Temel Göstergeler | |
Resmi Adı | İnguşetya Cumhuriyeti |
Yönetim Biçimi | Rusya Federasyonu’na bağlı “Kuzey Kafkasya Federal Bölgesi” içinde özerk cumhuriyet |
Özerklik Tarihi | 4 Haziran 1992 |
Başkent | Magas (9.000) |
Yüzölçümü | 3.513 km2 |
Nüfusu | 497.356 (2020) |
Nüfusun Etnik Dağılımı | %94,1 İnguş, %4,6 Çeçen, %0,8 Rus, %0,5 diğer |
İklimi | Karasal iklim hâkimdir. |
Coğrafi Konumu | Büyük Kafkas Sıradağları’nın kuzey eteklerinde yer almaktadır. |
Komşuları | Kabardey-Balkarya, Kuzey Osetya, Çeçenistan, Gürcistan |
Dil | İnguşça, Çeçence |
Din | %98 Müslüman, %2 diğer |
Ortalama Yaşam Süresi | 82,4 yıl |
Para Birimi | Rus Rublesi |
Gayrisafi Bölgesel Gelir (GRP) | 1 milyar dolar (2018) |
Kişi Başı Ortalama Milli Gelir | 1.790 dolar (2018 IMF) |
İşsizlik Oranı | %26 |
Yoksulluk Oranı | %31 |
Tarihî Arka Plan
Kuzey Kafkasya, Müslüman ve Hristiyan dünyanın buluştuğu ve Avrupa ile Asya’nın birbirinden ayrıldığı bir bölge olması sebebiyle jeopolitik olarak önemli bir konuma sahiptir; dolayısıyla bölge her zaman büyük devletlerin çıkarlarının çatıştığı bir coğrafya olagelmiştir.
16 ve 17. yüzyıllarda Kuzey Kafkasya, bu bölgede hâkimiyet kazanmaya çalışan Osmanlı ile İran Safavi Devleti arasında devam eden mücadeleye sahne olmuştur. Yine 16. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Kuzey Kafkasya siyasi arenasına dâhil olan bir başka güç ise Rusya’dır. Çarlık Rusya ordusunda general olan ve aynı zamanda Kafkas Savaşı adlı kitabın yazarı olan Vasiliy Potto’ya göre, IV. İvan’dan başlayarak hemen hemen bütün Rus çarları, Kafkasya üzerinde hâkimiyet kurmaya çalışmıştır; hatta “Kafkasya hâkimiyeti fikri, Rus tarihinde kalıtsal hâle gelmiştir.” Bununla birlikte, Rusya’nın Kuzey Kafkasya’ya yönelik dış politikasının temel amacı, 16. yüzyıl sonlarına doğru zaten yeterince zayıflamış olan İran ile askerî-politik bir ittifak kurarak Osmanlı’nın bu bölgedeki varlığına karşı koymak şeklinde gelişmiştir.
Rusya’nın Kuzey Kafkasya’yı istila etmesi kolay olmamış, bu süreç birkaç yüzyıla yayılmıştır. Bu istilaya karşı koymak için İmam Mansur, Gazi Muhammed, Hamzat Bek, Şeyh Şamil gibi liderler önderliğinde birçok defa bir araya gelen Kuzey Kafkasya halkları, 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar Rus istilalarına direnmiştir. 19. yüzyılla birlikte başlayıp yüzyılın ikinci yarısında (1864) sona eren Kafkas Savaşı neticesinde, yüz binlerce insan Osmanlı’ya sürgün edilmiş ve bölgede asırlar boyu devam eden siyasi, etnik, dinî ve kültürel düzen yıkılmıştır. Kafkas Savaşı’ndan sonra birkaç ayaklanma başlatılmışsa da bunlar Rusya tarafından kanlı bir şekilde bastırılmış ve 19. yüzyılın ikinci yarısında, Kuzey Kafkasya tümüyle Rusya’nın idari ve askerî hâkimiyetine girmiştir.
Beyaz ve Kızıl orduların arasında geçen Rus İç Savaşı’ndan (1917-1922) sonra ortaya çıkan kolektifleştirme ve komünist rejim dayatmaları sırasında ise; ulusal aydınların, Müslüman din adamlarının ve varlıklı ailelerin kitlesel imhası başlatılmıştır. Sovyetler Birliği yönetiminin izlediği bu politika, Kuzey Kafkasya’da önce örgütlü ayaklanmalara, daha sonra ise 2. Dünya Savaşı’na kadar mücadelesini sürdürecek olan partizan grupların ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Erkek nüfusun neredeyse tamamının cephede bulunduğu 2. Dünya Savaşı yıllarında, çoğunlukla kadın, çocuk ve yaşlılardan oluşan Çeçen-İnguş ve Karaçay-Balkar halkları, Orta Asya’ya sürgün edilmiştir. Stalin’in ölümünden sonra Sovyetler Birliği’nde devlet baskıları azalamaya başlamış ve Nikita Kruşçev’in iktidarda bulunduğu 1957 yılından sonra da söz konusu halkların ana vatanlarına dönmelerine izin verilmiştir.
Entelektüelleri, ilim ve din adamlarını yok eden Sovyet yönetimi, Kafkasya insanını Rus öğretmenler aracığıyla sıradan bir Sovyet vatandaşına dönüştürmeyi planlamıştır. Nitekim 1960’lara gelindiğinde, bu planın başarıya ulaştığı düşünülmüş ve tüm bölge halklarının Sovyet ideallerine sadık birer yurttaş olduğu varsayılmaya başlanmıştır; ancak durumun hiç de göründüğü gibi olmadığı 1980’lerde anlaşılmıştır. Bu tarihlerde Glasnost (açıklık) ve Perestroika (yeniden yapılandırma) politikaları ile Sovyet yönetiminin azınlıktaki halklara uyguladığı baskıların ve sansürün hafiflemesi, hatta bazı üye devletlerin Sovyetler Birliği’nden ayrılmak üzere harekete geçmesi üzerine, Kuzey Kafkasya halkları arasında da ulusal hareketler ortaya çıkmıştır.
Sovyet döneminde, genellikle iktidarda etnik Rus yöneticilerin olduğu Kuzey Kafkasya cumhuriyetlerinde, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra yapılan ilk gerçek ve rekabetçi seçimlerde, iktidara yerli ulusal hareketlerin temsilcileri gelmiştir. 1990’ların başında, bu cumhuriyetlerde iktidara gelen liderleri iki kategoride değerlendirmek mümkündür. Birinci kategoride, Sovyet ordusunda görev almakla birlikte ulusal hareketlere dâhil olup siyasete girenler gelmektedir. Çeçenistan’da Cahar Dudayev ve İnguşetya’da Ruslan Auşev bu grup içinde sayılabilir. İkinci gruptakiler ise; yeni dönemde de iktidarda kalmayı başaran ulusal nomenklaturanın temsilcileridir. Bunlar arasında Dağıstan’daki Yüksek Konsey Prezidyumu Başkanı Magomedali Magomedov, Kabardey-Balkarya’daki Yüksek Konsey Prezidyumu Başkanı Valeriy Kokov, Kuzey Osetya’daki Komünist Parti Bölge Komitesi Birinci Sekreteri Aleksandr Galazov gibi isimler dikkat çekmektedir.
Kuzey Kafkasya kendine yön ararken, aynı sıralarda Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Moskova’da (Ekim 1993’te) Devlet Başkanı Boris Yeltsin ve parlamento arasında silahlı bir çatışmaya dönüşecek olan şiddetli bir güç mücadelesi başlamıştır; dolayısıyla da Rusya’nın politik gündeminde böyle bir mesele varken, Kuzey Kafkasya’daki gelişmeler Moskova’nın dikkatini çok fazla çekmemiştir. Bölgede, Sovyet sonrası dönemde Kuzey Kafkasya cumhuriyetlerinin çoğunun bağımsızlık yerine genişletilmiş özerklik talep etmesi, önemli bir ayrışmaya sebep olmuş ancak bu durum Moskova tarafından bir sorun olarak görülmemiştir. Zira 1990’ların başında, bizzat Yeltsin, “Alabildiğiniz kadar bağımsızlığı alınız” demiştir. Ne var ki Çeçenistan’ın özerklik değil tam bağımsızlık arayışında olması, Moskova’yı fazlasıyla rahatsız etmiş ve 1994’te Rusya-Çeçenistan Savaşı başlamıştır. O zamana kadar genellikle Rusya’nın ikincil gündem maddelerinden olan tüm Kuzey Kafkasya bölgesi, bir anda ülkenin en önemli meselesi hâline dönüşmüştür. 1999 yılında İkinci Çeçenistan-Rusya Savaşı başladığında, çatışmanın etkileri bölgesel sınırları aşmış ve süreç, bütün Rusya’nın etkilendiği bir gerilim yumağına dönüşmüştür.
2000 yılında iktidara gelen Vladimir Putin’in Rusya’yı hızla “üniterleştirme”sinin Kuzey Kafkasya üzerindeki en büyük etkisi ise, özerk cumhuriyetlerin cumhurbaşkanlarının doğrudan halk tarafından seçilmesi uygulamasının kaldırılması olmuştur. Sonrasında bölgede askerî varlığını ve siyasi ağırlığını yeniden hissettiren Moskova yönetimi, 2009 yılında Çeçen savaşının resmen bittiği tarihe kadar, tüm bölgede kontrolü ele almıştır. Putin’in Nisan 2013’te, Rusya’ya bağlı özerk cumhuriyetlerin parlamentolarına doğrudan seçimleri kaldırma hakkı veren yasayı imzalaması sonucunda, Kuzey Kafkasya’daki yedi cumhuriyetten altısı bu uygulamaya geçmiştir. Günümüzde bölgede sadece Çeçenistan’da cumhurbaşkanı doğrudan halk tarafından seçilmektedir.
Yeltsin döneminde Kremlin’in Kuzey Kafkasya’daki sorunlara yaklaşımının temelinde, burada yükselen bağımsızlık taleplerinin domino etkisi yaratarak Rusya’nın da Sovyetler Birliği ile aynı kaderi paylaşacağı korkusu yer alırken, Putin’in iktidara gelmesiyle Rusya’nın Kuzey Kafkasya politikasında hızlı bir değişim yaşanmıştır. Putin’in Kuzey Kafkasya politikası iki bileşenden oluşmaktadır: Güvenlik sorununu çözmek (ayrılıkçı grupları yok etmek) ve Moskova’dan Kuzey Kafkasya cumhuriyetlerine doğru sübvansiyon akışını sağlayarak buradaki yerli elit sınıfı kontrol altında tutmak.
Siyasi ve Etnik Yapı
Büyük Kafkas Sıradağları’nın kuzey eteklerinde yer alan İnguşetya; Kabardey-Balkarya, Kuzey Osetya, Çeçenistan ve Gürcistan ile sınır komşusudur. İnguşetya Cumhuriyeti’ndeki devlet gücü; yasama, yürütme ve yargı yetkilerinin ayrıştırılması esasına dayanmaktadır. 27 Şubat 1994 tarihinde kabul edilen anayasasına göre İnguşetya kendisini, insanlığın en temel haklarından olan kendi kaderini tayin etme hakkını kullanarak halk tarafından kurulan demokratik, hukuk ve laik bir cumhuriyet olarak tanımlamaktadır.
İnguşetya Cumhuriyeti ve Rusya Federasyonu arasındaki ilişkiler, Rusya Anayasası, İnguşetya Anayasası ve federal merkez (Moskova) ve federe birim (İnguşetya) organlarının yetkilerini belirlemek üzere iki taraf arasında imzalanan anlaşma ile düzenlenmiştir.
4 Haziran 1992’de Çeçenistan ile olan birlikten ayrılarak Rusya Federasyonu’na bağlı özerk cumhuriyet statüsü kazanan İnguşetya, Rusya’nın en küçük federe birimidir. Aynı zamanda Rusya’nın en genç cumhuriyeti olan İnguşetya’nın nüfusu 497.356’dır. Nüfusunun %55’i şehirlerde, %45’i kırsal alanda yaşamaktadır. İnguşetya’nın bir diğer özelliği ise Rusya’nın en monoetnik cumhuriyetlerinden biri olmasıdır. Nüfusunun %94,1’i İnguş, %4,6’sı Çeçen’dir.
Etnik kimlik unsuru, 1992 Oset-İnguş çatışması sırasında İnguş toplumunu kolektif olarak harekete geçiren en önemli faktördür. Etnik kimlik, günümüzde de toplumda geçerli olan uyumu güçlendirmede etkindir. İnguş kimliğinin temel taşlarının oluşumunda geçmişte yaşanan acı olaylar belirleyici olmuştur. Bu olayları şu şekilde sıralamak mümkündür: Kafkas Savaşı ardından Osmanlı’ya yaşanan sürgün; 1944’teki Orta Asya sürgünü; Oset-İnguş çatışması sırasında Prigorodnıy bölgesindeki İnguş halkına karşı işlenen savaş suçları.
Günümüzde Kuzey Osetya sınırları içinde bulunan Prigorodnıy bölgesine ilişkin iddialar -1944’ten önce olduğu gibi bölgenin İnguşetya’ya iade edilmesi talebi-, Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte kendi yönetimlerinde bir cumhuriyet kurmaya çalışan İnguşlar için sembolik öneme sahip çok özel bir konudur.
Oset-İnguş çatışması (Prigorodnıy sorunu) üzerinden 27 yıl geçmesine rağmen bölgedeki gerginlik hâlâ hissedilmektedir. Federal merkez (Moskova) tarafından dondurulmuş olan bu sorun, Kuzey Kafkasya’daki etnopolitik statükoyu değiştirebilecek bir mesele olmaya devam etmektedir. Bu bağlamda, 2008 yılında Rusya-Gürcistan arasında yaşanan savaş ve ardından Güney Osetya’nın Rusya tarafından bağımsız bir devlet olarak tanınması, şimdilik bitmiş gibi görünen Prigorodnıy meselesinin aslında patlamaya hazır bir bomba gibi beklediğini göstermektedir; dolayısıyla Prigorodnıy sorununun çıkış nedenleri ve bu sorunun İnguş kimliği açısından oynadığı rolünün analiz edilmesi, günümüzdeki İnguşetya’yı anlamak açısından önemlidir.
Prigorodnıy bölgesi, Vladikavkaz şehri ile Mazdok bölgesinin kime ait olması gerektiği tartışması etrafında, bölgedeki iki etnisite arasında ortaya çıkan bir sorundur; dolayısıyla günümüzde geldiği boyut itibarıyla bir etnik çatışmadır. Ancak sorunun tohumlarının atıldığı 1944 ve çatışmanın patlak verdiği 1992’ye kadar geçen sürede yaşanan gelişmelere bakıldığında, meselenin etnik olmaktan ziyade siyasi bir sorun olduğu anlaşılmaktadır.
Her ne kadar 1917 Bolşevik Devrimi ile yeni bir ideoloji ortaya çıkmışsa da Sovyetler Birliği yönetimi, selefi olan Rus Çarlığı’nın takip ettiği ulusal ve jeopolitik stratejinin emperyalist prensiplerini olduğu gibi devralmıştır. Jeopolitik sorunları çözme yöntemi ise zaman içinde sertleşmiş ve Stalin döneminde olduğu gibi, “güvenilmez” olarak görülen halkların baskı altında tutulması ve ana yurtlarından sürgün edilmesi şeklindeki uygulamalara dönüşmüştür. İnguş halkı da Sovyet yönetimi nezdinde güvenilmez kategorisindeki halklardan biri olarak görülmüştür. 23 Şubat 1944 tarihinde Stalin, Çeçen-İnguş Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ndeki bütün İnguş ve Çeçenleri, Kazakistan ve Kırgızistan’a sürmüştür. Bu süreçte -1945 ile 1949 yılları arasında- sadece Kazakistan’da 125.000 kişi hayatını kaybetmiştir.
Sürgünden sonra Çeçen-İnguş Cumhuriyeti topraklarının önemli bir kısmı Stavrapol Krayı, Dağıstan ve Osetya Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri ve Gürcistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti arasında dağıtılmıştır. 7 Mart 1944’te İnguşların yaşadığı Nazran ve Açaluk bölgeleri ile Malgobek şehri, Kuzey Osetya Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ne dâhil edilmiş ve İnguşların evlerine Osetler yerleştirilmiştir.
Ancak 1956 yılında, Komünist Parti’nin 20. kongresinden sonra, daha önce uygulanan Stalin’in kişilik kültünün ortadan kaldırılması süreciyle birlikte, sürgüne gönderilen halkların haklarının iade edilmesi süreci de başlamıştır. İnsanlar geri döndüklerinde eski yurtlarında yerleştirilen yeni halkları bulmuş, bu durum Prigorodnıy bölgesindeki etnik çatışmalar için bir zemin oluşturmuştur. 1944’e kadar Prigorodnıy bölgesinin nüfusu 34.000’in üzerindedir ve bu nüfusun 31.000’i İnguş’tur. 1990’ların sonlarında nüfusu 40.000’in üzerinde olan bölgedeki İnguşların sayısı ise sadece 17.000’dir.
Sürgünün sona ermesinin üzerinden uzun zaman geçmiş olmasına rağmen kendi evlerine dönemeyen İnguşlar, 9-10 Eylül 1989’da toplanan İkinci İnguş Halk Kongresi’nde Sovyetler Birliği Komünist Partisi Merkez Komitesi’nden ve Sovyet Yüksek Konseyi’nden sürgüne gönderilen halkların haklarının iade edilmesi yanı sıra İnguş halkının özerkliğinin tarihî sınırlar içinde restore edilmesini talep etmiştir. Ezilmiş halklar arasından seçilmiş milletvekilleri de zorlu bir siyasi mücadele sonucunda, Stalin döneminden itibaren Komünist Parti Merkez Komitesi’nde güçlü olan Oset lobisinin muhalefetine rağmen, 26 Nisan 1991’de “Ezilmiş Halkların Haklarının İade Edilmesi Hakkında” yasasının kabul edilmesini sağlamıştır. Ancak 17 Mayıs 1991’de, Kuzey Osetya Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti, bağlı olduğu Sovyet Anayasası’na aykırı olarak, söz konusu yasanın Kuzey Osetya topraklarında işleyişini askıya almayı öngören bir kararnameyi kabul etmiştir. Daha sonra bölgede yaşanacak şiddetin ortaya çıkmasını önleyebilecek konumda olan merkezî yönetim ise, Kuzey Osetya yönetiminin anayasaya aykırı olarak aldığı bu karara gerekli tepkiyi göstermemiştir.
Prigorodnıy bölgesinin İnguşlara geri verilmesini önlemek için her türlü yola başvuran Kuzey Osetya yönetimi, gelinen noktada tek seçeneğin silaha başvurmak olduğuna karar vermiş ve 14 Nisan 1991’de, haksız ve yasa dışı biçimde, Prigorodnıy bölgesi ve Vladikavkaz şehrinde olağanüstü hâl ilan etmiştir. Moskova yönetimi ise, Kuzey Osetya’nın bu yasa dışı eylemlerini kınamak yerine, Gürcistan’a karşı mücadele eden Güney Osetya’ya askerî yardım sağlama bahanesi altında, Rusya Savunma Bakanlığı ve Rusya İçişleri Bakanlığı aracığıyla Kuzey Osetya’ya büyük miktarda silah aktarmıştır.
Bu gelişmeler üzerine hemen harekete geçen İnguş halkı, 30 Kasım 1991’de bir referandum düzenlemiştir. Bu halk oylamasında insanlara tek bir soru sorulmuştur: “Yasa dışı olarak elinizden alınan toprağın geri verilmesini ve Rusya’nın bir parçası olarak İnguşetya Cumhuriyeti’nin kurulmasını istiyor musunuz?” Katılımcıların %92’si bu soruya “Evet” cevabını verince, 4 Haziran 1992’de “Rusya’ya bağlı İnguşetya Cumhuriyeti’nin kurulmasını” öngören kanun kabul edilmiştir.
Bu süreçte, bir yanda Prigorodnıy bölgesinin kime ait olacağı sorunu, diğer yanda İnguşetya’nın özerklik ilanı tartışılırken, Moskova yönetimi de âdeta ateşe benzin dökercesine “İnguş kartını” oynayarak bağımsızlığını daha yeni ilan eden Çeçenistan’ı zora sokmayı amaçlamıştır. Çok geçmeden de İnguşlar, kendilerine yönelik savaş suçları işleyen Kuzey Osetya yönetimine karşı örgütlü bir ayaklanma başlatmıştır. 31 Ekim 1992 tarihinde başlayan silahlı çatışmalar 2 Kasım’dan itibaren İnguşların yoğun olarak yaşadığı köylere yönelik helikopterlerin, zırhlı araçların ve ağır silahların kullanıldığı büyük çaplı bir ordu operasyonuna dönüşmüştür. Böylece masa başında siyasi çözüm formüllerine başvurulduğunda çok kısa sürede giderilebilecek olan Kuzey Osetya-İnguşetya anlaşmazlığı, Rusya ordusunun “barış gücü” müdahalesi adı altında taraflardan birinin yanında çatışmalara dâhil olması sonucu, günümüze kadar çözülemeyen bir soruna dönüşmüştür. Kuzey Osetya’nın İnguşlardan oluşan nüfusunun büyük bir kısmı bu süreçte İnguşetya’ya göç etmek zorunda kalmıştır. Günümüzde hâlâ binlerce İnguş evine dönmeyi beklemektedir.
İnguşetya ile Kuzey Osetya arasındaki sorun çözülememişken, 2018’den itibaren Çeçenistan ile yeni bir sınır sorunu daha patlak vermiştir. Her ne kadar sorun yeni ortaya çıkmış gibi görünse de aslında uzun bir geçmişi vardır.
Yaklaşık yarım asır boyunca devam eden Kafkasya Savaşı’nın 1864’te sona ermesiyle Rusya İmparatorluğu, Kafkasyalı halkların yaşadığı yerleri çok çeşitli idari bölgelere ayırarak buralardaki kontrolü sağlamıştır. 1917 Bolşevik Devrimi ile iktidara gelen komünist rejim de selefi olan Rus İmparatorluğu’nun Kuzey Kafkasya’ya yönelik politikasını değiştirmeden devam ettirmiştir.
1920’lerin başından itibaren özerk bölge (oblast) olarak Sovyetler Birliği’ne bağlı olan Çeçenistan ve İnguşetya, 1934’te birleştirilerek Çeçen-İnguş Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti adını alıştır. Ancak İkinci Dünya Savaşı sırasında Joseph Stalin’in emri üzerine bütün Çeçen-İnguş halkı, Nazi Almanya’sı ile iş birliği yaptıkları öne sürülerek Orta Asya’nın bozkırlarına sürgün edilmiştir. 1957’ye gelindiğinde bu karar iptal edilerek yeni bir kararname ile Çeçen-İnguş Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti yeniden kurulmuş ve Çeçen-İnguş halkının topraklarına geri dönmesine izin verilmiştir.
1980’li yılların sonunda Sovyetler Birliği’nin dağılma sürecine girmesiyle Çeçenler tarafından 1991’de cumhurbaşkanı olarak seçilen Cahar Dudayev’in ilk işi, cumhuriyetin bağımsızlığını ilan etmek olmuştur; ancak İnguşetya’da yapılan referandumda İnguşlar Rusya Federasyonu’na bağlı kalmayı seçmiştir. Bu sonuçlardan sonra, bağımsız ve egemen bir devlet olduğunu ilan eden Çeçenistan Cumhuriyeti ile İnguşetya’nın sınırlarının belirlenmesi için 1993 yılında Çeçenistan ve İnguşetya cumhurbaşkanları Cahar Dudayev ve Ruslan Auşev, iki cumhuriyet arasında bir sınır anlaşması imzalamıştır. Bu anlaşmaya göre taraflar arasındaki hudut, 1934’te çizilen sınır korunarak yeniden belirlenmiştir. İki cumhuriyet arasındaki sınırların belirlenmesi süreci, Çeçenistan-Rusya Savaşı’nın patlak vermesi üzerine rafa kaldırılmış ve uzun yıllar boyunca gündeme gelmemiştir.
2018’in Ağustos ayında, İnguşlar arasında sosyal medyada yayılan, Arştı köyü yakınlarında Çeçen işçiler tarafından yeni bir yol yapıldığı haberleri, Çeçenistan-İnguşetya sınırlarının geniş çaplı revizyona tabi tutulacağı söylentilerinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Artan gösteriler üzerine, 26 Eylül 2018’de Çeçenistan ve İnguşetya cumhurbaşkanları Ramzan Kadirov ve Yunusbek Yevkurov yeni bir sınır anlaşması daha imzalamıştır. Bu anlaşmaya göre, her iki taraf, 1993’te Cahar Dudayev ve Ruslan Auşev arasında imzalan anlaşmada belirlenen sınırı ortak sınır kabul etmiştir. Yeni anlaşma ile varılan ikinci bir sonuç ise, birbirine eşit büyüklükte (1.890 hektar) olan toprakların iki cumhuriyet arasında takas edilmiş olmasıdır.
Bu anlaşmayı, iktidarı istifaya zorlamak için bir araç olarak kullanan İnguşetya’daki muhalefet, yeni protestolar düzenleyerek Cumhurbaşkanı Yevkurov’un istifasını ve Çeçenistan ile imzalanan sınır anlaşmasının iptal edilmesini veya en azından anlaşma ile ilgili referandum yapılmasını talep etmiştir.
Çeçen-İnguş anlaşmasına İnguşetya içinden bu denli sert tepki verilmesinin birçok nedeni vardır. İnguşların psikolojik altyapısından kaynaklanan bu durum, İnguşetya’nın Sovyet sonrası tarihi ile ilgilidir. Özellikle 1990’larda, doğusunda Rusya ile savaşan Çeçenistan ile batısında bir diğer çatışma alanı olan Prigorodnıy bölgesi arasında var olma hakkını koruma mücadelesi veren İnguş toplumunda, bölgenin mevcut sınırlarının değiştirilmesi teşebbüslerine karşı sert tepki göstermek, âdeta bir refleks hâlini almıştır. İkinci neden de İnguşetya’daki siyasi muhalefettir. Muhalif gruplar, sınır sorununu İnguşetya yönetimine karşı aktif olarak kullanmaktadır. Muhalefetin toplumdaki etkisini değerlendirmek oldukça zor olmakla birlikte, Yevkurov’u “sınırları korumamakla” suçlamaları, bu konu üzerinden önemli siyasi kazanımlar elde etmeyi hedeflediklerini göstermektedir. Nitekim muhalefetin düzenlediği gösterilere karşı tutuklamaların başlaması, toplumda mevcut yönetimden duyulan rahatsızlığı artırmış, sonunda da 11 yıl boyunca İnguşetya’yı yöneten Yevkurov, Haziran 2019’da istifa etmek zorunda kalmıştır.
İnguşetya ekonomisi büyük sorunlarla karşı karşıya olmasına rağmen Yevkurov yönetimi, Moskova’daki federal merkezi tatmin etme konusunda başarılı olmuştur. Zira Kremlin’in Yevkurov’dan beklentileri, ekonomik refahı arttırmasından ziyade anayasal düzenin yeniden tesis edilmesi için gerekli adımları atması olmuştur. İnguşetya’daki yasa dışı silahlı grupların en yoğun olduğu 2008 yılında cumhurbaşkanı seçilen Yevkurov’un son birkaç yıla kadar yaptıkları ile bu sınavdan başarıyla geçtiği söylenebilir. Örneğin insan hakları merkezi Memorial’a göre, sadece 2009’da İnguşetya’da öldürülen ve yaralanan güvenlik güçlerinin sayısı 323’tür. Yevkurov göreve geldikten bir yıl sonra bu sayı neredeyse yarı yarıya (172 kişi) azalmıştır. Bölge uzmanları İnguşetya’daki suç oranının azalmasını, her şeyden önce Yevkurov’un başarısı olarak değerlendirmektedir. Yevkurov’un İnguşetya Cumhurbaşkanlığı görevinden ayrıldıktan sonra Rusya Savunma Bakanı Yardımcısı olarak atanması ise Kremlin’in ona verdiği değeri göstermektedir.
Ancak yalnızca Kremlin’in memnun olması Yevkurov’u iktidarda tutmaya yetmemiştir. Çeçenistan ile sınır anlaşmasının imzalanması, sosyoekonomik durumu kötü olan İnguş halkı için bardağı taşıran son damla olmuştur. Yevkurov’un istifası sonrasında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in İnguşetya Cumhurbaşkanlığı görevine vekâleten atadığı Mahmud-Ali Kalimatov, Eylül 2019’da yerel halk meclisi tarafından asaleten göreve başlamıştır.
Etnik olarak İnguş olan Kalimatov’un hayatının büyük bir kısmını Rusya’nın diğer bölgelerinde çalışarak geçirmiş olması, İnguşetya’daki siyasi dengeleri iyi yönetemeyeceği tartışmalarına yol açsa da “dışarıdan” atanmış bir başkan olarak son yıllarda bölgede ortaya çıkan çeşitli siyasi ve dinî gruplara angaje olmaması sebebiyle İnguşetya için olumlu bir tercih olduğu da belirtilmelidir.
İnguş halkının yeni yönetimden ilk beklentisi, muhalefete karşı başlatılan siyasi baskıların durdurulması ve siyasi tutukların serbest bırakılmasıdır. Ne var ki Kalimatov’un, halkın bu beklentilerini karşılamak yerine, göreve gelir gelmez İnguş toplumu için çok önemli bir işlevi olan İnguşetya Müftülüğü’nü kapatması, önümüzdeki dönemin en ciddi siyasi krizi olmaya aday görünmektedir. Müftülüğün kapatılmış olması, İnguş toplumunda, eski yönetimden kalma baskıcı politikaların Kalimatov tarafından da sürdürüleceği yönündeki kaygıları artırmıştır.
Ekonomik Yapı
İnguşetya, ekonomik olarak Rusya’daki en az gelişmiş bölgelerden biridir. Bütçesinin %80’den fazlası Moskova’dan gelen para yardımından oluşan İnguşetya’nın Rusya GSYİH’sindeki payı sadece %0,04’tür. Cumhuriyetin ekonomisi; %33 piyasa dışı hizmetler (genellikle federal merkezden gelen para yardımı karşılığında sağlanan devlet hizmetleri), %21 tarım sektörü, %14 çeşitli ürün ve hizmet ticareti, %12 sanayi, %8 inşaat ve %4 ulaştırma sektörlerine dayanmaktadır. İnguşetya’daki işletmelerin %84’ü özel mülkiyetli, %6’sı devlet mülkiyetli, %3’ü ise çeşitli STK’ların vd. yapıların mülkiyetindedir.
Doğum oranına göre Rusya’daki 85 federe birim arasında ikinci sırada bulunan İnguşetya, %26’lık işsizlik oranıyla da 85. yani son sırada yer almaktadır. Nüfusun yaklaşık yarısı ekonomik olarak aktiftir. İstihdamın sektörel yapısı ise; %13 toptan ve perakende ticaret, %10 eğitim, %8 tarım ve ormancılık, %7 sağlık ve sosyal hizmetler, %6 inşaat, %3 ulaştırma ve %50 diğer sektörler olarak sıralanmaktadır. Bölge nüfusunun %31’i yoksulluk sınırı altında yaşamaktadır.
Dinî Yapı ve Müslümanların Durumu
Kuzey Kafkasya, Müslüman ve Hristiyan dünyanın buluştuğu ve Avrupa ile Asya’nın birbirinden ayrıldığı bir bölge olması sebebiyle jeopolitik olarak önemli bir konuma sahiptir; dolayısıyla bölge, her zaman büyük devletlerin çıkarlarının çatıştığı bir alan olagelmiştir. Kuzey Kafkasya halklarının İslamlaşması 7. yüzyılda Arap fetihleri ile başlamıştır. Aslında İslam’ın bütün bölgeye yayılması yaklaşık olarak 1.000 yıl sürmüştür. İlk aşamada, güney Dağıstan’a ulaşan İslam, buradan da bölgenin batısına doğru yayılmıştır. 15. yüzyıla gelindiğinde Kuzey Kafkasya’nın doğusu tamamen İslamlaşmıştır. Ancak günümüzde bölgede yaşayan Müslüman halkların (özellikle Kuzey Kafkasya’nın batısındaki halkların) İslam öncesi inançlarından vazgeçmesi (17-19. yüzyıl arasında) uzun zaman almıştır. Arap davetçi ve fetihçiler üzerinden Dağıstan’a ulaşan İslam, Kuzey Kafkasya’nın doğu bölgelerinde yerli davetçiler eliyle, batısında ise daha çok Osmanlı Devleti’nin etkisiyle yayılmıştır. Bugün genel olarak Kuzey Kafkasya’nın batısında Hanefi, doğusunda ise Şafi mezheplerinin yaygın olmasının sebebi, bu tarihsel olgu ile ilgilidir.
İnguşetya nüfusunun neredeyse tamamı (%98) Müslüman’dır. Sufi geleneğin baskın olduğu İnguş toplumunda vird olarak isimlendirilen Kadirî tarikatının çeşitli kolları çok yaygındır. Ayrıca Nakşibendî tarikatı da halk arasında belirli bir tabana sahiptir. Din, toplumun gündelik hayatında etkili olduğu için İnguşetya’nın tüm sosyal ve politik düzeni üzerinde doğrudan belirleyici bir rol oynamaktadır.
İnguşetya’daki toplumsal ve siyasi düzen açısından önemli olan bir diğer olgu da toplumda geçerli olan teyp (boy) sistemidir. Eskiden beri teyplerin önde gelenlerinden oluşan bir konsey, İnguş toplumunu yakından ilgilendiren meseleleri tartışır ve bu konseyde alınan kararların hayata geçirilmesi için de cumhuriyet yönetimi ile koordineli bir şekilde çalışırdı. 10 yıl öncesine kadar resmî kurumsal bir kimliği olmayan “Teypler Konseyi”, 14 Kasım 2009 tarihinde cumhuriyet yönetiminin inisiyatifiyle resmî bir yapıya dönüştürülmüş ve bu tarihten itibaren yönetimle toplum arasında bir aracı olarak hareket etmeye başlamıştır.
Geleneksel teyp ve vird sistemlerine toplumda birbirinden çok farklı anlamlar yüklendiğinden, İnguşlar arasında birlik ve bütünlük konusu bugün hâlâ önemli bir sorun olmayı sürdürmektedir. Teyp Konseyi, öteden beri büyük ve güçlü olan teyplerin toplum üzerindeki etkisini daha da güçlendirerek İnguş toplumunu küçük gruplara bölmekle suçlanmaktadır. Son yıllarda Teyp Konseyi’nin hâlihazırda çeşitli virdlere göre bölünmüş olan toplumu bu sefer de teyplere göre bölmesi, özellikle genç kesim arasında ciddi bir eleştiri konusu olmaktadır.
İnguşetya yönetimi günümüzde tamamen federal merkeze bağlı olmasına rağmen teyp ve vird sistemlerinin cumhuriyetin sosyopolitik hayatında ciddi rol oynadığı görülmektedir. Dolayısıyla federal merkez, İnguşetya’daki yönetimin başına geçecek olan kişiyi seçerken, burada geçerli olan teyp ve vird sistemlerini göz önünde bulundurmakta ve bunlardan en az etkilenecek kişiyi atamaya özen göstermektedir. Ancak her ne kadar federal merkez İnguşetya yönetiminin söz konusu sistemden etkilenmesini en aza indirmeye çalışsa da cumhuriyette hâlâ “yeni başkan, eşittir yeni teyp” formülü canlılığını korumaktadır.
16 Eylül 2019’da İnguşetya Yüksek Mahkemesi, Adalet Bakanlığı’nın müftülüğe karşı açtığı davada müftülüğün tüzel kişiliğini iptal ederek kurumu kapatma kararı almıştır.
Siyasette teyp ya da virde aidiyetin taşıdığı önem, olayların niteliğine göre değişmektedir. Bu bağlamda, siyasi sorunlar söz konusu olduğunda, virdden ziyade teyp unsuru öne çıkmaktadır. Örneğin, herhangi bir siyasi makama aday gösterilmek istenen kişinin teyp aidiyeti özellikle dikkate alınmaktadır. Vird olgusu ise genellikle toplumsal meseleler söz konusu olduğunda öne çıkmaktadır. Günümüz İnguş toplumunda geçerli olan vird sistemi, genel olarak dinî alanda kendini hissettirse de zaman zaman politik hayat üzerinde de etkili olmaktadır. Bu durum en bariz şekilde çeşitli sufi grupların başına geçmek isteyenler arasında yaşanan siyasi mücadelede kendini göstermektedir.
İnguş toplumundaki en önemli dinî kurum İnguşetya Müftülüğü’dür. Müftülük, dinî çalışmalarına yanı sıra aile içi sorunlar da dâhil olmak üzere toplumda yaşanan çok sayıda anlaşmazlığı çözen bir yapı olarak görülmektedir. Ancak 2004 yılından sonra müftülüğün başında bulunan İsa Hamhoyev’in zamanla Yevkurov yönetimine muhalefet etmeye başlaması, taraflar arasındaki gerginliği tırmandırmış, 2016 yılında Yevkurov’un müftülüğü kapatacağını duyurmasıyla anlaşmazlık zirveye çıkmıştır. Eylül 2018’de Yevkurov yönetiminin Çeçenistan ile sınır anlaşması imzalaması üzerine, başkent Magas’ta başlayan Yevkurov karşıtı protestolara müftülüğün destek vermesi, yönetimle müftülük arasındaki anlaşmazlıkta bardağı taşıran son damla olmuştur. Bu tarihten sonra müftülüğe karşı uygulanan siyasi baskı artmış ve bu süreç Hamhoyev’in evine polis tarafından baskın yapılmasına kadar gitmiştir. Hamhoyev’in görevinden istifa etmesinden sonra, 17 Temmuz 2019’da, İnguşetya Âlimler Konseyi üyeleri ve imamların katıldığı seçimde, İnguşetya’nın yeni müftüsü olarak Abdurrahman Martazanov seçilmiştir.
Hamhoyev’in istifası ve yeni müftünün belirlenmesinden sonra toplumdaki gerilimin son bulması beklenirken tam tersi bir durum yaşanmıştır. Başlangıçta sadece iki şahıs arasında (Yevkurov ile Hamhoyev) geçen bir güç mücadelesi şeklindeki gerilim, İnguşetya’ya yönetimle müftülük arasında kalıcı bir rekabeti miras bırakmış gibi görünmektedir. Zira 16 Eylül 2019’da İnguşetya Yüksek Mahkemesi, Adalet Bakanlığı’nın müftülüğe karşı açtığı davada müftülüğün tüzel kişiliğini iptal ederek kurumu kapatma kararı almıştır; dolayısıyla gerilimin tarafı olan iki şahsiyet ortada olmasa bile sorunun mahkeme aşaması devam etmiş ve süreç müftülüğün kapatılması ile sonuçlanmıştır.
İnguşetya Müftülüğü’nün kapatılması, İnguşetya’nın geleceği ile ilgili birçok tartışmayı tetiklemiştir. Yevkurov döneminde başlayan siyasi davanın Kalimatov göreve geldikten sonra da devam etmesi, yeni başkanın önceki yönetimin politikalarını değiştirmeden sürdüreceği izlenimi verdiğinden, bu durum, İnguşetya’da devam eden siyasi krizi çözmesi beklenen Kalimotov’un imajını son derece olumsuz etkilemiştir. Üstelik Kalimatov’un 2018’deki protestolar sonrasında hapse atılan siyasi tutuklulara dair krizi çözmeye yönelik hiçbir adım atmaması da İnguş toplumunda tepkilere yol açmıştır; dolayısıyla yeni yönetimin İnguş toplumunun içinde bulunduğu siyasi ve ekonomik krizleri çözmeye yönelik dikkate değer adımlar atmaması, cumhuriyetin içinde bulunduğu siyasi krizin ikinci dalgasının başlaması ihtimalini arttırmaktadır.