Esasen yön adları olan doğu ve batı kavramlarına modern dönemde askerî ve siyasi amaçlara hizmet edecek şekilde tamamen kültürel ve ideolojik anlamlar yüklenmiş; bugün doğu ve batı kavramları üzerine söz söylemek gerektiğinde, bu yönlerin üzerine zoraki yapıştırılan politik ve kültürel anlamlardan bağımsız konuşmak neredeyse imkânsız hâle gelmiştir.  Batı denildiğinde, bugün coğrafi bir bölge olmaktan çok, iktisadi bakımdan kalkınmış ve gelişmiş ülkeleri topluca belirtmek gayesiyle kullanılan bir dünya anlaşılmaktadır. Batılı ülkeler, iktisadi ve sosyal bakımdan ileri ülkeler olarak değerlendirilirken, bu kapsama zaman zaman Japonya, Güney Kore, Taiwan gibi Uzakdoğu ülkeleri de katılmaktadır. Batıda oldukları hâlde Orta ve Güney Amerika’nın Batı’nın kapsamı dışında tutulması, kavramın coğrafi değil siyasi ve iktisadi bir değer taşıdığını açıkça göstermektedir.

Tarihte Doğu ve Batı ayrımının, ilk kez 2000 yıldan daha fazla zaman önce antik Yunanlılar tarafından “Yunanlılar ve diğerleri” (yani barbarlar) şeklindeki kültürel ayrıma kadar dayandığını ifade eden görüşler olduğu gibi, bu ayrımın Roma İmparatorluğu’nun Doğu ve Batı olarak ikiye bölünmesiyle başladığını söyleyenler de bulunmaktadır. Buna göre, Roma Devleti’nin bölünmesinden sonra Batılı Katoliklerin kendilerini Doğulu Ortodokslardan farklı görmeleri, bu yönlere ideolojik anlamlar verilmesinin ilk başlangıcını oluşturmuştur. Zaman içerisinde Doğu Roma İmparatorluğu’nun Türkler tarafından fethedilmesiyle Batı parçasında kalanlar, öteki olarak Doğulu Ortodoksları ya da Yunanlıları değil bu kez İslam Medeniyeti’ni görmeye başlamışlardır.

Yani, batı ve doğu gibi izafi yönlere ideolojik anlamların yüklenmesi Batılılar tarafından inşa edilmiştir. Batı kendisi ve diğerleri arasında yaptığı bu ayırımda Doğu’yu kasıtlı olarak oluşturulmuş mübalağalı bir “öteki” anlayışıyla ve kültürel bakımdan değersiz olarak kodlamıştır. Bu bakış açısına göre; Batı yenilikçi, Doğu taklitçi ve cahil, Batı disiplinli, Doğu ise tembeldir. Bugün bu mübalağalı kurgu, kimi zaman açıkça çoğunlukla üstü örtülü biçimde en şiddetli şekilde devam ettirilmektedir. 

Batı, kendi kimliği ve uygarlığının temeli üzerine kafa yormasını, felsefenin kendilerine bağışlanmış bir hediye olmasına bağlamakta ve kendisi dışında herkesi tarihin dışına itmeye çalışmaktadır. Ne var ki Batılıların Modern çağdaki üstünlüğünü sağlayan tüm teknolojik devrimin kökenleri Doğu’nun bilgeliğinde saklıdır ve bu medeniyetler tarafından geliştirilen teknikler Orta Çağ’dan itibaren Batı’ya aktarılmıştır. Batı geç gelişmiş bir medeniyet olması ve diğer uygarlıklardan edindiği bilgi ve tecrübeleri içselleştirerek geliştirmesi neticesinde kendi içinde bir dönüşüm yaşamıştır. İngiltere’de başlayan Sanayi Devrimi’nin ardından, Batılılar art arda gerçekleştirdikleri devrimlerle dünya üzerinde hegemonya kurmaya yönelmiş ve akabinde, tüm dünyayı medenileştirmek adı altında kendi sömürge düzenlerini inşa etmişlerdir. 

Batı insanı tanrılaştırmış, uygar ve barbar ayırımı üzerine inşa ettiği modernlik anlayışıyla, tüm dünyaya ağır bedeller ödetmiştir. Fikri düzlemde geçirdiği dönüşüm neticesinde önce doğayı sonra da bütün dünyayı işgal etmiş; milyonlarca insanın hayatını kaybetmesine ve acı çekmesine sebep olmuştur. 

Bilgi ve teknolojik alanda ilerlemeler kaydeden Batı, zihinsel, ahlaki ve manevi boyutları olan derin bir bunalımın içindedir. Bu bunalım hâli sadece Batı’nın ötekilerine zarar vermekle kalmayıp, onun sağlık, beslenme, çevre, toplumsal ilişkiler, ekonomi gibi hayatının her alanına sirayet etmiştir. Bugün Batı’nın bunalımları, onun sadece manevi alanıyla sınırlı değildir. Sahip olduğu maddi imkanlarını yanlış kullanmasının bedelini tüm dünya ödemektedir. Dünyanın iktisadi anlamda en en gelişmiş ülkeleri arasında yer alan Amerika’da yaklaşık 45 milyon insanın yoksulluk çekmesi, tek başına makro ekonomik rakamların insan hayatını mutlu etmeye yetmediğini göstermektedir. Sadece ABD değil, Avrupa kıtası da toplumsal anlamda huzursuzluk ve artan işsizlik sorunuyla boğuşmaktadır. Örneğin Almanya’da gelir dağılımı arasındaki uçurum nedeniyle zenginler her gün bir kat daha zenginleşirken fakir olanlar daha da fakirleşmektedir. Nüfusun %6,1’ine tekabül eden 4,17 milyon Alman vatandaşı, ağır borçlar altında ezilmekte ve asgari ücretin çok düşük olduğu sektörlerde çalışmaktadır. 

Batı’nın içinde bulunduğu en önemli krizlerden biri de sosyal yapıdaki bozulmadır. 1960’ların başlarına kadar bir şekilde geleneksel aile yapısını korumuş olan Batılı ülkelerde, bugün aile kurumunun neredeyse yok olmaya başladığı gözlenmektedir. Avrupa’da neredeyse her 100 çocuğun yarısı gayrı meşru olarak dünyaya gelmekte, boşanma oranlarında büyük artışlar yaşanan Batı toplumlarında, evlilik dışı birliktelikler, popüler kültür ve medya organlarının etkisiyle yaygınlaştırılmaktadır. 

Aile kurumunun yok edildiği Batı’da çocuk istismarı oranı da giderek artmaktadır. Örneğin, İnternet İzleme Vakfı’nın (IWF) verilerine göre çocuk istismarına ilişkin görüntü ve video kayıtlarının %60’ı Avrupa’da bulunmaktadır. Bu oran önceki yıllara nazaran %19’luk bir artış göstermiştir. Bu verilere göre çocuk istismarına ilişkin en çok yasa dışı içeriğe sahip olan ülke ise Hollanda’dır. Kadına şiddet oranının da kritik bir eşiğe geldiği Avrupa’da her hafta ortalama 50 kadın, erkek şiddetine maruz kaldığı için hayatını kaybetmektedir. Aile içerisinde yaşanan şiddetin %95’i de kadına yönelik olarak gerçekleştirilmektedir. 15 yaşından itibaren her üç kadından biri fiziksel ya da cinsel şiddete maruz kalmaktadır. Avrupa’da her saniye bir kadın, cinsel saldırının bir türünün muhatabı olmaktadır. İş hayatının herhangi bir alanında yöneticilik yapan kadınların %75’i çalıştıkları kurumlarda cinsel anlamda taciz edilmektedir. Kadınların dörtte biri hamilelik dönemlerinde fiziksel veya cinsel şiddete maruz kalmaktadır. Bu durum onların düşük yapma risklerini de arttırmaktadır. Avrupa’da evsiz kadınların %60’ı aile içi şiddetin öznesini teşkil etmektedir.

Batı’nın epistemolojik temellere dayalı mekanik düşünce anlayışı sağlıksız ve insanlık dışı bir teknolojik gelişmeye yol açmış; bu belirsiz büyüme radyoaktif atıkların her geçen gün artması, atmosfere salınan zehirli gaz oranlarının yükselmesi gibi doğal dengeyi bozacak pek çok faktörün ortaya çıkmasına neden olmuştur.  Nükleer enerji kullanımının yaygınlaşması, silah sanayisindeki orantısız büyüme ve teknolojik alandaki bu ilerlemelerin doğrudan bir sonucu olarak kırdan kente göçün artması Batı’nın doğal kaynaklarını hızla tüketmesine sebebiyet vermektedir. Bu durum önce Batı’yı sonra da tüm dünyayı adım adım ekolojik felaketin içine sürüklemektedir. 

Kısacası Batı, yaşadığı maddiyat temelli zihinsel bunalım sebebiyle siyasetten hukuka, çevre sorunlarından eğitime, aile yapısından ekonomiye kadar hayatın tüm alanlarını yıpratmıştır. Kendi toplumları da dâhil olmak üzere Batılı ülkeler müdahil oldukları bütün coğrafyalarda korkunç insan hakları ihlalleri gerçekleştirmektedir. Bugün dünya üzerinde eşi benzeri görülmemiş sayıda insan zulme, şiddete ve çevresel bozulmalar sebebiyle çeşitli mağduriyetlere maruz kalmaktadır.

Kaynakça

Baykan Sezer et. al., Tarihte Doğu-Batı Çatışması, (ed.), Ertan Eğribel, Ufuk Özcan, (İstanbul:Doğu-Batı Kitabevi, 2017)

Fritjof Capra, Batı Düşüncesinde Dönüm Noktası, çev. Mustafa Armağan, (İstanbul: İnsan Yayınları, 2009). 

J. M. Roberts, Avrupa Tarihi, çev. Fethi Aytuna, (İstanbul: İnkılap Yayınları, 2017)

Jared Diamond, Tüfek, Mikrop ve Çelik, çev. Ülker İnce, (İstanbul: Pegasus Yayınları, 2018)

John M. Hobson, Batı Medeniyetinin Doğulu Kökenleri, çev. Esra Ermert (İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2018). 

Doğu ve Batı Meselesi, NPQ Tartışıyor, (3. Bölüm), 21.05.2004, https://www.youtube.com/watch?v=77YGjYOH1ho

Yusuf Kaplan, “Batı Sorunu”, Yeni Şafak, 18.01.2015. 

Z. Zeynep Bakır, “Batı’nın Krizleri”, İNSAMER, 18 Aralık 2017 http://insamer.com/tr/batinin-krizleri_1069.html