Temel Göstergeler | |
Resmi Adı | Lübnan Cumhuriyeti |
Yönetim Biçimi | Parlamenter Demokratik Cumhuriyet |
Başkent | Beyrut (2 milyon) |
Bağımsızlık Tarihi | 22 Kasım 1943 (Fransa'dan) |
Yüzölçümü | 10.452 km² |
Coğrafi Konumu | Batıda Akdeniz, kuzey ve doğuda Suriye, güneyde İsrail |
İklimi | Akdeniz iklimi; serin ve yağışlı kışlar, sıcak ve kuru yazlar |
Doğal Kaynakları | Kireçtaşı, demir, tuz, işlenebilir topraklar |
Nüfusu | 6.039.000 (2016) |
Nüfusun Etnik Dağılımı | Arap %95, Ermeni %4, Diğer %1 |
Din | Müslüman %59,7, Hristiyan %39, Diğer %1.3 |
Diller | Arapça (Resmî), Fransızca, İngilizce, Ermenice |
Nüfus Artış Oranı | %0.7 (2014 T.C. Dışişleri Bakanlığı) |
Ortalama Yaşam Süresi | 79 yıl |
Milli Gelir | 54.063 milyar $ (2017 IMF) |
Kişi Başı Ortalama Milli Gelir | 11.647 $ (2017 IMF) |
Para Birimi | Lübnan Paundu (LBP) |
Reel Büyüme Oranı | %2 (2017 IMF) |
GSYİH - Sektörel Dağılım | %78 Hizmet, %17 Sanayi, %5 Tarım (2015 Dünya Bankası) |
Enflasyon Oranı | %3.5 (2014 T.C. Dışişleri Bakanlığı) |
İşsizlik Oranı | %24 (T.C. Dışişleri Bakanlığı) |
Endüstri | Bankacılık, gıda maddeleri, kuyumculuk, çimento, tekstil, mineral ve kimyasal ürünler, ağaç, mobilya, petrol arıtımı, metal sanayi |
Döviz Kuru | 1 Dolar = 1.516 LBP (2018) |
Diğer Önemli Şehirleri | Trablusşam (500.000), Sayda (200.000), Sur (175.000) |
Ülke Tarihi
Bugün Lübnan’ı oluşturan toprakların sahil kesiminde bilinen ilk yerleşimciler, MÖ 3.000’lerde bölgeye gelen Kenanlılar, yaygın ismi ile Fenikeliler olmuştur. Fenikelilerin ilk büyük ticaret limanı olan Byblos’un tarihi MÖ 5.000’lere kadar gitmektedir. Bölge daha sonra sırasıyla Amurru, Mısır, tekrar Fenike, Asur, Babil, Pers, İskender, Selefkiler, Roma ve Bizans yönetiminde kalmıştır.
Lübnan Hz. Ömer dönemindeki Yermük Savaşı ile 636 senesinde Müslümanların hakimiyeti altına girmiş, daha sonra Emevîler zamanında başkentin Şam’a taşınması ile önemi daha da artmıştır. Emevî döneminin ardından bölgeye Abbasîler, Tolunoğulları, İhşitler, Fatımîler ve Selçuklular hakim olmuş, Lübnan bu devletlerin idaresi altında varlığını sürdürmüştür. 11. yüzyılda bölgedeki siyasî karışıklıklar sebebiyle zaman zaman küçük hanedanlıklar da kurulmuş, ancak Lübnan 12. ve 13. yüzyıllarda genel olarak Bizans hakimiyetinde kalmıştır. Selahaddin Eyyubi’nin 1189’da Kudüs’ü fethinden sonra Beyrut ve Sayda’yı da fethetmesine rağmen, onun vefatından sonra hakimiyet yeniden Haçlılara geçmiş, 13. yüzyılın sonlarında ise Memlükler Lübnan’ı yeniden fethetmiştir.Yavuz Sultan Selim zamanında 1516’da düzenlenen Mısır Seferi’yle Memlük Devleti’nin sona ermesi neticesinde bölge Osmanlı Devleti’nin hakimiyetine girmiş ve 400 yıl Osmanlı hakimiyeti altında kalmıştır.
Lübnan1918’de Fransızlar tarafından işgal edilmiş ve bu işgal 2. Dünya Savaşı yıllarına kadar sürmüştür. 22 Kasım 1943 tarihi Lübnan’ın bağımsızlık günü kabul edilirken, 1 Ocak 1944’te de Lübnan’ın bağımsızlığı resmen tanınmıştır. Ancak bağımsızlıktan sonra da Fransa’nın ülke üzerindeki nüfuzu tam anlamıyla sona ermemiş, Lübnan’daki siyasî yapının teşekkülünde Fransa, Suriye’yle birlikte söz sahibi olmuştur.Levant'taki Hıristiyan toplulukların (özellikle deKatolik Marunilerinin) koruyuculuğunu kendi kararıyla üstlenmiş olan Fransa, bölgede uzun geçmişi olan dinî ve eğitsel faaliyetlerine devam ederek ülkeyi büyük ölçüde şekillendirmiştir.
1945 yılında Arap Birliği'nin kurucu üyesi olan Lübnan, daha sonraBirleşmiş Milletler’e üye olmuştur.Ortadoğu coğrafyasındaki kaos ve siyasî istikrarsızlıklar sebebiyle öteden beri yoğun biçimde göç alan Lübnan; buna karşın sahip olduğu eğitimli nüfus ve siyasî/kültürel atmosfer ile bir cazibe merkezi haline gelmiştir.
1948’de İsrail’in kurulması ve 1967 yılındaki Arap-İsrail Savaşı’nda yerinden edilmiş Filistinlilerin Lübnan’a göç etmesi, ülkede etnik ve dinî gerginliği arttırmıştır. Müslümanların Filistinlilerle birlikte çoğunluk haline gelmesi siyasal sistemdeki temsiliyet sorununu doğurmuş, bundan rahatsız olan Hristiyanlar silahlanmaya başlamıştır. Çatışmalar zamanla ülke çapında bir iç savaşa dönüşmüş,1975 yılında başlayan iç savaş 1990’ların başına kadar sürmüştür. İç savaş 150 bin kişinin ölümü, 1 milyon kişinin yaralanması, 350 bin kişinin ülke içinde yer değiştirmesi ve neredeyse 1 milyon kişinin ülkesini terk etmesi ile sonuçlanmıştır.
1989'da Arap Birliği önderliğinde taraflar bir araya getirilmiş ancak toplantı Lübnan'da değil Suudi Arabistan'ın Taif kentinde yapılmıştır. 1989 Taif Antlaşması’nda güneyde işgalci Siyonistlere karşı savaş veren İslamî Direniş (Hizbullah’ın askerî kanadı) dışındaki bütün silahlı güçlerin dağıtılması ve ellerindeki silahların toplanması kararlaştırılmıştır.
İsrail, 3 Haziran 1982’de Londra büyükelçisinin bir saldırı sonucu yaralanmasını bahane ederek 6 Haziran 1982’de Lübnan’ı işgal etmiştir. Hristiyan Falanjistler bu işgalde İsrailli güçlere yardımcı olmuşlardır. Lübnan’da askerî güç bulunduran Suriye ise işgal karşısında sessiz kalmayı tercih etmiştir.
İsrail birlikleri Haziran 1982’de sınırı geçip Lübnan'a girerek İsrail'in en uzun ve en tartışmalı savaşını başlatmıştır. Üç ay süren operasyon boyunca İsrail ordusu, sadece FKÖ'yle savaşmakla kalmayıp bir Arap başkentini -Beyrut- kuşatmaya almış, yüzlerce Lübnanlı ve Filistinli sivilin ölümüne sebebiyet vermiştir. Bu işgal, İsrail’in işgal altındaki Batı Şeria'yı ilhak etme hedefini kolaylaştırma amacını taşımıştır. 2000 yılında İsrail Lübnan’dan çıkarken arkasında Hizbullah örgütünü bırakmıştır.
12 Temmuz 2006 tarihinde Hizbullah tarafından iki İsrail askerinin kaçırılması ile Lübnan bir kez daha İsrail saldırılarına maruz kalmıştır. 33 Gün Savaşı olarak adlandırılan bu saldırı sonrasında Hizbullah örgütü hem Lübnan içinde hem uluslararası arenada büyük prestij kazanırken İsrail ordusu büyük bir başarısızlık ile karşı karşıya kalmıştır.
İç savaşın ardından Suriye 2005 yılına kadar Lübnan’daki işgalini sürdürmüştür. Lübnan’daki siyasî durum 2000’li yıllarda belirgin şekilde değişmiştir. Suriye Devlet Başkanı Hafız Esad’ın ölümünün ardından Suriye’nin Lübnan’daki askerî varlığı Lübnan halkı tarafından direniş görmeye ve uluslararası çevrelerce de eleştirilmeye başlanmıştır.
Başbakan Refik Hariri'nin 14 Şubat 2005'te Beyrut’ta uğradığı suikast Suriye'nin Lübnan'dan çıkışını getirmiştir. Batı yanlısı koalisyon “14 Mart İttifakı”, suikastten Suriye’yi, sorumlu tutmuş Hizbullah liderliğindeki “8 Mart İttifakı” ve bazı Suriyeli yetkililer ise suikastin arkasında İsrail gizli servisi Mossad’ın olabileceğini öne sürmüştür.Suikast ülkedeki siyasî ayrışmayı daha da keskinleştirmiş, Ortadoğu’daki dengeler de derinden etkilenmiştir.
Ülkedeki Şiîler ve Sünnîler arasında geçmişe dayanan gerilim, Suriye’deki savaşla birlikte zirveye ulaşmış durumdadır. 2006 yılındaki Hizbullah-İsrail savaşında ülkedeki Sünnîler Şiîleri desteklemiş ve tüm dünya Müslümanlarında Hizbullah’a karşı bir sempati oluşmuşsa da, bugün ülkedeki Şiîler Suriye’deki Esed yönetimini desteklemektedir. Ülkedeki Şiîlerle Sünnîlerin arasının yeniden açılmasına sebep olan bu durum, ülkede yeni bir kaos ve çatışma ortamının oluşması için büyük bir risk arz etmektedir.
Siyasî Yapı
Resmî dili Arapça olan Lübnan dinî ve etnik bakımdan karmaşık bir yapıya sahiptir. Farklı dinî ve etnik gruplara mensup halk adeta ayrı cemaatler halinde yaşamaktadır. Bu cemaatlerin başlıcaları Sünnî Müslümanlar (kıyı kesiminde), Şiî Müslümanlar (Beka vadisinde ve güneyde), Katolik Maruniler (büyük bölümü Lübnan dağlarında), Dürzîler (Lübnan dağlarının orta kesiminde), Ortodoks Rumlar (kıyı şehirlerinde) ve Katolik Ermenilerdir (güneyin kırsal kesimlerinde).
Parlamenter demokrasiyi benimseyen ülkede mezhep çatışmalarını önlemek için her kesimin adil şekilde temsil edilmesine özen gösterilen bir sistem uygulanmakta, üst düzey görevler mecliste temsil edilen 18 dinî grup arasında paylaştırılmaktadır.
Buna göre cumhurbaşkanı Hristiyanlardan, başbakan Sünnî Müslümanlardan, meclis başkanı ise Şiî Müslümanlardan seçilmektedir. Aslında merkezî hükümetin yetkileri sembolik niteliktedir; çünkü fiilî iktidar bölgelere göre mezheplere/gruplara dağıtılmış durumdadır. ÖrneğinŞiîlerin yoğun olduğu yerlerde iktidar Hizbullah’ın elindedir. Ülke nüfusunun %30-35’i Şiî, bir o kadarı daSünnîdir. Parlamentoda üç milletvekili ile temsil edilecek kadar Dürzî ve iki milletvekili ile temsil edilecek kadar da Nusayrî nüfus bulunmaktadır. Hristiyanlar içinde Marunî ve Falanjist gruplar yer almakta, ayrıca çok az da Yahudi bulunmaktadır.
Ülkenin önde gelen siyasî partileri şunlardır: Gelecek Hareketi (Sünnî), Hizbullah (Şiî), Özgür Yurtsever Hareket (Maruni), Lübnan Kuvvetleri (Maruni), İlerici Sosyalist Parti (Dürzi), Emel Hareketi (Şiî), Taşnak (Ermeni), Hınçak (Ermeni), Ramgavar (Ermeni), Lübnan Demokratik Partisi (Dürzi), Kataib (Maruni).
Ekonomik Yapı
19. yüzyıldan itibaren Ortadoğu’nun en önemli finans ve ticaret merkezi haline gelen Lübnan, nüfus ve yüzölçümü ile kıyaslanmayacak ölçekte büyük bir pazar potansiyeline sahiptir. Ülke ekonomisinde hizmet sektörü en önemli alanı oluşturmaktadır. Serbest piyasa ekonomisinin hakim olduğu ülkede iktisadî alan özel girişime dayanmaktadır. Ülkedeki toplam talebin %80’ini karşılayan özel sektör; tarım, sanayi, inşaat, ticaret, turizm, bankacılık, otelcilik, medya, danışmanlık ve mühendislik sektörlerine kadar hem her alanda etkindir. Beyrut Limanı, 2. Dünya Savaşı’nın ardından Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’in en önemli ticaret limanı haline gelmiştir. Ülke ekonomisinde inşaat ve gayrimenkul satışları önemli bir gelir kaynağı konumundadır. Özellikle Arap ülkelerinin vatandaşlarına gayrimenkul edinme konusunda sağlanan kolaylıklar, başta Körfez ülkeleri olmak üzere Lübnan’a önemli bir para akışının oluşmasını sağlamaktadır. Nitelikli işgücünün varlığı uluslararası ticarete imkan sağlamaktadır. Özel işletme ve yatırım için hukukî bir kısıtlama bulunmamakta, dış yatırımı teşvik edici düzenlemeler bulunmaktadır. Ülkenin en değerli doğal kaynağı olan ve günümüzde tükenen sedir ormanlarının yerini çimento sanayi almıştır. Mücevhercilikte de son yıllarda önemli gelişme kaydedilmiş olup, bu sektör ülkedeki küçük bir Ermeni topluluğunda bulunmaktadır.
Serbest piyasa ekonomisinin uygulandığı Lübnan, ticaret alanında liberal olmayı tercih etmektedir. Hükümetin yabancı yatırımı kısıtlamadığı ülkede yatırımcılar bürokrasi, yolsuzluk, müşteri prosedürlerinin karmaşıklığı, yüksek vergiler ve mülkiyet hakkının kötü düzenlenmesi nedeniyle zorluklar yaşamaktadır. Hizmet merkezli Lübnan ekonomisinin ana sektörleri bankacılık ve turizmdir.
Lübnan’ın başlıca ihracat yaptığı ülkeler; Suudi Arabistan, B.A.E., Suriye, Irak, Güney Afrika Cumhuriyeti ve İsviçre’dir. Başlıca ihraç ürünleri; mücevher, baz metal, kimyasallar, meyve ve sebze, tütün, inşaat malzemeleri ve kağıttır.
Ülkenin başlıca ithalat yaptığı ülkeler; Çin, İtalya, Fransa, Almanya, ABD, Rusya, Yunanistan ve Türkiye’dir. Başlıca ithal ürünleri ise; petrol yağları ve bitümenli minerallerden elde edilen yağlar, araba, ilaç, altın, canlı sığır, petrol gazları ve diğer gazlı hidrokarbonlar ve elmastır.
Sosyo-ekonomik alanda en büyük sorun olarak, dünya genelinde olduğu gibi gelir dağılımındaki adaletsizlik başı çekmektedir. Kişi başına düşen gelir 10.000 doların üzerinde olmasına rağmen, ülkede bir milyondan fazla kişinin yoksulluk, 250 bin kişinin ise açlık sınırının altında yaşadığı tahmin edilmektedir.
Türkiye-Lübnan İlişkileri
Türkiye-Lübnan ilişkileri yakın bir döneme kadar olumsuz bir havada seyretmiştir. Bunda Türkiye’nin Suriye ile arasındaki gerilimli siyasi ortam kadar, Arap-Türk milliyetçiliğinden kaynaklanan karşılıklı önyargıların da payı büyüktür. Öte yandan 20. yüzyılın ikinci yarısında ülkedeki Rum nüfusun da etkisiyle Lübnan’ın Kıbrıs sorununda Rumları desteklemesi ve Yunanistan ile kurduğu yakın ilişkiler, Türkiye’nin Lübnan’daki iç savaş ve İsrail işgalinde Lübnan’a destek vermemesi, ASALA ve PKK gibi terör örgütlerinin Lübnan’ı önemli bir merkez olarak kullanması gibi nedenler, iki ülke arasında yakın döneme kadar pozitif bir sürecin başlamasına mani olmuştur.
Ancak iki ülke arasında olumsuz seyreden ilişkiler 1990’ların sonlarından itibaren başta güvenlik ve strateji alanlarında karşılıklı atılan adımlarlaolumlu bir sürece girmiştir. Özellikle 2004 yılında dönemin Lübnan Başbakanı Refik Hariri’nin Türkiye’yi ziyareti esnasında imzalanan antlaşmaların ardından iki ülke arasındaki ilişkiler üst düzey ziyaretlerle gelişerek devam etmiş, sosyal, kültürel ve ekonomik alana yansımıştır.
Müslümanların Durumu
Yüzyıllardır medeniyetlerin geçiş noktası olan Lübnan, çok zengin ve canlı bir kültürel mirasa sahiptir. Bunda pek çok etnik ve dinî unsuru bünyesinde barındırıyor olması önemli rol oynamaktadır. Ülkedeki Müslümanların önemli bir bölümü tarihsel köklerini Arap milliyetçiliği üzerinden temellendirmekte, Hristiyan unsurlardan Maruniler kendilerini Fenikelilerin varisi olarak görmekte, Ortodoks Rumların bir kısmı kendilerini Bizans’a dayandırırken bir kısmı da ülkedeki Müslümanlar gibi Arap milliyetçiliğini savunmaktadır.
Lübnan’ın en önemli iç meselelerinden biri mülteciler meselesidir. 72 alanda çalışmaları yasak olan Filistinli mültecilerin büyük çoğunluğu Lübnan devletinin hiçbir hizmet götürmediği mülteci kamplarında yaşam mücadelesi vermektedirler. Güvenliği dahikampta yaşam mücadelesi veren mültecilerce sağlanan kamplarda hem Filistinli gruplar kendi aralarında çatışmakta hem de bu kamplar kanunsuzluğun hüküm sürdüğü alanlar olarak öne çıkmaktadır. En temel insanî ihtiyaçlarını bile karşılayamayan yığınlar Lübnan’ın geleceğini tehdit etmektedir.Sonuç olarak bölgesel ve küresel gelişmelere bağlı olarak Lübnan’ın kırılgan bir yapıya sahip, gerilimli bir fay hattı üzerinde olduğunu söylenebilir.
Filistin gibi kendisi de İsrail işgaline maruz kalmış olan Lübnan’da 500 bin Filistinli mülteci bulunmaktadır. Toplam nüfusu 6 milyon olan ülkede her 12 kişiden birini Filistinli mülteciler oluşturmaktadır. Bu mülteciler ülkenin değişik bölgelerinde kurulan 19 mülteci kampında yaşamakta, iltica ettikleri ülkelerde de vatandaş olamamakta ve şu anda vatansız (haymatlos) konumundadırlar.Bugün Suriyeli mültecilerin yerleştiği bu kamplarda nüfus 400 binin üstüne çıkmışsa da gerçek sayı tam olarak bilinememektedir. Bir kilometrekarelik alanda 15-20 bin kişi yaşadığı kamplarda, hücre gibi odalarda 10-15 kişilik aileler hayatta kalma mücadelesi vermektedir.Ülkedeki her 1.200 Filistinliye sadece bir doktor ve günde sadece bir hasta yatağı düşmektedir. Mülteciler yaşadıkları kampları kendi imkanlarıyla geliştirmişlerse de onlarca yıldır meydana gelen nüfus artışı ve bu insanların başka bir yere yerleşmelerine izin verilmemesi; kampları hiçbir kural ve sistemin olmadığı adeta açık birer cezaevine dönüştürmüştür.
Suriye’de Arap Baharı sonrasında başlayan iç savaş, Lübnan’daki mevcut mülteci sorununu daha da derinleştirmiştir. Zira bugün Lübnan’da 1 milyon civarında da Suriyeli bulunmaktadır. Dolayısıyla ülkedeki Filistinli ve Suriyeli mültecilerin toplam nüfusu 1.5 milyona ulaşmaktadır ki, bu da 6 milyonluk Lübnan nüfusunun %25’ine tekabül etmektedir. Bu bakımdan Lübnan’ dünyada en yüksek oranda mülteci nüfus barındıran ülkelerden biri konumundadır. Ülkede bulunan Suriyeli mültecilerin durumu da Filistinli mültecilerinkinden farklı değildir.
İsrail-Filistin meselesi ve buna bağlı olarak oluşan Filistin mülteci kampları, Suriye iç savaşı ve yansımaları,mezhep kavgaları vekültürel dejenerasyon gibi konular, bugün Lübnan için en önemli sorun alanlarını teşkil etmektedir. Arap Baharı ile birlikte Suriye’de başlayan iç savaş, Lübnan’daki hassas dengeleri de etkilemektedir. Esed rejiminin yanında yer alan Şiîler ve Hizbullah ile katliamlara maruz kalan Sünnî Müslümanlar arasındaki barış adeta pamuk ipliğine bağlıdır. Suriyeli mültecilerin Lübnan’da yerleşmeleri Hristiyanları ve Şiîleri rahatsız etmekte, bu sebeple adı konmamış bir gerginlik devam etmektedir.