Temel Göstergeler | |
Resmi Adı | Kabardey Balkar Cumhuriyeti |
Yönetim Biçimi | Rusya Federasyonu’na bağlı Kuzey Kafkasya Federal Bölgesi’nde özerk cumhuriyet |
Özerklik Tarihi | 1991 |
Başkent | Nalçik (240.000) |
Yüzölçümü | 12.500 km2 |
Nüfusu | 866.000 (2019) |
Nüfusun Etnik Dağılımı | %52 Kabardey, %12 Balkar, %22 Rus, %14 diğer |
İklimi | Karasal iklim hâkimdir. |
Coğrafi Konumu | Kuzey Kafkasya’da yer alan Kabardey-Balkar Cumhuriyeti’nin doğusunda Kuzey Osetya, batısında Karaçay-Çerkes Cumhuriyeti, kuzeyinde Stavropol Krayı ve güneyinde Gürcistan bulunur. |
Komşuları | Karaçay-Çerkes Cumhuriyeti, Kuzey Osetya, Gürcistan |
Dil | Kabardeyce, Karaçay-Balkar Türkçesi, Rusça |
Din | (Yaklaşık veriler) %70 Müslüman, %25 Hristiyan, %5 diğer |
Ortalama Yaşam Süresi | 76,2 yıl |
Para Birimi | Rus Rublesi |
Gayrisafi Bölgesel Gelir (GRP) | 2,6 milyar dolar (2018) |
Kişi Başı Milli Gelir | 2.670 dolar (2018 IMF) |
İşsizlik Oranı | %11 (2019) |
Tarihî Arka Plan
Kuzey Kafkasya, Müslüman ve Hristiyan dünyanın buluştuğu ve Avrupa ile Asya’nın birbirinden ayrıldığı bir bölge olması sebebiyle jeopolitik olarak önemli bir konuma sahiptir; dolayısıyla bölge her zaman büyük devletlerin çıkarlarının çatıştığı bir coğrafya olagelmiştir.
16 ve 17. yüzyıllarda Kuzey Kafkasya, bu bölgede hâkimiyet kazanmaya çalışan Osmanlı ile İran Safavi Devleti arasında devam eden mücadeleye sahne olmuştur. Yine 16. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Kuzey Kafkasya siyasi arenasına dâhil olan bir başka güç ise Rusya’dır. Çarlık Rusya ordusunda general olan ve aynı zamanda Kafkas Savaşı adlı kitabın yazarı olan Vasiliy Potto’ya göre, IV. İvan’dan başlayarak hemen hemen bütün Rus çarları, Kafkasya üzerinde hâkimiyet kurmaya çalışmıştır; hatta “Kafkasya hâkimiyeti fikri, Rus tarihinde kalıtsal hâle gelmiştir.” Bununla birlikte, Rusya’nın Kuzey Kafkasya’ya yönelik dış politikasının temel amacı, 16. yüzyıl sonlarına doğru zaten yeterince zayıflamış olan İran ile askerî-politik bir ittifak kurarak Osmanlı’nın bu bölgedeki varlığına karşı koymak şeklinde gelişmiştir.
Rusya’nın Kuzey Kafkasya’yı istila etmesi kolay olmamış, bu süreç birkaç yüzyıla yayılmıştır. Bu istilaya karşı koymak için İmam Mansur, Gazi Muhammed, Hamzat Bek, Şeyh Şamil gibi liderler önderliğinde birçok defa bir araya gelen Kuzey Kafkasya halkları, 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar Rus istilalarına direnmiştir. 19. yüzyılla birlikte başlayıp yüzyılın ikinci yarısında (1864) sona eren Kafkas Savaşı neticesinde, yüz binlerce insan Osmanlı’ya sürgün edilmiş ve bölgede asırlar boyu devam eden siyasi, etnik, dinî ve kültürel düzen yıkılmıştır. Kafkas Savaşı’ndan sonra birkaç ayaklanma başlatılmışsa da bunlar Rusya tarafından kanlı bir şekilde bastırılmış ve 19. yüzyılın ikinci yarısında, Kuzey Kafkasya tümüyle Rusya’nın idari ve askerî hâkimiyetine girmiştir.
Beyaz ve Kızıl orduların arasında geçen Rus İç Savaşı’ndan (1917-1922) sonra ortaya çıkan kolektifleştirme ve komünist rejim dayatmaları sırasında ise; ulusal aydınların, Müslüman din adamlarının ve varlıklı ailelerin kitlesel imhası başlatılmıştır. Sovyetler Birliği yönetiminin izlediği bu politika, Kuzey Kafkasya’da önce örgütlü ayaklanmalara, daha sonra ise 2. Dünya Savaşı’na kadar mücadelesini sürdürecek olan partizan grupların ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Erkek nüfusun neredeyse tamamının cephede bulunduğu 2. Dünya Savaşı yıllarında, çoğunlukla kadın, çocuk ve yaşlılardan oluşan Çeçen-İnguş ve Karaçay-Balkar halkları, Orta Asya’ya sürgün edilmiştir. Stalin’in ölümünden sonra Sovyetler Birliği’nde devlet baskıları azalamaya başlamış ve Nikita Kruşçev’in iktidarda bulunduğu 1957 yılından sonra da söz konusu halkların ana vatanlarına dönmelerine izin verilmiştir.
Entelektüelleri, ilim ve din adamlarını yok eden Sovyet yönetimi, Kafkasya insanını Rus öğretmenler aracığıyla sıradan bir Sovyet vatandaşına dönüştürmeyi planlamıştır. Nitekim 1960’lara gelindiğinde, bu planın başarıya ulaştığı düşünülmüş ve tüm bölge halklarının Sovyet ideallerine sadık birer yurttaş olduğu varsayılmaya başlanmıştır; ancak durumun hiç de göründüğü gibi olmadığı 1980’lerde anlaşılmıştır. Bu tarihlerde Glasnost (açıklık) ve Perestroika (yeniden yapılandırma) politikaları ile Sovyet yönetiminin azınlıktaki halklara uyguladığı baskıların ve sansürün hafiflemesi, hatta bazı üye devletlerin Sovyetler Birliği’nden ayrılmak üzere harekete geçmesi üzerine, Kuzey Kafkasya halkları arasında da ulusal hareketler ortaya çıkmıştır.
Sovyet döneminde, genellikle iktidarda etnik Rus yöneticilerin olduğu Kuzey Kafkasya cumhuriyetlerinde, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra yapılan ilk gerçek ve rekabetçi seçimlerde, iktidara yerli ulusal hareketlerin temsilcileri gelmiştir. 1990’ların başında, bu cumhuriyetlerde iktidara gelen liderleri iki kategoride değerlendirmek mümkündür. Birinci kategoride, Sovyet ordusunda görev almakla birlikte ulusal hareketlere dâhil olup siyasete girenler gelmektedir. Çeçenistan’da Cahar Dudayev ve İnguşetya’da Ruslan Auşev bu grup içinde sayılabilir. İkinci gruptakiler ise; yeni dönemde de iktidarda kalmayı başaran ulusal nomenklaturanın temsilcileridir. Bunlar arasında Dağıstan’daki Yüksek Konsey Prezidyumu Başkanı Magomedali Magomedov, Kabardey-Balkarya’daki Yüksek Konsey Prezidyumu Başkanı Valeriy Kokov, Kuzey Osetya’daki Komünist Parti Bölge Komitesi Birinci Sekreteri Aleksandr Galazov gibi isimler dikkat çekmektedir.
Kuzey Kafkasya kendine yön ararken, aynı sıralarda Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Moskova’da (Ekim 1993’te) Devlet Başkanı Boris Yeltsin ve parlamento arasında silahlı bir çatışmaya dönüşecek olan şiddetli bir güç mücadelesi başlamıştır; dolayısıyla da Rusya’nın politik gündeminde böyle bir mesele varken, Kuzey Kafkasya’daki gelişmeler Moskova’nın dikkatini çok fazla çekmemiştir. Bölgede, Sovyet sonrası dönemde Kuzey Kafkasya cumhuriyetlerinin çoğunun bağımsızlık yerine genişletilmiş özerklik talep etmesi, önemli bir ayrışmaya sebep olmuş ancak bu durum Moskova tarafından bir sorun olarak görülmemiştir. Zira 1990’ların başında, bizzat Yeltsin, “Alabildiğiniz kadar bağımsızlığı alınız” demiştir. Ne var ki Çeçenistan’ın özerklik değil tam bağımsızlık arayışında olması, Moskova’yı fazlasıyla rahatsız etmiş ve 1994’te Rusya-Çeçenistan Savaşı başlamıştır. O zamana kadar genellikle Rusya’nın ikincil gündem maddelerinden olan tüm Kuzey Kafkasya bölgesi, bir anda ülkenin en önemli meselesi hâline dönüşmüştür. 1999 yılında İkinci Çeçenistan-Rusya Savaşı başladığında, çatışmanın etkileri bölgesel sınırları aşmış ve süreç, bütün Rusya’nın etkilendiği bir gerilim yumağına dönüşmüştür.
2000 yılında iktidara gelen Vladimir Putin’in Rusya’yı hızla “üniterleştirme”sinin Kuzey Kafkasya üzerindeki en büyük etkisi ise, özerk cumhuriyetlerin cumhurbaşkanlarının doğrudan halk tarafından seçilmesi uygulamasının kaldırılması olmuştur. Sonrasında bölgede askerî varlığını ve siyasi ağırlığını yeniden hissettiren Moskova yönetimi, 2009 yılında Çeçen savaşının resmen bittiği tarihe kadar, tüm bölgede kontrolü ele almıştır. Putin’in Nisan 2013’te, Rusya’ya bağlı özerk cumhuriyetlerin parlamentolarına doğrudan seçimleri kaldırma hakkı veren yasayı imzalaması sonucunda, Kuzey Kafkasya’daki yedi cumhuriyetten altısı bu uygulamaya geçmiştir. Günümüzde bölgede sadece Çeçenistan’da cumhurbaşkanı doğrudan halk tarafından seçilmektedir.
Yeltsin döneminde Kremlin’in Kuzey Kafkasya’daki sorunlara yaklaşımının temelinde, burada yükselen bağımsızlık taleplerinin domino etkisi yaratarak Rusya’nın da Sovyetler Birliği ile aynı kaderi paylaşacağı korkusu yer alırken, Putin’in iktidara gelmesiyle Rusya’nın Kuzey Kafkasya politikasında hızlı bir değişim yaşanmıştır. Putin’in Kuzey Kafkasya politikası iki bileşenden oluşmaktadır: Güvenlik sorununu çözmek (ayrılıkçı grupları yok etmek) ve Moskova’dan Kuzey Kafkasya cumhuriyetlerine doğru sübvansiyon akışını sağlayarak buradaki yerli elit sınıfı kontrol altında tutmak.
Siyasi ve Etnik Yapı
Kabardey-Balkar Cumhuriyeti, Kafkas Dağları’nın kuzey eteklerinde, Terek Irmağı Havzası’nda yer almaktadır. 2019 sayımına göre 866.000 olan nüfusunun %52’si şehirlerde, %48’i kırsalda yaşamaktadır. Çok etnikli bir yapıya sahip olan bu küçük cumhuriyette nüfusun %52’si Kabardeylerden, %12’si Balkarlardan oluşmaktadır. Bölgedeki diğer cumhuriyetlerden farklı olarak buradaki Rus nüfusun oranı nispeten yüksektir (%22). Kalan kesim de bölgenin diğer etnik gruplarından oluşmaktadır. Kabardeyler, Abhaz-Adıge dilleri olarak da bilinen Kuzeybatı Kafkas dilleri öbeğine bağlı Adıge dilinin doğu kolunu oluşturan Kabardeyceyi, Balkarlar ise Karaçay-Balkar (Karaçay-Malkar) Türkçesini konuşmaktadır.
Etnik kimlik olgusu hem Kabardeyler hem de Balkarların hayatında oldukça önemli bir yere sahip olmakla birlikte, bu durum farklı etnisiteler arasındaki entegrasyon süreçlerini engellememiş, hatta etnik kimlik son dönemde oldukça önemsiz bir hâle gelmiştir. Özellikle gençler kendilerini “Rusyalı” olarak tanımlamakta bir sakınca görmemektedir. Örneğin 2010 yılında yapılan bir anket çalışması kapsamında “Kendini kim olarak görüyorsun?” sorusuna, katılımcıların %43’ü “Rusya vatandaşı” cevabını verirken, yalnızca %20’si kendi milletini belirtmiştir.
Kabardey-Balkar Cumhuriyeti’nde etnik kimliğe dair kabuller, biri mikro diğeri makro olmak üzere iki söyleme dayanmaktadır. Mikro düzeydeki söylem etnik gruptan ziyade daha çok alt etnik gruba yöneliktir ve “Biz Kabardeyiz” veya “Biz Balkarız” gibi ifadelerde kendini bulmaktadır. İkinci söylem ise makro düzeydedir ve temelinde doğrudan bir etnik grup arayışı vardır. Bu durum Kabardeylerde “Biz Çerkes’iz veya Adıge’yiz”, Balkarlarda ise “Biz Karaçay-Balkar’ız veya Türk’üz” söylemleri ile kendini göstermektedir.
Kabardeyler ve Balkarların etnik kimlik inşasında, sömürgelerden etkilenmiş halkların karakteristik özellikleri görülmektedir. Bu bağlamda, modern Çerkes kimliğinin bileşeninin merkezinde, 19. yüzyıldaki Kafkas Savaşı sırasında soykırıma uğrayan bir halk bulunmaktadır. Aynı şekilde Balkarlar da 20. yüzyılın ortasında Stalin tarafından düzenlenen sürgünün travmasını henüz atlatamamıştır. Ancak söz konusu halklar için bir yandan birer felaket olan bu olaylar diğer yandan günümüzde bu halkları bir arada tutan en önemli unsurlara dönüşmüştür.
Yukarıda da belirtildiği gibi, Kabardey-Balkar Cumhuriyeti’nin nüfus yapısı çok etnikli bir görünüme sahiptir. Nüfusunun %90’ı Kabardey, Balkar ve Ruslardan oluşmaktadır. Bölgede 1960’lara kadar Rus nüfusun arttığı, buna karşın Kabardey ve Balkar nüfusunun azaldığı bir süreç yaşanmıştır. Günümüzde ise tersine bir durumun söz konusu olduğu görülmektedir. Bugün bölgedeki Rus nüfus gün geçtikçe azalırken, hem Kabardey ve Balkarların hem de diğer etnik grupların sayısında bir artış yaşanmaktadır. Bu durumun gelecekte ortaya çıkabilecek sosyoekonomik koşullar sebebiyle etnopolitik bir soruna yol açabileceği de belirtilmelidir.
Nüfus artışı bölgedeki büyük etnik grupların yerleşim tarzını da etkilemektedir. Bu bağlamda, söz konusu üç büyük etnik grubun yerleşim tarzının Kabardey-Balkar Cumhuriyeti’ni “dağ”, “dağ etekleri” ve “ovalar” olmak üzere üçe böldüğü yönünde geleneksel bir görüş vardır. Buna göre, Kabardeylerin önemli bir çoğunluğunun ovalarda, Balkarların dağlık bölgelerde, Rusların da şehir merkezlerinde yaşadığı düşünülmektedir. Ancak günümüzde yaşanan siyasi, toplumsal ve demografik dönüşümler bu görüşün doğru olmadığını göstermektedir. Bugün Kabardeylerin %57’si ovalık bölgelerde, Balkarların ise %51’i dağlık alanlarda yaşamaktadır. Bu bağlamda, başkent Nalçik’te, Kabardey-Balkar Cumhuriyeti’nde yaşayan Rusların %36’sı, Kabardeylerin %26’sı ve Balkarların %45’i ikamet etmektedir; dolayısıyla coğrafyayı etnik grupların yerleşim tarzlarına göre üç gruba ayırmak, en azından günümüzdeki tabloyu yansıtmamaktadır.
Kabardey-Balkar toplumundaki bütün etnik gruplar için en hassas konulardan biri, siyasi yönetimde ve sivil toplumda temsil edilme meselesidir. Bu cumhuriyet, bürokraside üstü kapalı bir “kota” uygulamasının geçerli olduğu birkaç özerk cumhuriyetten biri olarak kabul edilmektedir. Zımni biçimde uygulandığı düşünülen bu kota sistemi, milliyete göre personel alımını yasaklayan Rusya Anayasası’nın temel normlarına da aykırıdır. Bununla birlikte bu kota sistemi, örneğin benzer bir uygulamanın geçerli olduğu komşusu Karaçay-Çerkes veya Dağıstan cumhuriyetlerinden farklı olarak, Kabardey-Balkar toplumundaki etnik ilişkileri düzenlemekte etkili bir rol oynamaktadır. Söz konu uygulamaya göre cumhurbaşkanı her zaman etnik Kabardey olmakta, başbakan ise döneme göre değişmektedir. Parlamento başkanı genellikle Balkar, yardımcısı ise Kabardey olmaktadır. Aynı şekilde bakanlar kurulu oluşturulurken de üyelerin etnik kökenleri dikkate alınmaktadır.
Ne var ki son yıllarda yaşanan siyasi krizler, bu etnik kota sisteminin her seferinde istenen sonucu vermediğini göstermiştir. Örneğin 2005’te Arsen Kanokov’un iktidara gelişi, neredeyse en başından itibaren Balkar toplumu tarafından kuşkuyla karşılanmıştır. Balkar kamuoyunda bir Çerkes milliyetçisi olarak bilinen Kanokov’un cumhurbaşkanlığından kaynaklanan rahatsızlık giderek büyümüş ve siyasi bir krize dönüşmüş, süreç 2013 yılında Kanokov’un istifası ile sonuçlanmıştır. Onun istifası birçok kişi tarafından Balkar ulusal hareketinin bir zaferi olarak görülmüştür.
Kanokov sonrasında, 2013-2018 yıllarında, Kabardey-Balkar Cumhurbaşkanlığı görevini yürüten Yuriy Kokov’un kısa dönemli iktidarının en önemli sonucu, Balkar ulusal hareketi liderlerinin cumhurbaşkanına karşı tutumunun olumlu yönde değişmesidir. Bu olumlu gelişmenin ilk belirtileri, Balkar sürgününün 74. yıl dönümü olan 8 Mart 2014 tarihinde düzenlenen mitinge Kokov’un da katılmasıyla kendini göstermiştir. Buradaki özel durum, Kokov’un mitinge katılmasından ziyade, genellikle cumhuriyet yönetimine muhalif olarak bilinen Balkar Halkı Yaşlılar Konseyi (BHYK) yöneticileri ile aynı sahnede yer almasından kaynaklanmıştır. Bu bağlamda, cumhuriyetin önceki yönetiminin Balkar halkının sorunlarını çözmek adına bir politika izlemediğini belirten BHYK liderleri, Kokov ile birlikte bu alanda olumlu gelişmelerin yaşanacağına dair inancın tam olduğunu söylemişlerdir.
Bu tür olumlu tepkilere karşın Kokov, Kabardey-Balkar toplumundaki etnik gruplar arasında denge kurmakta başarısız olunca, 2018’de görevi bırakmak zorunda kalmıştır. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in baskısıyla istifa eden Kokov’u bu noktaya getiren süreç, Eylül 2018’de, bir Balkar köyü olan Kendelen’de Kanjal Savaş’ının 310. yıl dönümü onuruna atlı yürüyüş düzenlenmesiyle başlamıştır. Yürüyüş sırasında bir Kabardey köyünden geçmek isteyen Balkarların engellenmesi, taraflar arasında ciddi bir krize sebep olmuştur. İki halk arasında büyük çatışmalara neden olabilecek bu anlaşmazlığı gideremeyen Kokov, Putin’in müdahalesi ile istifa etmiştir.
Coğrafyanın demografik yapısını ve sosyoekonomik gelişimini etkileyen en önemli unsurlardan biri, son 30 yıldır yaşanan ve gittikçe artan göçlerdir. 2011’de Kabardey-Balkar Cumhuriyeti’nde yapılan bir araştırmaya göre, 35 yaş altı her iki gençten biri bölgeden göç etmek istemektedir. Bu durumun arkasındaki en temel nedenler ise; işsizlik, tarım arazilerinin artan nüfusu beslemeye yetmemesi, Rusya’nın diğer şehirlerinde iş imkânlarının daha fazla olmasıdır.
Diğer taraftan 2011’de Suriye’de patlak veren iç savaş ve 2014’te Kırım’ın ilhakıyla Ukrayna’nın doğusunda yaşanan savaş, binlerce mültecinin Kuzey Kafkasya’ya akın etmesine yol açmış, bu ise yıllardır göç veren Kabardey-Balkar Cumhuriyeti’nin kısa süre için de olsa göç almasına sebep olmuştur. Bu noktada bölgeye göç edenlerin “mülteci” olarak tanımlanmasının pek doğru olmadığını da belirtmek gerekmektedir; çünkü söz konusu insanların büyük bölümü, 19. yüzyılın ikinci yarısında, Kafkas Savaşı sonucunda Rusya tarafından Osmanlı Devleti’ne sürgün edilen Çerkeslerin torunlarıdır.
Ekonomik Yapı
Kabardey-Balkar ekonomisinin ana sektörleri tarım, sanayi ve inşaattır. Cumhuriyetin GSYİH’sinde sektörlerin payına bakıldığında tarımın %21,5, sanayinin %14,7 ve inşaat sektörünün %9,9’luk bir hacme sahip olduğu görülmektedir. Rusya’daki 85 federe birim arasında işsizlik açısından 78. sırada, kişi başına düşen ortalama gelir açısından da 75. sırada yer alan Kabardey-Balkar’da bu rakamlar, sosyoekonomik anlamda ciddi adımların atılması gerektiğini göstermektedir.
Kabardey-Balkar toplumunun en önemli iç sorunlarının başında, son 20 yılda yaşanan etnopolitik problemlerin de ana unsurlarından biri olan toprak sorunu gelmektedir. Bu sorunun iki bileşeni vardır: İlki, Kabardeyler ve Balkarlar arasındaki toprak sorunu; ikincisi ise Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra bir türlü hayata geçirilemeyen tarım arazisi reformudur. İlk olarak 1990’ların başında ortaya çıkan bu sorunun temelinde, 1944’te sürgüne gönderilen Balkar halkının “haklarının iadesi” talebi yatmaktadır; dolayısıyla 2000’lerin başına kadar geçen sürede ağırlıklı olarak politik bir söylem üzerine inşa edilen toprak sorununun ekonomik yönü gölgede kalmıştır. Ancak 2005’te Kabardey-Balkar’da yerleşim yerlerinin statülerini ve sınırlarını yeniden düzenleyen bir yasanın kabul edilmesiyle Kabardey ve Balkarlar arasındaki gerilimi yükselten tartışmalar da başlamıştır. Tartışmaların temelinde, söz konusu yasaya göre nüfusu ağırlıklı olarak Balkarlardan oluşan yerleşim yerlerine bitişik toprakların büyük kısmının mülkiyetinin cumhuriyete (federe birim) devredilmesi bulunmaktadır; yani bir tür kamulaştırma yapılmış olmasıdır. Bu yeni düzenleme sonucu federe yönetimin eline geçen toprağın kendilerinin ikamet ettiği bölgelerdeki yerel yönetimlere bağlı olması gerektiğini savunan Balkarlar ise, geniş çaplı protesto eylemleri başlatmıştır. Söz konusu eylemlere yalnızca Balkar aktivistleri değil, aynı zamanda kırsal bölgelerdeki nüfus da yoğun katılım sağlamıştır. Böylece, Balkar halkının ekonomik çıkarları ve aktivistlerin yıllardır dillendirdiği etnopolitik talepler, “toprak sorunu” etrafında iç içe geçmeye başlamıştır.
Toprak sorununda üçüncü aşama, Kabardey-Balkar yönetiminin 2010 sonrasında yeni toprak reformunu başlatmasıyla ortaya çıkmıştır. Tarım arazilerinin tüzel kişilere kiralanmasını öngören bu yeni reform, halkın toprak sahibi olmasının önünde büyük bir engel teşkil etmeye başlamıştır. Bu ise, Kabardey-Balkar’da toprak mülkiyeti tartışmalarını gündemin ana maddesi hâline getirmiştir; dolayısıyla bu coğrafyada Kabardey ve Balkar halkları arasındaki toprak ve tarım arazisi sorunları iç içe geçmiş bir meseledir.
Bölge uzmanları, Kabardey-Balkar Cumhuriyeti’nin Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Rusya genelinde başlatılan toprak reformlarının hayata geçirilmediği tek coğrafya olduğunu belirtmektedir. Sovyetler zamanında tamamen devletin elinde olan tarım arazilerinin özel mülkiyete geçirilmesi süreci, Kabardey-Balkar’da çeşitli sebeplerden ötürü henüz tamamlanamamıştır.
Rusya’da Boris Yeltsin’in iktidarda bulunduğu dönemde, tarım arazilerinin özel mülkiyete devredilmesine ilişkin bir federal yasa çıkarılmış ve bu süreçte cumhuriyette yaşayan köylülerin arsa ve mülk paylarını belirleyen belgelerin hazırlanması çok kısa sürmüştür. Ancak Kabardey-Balkar bürokrasisi, bölgede toprağın kısıtlı olması sebebiyle tarım arazilerinin özel mülkiyete devredilmesinin büyük sorunlara yol açacağını öne sürerek o dönemde cumhurbaşkanı olan Valeriy Kokov’u radikal bir adım atmaktan vazgeçirmiştir. Gerçekte ise; kolhozların (kolektif çiftlik) yöneticileri, Sovyetlerin dağılmasıyla birlikte kontrolsüz kalan ve aynı zamanda çok büyük bir gelir kaynağı olan toprağı özel mülkiyete transfer etmek istememiştir. Bu geçiş dönemi, Kabardey-Balkar’da tarım arazilerinin yerel yönetimlere devredilmesini öngören yasanın kabul edildiği 1996 yılına kadar sürmüştür.
Bu düzenlemelerle (ekilebilir arazilerin kiraya verilmesiyle) zor bir süreçten geçen yerel yönetimlerin bütçelerine katkı sağlanması amaçlanmış; ancak hem bu amaca ulaşılamamış ve yerel yönetimlerin finans sorunları daha da büyümüş hem de bu durum sadece yerel idarelerdeki yöneticilerin kişisel refahını arttırmaya katkıda bulunmuştur.
2005’in sonunda Kabardey-Balkar’da iktidara gelen Arsen Kanokov’un ilk vaadi; kısa süre içinde tarım arazisi sektöründe pazar ekonomisine geçileceği olmuştur. Bir iş adamı olan Kanokov, bu önlemler olmadan tarım sektöründe gerçek bir gelişmenin sağlanamayacağının farkında olsa da hem reform destekçilerinin hem de ateşli muhaliflerin baskıları sebebiyle yönetime geldikten sonra uzun süre bu konuda herhangi bir girişimde bulunamamıştır. Hasılı, deneyimli bir finansçı olan Kanokov, toprak reformunun hayata geçirilmesinin şart olduğunu bilmesine rağmen deneyimsiz bir siyasetçi olmasına bağlı olarak, reform karşıtlarının baskısından kurtulamamıştır. Bunun sonucunda da toprak reformunda, uzun bir belirsizlik süreci yaşanmıştır.
Sonunda, söz konusu anlaşmazlığa bir çözüm bulmak için kurulan komisyonun tarım arazilerinin kooperatiflere (anonim şirketler) devredilmesi teklifi doğrultusunda, Kabardey-Balkar Parlamentosu toprak reformunu uygulamaya koymuştur. Bugün gelinen noktada, tarım arazileri açık artırma yoluyla 49 yıllığına kooperatiflere devredilmektedir. Tarım arazilerini işletme hakkının zenginlere verilmesine yol açan bu durum, sıradan vatandaşlar için çok büyük bir engel teşkil etmektedir.
Özetle, Kabardey-Balkar’da toprak sorununun iki boyutu vardır: İlki, 1944’te yaşanan sürgün sonrası haklarının iade edilmediğine inanan Balkar halkının politik talepleri; ikincisi ise tarım arazileri mülkiyetine ilişkin tartışmalardır. Sonuncusunun altında yatan sebep, Sovyetler Birliği’nin tarih sahnesinden silinmesinin ardından pazar ekonomisine geçen ve bu amaçla önemli reformlar gerçekleştiren Rusya’da tarım arazilerinin mülkiyetinin vatandaşları arasında paylaştırılmasına karşın, Kabardey-Balkar yönetiminin bu uygulamaya geçmemiş olmamasıdır.
Dinî Yapı ve Müslümanların Durumu
Kuzey Kafkasya, Müslüman ve Hristiyan dünyanın buluştuğu ve Avrupa ile Asya’nın birbirinden ayrıldığı bir bölge olması sebebiyle jeopolitik olarak önemli bir konuma sahiptir; dolayısıyla bölge, her zaman büyük devletlerin çıkarlarının çatıştığı bir alan olagelmiştir. Kuzey Kafkasya halklarının İslamlaşması 7. yüzyılda Arap fetihleri ile başlamıştır. Aslında İslam’ın bütün bölgeye yayılması yaklaşık olarak 1.000 yıl sürmüştür. İlk aşamada, güney Dağıstan’a ulaşan İslam, buradan da bölgenin batısına doğru yayılmıştır. 15. yüzyıla gelindiğinde Kuzey Kafkasya’nın doğusu tamamen İslamlaşmıştır. Ancak günümüzde bölgede yaşayan Müslüman halkların (özellikle Kuzey Kafkasya’nın batısındaki halkların) İslam öncesi inançlarından vazgeçmesi (17-19. yüzyıl arasında) uzun zaman almıştır. Arap davetçi ve fetihçiler üzerinden Dağıstan’a ulaşan İslam, Kuzey Kafkasya’nın doğu bölgelerinde yerli davetçiler eliyle, batısında ise daha çok Osmanlı Devleti’nin etkisiyle yayılmıştır. Bugün genel olarak Kuzey Kafkasya’nın batısında Hanefi, doğusunda ise Şafi mezheplerinin yaygın olmasının sebebi, bu tarihsel olgu ile ilgilidir.
Kabardeyler ve Balkarlar 16. yüzyıldan itibaren İslamiyet’i benimsemiştir. Bugün bölgede yaşayan Kabardey ve Balkarların önemli bir bölümü Müslüman’dır ve Hanefi mezhebine bağlıdır ancak demografik yapının çeşitliliği ve %20’nin üzerindeki Rus nüfus sebebiyle günümüzde bölge nüfusunun tahminen %70’kadarı Müslümanlardan oluşturmaktadır.