Temel Göstergeler | |
Resmi Adı | Hindistan Cumhuriyeti |
Yönetim Biçimi | Federal parlamenter sistem |
Bağımsızlık Tarihi | 15 Ağustos 1947 (İngiltere’den) |
Başkent | Yeni Delhi (26 Milyon) |
Yüzölçümü | 3.287.263 km2 |
Nüfusu | 1,34 Milyar (2018) |
Nüfusun Etnik Dağılımı | %72 Hint-Aryan, %25 Dravidler, %3 Diğer |
İklimi | Güney ve güneybatıdaki kıyı kesimlerinde sürekli yağışlı tropikal iklim, kuzey ve doğu kesimlerinde muson iklimi, kuzeybatı kesimlerinde yarı kurak step iklimi ve Thar Çölü bölgesinde çöl iklimi görülmektedir. Yağış miktarı ve sıcaklık ortalamaları; yükselti, denize uzaklık, çöl ve sıra dağlar gibi yüzey şekillerine bağlı olarak değişmektedir. |
Coğrafi Konumu | Güney Asya’da, ismini kendisinden alan Hint Alt Kıtası’nda bulunan Hindistan’ın doğusunda Bengal Körfezi, Myanmar ve Bangladeş, batısında Pakistan ve Arap Denizi, kuzeyinde Çin, Nepal ve Bhutan, güneyinde ise bir ada devleti olan Sri Lanka yer almaktadır. |
Komşuları | Bangladeş (4.142 km), Pakistan (3.190 km), Çin (2.659 km), Nepal (1.770 km), Myanmar (1.468 km), Bhutan (659 km), kıyı şeridi (7.000 km) |
Dil | Hintçe, İngilizce, yerel diller (Hindistan’da 200’ün üzerinde yerel dil konuşulmakta olup bunlardan 22’si resmî dil olarak tanınmaktadır. Bunlardan bazıları: Urduca, Marathi, Malayalam, Tamil, Bengalce, Telugu, Kannada, Kaşmiri, Gücerat, Pencabi, Assamca) |
Din | %80 Hindu, %15 Müslüman, %2 Sih, %2 Hristiyan, %1 Budist ve diğer |
Ortalama Yaşam Süresi | 69,1 yıl (2018) |
Okuma-Yazma Oranı | %71,2 (2015) |
Para Birimi | Hint Rupisi |
Millî Gelir | 2,716.746 trilyon dolar (2018 IMF) |
Kişi Başı Ortalama Milli Gelir | 2.036 dolar (2018 IMF) |
İşsizlik Oranı | %8,5 (2017) |
Enflasyon Oranı | %3,6 (2017) |
Reel Büyüme Hızı | %6,5 (2018) |
Yoksulluk Oranı | %22 (2011) |
İhracat Ürünleri | Petrol yağ ve gazları, elmas ve mücevherat, tıbbi ilaç, pirinç, binek otomobil ve motorlu taşıtlar, kabuklu hayvanlar, kara yolu taşıtları yedek parçaları, sığır eti, işlenmemiş alüminyum, pamuk ipliği, zirai ilaç, tekstil ürünleri, sondaj makineleri ve yüzer vinçler, demir, bakır ve ferro alyajlar. |
İthalat Ürünleri | Ham petrol, altın, elmas, telefon cihazları, taş kömürü, petrol yağ ve gazları, palm yağı, otomatik bilgi işlem makineleri, diyod ve transistörler, kara yolu taşıtları için yedek parça, kuru baklagiller, bakır cevheri, inci, gümüş, etilen polimerler, soya yağı, helikopter. |
Başlıca Ticaret Ortakları | Çin, ABD, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, İsviçre, Endonezya, Hong Kong, Singapur, Güney Kore. |
Ülke Tarihi
Dünyanın en kalabalık ikinci ve yüz ölçümü bakımından en büyük yedinci ülkesi olan Hindistan, din, kültür ve etnisite bakımından dünyanın en zengin ülkesi konumundadır. 21 resmî dilin anayasada kabul edildiği ülkede, İngilizce de yaygın olarak kullanılmaktadır. %80’i Hindulardan oluşan Hindistan’da ikinci en kalabalık dinî unsur Müslümanlardır. Ülke nüfusu içindeki oranı %15 civarında olan Hindistan Müslümanlarının yakın gelecekte dünyadaki en kalabalık Müslüman grubu oluşturması beklenmektedir. Nüfusun geri kalanı ise Hristiyan, Budist, Sih ve diğer dinî gruplardan oluşmaktadır.
Ülkenin ismi eski Sanskritçe metinlerde “Bharata” olarak geçmekte ve bugün de Hindistan anayasasında ve bölgedeki yerel dillerde Bharat olarak kullanılmaktadır. Farsçada İndus Nehri’ne nispetle kullanılan Hindu kelimesi Yunancaya India şeklinde geçmiş ve bu isim yaygınlık kazanarak ülkenin bugün uluslararası kabul gören adı hâline gelmiştir.
Hint coğrafyası göç ve ticaret yolları üzerinde olması sebebiyle tarih boyunca çok çeşitli milletlerle, farklı dinî, etnik ve kültürel unsurlarla etkileşim içinde olmuştur. Bununla birlikte bu coğrafyada öne çıkan iki ana etnik unsur, güney bölgesine yerleşen koyu tenli Dravidyenler ve kuzeydeki açık tenli Aryanlardır. Aryan ırkı, süreç içerisinde Orta Asya’dan bölgeye gelen unsurlara eklemlenmiş ve böylece farklı etnik yapılar ortaya çıkmıştır.
Bölgedeki ilk yerleşimcilerin 55.000 yıl önce Afrika kıtasından geldikleri tahmin edilmektedir ve Güney Asya coğrafyasında ulaşılan en eski insan izleri 30.000 yıl öncesine dayanmaktadır. Arkeolojik kazılar MÖ 6500’lerden bu yana bölgede tarım yapıldığını ve hayvanların evcilleştirildiğini ortaya koymaktadır. MÖ 2000’li yıllardan itibaren bugünkü Pakistan ve Batı Hindistan bölgesinde kent hayatının ortaya çıktığı görülmektedir. Bu tarihten itibaren Hindu kutsal metinleri olan Vedalar ortaya çıkmış ve Hint Alt-Kıtası’na göçler başlamıştır.
Bölgede ilk siyasi birlik MÖ 4. yüzyıl sonlarında Magadha Krallığı ve ardından Mauryan İmparatorluğu zamanında kurulmuştur. Bu tarihten itibaren İslami döneme kadar Hint coğrafyasında bölgesel krallıklar hüküm sürmüştür. Bunlardan öne çıkanlar; Palava Krallığı (275-897), Vakataka Krallığı (3-5. yüzyıllar), Gupta Krallığı (320-550), Kadamba Krallığı (345-540), Çalukya Krallığı (543-753), Maitraka Krallığı (493-776), Harsha Krallığı (7. yüzyıl), Rashtrakuta Krallığı (735-982), Pala Krallığı (8-12. yüzyıl) ve Batı Çalukya Krallığı’dır (973-1189). Hint Yarımadası’nın güneyinde hâkimiyet kuran Vijayanagar Krallığı ise 1336-1646 yılları arasında varlığını sürdürmüştür.
Hindistan coğrafyası ilk hicri yüzyıldan itibaren İslamiyet’le etkileşim içinde olmuştur. 710 yılında Sind bölgesinin fethi ile Müslümanların bölgedeki etkinliği başlamış, 10. yüzyıl sonlarında Gazneli Mahmud’un düzenlediği 17 seferle bölgenin hâkimiyeti büyük oranda Türklerin eline geçmiştir. Bu gelişmenin ardından İslamiyet, Kuzey Hindistan’dan başlayarak Hint coğrafyasında hızla yayılmıştır. İngiliz sömürge dönemine kadar Hindistan coğrafyasında yüzyıllar boyunca Müslüman Türk devletlerinin hâkimiyeti söz konusu olurken bunların en önemlileri Gazneliler (963-1186), Delhi Sultanlığı (1206-1526), Dekkan Sultanlığı (1527-1686) ve Babür İmparatorluğu’dur (1526-1858).
Bölgede sömürge hareketleri 16. yüzyıl başlarında Portekiz’le başlamış, Vasco de Gama’nın öncülük ettiği süreçte Portekiz, Batı Hindistan’daki önemli liman şehirlerini hâkimiyeti altına almayı başarmıştır. Malaka Sultanlığı’nı ele geçiren Portekiz’den yaklaşık bir asır sonra, 1608’de bu kez İngilizler bölgeye ayak basmış ve sömürgecilik tarihinin en önemli ayaklarından biri olarak değerlendirilebilecek süreç böyle başlamıştır. 17. yüzyıl boyunca Hindistan’daki nüfuz alanını adım adım genişleten İngiltere, 19. yüzyıl ortalarına gelindiğinde kuzeyde Keşmir’den güneyde Sri Lanka’ya, doğuda Burma’dan batıda Peşaver’e kadar büyük bir sömürge imparatorluğu kurmayı başarmıştır. Prensliklerle yaptığı anlaşmalarla konumunu güçlendiren İngiliz sömürge yönetimi, uyguladığı toprak reformları, tekelci anlayış, zorunlu üretim politikaları ve kapitalist üretim anlayışıyla halkı yoksulluğa sürüklemiştir.
19. yüzyılın sonlarında başlayan bağımsızlık mücadelesi, zamanla Hindu ve Müslüman Hindistanlıları, sömürgeci İngiltere’ye karşı birlikte hareket etmeye yöneltmiştir. Uzun ve zorlu bir sürecin ardından bölge, 15 Ağustos 1947’de Hindistan ve Pakistan adıyla iki ayrı devlet olarak bağımsızlığını ilan etmiştir. Bugünkü Bangladeş’i de içine alacak şekilde Müslümanların çoğunlukta olduğu kesimler Pakistan devletini oluştururken, geri kalan topraklar Hindistan’ı oluşturmuş, Keşmir ise günümüzde hâlâ devam eden bir çözümsüzlüğe itilmiştir. Bugün Keşmir’in büyük bölümü Cammu Keşmir adıyla Hindistan sınırları içerisinde, daha küçük bir bölümü Azad Keşmir adıyla Pakistan sınırları içinde, insan yerleşiminin olmadığı en küçük kısmı da Aksai Çin adıyla Çin kontrolü altında bulunmaktadır.
Sömürge döneminde uygulanan politikalar, Hindistan’ın bağımsızlık sonrası sürecinde baş gösteren ve çoğu bugün dahi çözülememiş sorunlarının temelini oluşturmuştur. Keşmir sorunu, içe kapalı ekonomi, kronik yoksulluk, yönetim sistemindeki boşluklar, temel altyapı eksiklikleri, geniş halk kitlelerinin eğitim ve sağlık hizmetlerinden yararlanamaması gibi sorunlar, sömürge dönemi uygulamalarının izlerini taşımaktadır.
Bağımsızlık sonrası süreçte ülkenin ilk başbakanı olan Jawaharlal Nehru, 1964 yılına kadar devlet başkanlığı görevini sürdürürken, ülke 1990’lara kadar dışa kapalı bir görüntü sergilemiştir. Sınır anlaşmazlıkları sebebiyle 1947-1948, 1965 ve 1971’de Pakistan’la, 1962’de ise Çin’le karşı karşıya gelen Hindistan, bir yandan da ekonomik sorunlarla mücadele etmek durumunda kalmıştır. Nehru’dan sonra ülke siyasetindeki en önemli figür olan Indira Gandhi 1966-1977 ve 1980-1984 yılları arasında başbakanlık yapmış ve 31 Ekim 1984’te bir suikast sonucu hayatını kaybetmiştir. Yerine gelen oğlu Rajiw Gandhi de annesi gibi görevi başında 2 Aralık 1989’da bir suikast sonucu yaşamını yitirmiştir.
Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte ülke liberal ekonomi politikaları uygulamaya, dışa açılmaya ve küresel aktörlerle ilişkilerini güçlendirmeye başlamıştır. Böylece Hindistan, son yıllarda Çin’e karşı bölgenin denge unsuru olarak siyaset, ticaret, güvenlik, kültür-sanat gibi alanlarda öne çıkmaktadır.
Temelleri 19. yüzyıla dayanan Hindu milliyetçiliği 1980’lerden itibaren Hindistan siyasal ve toplumsal yaşamında öne çıkmaya başlamıştır. Giderek artan bir dozda devam eden bu yaklaşım, 2014 seçimlerinde politik düzlemde de başarı kazanmış ve ülke yönetiminde Hindu milliyetçiliği anlayışı hâkim duruma geçmiştir. Farklı dinî etnik unsurlara karşı ayrımcı bir yaklaşımı benimseyen bu ideoloji, ülkede en çok Müslümanlara zarar vermektedir.
Siyasi Yapı
Hindistan, parlamenter sistemi kabul etmiş federatif bir cumhuriyettir. Ülke aynı zamanda dünyanın en kalabalık demokratik yönetimi olma özelliği taşımaktadır. 1947 yılında bağımsızlığın kazanılmasının ardından 1950 yılında kabul edilen anayasa ile devletin temel yönetim mekanizmaları belirlenmiştir.
Federasyon sistemini benimseyen ülkede 29 eyalet ve 7 “birlik toprağı” bulunmaktadır. Eyaletler kendi hükümet ve parlamentolarına sahiptir. Yönetim mekanizmaları, merkezî hükümetle eyalet hükümetleri arasında paylaşılmıştır. Birlik toprakları ise cumhurbaşkanının atadığı valiler tarafından yönetilmekte ve merkezî hükümete bağlı bulunmaktadır.
Devlet başkanı, parlamentonun her iki kanadından seçilmiş üyeler tarafından belirlenmekte ve beş yıllığına göreve gelmektedir. Mevcut cumhurbaşkanı Haziran 2017’den bu yana Ram Nath Kovind’dir. Cumhurbaşkanı tarafından atanan başbakan ise hükümetin başı olup yürütme organına ait yetkilerinin çoğunu kullanmaktadır. Mayıs 2014’ten bu yana ülkede başbakanlık görevini Norendra Modi yürütmektedir.
Yasama organı 250 sandalyeli eyalet meclisi ve 543 sandalyeli halk meclisinden oluşan iki kanatlı parlamentodur. Halk meclisi üyeleri beş yılda bir gerçekleştirilen seçimlerle belirlenirken, eyalet meclisi üyeleri eyalet parlamentoları ve birlik toprakları tarafından belirlenmekte ve üyelerinin üçte biri altı yılda bir yenilenmektedir. Eyalet meclisinin 12 üyesi ise cumhurbaşkanı tarafından atanmaktadır.
Ekonomik Durum
Dünyanın en büyük yedinci ekonomisi olan Hindistan, 500 milyonu aşan iş gücü, genç nüfus ortalaması ve istikrarlı büyüme trendi ile orta vadede dünyanın en büyük üç ekonomisinden biri olma yolunda hızla ilerlemektedir. Ekonomi; tarımdan sanayiye, bilişimden uzay teknolojilerine, el sanatlarından hayvancılığa kadar çok çeşitli alanlara yayılmıştır. Rupinin itibar ve istikrarı giderek yükselmektedir. 1990’lı yıllardan bu yana uygulanan ekonomi politikalarıyla yüksek büyüme oranları yakalanmıştır. Son 10 yıldaki %7’nin üzerindeki ortalama büyüme ile Hindistan en hızlı büyüyen ilk 10 ülke arasındadır.
Bu olumlu göstergelere karşın yetersiz altyapı, yoğun nüfus, düşük verimlilik, tarım dışı alanlarda istihdam olanaklarının azlığı, kırsal nüfusun başta eğitim olmak üzere temel imkânlara erişimindeki güçlükler, düşük vergi gelirleri, bütçe açığı gibi sorunlar Hindistan açısından çözülmeyi bekleyen temel problemlerdir. 1,5 milyara yaklaşan nüfus içerisinde yoksulluk geniş halk kesimleri için kronik bir sorundur ve nüfusun yaklaşık dörtte biri yoksulluk sınırı altında yaşamaktadır. Aynı şekilde 2.000 dolar civarındaki kişi başı ortalama yıllık gelir de dünya ortalamasının çok altındadır. Yine de son yarım yüzyılda, yoksulluk oranının %60’lardan %20-25 aralığına düşürülebildiği de hesaba katıldığında, ülkede gelir eşitsizliğindeki artışa rağmen yoksulluğun genel ölçekte azaltıldığı söylenebilir.
Hindistan ekonomisinin temel direği tarımdır. Nüfusun yarısına yakını için geçim kaynağı ve temel istihdam alanı olan tarım, millî gelirin sadece %15’ini karşılamaktadır. Yetiştirilen başlıca ürünler; pirinç, buğday, yağlı tohumlar, jüt, çay, şeker kamışı, mercimek, soğan ve patatestir. Ayrıca süt ürünleri, kümes hayvanı ve küçükbaş hayvan yetiştiriciliği de yaygındır. Son yıllarda tarıma olan bağımlılık azalmaya başlamışsa da sektör ülke için hayati pozisyonunu korumaktadır. Öte yandan geçimlik tarımla uğraşan kırsal nüfusun hayat şartları oldukça zorlu, gelirleri de oldukça düşüktür. Küresel gıda şirketlerinin Hindistan’da uyguladığı acımasız kredi politikaları son yıllarda binlerce Hindistanlı çiftçiyi intihara sürüklemiştir.
İstihdam ve millî gelirdeki payı %25’ler civarında olan sanayi sektörü son yıllarda gelişme göstermekte ve çeşitlenmektedir. Bu alanda öne çıkan sahalar tekstil, makine, otomotiv, enerji, kimya, petrol, gıda işleme, yazılım, ilaç, çimento, çelik ve ulaşımdır. Ülkedeki ekonomik büyüklüğü 50 milyar dolara yaklaşan ilaç sektörü, küresel ilaç endüstrisi açısından oldukça kritiktir. Otomotiv sektöründeki büyüme ise bu alada dünyadaki en hızlı büyüme performanslarından birine tekabül etmektedir.
Son yıllarda ülke ekonomisindeki payı giderek büyüyen ve hızla gelişen hizmet sektörü ise istihdamın üçte birini, millî gelirin de yarısından fazlasını karşılamaktadır. Özellikle bilgi teknolojileri, telekomünikasyon ve uzay teknolojileri gibi alanlar öne çıkmaktadır. Bilgi teknolojilerinde yaklaşık 3 milyon kişi istihdam edilmekte ve yıllık 100 milyar dolara yakın gelir elde edilmektedir.
Dış ticarette Hindistan son yıllarda 600-850 milyar dolar bandında bir hacme sahiptir ve 1 trilyon dolarlık dış ticaret hacmi yakın gelecekte gerçekçi bir hedef olarak gözükmektedir. 2017 yılında dış ticaret hacmi 295 milyar doları ihracat, 444 milyar doları ithalat olmak üzere toplamda 739 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. 1,5 milyar dolara yaklaşan nüfus sebebiyle ülke gıda ve enerji alanlarındaki ihtiyaçlarını büyük oranda ithalat yoluyla karşılamaktadır. Bu da dış ticarette önemli miktarda açığa sebebiyet vermektedir. Hindistan’ın dış ticaretteki en önemli üç partneri ABD, Çin ve Birleşik Arap Emirlikleri’dir. Öne çıkan diğer ülkelerse Suudi Arabistan, İsviçre, Endonezya, Hong Kong, Singapur ve Güney Kore’dir.
Türkiye ile İlişkiler
Dünyanın en köklü devlet ve medeniyet tecrübelerine sahip iki milleti olan Türklerle Hintler arasındaki kültürel, siyasi, askerî ve ekonomik ilişkilerin kökleri yüzlerce yıl öncesine dayanmaktadır. Türkler İslamiyet’i kabul ettikten sonra Afganistan üzerinden Hint Yarımadası’na göçler gerçekleştirmiş ve 12. yüzyıldan başlayarak 18. yüzyıl ortalarındaki İngiliz sömürge dönemine kadar yüzlerce yıl bölgenin en önemli devletlerini kurmuş ve yönetmişlerdir. Gazneliler (963-1186), Delhi Sultanlığı (1206-1526), Dekkan Sultanlığı (1527-1686) ve Babür İmparatorluğu (1526-1858) gibi önemli devletler, yüzlerce yıl Hint Yarımadası’nın önemli bir kısmını hâkimiyetleri altında bulundurmuştur. Bu yüzyıllarda iki millete ait siyaset, ticaret, kültür, örf ve inanç alanlarında büyük etkileşimler olmuştur.
İki millet arasındaki güçlü bağlar Millî Mücadele yıllarında da kendini göstermiş, Türkiye’nin tarihinin en zor dönemeçlerinden birini yaşadığı 1. Dünya Savaşı sonrası süreçte, milletimize en güçlü desteği veren, İngiliz sömürgesi altındaki Hindistan olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti de Hindistan’ın 15 Ağustos 1947’deki bağımsızlığını hemen tanımıştır. Ancak özellikle Pakistan ile Hindistan arasındaki gerilimli ilişki, Türkiye-Hindistan ilişkilerine de sirayet etmiş, Türkiye ile Pakistan arasındaki “kardeş ülke” yaklaşımı sebebiyle Hindistan’la yakın geçmişte güçlü ilişkiler kurulamamıştır. Özellikle Keşmir’de Müslümanlara yönelik uygulanan sistematik politikalar, Türk toplumu nezdinde olumsuz yargılara gerekçe oluşturmaya devam etmektedir. Ancak köklü ilişkilere sahip olduğumuz, yaklaşık 1,5 milyar nüfusa sahip olan ve küresel aktör olma yolunda hızla ilerleyen Hindistan ile mevcut soru işaretlerini yok saymadan, daha yapıcı, reel ve uzun vadeli ilişkiler kurulması gerektiği açıktır. Bunun yapılabilmesi için gerek devletler gerekse toplumlar nezdinde her iki ülkenin de birbirini daha yakından tanımaya ihtiyacı vardır. Devletler arasında güçlü ilişkilerin kurulabilmesinin bu ön şarta bağlı olduğu unutulmamalıdır. Eğer bu noktada yapıcı adımlar atılabilirse turizmden bilişime, ticaretten kültür-sanat alanlarına kadar çok geniş bir sahada ilişkilerin güçlendirilebilmesi mümkün olacaktır.
Bu kapsamda son yıllarda gerçekleştirilen üst düzey ziyaretler umut vericidir. R. Tayyip Erdoğan’ın 2008’de başbakan ve 2017’de cumhurbaşkanı sıfatıyla gerçekleştirdiği ziyaretlerin yanı sıra, Abdullah Gül 2010’da cumhurbaşkanı ve Ahmet Davutoğlu da 2011’de başbakan sıfatıyla Hindistan’a ziyaretlerde bulunmuşlardır. Öte yandan Hindistan Cumhurbaşkanı Pranab Mukherjee Ekim 2013’te, Başbakan Narendra Modi ise Kasım 2015’te G-20 Zirvesi münasebetiyle ülkemizi ziyaret etmiştir. G-20 zirveleri iki ülkenin devlet başkanlığı düzeyindeki temaslarını periyodik biçimde sürdürmesine imkân vermektedir.
İki ülkenin büyükelçilikleri dışında faaliyet gösteren konsoloslukları da vardır. Türkiye’nin Mombai ve Haydarabad’da birer konsolosluğu, Hindistan’ın da İstanbul’da bir başkonsolosluğu, Gaziantep, İzmir ve Bodrum’da da birer fahri konsolosluğu vardır.
İki ülke arasındaki ticari ilişkiler son yıllarda artan bir ivme ile güçlenerek devam etmektedir. 2009 yılında 2,3 milyar dolar olan toplam ticaret hacmi, geride kalan 10 yıllık süreçte neredeyse dört katına çıkarılarak 2018 yılında 1,12 milyar doları Türkiye’den Hindistan’a ihracat, 7,53 milyar doları ithalat olmak üzere toplamda 8,65 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. Bu rakamların da gösterdiği üzere Hindistan, Türkiye’nin en büyük 10 dış ticaret partnerinden biri konumundadır. Ancak iki ülke arasındaki ticaret düzenli olarak Türkiye aleyhine açık vermektedir. Türkiye’den Hindistan’a ihraç edilen başlıca ürünler; mermer ve traverten, hurda demir, kara yolu taşıtları için yedek parça, motor parçaları, deri, altın, petrol yağları, yıkama makinaları, tabii boratlar, ferro alyajlar, karbonat, gümüş, magnezit ve plastik eşyalardır. Hindistan’dan ithal edilen başlıca ürünlerse; petrol yağları, sentetik iplik ve türevleri, kara yolu taşıtları için yedek parçalar, pistonlu motorlar, işlenmemiş alüminyum, diyod ve transistörler, traktör, yontulmaya hazır taşlar ve sentetik boyayıcı maddelerdir.
Müslümanların Durumu
İslamiyet Hint Alt Kıtası’na hicri 1. yüzyılın sonlarında, 710 yılında Sind bölgesinin Araplar tarafından fethi ile girmiştir. 10. yüzyılın sonlarında Gazneli Mahmud’un düzenlediği 17 seferle bölgenin büyük oranda fethedilmesiyle birlikte İslamiyet Hint coğrafyasında hızla yayılmaya başlamıştır. Böylece alt kıtada İslamiyet’in yayılması, 12. yüzyılda Kuzey Hindistan bölgesinden gelen Türk akınları aracılığıyla gerçekleşmiştir. Bu tarihten itibaren İngiliz sömürge dönemine kadar yüzlerce yıl boyunca bölgede Müslüman Türk devletleri etkili olmuş ve Hint coğrafyasına büyük oranda hükmetmişlerdir. Bunların en önemlileri Gazneliler (963-1186), Delhi Sultanlığı (1206-1526), Dekkan Sultanlığı (1527-1686) ve Babür İmparatorluğu’dur (1526-1858).
Günümüzde Hindistan Müslümanlarının gerek ülke nüfusu gerekse nüfus içerisindeki oranlarıyla ilgili tüm bilgiler tahminidir. Ülke nüfusunun 2018 yılı itibarıyla 1 milyar 340 milyon civarında olduğu tahmin edilmekte ve Müslümanların ülke nüfusunun yaklaşık %15’ini teşkil ettiği ifade edilmektedir. Bu veriler esas alınacak olursa Hindistan’da 200 milyon civarında Müslüman’ın yaşadığını söylemek mümkündür. Ancak nüfus sayımlarının yetersizliği ve ülkede Müslümanlara yönelik giderek artan Hindu milliyetçiliği sebebiyle kesinleştirilemeyen veriler, Hindistan’daki Müslümanların gerçek sayısının bunun çok üzerinde olduğunu düşündürmektedir. Ayrıca bağımsızlığın kazanılmasından bu yana geride kalan 70 yılı aşkın süre içerisinde ülkede oransal olarak artış gösteren tek din İslamiyet’tir. Zira 1951 sayımlarında %84,8 olan Hindu oranı %79,8’e düşerken aynı süreçte Müslümanların oranı resmî rakamlara göre %9,8’den %14,2’ye yükselmiştir.
Hindistan Müslümanları büyük oranda Hanefi mezhebine mensup olup, Şiilerin Müslümanlar içerisindeki oranının %10 ila 15 olduğu tahmin edilmektedir. Bu kabule göre Hindistan İran’dan sonra dünyada en çok Şii’nin yaşadığı ikinci ülke konumundadır.
İlk dönemlerden itibaren Hint Yarımadası’nda İslamiyet’in yayılmasında önemli etkisi olan tasavvufi hareketler günümüzde de ülkede oldukça yaygın ve etkin konumdadır. Özellikle 19. yüzyılın ortalarında kurulan Diyobendiyye hareketi ve 1926 yılında Diyobendiyye içinden neşet etmekle birlikte bugün dünyanın en büyük İslami cemaati hâline gelen “Tebliğ” hareketi bu kapsamda zikredilmelidir. 160 kadar ülkede teşkilatlanan cemaatin sadece Hint Alt Kıtası’nda 80 milyon kadar bağlısı bulunmaktadır. Öte yandan ehlisünnet dünyanın dışında ve sapkın mezheplerden kabul edilen Kadıyanilik de 20. yüzyılın başlarında Hindistan’da ortaya çıkmıştır. Bu hareketin günümüzde tüm dünyada yaklaşık 2 milyon takipçisi bulunmaktadır.