948’de İsrail Devleti’nin kuruluşunu ilan etmişlerdir.
Bağımsızlık ilanından saatler sonra Arap Birliği İsrail’e savaş ilan etmiş, Mısır, Suriye, Ürdün, Lübnan ve Irak orduları İsrail karşısında kısmî başarı kazanmışsa da, ilerleyen günlerde Batı devletlerin İsrail’e destek vermesi ile savaşın seyri değişmiş, İsrail kaybettiği toprakların da ötesinde Filistin’de yeni topraklar da işgal etmiştir. Savaş sonrasında Filistin’deki Yahudi nüfusu daha da artarken, Filistinli Müslümanların başta komşu ülkeler olmak üzere dünyanın çeşitli yerlerine yönelen göç süreçleri ile bugün hala devam etmekte olan dünyanın en büyük mülteci sorunu baş göstermiştir. Ayrıca 23 Ocak 1950’de İsrail’in Kudüs’ü başkent ilan etmesi de ikinci bir uluslararası krize yol açmıştır.
Böylece İkinci Dünya Savaşı’nı takip eden yıllarda, yüzlerce yıllık vatanlarından koparılma süreçleri başlayan ve mülteci durumuna düşmeye başlayan Filistin halkı, 1950’li yıllardan itibaren mücadele ve bağımsızlık hareketlerine hız vermiştir. 1958 yılında Yaser Arafat tarafından kurulan El-Fetih, Filistin için bu anlamda bir milat olarak değerlendirilebilir. 28 Mayıs-3 Haziran 1964 yılında Kudüs’te gerçekleştirilen ve başkanlığını Ahmet Sukayrî’nin yaptığı kongre ise Filistin’in ilk millî meclisi kabul edilmektedir. Kongrede kabul edilen sınırlar ve kararlar çerçevesinde merkezi Kahire’de olmak üzere kurulan Filistin Kurtuluş Örgütü ile El-Fetih arasında ciddi bir rekabet baş göstermiştir.
1965 yılından itibaren El-Fetih silahlı mücadeleye başlarken, İsrail’in 5 Haziran 1967’de başlattığı ve birkaç gün içerisinde pek çok yeni toprağı işgal ettiği Altı Gün Savaşı, Mısır, Suriye ve Ürdün’ün büyük yenilgisi ile sonuçlanmıştır. İsrail böylece hem yeni topraklar kazanmış, hem çevredeki Arap devletlerine karşı psikolojik üstünlüğü ele geçirmiştir. Bu süreçte BM’nin İsrail’e yönelik kararları da uygulanmamış ve savaş yüzbinlerce yeni Filistinli mültecinin oluşmasına yol açmıştır.
Bu tarihten itibaren İsrail’e karşı yürütülen silahlı mücadele çok daha ciddi bir şekilde ele alınmış, 1969 yılında El-Fetih ve Filistin Kurtuluş Örgütü birleştirilerek Yaser Arafat örgütün başına getirilmiştir. 1969 yılında ise hem BMGK hem de İslam Konferansı Örgütü aldıkları kararlarla İsrail’in Kudüs’teki işgalci varlığını sona erdirmesi ve Kudüs’e eski statüsünün verilmesi gerektiğini açıklamışlardır.
6 Ekim 1973 tarihinde gerçekleşen üçüncü Arap-İsrail Savaşı’ndan kazançlı çıkan taraf yine İsrail olmuş, savaş sonrasında dönemin ABD Dışişleri Bakanı H. Kissinger tarafından sürdürülen diplomasi trafiği ile İsrail Suriye ve Mısır’dan aldığı toprakların bir kısmından çekilmiş, Batı Şeria konusunda ise FKÖ devre dışı bırakılarak müzakere süreci Ürdün ile yürütülmek istenmiştir. Bunun üzerine harekete geçen FKÖ 10 Haziran 1974’te bir siyasi program yayımlayarak temel amaçlarını sürgündeki Filistin halkının vatanlarına dönmesi, Filistin topraklarının kurtarılması ve bağımsızlığına milli bir otoritenin kurulması olarak açıklamıştır. Eylül 1974’te Arap Birliği, Kasım 1974’te Birleşmiş Milletler, FKÖ’yü Filistin halkının resmî temsilcisi olarak tanımıştır. BM’nin 22 Kasım 1974 tarihinde alınan 3236 ve 3237 sayılı kararları ile Filistin halkının selfdeterminasyon, millî bağımsızlık ve Filistin içinde hâkimiyete sahip olma hakları tanınarak, örgüte Birleşmiş Milletler’in bütün toplantılarında bulunmak üzere gözlemci statüsü verilmiştir.
1970’lerin sonlarında ABD’nin arabuluculuğunda Mısır ve İsrail arasında barış müzakereleri başlamış ve Mart 1979’da imzalanan antlaşma ile Mısır, İsrail Devleti’ni tanıyan ilk Arap devleti olmuştur. Bu gelişme üzerine Arap Ligi, Mısır’ın üyeliğini askıya alarak birliğin merkezini Tunus’a taşımıştır. Antlaşmayı imzalayan dönemin Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat ise 1981’de suikaste uğrayarak hayatını kaybetmiştir.
1982 yılında İsrail, bu kez Lübnan’daki FKÖ varlığını yok etmek üzere saldırıya geçmiş ve altı ay kadar süren saldırılar sonrasında FKÖ Lübnan’daki varlığını Tunus’a taşımıştır. Eylül 1982’de FKÖ milislerinin Lübnan’ı terk etmesinden sonra savunmasız Filistinli mültecileri hedef alan ve İsrail’in zeminin hazırlayıp Hristiyan Falanjistlerin gerçekleştirdiği Sabra ve Şatilla Katliamı’nda 3 bine yakın insan vahşice katledilmiştir.
1987 yılında Müslüman Kardeşler’in Filistin ayağı olarak kurulan HAMAS’ın başını çektiği İntifada hareketi başlamış ve tüm Filistin’e yayılmıştır. Bu gelişmeler yaşanırken 15 Kasım 1988 tarihinde Cezayir’de Filistin Devleti’nin bağımsızlığı ilan edilmiş ve bu yeni devlet 40 kadar devlet tarafından tanınmıştır. Takip eden aylarda da ABD ile Filistin arasında müzakerelere Tunus’ta başlanmıştır.
30 Ekim 1991’de İspanya’nın başkenti Madrid’de Ortadoğu Barış Konferansı toplanmış fakat herhangi bir çözüm üretilememiştir. Eylül 1993’te varılan antlaşmayla FKÖ ve İsrail Devleti karşılıklı olarak birbirlerini tanımış, Mayıs 1994’teki Kahire Antlaşması ile de geçiş dönemi düzenlemeleri yapılmıştır. HAMAS ise antlaşmanın Filistin halkına somut bir kazanım getirmediğini savunarak sürece muhalefet etmiştir. 1995 yılında ABD’de gerçekleşen görüşmelerde taraflar Batı Şeria’nın Filistin Özerk Yönetimi’ne devri hususunda antlaşmaya varmışsa da, dönemin İsrail Başbakanı İzak Rabin Kasım 1995’te İsrail’de bir Yahudi tarafından gerçekleştirilen suikastle öldürülmüştür.
2000 yılında ABD’eki Camp David’de dönemin İsrail Başbakanı Ehud Barak ile Filistin Lideri Yaser Arafat bir araya gelmiş ve nihai statü ile ilgili görüşmüşlerse de bir sonuç alınamamıştır. Bu esnada Ariel Şaron’un Mescid-i Aksa’ya provokatif bir ziyaret düzenlemesi üzerine Eylül 2000’de İkinci İntifada başlamıştır. 2001 yılında İsrail Başbakanı olan Ariel Şaron Yaser Arafat ile görüşmelere devam etmeyi reddetmiştir.
2000’li yıllar İsrail Devleti’nin Filistin topraklarında sürdürdüğü işgal ve soykırımın zirve yaptığı yıllar olmuştur. Mart 2002’de “Koruyucu Duvar Operasyonu” ile Batı Şeria’da ayırıcı bir duvar inşa edilmeye başlanmış, 2004 yılında HAMAS liderleri Şeyh Ahmed Yasin ve Abdülaziz El-Rantisi şehid edilmiştir. Aynı yıl vefat eden Yaser Arafat’ın yerine gelen Mahmud Abbas ise Filistin Ulusal Yönetimi Devlet Başkanı görevini 9 Ocak 2005 tarihinden bu yana sürdürmektedir.
2006 yılında yapılan seçimleri HAMAS’ın kazanması ise gerek Filistin’de gerek uluslararası kamuoyunda hareketliliğe sebep olmuş, ABD, İsrail ve pek çok Avrupa devleti Filistin’e olan tavrını daha da sertleştirmiş, HAMAS ile El-Fetih arasında da çatışmalar yaşanmıştır. 2007 yılında HAMAS ve El-Fetih arasında mutabakat sağlanarak yeni hükümet kurulmuşsa da, 2007 Haziranında Mahmud Abbas Gazze ve Batı Şeria’da olağanüstü hal ilan ederek kabineyi feshetmiştir. Bu süreçte Gazze artık giderek bir açık hava hapishanesine dönüştürülürken, Filistin’de yaşam şartları giderek zorlaşmış, yoksulluk ve işsizlik çok yüksek oranlara ulaşmıştır.
Sürdürülen ambargolar dünya coğrafyasına yayılmış milyonlarca Filistinliye yenilerini eklemeye devam etmiştir. Böyle bir ortamda Aralık 2008’de başlayan ve bir ay kadar devam eden Gazze saldırılarında yaklaşık 1.500 kişi hayatını kaybederken, 5.500 kişi yaralanmış, 20 binin üzerinde bina yıkılmış, sanayi tesisleri, okullar, hastaneler ve tüm altyapı tahrip edilmiştir. İsrail sivil halkı hedef alan bu saldırılarda, konvansiyonel silahların yanı sıra fosfor bombası gibi uluslararası hukuk tarafından savaş ve insanlık suçu kabul edilen silahlar da kullanmıştır.
Gazze’ye uygulanan insanlık dışı ambargo nedeniyle dünyadan yükselen tepkiler, 2010 yılı Mayıs ayında uluslararası bir filo oluşturulmasını sağladı. Başta Türkiye’den olmak üzere dünyanın 35 farklı ülkesinden 700’ü aşkın gönüllü Mavi Marmara gemisinin de bulunduğu özgürlük filosu ile Gazze’ye uygulanan ablukayı delmek üzere yola çıktı. Ancak Gazze kıyılarına yaklaşıldığı 31 Mayıs sabahı Siyonist rejim ordusunun saldırısıyla 10 kişinin şehit olduğu büyük bir trajedi yaşandı.
İsrail Gazze’ye yönelik benzer bir vahşeti 2014 yılında bir kez daha göstermiş, binlerce ev ve işyerinin yerle bir edildiği saldırılarda, BM’ye ait olanlar da dahil olmak üzere eğitim yuvaları, camiler, hastaneler, santraller tüm dünyanın gözü önünde bombalanmış, 2 binin üzerinde sivil yaşamını yitirirken 10 binden fazla insan yaralanmıştır.
İsrail Devleti Filistin toprakları üzerindeki hukuk tanımayan uygulamalarına her geçen gün yenilerini eklemektedir. Mescid-i Aksa’yı hedef alan işgal girişimleri, Filistinlilere ait topraklarda kurulan yeni yerleşimler, sivilleri hedef alan askeri operasyonlar ve Gazze’de devam etmekte olan abluka ile Filistin halkının yüzlerce yıllık vatanlarından tamamen kopartılmaları hedeflenmektedir.
Siyasî Yapı
Filistin’de ülke siyasetinin iki temel aktörü Hamas ve El Fetih’tir. El-Fetih, 1950’lerin sonlarında Yaser Arafat öncülüğünde kurulmuş, 60’lı yılların başlarında Ürdün, Lübnan, Suriye ve Cezayir’de teşkilatlanmıştır. 1964 yılında Kahire’de düzenlenen Arap Birliği toplantısında Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) kurulduğu ilan edilmiş, 1969 yılında örgütün başına Yaser Arafat gelmiştir. 1974 yılında BM’de ve Arap Birliği’nde Filistinlilerin tek meşru temsilcisi olarak kabul edilen FKÖ, 1988’de sürgünde Filistin Devleti’nin bağımsızlığını ilan etmiştir. Yaser Arafat’ın 2004 yılında hayatını kaybetmesinden sonra hareketin başına Mahmud Abbas geçmiş, 2006 yılındaki seçimlerde El-Fetih Hamas karşısında seçimi ve parlamento çoğunluğunu kaybetmiş, 2007 yılında da Gazze Şeridi’nin kontrolü Hamas’a geçmiştir. İki aktör arasında bu tarihte başlayan siyasî gerilim 2014 yılında varılan mutabakata kadar devam etmiş, 2014 yılında Rami Hamdallah liderliğinde Birlik Hükümeti kurulmuştur. Birlik Hükümeti bir yıl görev yaptıktan sonra dağılmış, kısa süre sonra ufak değişikliklerle başka bir hükümet kurulmuştur. Filistin’de devlet başkanlığı görevini 2005 yılından bu yana Mahmud Abbas sürdürmektedir.
2017 yılında iki taraf arasında yapılan görüşmeler neticesinde Gazze Şeridi’nin kontrolünün Birlik Hükümeti’ne devredilmesi kararlaştırılmış ve Ekim 2017’de ortak kabine toplantısı gerçekleştirilmiştir. Son olarak 2006 yılında yapılan seçimlerin ardından ülkede yeniden genel seçime gidilmesi beklenmektedir.
Uluslararası kamuoyunda kimi devlet ve yapılarca terör örgütü olarak kabul edilen Hamas’ın liderliğine, Mayıs 2017’de İsmail Haniye’nin yerine Yahya Sinvar getirilmiştir. Yeni dönemde 1967 sınırların kabul edeceğini açıklayan Hamas’ın önümüzdeki dönemde önemli politika değişikliklerine gitmesi beklenmektedir.
Ekonomik Durum
Filistin ekonomisi, İsrail işgali sebebiyle son derece zorlu koşullara sahiptir. Sürekli tekrarlanan askerî operasyon ve bombardımanlar, doğal kaynakların özgürce kullanılamaması, dış ticaret için hayatî konumdaki gümrük ve limanların İsrail tarafından kontrol edilmesi, işgal şartlarında altyapının sürekli olarak tahrip edilmesi, enerji kaynaklarının yetersizliği ve bu kapsamda sayılabilecek daha pek çok nedenden ötürü ülke ekonomisi zor durumdadır. Öte yandan İsrail’in işgal ve soykırım politikaları sebebiyle Filistin, dünyada işsizlik ve yoksulluk oranının en yüksek olduğu ülkelerden biridir. Bu zorlu koşullara rağmen Filistin ekonomisi ısrarla gelişme ve büyüme yönünde çaba sarf etmektedir. Yüksek genç nüfusa sahip oluşu ve dinamik yapısı bu noktada bir avantaj olarak görülebilir.
Ülkede dış ticaret büyük oranda ithalata dayalıdır. Dış ticaret hacmi 2010 yılından itibaren 6 milyar dolar ortalama yakalamıştır. Yıllık ihracat rakamları ortalama 1 milyar dolar, ithalat rakamları ortalama 5 milyar dolar seviyesinde seyretmektedir. Başlıca ithal malları sanayi malları, binek otomobil, gıda ürünleri, elektronik cihazlar, sığır eti ve ilaçtır. Başlıca ihraç ürünleri ise hurma, zeytinyağı ve doğal taşlardır. Filistin’in dış ticaretindeki önemli aktörler İsrail, Türkiye, Çin, Ürdün ve Almanya’dır. Ülkede istihdamın %71’i hizmet, %24’ü endüstri ve %5’I tarım sektöründen karşılanmaktadır.
Yıllardır devam eden İsrail ablukası sebebiyle dış dünyayla bağlantısı kesilen Gazze’de 2 milyon insan yaşamaktadır. Bilhassa 2008 ve 2014 yıllarındaki İsrail saldırılarında altyapısı tamamen tahrip edilen bölgede uygulanan sıkı ambargodan dolayı bütün hayat durma noktasına gelmiştir. Yerel ve uluslararası aktörlerin çıkar çatışmalarının kavşağında kalan Gazze fakirlik ve işsizlik artmış, satın alma gücü çok azalmıştır. Nüfusun %80’i fakirlik sınırındadır. İsrail’in gerçekleştirdiği keyfi uygulamalar sonucunda Gazze’de işsizlik %50’leri bulurken, işsizlerin %60’ını çoğunluğu üniversite mezunu olan gençler teşkil etmektedir. Günlük gelirin ortalama 2 dolara düştüğü Gazze’de 250.000 işçi çalışamamaktadır. Kendi ülkesinde mülteci konumuna düşen Gazze’deki milyonlarca Filistinli de dâhil olmak üzere toplam 1.500.000 kişi hayatını dışarıdan gelen yardımlarla sürdürmektedir.
Gazze’deki insani krizin en ciddi boyutu sağlık sektöründe yaşanmaktadır. 2014’te İsrail tarafından bombalanan ve bugün 300.000’in üzerinde Gazzeliye hizmet veren Beyt Hanun Hastanesi, yakıt rezervlerinin tükenme noktasına gelmesi üzerine 29 Ocak 2018 tarihinde artık tıbbi destek veremeyeceğini duyurmuştur. Gazze’deki diğer 12 devlet hastanesi tarafından sağlanan hizmet de aynı sebepten dolayı durma noktasındadır. İhtiyaç duyulan ilaçların %35’i (184 çeşit standart ilaç), tıbbi malzemelerin ise %45’i bulunamamakta, 300 adet tıbbi cihaz teknik arızalarının giderilememesi sebebiyle kullanılmaz halde beklemektedir. Gazze’de yaşayan toplam 13.000 kanser hastası ne tedavi edilebilmekte ne de sınır kapısı engelini aşıp yurt dışına çıkabilmektedir. 2018 Mart ayından itibaren dışarı çıkanların bir sene içinde geri dönmelerini yasaklayan bir uygulamanın başlatılmasıyla da Gazzeliler, her geçen gün boyut değiştiren türlü baskı ve kısıtlamalara maruz kalmaktadır.
Gazzelilerin içinde bulunduğu bir diğer sorun, yeterli içme suyunun olmayışıdır. Yıllık içme suyu ihtiyacı 250 milyon m3 olan Gazze’de, bunun ancak beşte biri temin edilebilmektedir. Atık su sistemleri gibi altyapısal eksiklikler günlük 15.000 m3 atık suyun denize dökülmesine neden olmaktadır. Bölgeye yeterli miktarda elektrik verilememesi de vatandaşların evlerine su ulaştırılmasını zorlaştırmaktadır.
Türkiye ile İlişkiler
Türkiye, Filistin ile yüzlerce yıl öncesine dayanan güçlü sosyal, siyasal, kültürel ve tarihsel bağlara sahiptir. Tarih boyunca her iki devlet ve toplum birbiri ile barış ve kardeşlik ilişkisi içerisinde olmuş, Filistin topraklarının Osmanlı Devleti hakimiyetinde bulunduğu 400 yıllık süreç de, gerek kutsal topraklar, gerek hangi dine ya da etnik unsura mensup olursa olsun bölge insanı açısından barış ve huzurla dolu bir dönem olarak yaşanmıştır.
Son dönemde de Türkiye Cumhuriyeti, İsrail işgaline karşı Filistin halkının ve bağımsızlık mücadelesinin destekçisi olmuştur. 1975 yılından itibaren Filistin Kurtuluş Örgütü’nü resmî muhatap kabul eden Türkiye, 1988 yılında sürgünde gerçekleşen bağımsızlık ilanını da ilk gün tanıyan devletlerden biri olmuştur.
Bugün de Türkiye, Filistin’de BM kararları çerçevesinde hayata geçirilecek iki devletli çözüm önerisini desteklemekte, İsrail işgalinin sonlandırılarak 1967 sınırlarına dönülmesi noktasındaki iradesini uluslararası platformlarda en güçlü seviyede ortaya koymaktadır. Özellikle ABD’nin 2017 yılında Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıyan kararı sonrasında Türkiye, başta Birleşmiş Milletler ve İslam İşbirliği Teşkilatı olmak üzere, uluslararası mercilerin harekete geçirilmesi ve bu hukuksuz uygulama karşısında Filistin’in haklarının savunulmasına öncülük etmiştir.
Öte yandan Türkiye, Filistin siyasetinin iki başat aktörü konumundaki Fetih ve Hamas yapıları arasındaki sorunların giderilmesi noktasında da inisiyatif almakta ve ülke içerisinde barış ve istikrar ortamının oluşmasına katkı sağlamaktadır.
Türkiye diğer alanlarda olduğu gibi ticarî alanda da Filistin’in en önemli müttefiklerinden biri konumundadır. İki ülke arasındaki ticaret hacmi, Filistin’in yaşadığı İsrail işgaline rağmen her geçen yıl büyüyerek devam etmektedir. 2010 yılında 40 milyon dolar olan ticaret hacmi 2017 yılında 92 milyon dolara yükselmiştir. İki ülke arasındaki ticaretin tamamına yakını Türkiye’den Filistin’e ihracat şeklinde gerçekleşmektedir. Filistin’in Türkiye’den ithal ettiği ürünlerin büyük çoğunluğunu temel gıda maddeleri oluşturmakta, ayrıca tütün, ilaç, tıbbî ve elektronik cihazlar da ithal edilmektedir. Türkiye’ye ihraç edilen temel ürünse hurmadır.
Türkiye ile Filistin arasındaki ticarî ilişkilerin güçlendirilmesi noktasında son yıllarda pek çok antlaşma imzalanmıştır. İki ülke arasındaki ekonomik işbirliğinin arttırılmasını hedefleyen bu antlaşmaların en önemlisi Haziran 2005’te yürürlüğe giren Türkiye-Filistin Geçici Serbest Ticaret Antlaşması’dır. Buna karşın ihracatta İsrail gümrüklerinin kullanılıyor olması ve İsrail tarafının bu süreçlerdeki genel tutum ve uygulamaları iki ülke arasındaki ticarî ilişkileri yavaşlatmakta ve ekonomik işbirliğine zarar vermektedir.
İkili ilişkilerde değinilmesi gereken bir diğer husus ise, Türkiye’nin uzun yıllardır Filistin’e yaptığı yardımlardır. Türkiye köklü dinî, tarihî ve kültürel bağları sebebiyle her zaman Filistin’in yanında olmuş, siyasî desteğinin yanı sıra yardım ve kalkınma projeleriyle de dostluğunu göstermiştir. Bu bağlamda Filistin'e 2006-2015 yılları arasında yapılan resmî kalkınma yardımları yaklaşık 375 milyon dolar, 1995 yılından bu yana yapılan aynî ve nakdî yardım miktarı 23 milyon dolar civarındadır. Ayrıca sivil toplum kuruluşları da uzun yıllardır Filistin’e yönelik olarak sürdürdükleri yardım kampanyalarının yanı sıra, kalkınma projeleri ile de Türk halkının Filistin’e verdiği desteğin taşıyıcı gücü olmuşlardır.
Müslümanların Durumu
İsrail yönetimi Müslümanlar için kutsal kabul edilen Kudüs ve Mescid-i Aksa’da sistematik bir işgal ve yok etme politikasını tüm hızıyla sürdürmektedir. Kudüs’teki Filistinlilerin bölgeden çıkartılması, şehrin İslamî kimliğini gösteren tarihî eserlerin yok edilmesi, Mescid-i Aksa’nın altında devam eden kazı çalışmaları, Yahudi yerleşimlerinin kanunsuz biçimde yayılarak artması ve bu kapsamda sayılabilecek diğer faaliyetlerle Kudüs ve Filistin Yahudileştirilmek istenmektedir. İşgalci İsrail yönetimi bu uğurda Filistinlilerin evlerini yıkmakta ya da el koymakta, Arap kimliğini bölgeden silmeye çalışmaktadır.
Filistinli Müslümanlar kendi vatanlarında, kendi topraklarında günlük hayatlarını dahi sürdüremez hale gelmişlerdir. İsrail yönetimi keyfi tutuklamalarla halkı sindirmekte ve onları ülkelerini terk etmeye zorlamaktadır. Hiçbir gerekçe göstermeksizin yapılan tutuklamalarla insanlar kimi zaman yıllarca hapishanelerde tutulmaktadır. Bugün İsrail hapishanelerindeki Filistinlik tutuklu sayısı 7 bin civarındadır. Bunlardan 350’sinin çocuk olduğu, 1700’ünün ise ciddi sağlık sorunları bulunduğu bilinmektedir.
Filistinli Müslümanlar günlük su ve elektrik tüketimi noktasında çok ciddi sorunlar yaşamaktadır. Özellikle Gazze Şeridi’nde suların %98’e ulaşan düzeyde kirli olduğu tespit edilmiştir. İsrail yönetimi mevcut su kaynaklarını kendi kontrolündeki bölgelere aktarmakta ve Filistin halkının temiz suya erişimini kısıtlamaktadır. Ülkedeki kişi başı günlük su tüketimi, BM tarafından belirlenen asgarî 7.5 litrenin çok altındadır. Batı Şeria’daki 200 bin kadar Filistinlinin ise sürekli akan musluk suyuna erişimi yoktur.