Temel göstergeler
Resmi adıIrak Cumhuriyeti
Yönetim biçimiFederal Cumhuriyet
İdari BirimIrak 19 vilayetten oluşmaktadır.
BaşkentBağdad
Yüzölçümü437.072 km2
Nüfusu36 milyon
Nüfusun etnik dağılımı%75-80 Arap, %15 Kürt, %5-10 diğer (Türkmen,Yezidi, Şebek, Ermeni) 
Din%85 Müslüman, %15 Hristiyan (çoğunluğu Süryani)
MezhepMüslüman nüfusun %65’i Şii, %35’i Sünni
Diller Arapça, Kürtçe, Farsça, Süryanice, Türkçe, Ermenice
Milli Gelir165,1 milyar dolar
Kişi Başı Ortalama Milli Gelir4,455 dolar
İşsizlik oranı%16 (2014)

Ülke Tarihi

En eski şark medeniyetlerinin doğduğu Mezopotamya, 633-642 yılları arasında İslam toprakları arasına girdi. Emeviler ve Abbasiler dönemlerinde, en parlak devrini yaşadı. O zamanlar Bağdat dünyanın en önemli kültür ve ticaret merkeziydi. Irak, 637 yılında Müslümanlar tarafından fethedilmesinden sonra Hz. Ali döneminde İslam'ın merkezi haline getirilmiş ve başkent Kufa'ya taşındı. Hz. Ali ile Emeviler arasındaki Saffayin Savaşı da Irak sınırları içinde oldu. Bu savaşın ardında bölge günümüze kadar süren farklı mezhep ve etnik grupların mücadelelerine sahne oldu. Sırasıyla, Emeviler, Abbasiler ve Selçuklular bölgede hüküm sürmüşlerdir. 1258 yılında bölge Moğol istilasına uğramış ve iki yüzyıl Moğolların kontrolünde kaldı. Daha sonraları Akkoyunluların hakimiyetine 1444-1467) giren Irak, 1499-1508 yılları arasında Safevilerin istilasına uğradı.

Ortadoğu bölgesinin tam ortasında yer alan merkezî konumu dolayısıyla Irak, 1. Dünya Savaşı’nda ve sonrasında da bölgede önemi hızla artan ülkelerden biri oldu. 1914 yılında Basra şehrine asker çıkaran İngiliz güçlerinin Osmanlı’ya karşı ilerleyişinde stratejik hatlardan biri olan bölge, savaş sona erdiğinde tamamen işgal edilmişti. İşgalden hemen sonra üç Osmanlı vilayeti (Musul, Bağdat ve Basra) İngiliz çıkarlarına göre zorla birleştirilip Irak adıyla yapay bir devlet kuruldu. Aynı yıl İngiliz hâkimiyetine karşı başlatılan ayaklanmaya (1920 Irak Ayaklanması) bütün halk kesimleri katıldı. Halkın ortak direnişini simgeleyen bu isyanı kanlı bir şekilde bastıran işgal güçleri, yeni kurdukları rejimin başına İngiliz iş birlikçisi Şerif Hüseyin’in oğlu I. Faysal’ı kral olarak atadı. Zira birbirin - den tamamen farklı üç coğrafi parçayı ve karmaşık iç toplumsal yapıyı bir arada tutmanın ve rekabet halindeki farklı mezhep ve etnik grupları birlikte yaşamaya zorlamanın tek yolu diktatörlüktü.

İngilizlerin bölgeyi işgalindeki en önemli sebeplerden biri buradaki zengin petrol rezervleriydi. Türkiye’yi Kerkük ve Musul’daki petrol yatakları üzerinde sahip olduğu haklarından mahrum etmek için türlü girişimlerde bulunan İngiltere; Lozan görüşmeleri, Haliç Konferansı ve Milletler Cemiyeti’nde bu konuda alınan kararlar sayesinde amacına ulaştı. Böylece Bağdat ve Basra’dan sonra Musul da İngiliz oldu bittileri ile resmî bir şekilde yeni kukla Irak devleti sınırlarına katılmış oldu.

İşgal yılları Irak’ın siyasi, sosyal ve ekonomik olarak sömürüldüğü kargaşa yıllarıdır. İngiliz işgaline karşı 1941 yılında Felluce kenti yakınlarında başlatılan bir isyan, Iraklı direnişçilerle İngiliz ordusu arasında savaşa dönüştü ve şiddetle bastırıldı. Direniş liderlerinin İngilizler tarafından idam edilmesi Irak’taki bağımsızlık özlemini bitirmeye yetmedi ve mücadele 1945 yılındaki tam bağımsızlığa kadar sürdü.

Bağımsızlık yılları sosyalist, milliyetçi, komünist ve siyasal İslami hareketler gibi çok farklı eğilimlerdeki grupların ortaya çıkışına ve önemli değişimlere sahne oldu. Bu gruplar arasında, 1950’li yıllarda Batılı liberal düşünceyi benimseyen milliyetçi partilerin başını çektiği partilerle 1952 yılında Mısır’da gerçekleşen devrimle ivme kazanan Nasırcılık ve Baas Partisi öne çıkmaktaydı.

1958 yılındaki darbeyle Irak’ta krallık rejimi yıkılıp cumhuriyet ilan edildi ve İngiliz iş birlikçisi kral ve ailesinin tüm yandaşlarıyla birlikte öldürülmesiyle ülkede bir dönem kapanmış oldu. Bu dönemde ülke politikasına sosyalist bir yön veren darbeci general Abdülkerim Kasım, Irak Komünist Partisi’nin önünü açarak Musul ve Kerkük’te toplu idamlar yaptı, düşman gördüğü İslamcı ve milliyetçi gruplara karşı acımasız uygulamalar gerçekleştirdi.

Siyasi çekişmeler ve sıkı güvenlik önlemleriyle öne çıkan ve ardı ardına darbeler ve karşı darbelerin yaşandığı bu dönem, 1958 darbesinin mimarı Abdülkerim Kasım’a karşı arkadaşı Abdurrahman Arif ’in 1963 yılında yaptığı darbeyle Kasım’ı devirip yönetimi ele geçirmesine kadar devam etti.

Abdurrahman Arif dönemi, Irak tarihinde zayıf ve etkisiz hükümetlerin iktidara geldiği kötü bir dönemdir. Bu zaman diliminde, gizli bir şekilde faaliyet gösteren milliyetçi hareketler giderek güçlenme imkânı buldu. Nihayetinde, 1968 yılında milliyetçi Baas’ın içinden farklı kadroların darbeyle yönetime el koymasıyla 35 yıl sürecek Baas iktidarı başlamış oldu.

Baas Partisi, siyasi arenada faaliyet gösteren tüm siyasi rakiplerine karşı demir yumruk siyaseti uyguladı. Parti ilk olarak kendi içinde bir darbe yaparak ortaklarını tasfiye etti ve bu dönemde İslamcıların temsil ettiği sağ ile komünist partilerin temsil ettiği sol olmak üzere bütün siyasi muhaliflerini kapsayan bir tutuklama ve idam dalgası yürüttü. Bu yıllarda çok sayıda siyasetçi hayatını kurtarmak için ülkeyi terk etmek zorunda kaldı.

Diğer yandan, bu dönemde Kürt sorunu da gittikçe büyümüş ve 1960’lar boyunca çatışmalar yoğunlaşmıştı. 1970’ten itibaren İran ve İsrail tarafından desteklenen Molla Mustafa Barzani liderliğindeki Kürt grupların gerçekleştirdiği silahlı eylemler 1975 yılına kadar tırmanışını sürdürdü. Barzani, Irak’ın kuzey bölgesini Bağdat merkezî yönetiminin hâkimiyeti dışında bir bölge haline getirmede başarılı olmuştu. Ancak 1975 yılında Irak ve İran arasında imzalanan barış anlaşması (Cezayir Anlaşması) ile İran Barzani’ye desteğini kesti. Böylece Kürt hareketi büyük darbe alarak sindirilmiş oldu.

Kuzey bölgesindeki silahlı eylemlerin durması, petrolün millileştirilmesi ve siyasi alanın muhaliflerden temizlenmesini takip eden 1975-1980 yılları arasındaki dönemde yaşanan istikrar, devletin kalkınma için dev ekonomik projeleri hayata geçirmesini sağladı. Bu kalkınma planıyla Irak toplumunun yaşam standartları yükseldi; fabrikalar kuruldu, yol ve baraj yapımı ile Irak’ın ekonomik altyapısı sağlamlaş- tırıldı. Okuma yazma kampanyaları ile okur-yazarlık oranları yükseltildi, eğitimin bütün aşamaları ücretsiz hale getirildi. İhtisas hastaneleri kuruldu ve sigorta sistemi tüm vatandaşların ücretsiz sağlık hizmeti almasına imkân verecek şekilde düzenlendi. Ayrıca 1973 yılında yaşanan Arap-İsrail Savaşı’ndan sonra petrol fiyatlarında yaşanan artış da Irak devletinin yararına oldu.

Ancak bu durum çok sürmedi. İran’da 1979’da yaşanan İslam Devrimi sonrasında Tahran yönetiminin Iraklı Şii partileri destekleyerek Irak içinde güvenlik zaafı yaratma ihtimalinin ortaya çıkması, Saddam’ın önceliklerini değiştirdi. 1980 yılında iki ülke arasında çıkan ve sekiz yıl boyunca devam ederek iki taraftan bir milyondan fazla kişinin ölümüne yol açan savaş, Irak ekonomisinin yıkılmasına ve Irak’ın Körfez ülkelerine yüklü miktarda borçlanmasına sebep oldu.

İran-Irak Savaşı, Irak halkının ekonomik ve sosyal çöküşünün başlangıcını temsil etmektedir. Savaşla birlikte ülkede yürütülen büyük projelerin çoğu durmuş ve Irak’ın bütçe ve rezervleri erimeye başlamıştır. Sonuç olarak savaşın yüksek maliyeti ülkenin genel ekonomik durumda önemli bir gerilemeye sebep olmuştur.

1991 Yılından Sonra Irak

İran ile yaşanan savaşın maliyeti Irak’ı âdeta iflasın eşiğine getirmişti. Saddam Hüseyin yönetimi, Kuveyt ve Suudi Arabistan’a çağrıda bulunarak borçların iptalini talep etti. Bu talep reddedilince Saddam Hüseyin 1990 yılında, Kuveyt’in Osmanlı döneminde Irak toprakları dahilinde olduğunu gerekçe gösterip Kuveyt’i işgal etti. Petrol zengini Kuveyt’in işgali sadece uluslararası sistemi değil, bölgedeki diğer petrol ülkelerini de paniğe sürükledi ve Irak ordusunu Kuveyt’ten çıkarmak için büyük bir uluslararası ittifak oluşturuldu.

Bu işgale karşı verilen uluslararası tepki çok hızlı oldu ve sadece dört gün sonra Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde (BMGK) 660 ve 661 sayılı kararlar kabul edildi. Bu kararların ilki Irak’ın Kuveyt işgalini kınarken ikincisi gıda ve sağlık maddeleri haricinde Irak’a ekonomik ambargo uygulanmasını öngörüyordu. Bu gelişme, Güvenlik Konseyi kararlarının Irak üzerindeki olumsuz etkilerinin başlangıç noktasıydı. Bu kararlar karşısında uzlaşmaz tutumunu sürdüren Irak, Kuveyt’i resmî olarak topraklarına kattığını ve Kuveyt’in 19. ili olduğunu ilan etti.

BMGK’da Kasım 1990 tarihinde alınan 678 sayılı kararla Irak’ın Kuveyt’ten çıkarılması için silahlı güç kullanımı kabul edildi. 15 Ocak 1991’de de Irak’a Kuveyt’ten geri çekilmesi için verilen sürenin sona ermesiyle Uluslararası Koalisyon Güçleri başta Irak ordusunun komuta merkezi, hava üsleri, askerî birlikleri olmak üzere Irak mevzilerini ve Irak devletini temsil eden sivil kurumları bombaladıktan sonra kara harekâtına girişti. Irak güçleri 27 Ocak’ta geride kullanılamaz durumda tank ve askerî mühimmatı bırakıp, petrol alanlarını da tahrip ederek Kuveyt’ten çekildi.

Bu savaşla neredeyse eş zamanlı olarak Irak’ın kuzey ve güney bölgelerinde Saddam rejimine karşı isyan patlak vermişti. Geri çekiliş esnasında isyancılar Irak ordusu mensuplarına karşı mezhepsel güdülerle hareket etmiş, ordudaki bazı Şii subay ve askerler de isyancılara katılmıştı. Bu isyan sırasında hükümet binalarına saldıran asiler, sivil veya askerî birimlerde çalışan onlarca Sünni asıllı kişiyi ayrım gözetmeden işkenceden geçirip katletti. Kürt bölgelerinde de güvenlik güçleri ve iktidar partisi üyelerine yönelik intikam saldırıları arttı. Irak ordusunun Kuveyt’ten çekilmesi ardından askerî operasyonların durmasıyla Irak ordusu isyana kalkışan güney bölgelerindeki Şii nüfus ile kuzey bölgelerindeki Kürtlere karşı sert müdahalede bulundu. Kanlı bir şekilde yürütülen bu operasyon sırasında birçok insan katledildi, şehirler yakılıp yıkıldı ve sivil halka karşı intikam saldırıları düzenlendi.

İran’ın kendi topraklarında bulunan on binlerce Iraklı mülteciyle birlikte, Bedir Tugayları gibi askerî örgütlenmeleri ve çok sayıda İran Devrim Muhafızı’nı eylemlere katılmaları için Irak’a göndermesi ile olayların boyutu büyüdü. Kürt tarafında da benzer bir tablo söz konusuydu ve özellikle Celal Talabani’nin lideri olduğu Kürdistan Yurtseverler Birliği güçlerinin İran tarafından desteklenmesi, işleri İran-Irak Savaşı’nın bir rövanşına dönüştürdü.

Olaylar üzerine BM, Güney Irak ve Kuzey Irak bölgelerini uçuşa yasak bölge ilan ederek buradaki insanları bombardımanlara karşı korumaya çalıştı. Ancak Irak’ın üç parçaya bölünüşü süreci bu tarihte alınan uçuşa yasak bölge uygulaması ile aslında fiilen başlamış oldu. Yasak bölge uygulaması 36. paralelin kuzeyinde yaşayan Kürt gruplar ile 34. paralelin güneyinde yaşayan Şii grupları Saddam’ın ezici gücünden korumuştu ama bu uygulama bir süre sonra kuzey ve güney bölgelerde merkezî otoriteyi ortadan kaldırarak yerel silahlı güçlerin devletleşme sürecini başlattı. Takip eden yıllar Irak rejimi ve halkı açısından ülke tarihinin en zor dönemlerinin başlangıcı oldu. Ekonomik ambargo, rejimi yola getirmek için yapılan hava saldırıları, askerî baskı, Irak’ın Güvenlik Konseyi vesayeti altına girmesi anlamına gelen “Petrol Karşılığı Gıda Programı” gibi uygulamalar tam bir yıkım projesine dönüştü.

Bu karar Irak petrolünün Güvenlik Konseyi tarafından satılması ve gelirlerinden oluşturulan fonla Irak halkının gıda ve sağlık ihtiyaçlarının karşılanmasını öngörmekteydi. Ancak uygulama, Bağdat hükümetinin tekrar güçlenme ve içinde bulunduğu krizi aşmasını sağlayacak herhangi bir gelir kaynağı edinmesini önleme şeklinde oldu. Bunu, Irak’ın muazzam miktarda tazminat ödeme ve maddi zararları karşılaması süreci takip etti. Kuveyt ile sınırların tekrar çizilmesi sonrasında, 1990 yılından önce Bağdat hükümetine ait petrol bölgelerinin bir bölümü de Kuveyt’e verildi.

İzleyen dönemde kitle imha silahları konusu uluslararası güçlerin Irak’a karşı politikasına yepyeni bir boyut kazandırdı. Irak’ın bütün bilimsel ve askerî imkânlarını BM denetimine açan uygulamalar, devletin egemenliğini tehdit edecek boyutlara ulaştı. Nitekim BM denetçilerinin bir bölümünün ABD ve İsrail adına casusluk yapan ajanlar olduğu sonradan ortaya çıkacaktı. Bu denetimler sırasında elde edilen bütün bilgilerin Amerikan ve İsrail istihbaratlarına verildiği ve 2003’teki savaş sırasında Irak tesislerini hedef alan bombardımanlarda bu bilgilerin fiilî olarak kullanıldığı anlaşıldı.

Diğer yandan yurt dışında bulunan Irak muhalefeti de büyük devletlerin Irak hükümetine karşı yürüttüğü politikadan faydalanma ve kendilerini Bağdat rejiminin alternatifi olarak gösterme telaşına düştü. 1991 yılından itibaren Bağdat yönetiminin egemenliği dışında bulunan Kürdistan bölgesi; özellikle İran tarafından desteklenen Irak İslam Devrim Yüksek Konseyi, İslami Davet Partisi ve diğer Şii partilerle Batılıların desteklediği Kürt partiler, bazı Arap ülkelerinin desteğindeki Sünni grupların, “Irak Ulusal Koalisyonu” adı altında toplanma yeri haline geldi. 1998 yılında Amerikan Kongresi’nin kabul ettiği Irak’ı Kurtarma Yasası ile Irak muhalefetine Saddam Hüseyin rejimini devirme çalışmalarını hızlandırmaları ve kendilerini bu döneme hazırlamaları için milyonlarca dolarlık askerî yardım sağlandı.

Amerikan İşgali ve Müdahalesi

13 yıl süren ambargo, zaman zaman gerçekleştirilen hava saldırıları ve denetim bahanesiyle yapılan güvenlik ihlalleri ile Irak tam bir kaos ülkesine dönüştü. 2003 yılında ABD, BM kararı olmaksızın Irak’a saldırıp Irak devletinin bütün askerî ve sivil kurum ve kuruluşlarını şiddetli bir hava bombardımanıyla ortadan kaldırdı. Amerikan güçleri Bağdat’a ulaşıp Irak savunması tamamen çöktüğünde ve Irak askerleri mevzilerini terk edip kaçtıktan sonra -el-Anbar ve Musul’da olduğu gibi- devlete ait bütün kurumlar yağmalandı. İşgalci Amerikan güçleri ise sadece Irak Petrol Bakanlığı binasını koruma altına alarak ülkedeki yağmaya göz yumdu ve bu konuda hiçbir güvenlik önlemi alınmadı. Amerikan ve İngiliz güçlerinin Irak topraklarına girer girmez Irak’ta otoritenin yok edilmesiyle birlikte ülke sınırları kontrolsüz girişlere maruz kaldı. Böylece ilk günlerden itibaren rejim tarafından sürülmüş ve İran’a yerleşmiş olan on binlerce sivil ve silahlı milis, Irak topraklarına giriş yaptı. Ayrıca aşırı dinî grup üyeleri, el-Kaide militanları, istihbarat örgütlerine mensup kişiler, Irak’ı savunmak için dinî ve millî duygularla hareket eden mücahitlerin karışımından oluşan binlerce kişi de Irak’a akın etmeye başladı.

İşgalden sonra Amerika’nın Irak’a atadığı valisi Paul Bremer başkanlığında bir Geçici Koalisyon Yönetimi kuruldu. Bu yönetimin ilk kararı, Irak ordusu ile güvenlik güçlerinin terhis edilmesi oldu. Böylece Irak tüm tarafların müdahalelerine açık bir hale getirildi. Amerikan güçleri Irak’ın tamamına hâkim değildi ve kendi güvenlikleri dışında hiçbir şeyle ilgilenmiyorlardı. Bu gelişmeler neticesinde sürgün yıllarında İran’da kurulan ve Irak İslam Devrim Yüksek Konseyi’nin silahlı kanadını temsil eden Bedr milisleri orta ve güney Irak’ta hâkim unsurlar haline geldi. Daha sonra bu süreci Mukteda es-Sadr’a bağlı Mehdi Ordusu ile Davet, İslami Fazilet ve diğer Şii partilere bağlı küçük oluşumların kuruluşu takip etti.

Irak Kürdistanı Bölgesi’nde ise 1991 yılından itibaren oluşturulan özerk Kürt bölgesi, Bağdat yönetiminden tamamen bağımsız bir şekilde hareket eden Celal Talabani’ye bağlı Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) ile Mesut Barzani’ye bağlı Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) öncülüğünde ülkenin içinde bulunduğu kaos ortamının sağladığı fırsatı değerlendirerek Kerkük, Ninova Ovası’ndaki bazı bölgelerle Diyala iline bağlı bazı bölgeleri içine alacak şekilde nüfuzunu arttırdı.

İşgalden önce ABD ile anlaşan muhalif Irak partileri, rejimin devrilmesinden sonra Amerikan güçlerinin himayesinde kendilerine bağlı silahlı milis güçlerini ve siyasi bürolarını Bağdat’a taşıdılar.

12 Temmuz 2003 tarihinde Geçici Koalisyon Yönetimi Başkanı Paul Bremer Irak Geçici Hükümet Konseyi’nin kurulduğunu açıkladı. Geçici Koalisyon Yönetimi’nin bazı yetkileri Geçici Hükümet’e devredildi. Bu hükümet, çoğunluğunu uzun yıllar Irak dışında yaşamak zorunda bırakılan Iraklı muhaliflerin oluşturduğu 25 kişiden müteşekkildi. Irak hükümet organları ilk defa kota sistemi kullanılarak etnik ve mezhepsel temel üzerine paylaştırıldı. Buna göre Şiilerden 12, Sünnilerden 5, Kürtlerden 5, Hristiyanlardan 1 ve Türkmenlerden 1 üye bu kabineyi oluşturdu.

İşgalden birkaç gün sonra Anbar, Selahaddin, Diyala, Ninova ve Bağ- dat’ta işgal güçlerine karşı Sünnilerce bir direniş başlatıldı. Gerçekleştirilen saldırıların boyutu, direniş grupları- nın (ilki 1920 Devrimi Tugayları idi) kurulması ve direnişe katılmasıyla giderek arttı.

Şii asıllı liberal bir siyasetçi olan İyad Allavi’nin kurduğu yeni hükümet Mayıs 2003’ten itibaren göreve başlarken, Necef’te Amerikan ve hükümet güçlerine karşı çıkan Sadr’a bağlı Mehdi Ordusu, kendi bölgelerinde işgale karşı silahlı direnişe geçti. Bu arada ABD nüfuzundaki hükümet, Felluce kenti merkezli Sünni direniş gruplarına karşı savaşmak, işgalden sonra kaldırılan idam cezasını geri getirmek ve olağanüstü hal kararı- nın kabul edilmesi gibi birçok cephe ve alanlarda faaliyet yürütüyordu. Ülkede aynı zamanda yeni anayasa çalışmaları ve ardından seçim hazırlıkları konusunda da gergin bir pazarlık süreci yaşanıyordu.

Geçici Anayasa’nın hazırlanması ve parlamento seçimleri hazırlıklarını yürütmekle görevli Geçici Ulusal Meclis seçimleri 30 Mart 2004’te tamamlandı. Bu seçimler, işgal yönetimi altında görev yapacak herhangi bir idare ile iş birliği yapmaya karşı çıkan Sünni oluşum tarafından boykot edildi. Boykot nedeniyle seçim sonuçları tüm Irak toplumunu temsil eden bir tablo ortaya koymaktan ziyade, yeni mecliste güçlü bir Kürt ve Şii temsil gücü ortaya çıkarttı.

Bu gerilimli ortamda Irak anayasası hazırlanarak parlamento seçimleri için çalışmalara başlandı. Siyasetin yeniden yapılandığı böylesi bir dönemde Şii Davet Partisi Başkanı İbrahim Caferi liderliğindeki hükümet iş başına geldi. Aynı süreçte, ABD tarafından kimi zaman el-Kaide kimi zaman Mehdi Ordusu mensupları olarak lanse edilip karalanan Iraklı direniş grupları da işgal güçlerine karşı mücadelelerini arttırdı. Tam da bu dönemde, bir yandan Şiilik adına radikal grupların Sünni camilere saldırıları, diğer yandan Sünnileri temsil ettiği iddiasıyla ortaya çıkan radikal grupların Şiilere yönelik saldırıları bu çatışmaları farklı boyutlara taşıdı ve toplumsal öç alma eğilimlerini güçlendirdi.

Büyük anlaşmazlıklara neden olan anayasa oylaması Anbar, Selahaddin ve Musul gibi Sünni şehirlerde kabul edilmemişti. Ancak bu oylamanın ardından dört yıl görev yapacak parlamentonun seçimi için aynı yıl ikinci bir seçim daha düzenlendi.

Bu seçimler de öncekiler gibi Sünni bölgeler tarafından boykot edildi. Bu Sünni boykot, parlamentodaki Şii bloğun ağırlığını daha da pekiştirdi ve bu seçim sonuçlarına dayanarak Nuri Maliki 2006 yılında dört yıl süre ile başbakan seçildi. Maliki döneminde iç kriz en üst seviyelerine ulaşmış, mezhep esasına dayalı cinayetler ve kaçırılma olayları daha önce görülmemiş düzeylere varmıştı. Öyle ki mezhebe dayalı tehcirler dahi gerçekleştirilmişti. Bütün bunlar çoğu zaman yasal örtü altında, Amerikan güçlerinin bilgisi dahilinde ve terörle mücadele bahanesiyle yapılmıştı.

Sünnilerin bu defa boykot etmediği 2010 yılı parlamento seçimlerinde, liberallerin ve Sünnilerin desteklediği İyad Allavi başkanlığındaki Irak Ulusal Hareketi 91 sandalye kazandı, Şii blok ise 89 sandalye elde edebildi. Bu sonucu kabul etmeyerek iktidarı devretmeyi reddeden Başbakan Maliki, Anayasa Mahkemesi’ne itirazda bulundu. Mahkemenin anayasa maddelerini açık bir şekilde ihlal ederek Maliki lehine karar vermesi üzerine ülkedeki durum daha da kötüleşmeye başladı.

Maliki’nin iktidarda kaldığı sekiz yıl, işgalden sonra Irak’ın yaşadığı en kötü dönem oldu. Bu yıllarda mezhep çatışmaları ve idari yolsuzluklar artarak milis güçlerin devletin kaynaklarındaki hâkimiyeti genişlemiş ve ülkede İran müdahalesi açık ve yaygın bir şekilde görülmeye başlanmıştır. Uluslararası ambargo altında olan İran’ı bu ambargodan kurtarmak için imzalanan çok sayıda anlaşmayla Irak, ekonomik anlamda İran’a bağımlı hale getirilmiştir. Aynı şekilde idari ve mali yolsuzluklar bu dönemin en büyük özelliği haline gelmiş ve eğer bu fiiller hükümet kararıyla gerçekleştirilmişse tüm skandallar, yargıya taşınmadan geçiştirilmiştir. Bu dönemde ayrıca Irak ekonomisinin kaderini kendi kontrolleri altına almak isteyen uluslararası tekelci şirketlerin geri dönüşünü sağlayan petrol alanlarının araştırılması ve geliştirilmesi sözleşmeleri de imzalanmıştır.

İnsani Durum

Irak’ta yaşanan iç göç nedeni ile 4,2 milyon insan yerinden oldu. Yerinden edilen 1,1 milyonun kişinin yardım kamplarında kalması bekleniyor. IŞİD’den alınan Musul ve çevresinde 1,4 milyon insan, insani yardıma muhtaç durumda.

Çatışmaların insanlar üzerinde oluşturduğu travmalar, hastalanma ve ölüm oralarında ciddi artışlara neden oluyor. Hastaneler ve sağlık merkezleri hasar gördüğünden çatışma alanlarında uzmanlık gerektiren tedavilere, acil müdahale ekiplerine, yeni doğan bakım ünitelerine ulaşmakta ciddi sıkıntılar yaşanıyor. Temel tıbbi malzemeler, tıbbi destek malzemeleri ve hasta besin ürünlerine ulaşmak neredeyse mümkün değil. Çatışmalardan en çok Musul, Kerkük bölgeleri etkileniyor.

Sosyo Kültürel Yapı

Etnik bir çeşitlilik arz eden Irak ağırlıklı olarak Araplar’dan oluşmaktadır. Bölge de ayrıca Kürt, Türkmen, Asuri ve diğer etnik gruplar da bulunmaktadır. %97’si Müslüman ( %60.65’i Şii, %32.37'si Sünni ) olan ülkenin geri kalanını Hristiyanlar ve diğer dinlere mensup olan bireyler oluşturmaktadır.  

Irak diğer Arap ülkeleri ile karşılaştırıldığında geniş bir kentli orta sınıfa ve göreceli bir kalifiye işgücüne sahiptir.

Ekonomi

Körfez ülkeleri arasında Suudi Arabistan ve İran’dan sonra yüzölçümü bakımından 3. en büyük ülke olan Irak, gerek stratejik konumu gerekse zengin petrol rezervleri ile ekonomik açıdan büyük potansiyele sahip bir ülkedir. Devlet başkanı Saddam Hüseyin döneminde sürekli gündemde olan savaşlar ve ambargolar, 2003 yılındaki ABD müdahalesinin sonrasında ise etnik ve mezhepsel bölünmüşlüğün belirginleşmesine bağlı olarak ortaya çıkan güvenlik sorunları ülkenin ekonomik potansiyelini gerçekleştirmesine engel olmuştur.

Söz konusu sorunlara rağmen 2010-2013 yılları arasında Irak ekonomisi dünyanın en hızlı büyüyen ekonomileri arasında yerini alır. Savaş ve batılı ülkelerin müdahaleleri sonrası büyük yıkıma uğrayan ülkede altyapı ve konut sektörlerinde yatırım ihtiyacı oldukça yüksek düzeydedir. Irak hükümetinin en büyük gelir kaynağı petroldür. Petrol gelirlerinin dışında da ekonomik kazanç elde etmek isteyen Irak iç ve dış yatırımlara ihtiyaç duymaktadır. 2013-2017 dönemini kapsayan Ulusal Kalkınma Planı’nda yatırım harcamalarının 357 milyar dolar olacağı belirtilmiştir.

Ekonomik açıdan büyük bir potansiyele sahip olmasına rağmen, IŞİD’in ülkenin önemli bir bölümünü ele geçirmesinin ardından Irak’a ilişkin en önemli sorunlar güvenlik açığı ve istikrarsızlıktır. Önümüzdeki dönemde Irak’ta yaşanacak gelişmeler, ülkenin bütünlüğünün ve dolayısıyla iş yapabilme ortamının nasıl şekilleneceği konusunda belirleyici olması bakımından büyük önem arz etmektedir.

Irak-Türkiye İlişkileri

Türkiye ile Irak arasında 378 kilometrelik bir sınır olup bu sınır üzerinde 4 sınır kapısı (Habur, Gülyazı, Şemdinli-Derecik ve Çukurca-Üzümlü) bulunmaktadır.

Türkiye Dışişleri Bakanlığı verilerine göre 2016 yılı itibarıyla Irak, ihracatta7,64 milyar ABD dolarıyla Türkiye’nin %5,3’lük payıyla üçüncü büyük ortağıdır. Irak’taki güvenlik durumunda yaşanan sıkıntılar, ikili ticaret rakamlarının yükselmesini engelleyen en önemli etkendir.

Türkiye, Irak’ın tüm kesimleriyle ilişkilerini geliştirme hedefi çerçevesinde Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’yle de her alanda yakın işbirliği içerisindedir.

2003 ABD işgalinden sonra Türkiye ile Irak arasındaki ilişkilerin dört döneme ayrılarak incelenmesi mümkündür. 2003-2005 yılları arası ‘düşük yoğunluklu politik dönem’, 2005-2009 yılları arası ‘merkez ağırlıklı politik dönem’, 2010-2014 yılları arası ‘yerel ağırlıklı politik dönem’, 2014-2016 yılları arası da ‘dalgalı-durağan dönem’ olarak adlandırılmıştır.

25 Eylül 2017 tarihinde Kürt Bölgesel Yönetimi’nde düzenlenen bağımsızlık referandumu Türkiye’nin Kürt Yönetimi ile ilişkilerinin gerginleşmesine sebep olurken merkezi Bağdat Hükümeti ile ortak askeri tatbikatlar yürütülmeye başlanmıştır.

KAYNAKÇA